İnsan Doğasına Dair Kötü Haber Niteliğindeki 10 Psikolojik Bulgu – Christian Jarrett

//
3634 Okunma
Okunma süresi: 9 Dakika

Çağlar boyunca yankılanan bir soru şöyledir: Her insanın bir kusuru olsa dahi, insanlar özünde şefkatli, akılcı ve iyi kalpli canlılar mıdır? Yoksa içten içe kötü kalpli, dar kafalı, işe yaramaz, kibirli, intikamcı ve bencil olmaya mı meyilliyiz? Elbette elimizde tartışmasız kesin yanıtlar yok; ayrıca bireyler arasında da çokça farklılık olduğunu söyleyebiliriz: Fakat biz bu yazımızda meseleyi, insan doğasının daha karanlık ve pek hoşa gitmeyecek olan yönlerine işaret eden 10 iç karartıcı bulgu aracılığıyla olgulara dayalı olarak inceleyeceğiz.

1. Azınlıktan olanları ve savunmasız kişileri insan yerine koymuyoruz.

Söz konusu bu kaba insandışılaştırmaya (dehumanisation) dair çarpıcı bir örnek, bir grup öğrencinin evsiz veya uyuşturucu bağımlısı kişilerin fotoğraflarına baktıklarında, daha yüksek statüdeki bireylere karşı olduğundan daha az sinirsel aktivite yaşadıklarını gösteren bir beyin taraması çalışmasında görülmüştür. Bir diğer çalışma ise Arap göçüne karşı olan insanların, Arap ve Müslümanları gerçek anlamda ortalama insandan daha az evrilmiş olarak değerlendirdiğini saptamıştır. Diğer birçoğunun yanı sıra şöyle örnekler de verilebilir: Gençlerin yaşlı insanları; ve hem erkeklerin hem de kadınların, sarhoş kadınları insandışılaştırdığını (dehumanisation) gösteren çalışmalar bulunuyor. Bununla birlikte, insandışılaştırma (dehumanisation) eğilimi erken yaşta başlıyor; beş yaşındaki çocuklar, grup-dışı gördükleri yüzleri (farklı bir şehirden gelen veya diğer cinsiyetten olan insanları), grup-içi yüzlerden daha az insanmış gibi algılıyorlar.

2. Dört yaşından itibaren Schadenfreude (başkasının acısından zevk alma) duygusunu yaşıyoruz (2013 tarihli bir araştırmaya göre)

Şayet çocuk, kişinin çektiği acıyı hak ettiğini düşünüyorsa bu duygu daha da güçlenmektedir. Daha yakın zamanlı bir çalışma, altı yaşından itibaren çocukların, çıkartma satın almaktansa antisosyal bir kuklaya uygulanacak şiddeti izlemek için para harcamayı tercih ettiğini gösterdi.


3. Karmaya inanıyoruz: haksızlığa uğrayan kişilerin alınyazılarını hak ettiklerini varsayıyoruz.

Böylesi inançlarla ilişkili istenilmedik kötü bulgular, 1966 yılında Amerikalı psikolog Melvin Lerner ve Carolyn Simmons’ın şimdilerde klasik sayılan çalışmasında kanıtlanmıştır. Verdiği her yanlış yanıt nedeniyle bir kadın öğrencinin elektrik şokuyla cezalandırıldığı bu deneydeki kadın katılımcılar, öğrencinin acı çektiğini tekrar göreceklerini duyduklarında, özellikle bu acıyı azaltmak için yapabilecekleri hiçbir şey olmadığını düşünüyorlarsa, sonrasında öğrenciyi daha az sevimli ve daha az hayranlık uyandırıcı biri olarak değerlendirmişlerdir. Bu tarihten beridir yapılan araştırmalar, adil bir dünyada olduğumuza yönelik mevcut inançlarımızı korumak adına yoksulları, tecavüz kurbanlarını, AIDS hastalarını ve diğerlerini, kaderlerinde olanı yaşadıklarından ötürü suçlama eğiliminde olduğumuzu göstermiştir. Bu eğilimin bir uzantısı olarak zengin insanlara yönelik bilinçaltımızda bulunan tozpembe görüşlerimizin kaynağının da bu ve buna benzer süreçler olması muhtemeldir.


4. Bağnaz ve dogmatiğiz.

Şayet insanlar akılcı ve açık görüşlü olsalardı, herhangi birinin yanlış inançlarını düzeltmenin en makul yolu o kişiye tartıştığımız konuyla ilgili gerçeklerden söz etmek olurdu. Fakat 1979 tarihli klasikleşmiş bir araştırma böylesi bir yaklaşımın pek bir işe yaramadığını göstermiştir: güçlü bir şekilde idam cezası yanlısı veya karşıtı olan katılımcılar, görüşlerinin altını oyacak gerçekleri tümüyle görmezden gelip daha önceki görüşlerine daha inatçı bir şekilde tutunmuşlardır. Böyle bir şey olmasının muhtemelen nedeni, görüşlerimizle uyuşmayan karşıt olguları kimliğimize bağlılığımızı zedeler nitelikte görmemizdir. Bir şeyleri ne kadar iyi kavrayabildiğimiz konusunda çoğumuzun kendine fazla güvenmesi ve sahip olduğumuz fikirlerimizin diğerlerininkinden üstün olduğuna inandığımızda bunun bizi konuyla ilgili daha çok bilgi toplama peşinde olmaktan alıkoymasının da çok bir yararı yoktur.


5. Sahip olduğumuz düşünce ve fikirlere vakit ayırmaktansa elektrikli sandalyede ölmeyi tercih ediyoruz.

Bu bulgu, erkek katılımcıların %67’sinin ve kadın katılımcıların %25’inin rahat ve dingin bir düşünme seansına 15 dakika ayırmaktansa kendilerine acı verici elektrik şoku vermeyi tercih ettiği 2014 tarihli tartışmalı bir çalışmada öne sürülmüştür.


6. Kibirli ve aşırı özgüven sahibiyiz.

Mantıksızlığımız ve dogmatikliğimize bir miktar alçakgönüllülük ve kendini bilme dahil olsaydı durum o kadar da kötü olmayabilirdi fakat çoğumuz ortalıkta araba sürebilme, zeka ve çekicilik gibi beceri ve vasıflarımıza dair abartılı görüşlerle dolaşıyoruz; ki bu, ‘bütün kadınların güçlü, bütün erkeklerin yakışıklı ve bütün çocukların da ortalamadan iyi’ olduğu gibi kurgusal bir yerden ilhamla Wobegon Gölü Etkisi adındaki fenomendir. İşin ironik yanı ise, aramızdaki en az becerikli kişilerin en özgüvenli olmaya eğilimli kişiler olmasıdır. (Dunning-Kruger etkisi). Bu kibir dolu kendini-beğenmişlik, ne kadar ilkeli ve adil olduğumuza dair görüşlerimiz gibi ahlaki meseleler söz konusu olduğunda en uç ve mantıksız halini alıyor gibi görünüyor. Hatta öyle ki hapishanedeki mahkum olmuş suçlular dahi toplumdaki ortalama bir bireyden daha kibar, güvenilir ve dürüst olduklarını düşünürler.


7. Ahlaken ikiyüzlüyüz.

Diğer insanlar ahlaki kusur ve zayıflıklarını yüksek sesle ve ilk önce kınayan kişilere karşı temkinli davranmakta fayda vardır: çok büyük ihtimalle başkalarına ahlak dersi verenler de en az suçladıkları kişiler kadar suçludur ama kendi kusur ve zayıflıklarına karşı daha ılımlı bir tutum sergilerler. Araştırmacılar, çalışmaların birinde, insanların kendi bencil davranışlarının aynısı başkaları tarafından sergilendiğinde (verilen iki görevden daha kolay ve çabuk olanını kendileri için ayırmak) çok daha az adil davrandıklarını iddia etmiştir. Benzer şekilde, fail-gözlemci asimetrisi olarak bilinen ve üzerinde uzun zamandır çalışmalar yürütülen bir fenomen, diğer insanların (partnere sadakatsizlik gibi) kötü davranışlarını kişinin karakteriyle ilişkili görürken; söz konusu aynı davranışları kendimiz sergilediğimizde bunu içinde bulunduğumuz şartlar ve duruma atfetme eğilimimiz olduğunu göstermektedir. Söz konusu bu kendini haklı çıkaran çifte standartlar (toplumda) hiç olmadığı kadar nezaketsizlik olduğuna dair ortak yargımızı bile açıklayabilir: son dönemde yapılan çalışmalar, aynı kötü ve kaba davranışların yabancılar tarafından sergilenmesi durumunda kendimiz veya bir arkadaşımız tarafından sergilenmesine nazaran bu davranışı daha aşırı ve ölçüsüz olarak değerlendirdiğimizi göstermiştir.


8. Hepimiz potansiyel trolüz.

Kendini Twitter’da dönen bir tartışmanın içerisinde bulmuş olan herkesin bildiği üzere, sosyal medya; çevrimiçi disinhibisyon etkisi (kültürel sınırlamaların önemsenmemesi sonucu ortaya çıkan serbest davranış) ve (internette kolayca başarılabilen) anonim olmanın gayri ahlaki davranma eğilimlerimizi arttırması sebebiyle insan doğasının en kötü taraflarının bazılarını daha da büyütüyor olabilir. Araştırmalar rutin olarak sadizme eğilimli olan kişilerin (ki sayıları endişe verecek kadar büyük olan bir bölümümüzü temsil ederler) çevrimiçi trolllüğe bilhassa daha yatkın olduğunu gösterirken, geçen sene yayımlanan bir çalışma kötü bir ruh halinde olma ile başkalarının trollüğüne maruz kalmanın kişinin bizzat kendisinin de trollük yapma eğilimini iki kat arttırdığını göstermiştir. Hatta öyle ki birkaç kişinin beraber başlattığı trollük büyüyen kartopu gibi gitgide artan negatif bir etkiye sebep olabilmektedir; ki CNN.com’daki okuyucu yorumlarını inceleyen araştırmacılar da tam olarak bunu bulmuşlardı yani; ‘riskli olarak işaretlenen gönderilerin ve işaretlen gönderileri olan kullanıcı sayısının … zamanla arttığı’nı.


9. Psikopatik özellikleri olan beceriksiz liderleri tercih ediyoruz.

Amerikalı kişilik psikoloğu Dan McAdams yakın zamanlı çalışmasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın ayan beyan saldırganlığı ve hakaretlerinin ‘ilkel bir çekiciliğe’ sahip olduğunu ve ‘kışkırtıcı Tweet’lerinin’ tıpkı erkek alfa şempanzelerin ‘gözdağı verme amaçlı’ ‘taarruzları’ gibi algılandığını savunmuştur. Şayet McAdams’ın değerlendirmesi doğruysa, bu, daha geniş çerçeveli bir perspektife yani psikopatik özelliklerin liderler arasında ortalamadan daha sık görüldüğü bulgusuna uyarlanabilir. New York’taki finans merkezi yöneticilerinin psikopatik özelliklerde daha yüksek fakat duygusal zekada ortalamanın daha altında puanlar aldıkları çalışmayı örnek olarak görebiliriz. Bu yaz yayımlanan bir meta-analizde, gerçekten de psikopati özellikler taşıma ile liderlik pozisyonlarına gelebilme arasında makul düzeyde/ihtiyatlı ama önemli bir ilişki olduğu bulunmuştur; ki bu da psikopati ile beceriksiz ve kötü liderlik birbiriyle ilişkilendirildiğinden ötürü önemlidir.


10. Karanlık kişilik özelliklerine sahip insanlardan cinsel olarak etkileniyoruz.

Yalnızca psikopatik özellikleri olan kişileri liderimiz olarak seçmekle kalmıyoruz; eldeki bulgular erkekler ve kadınlar ‘karanlık üçlü’ denilen –narsisizm, psikopatlık ve Makyavelizm– özelliklerini taşıyan kişilere en azından kısa bir süreliğine olsa da cinsel olarak ilgi duyduğunu ve böylece de bu özelliklerin daha da yayılması riskini beraberinde getirdiklerini göstermektedir. Çalışmalardan biri, kadınların bir erkeği, şayet bu erkek “kendini düşünen”, “manipülatif” ve “duyarsız” olarak anlatılıyorsa fiziksel açıdan daha çekici bulduğunu göstermiştir. Bir teoriye göre ise karanlık kişilik özellikleri, güven ve risk alma eğilimi açısından başarılı bir ‘eş niteliği’ anlamına gelir. Peki bu türümüzün geleceği açısından mühim midir? Belki mühim olabilir: 2016’da yapılmış olan bir diğer araştırma, narsisist erkeklerin yüzlerini daha çekici bulan kadınların daha fazla çocuk sahibi olma eğiliminde olduğunu göstermiştir.

Tüm bu anlattıklarımız moralinizi bozmasın: sözünü ettiğimiz bu araştırma ve bulgular, temel içgüdülerinin üstesinden gelme konusunda bazılarımızın elde ettiği başarıya dair hiçbir şey söylemiyor. Aslında bakarsanız eksiklerimizi kabul eder ve anlayabilirsek onlarından üstesinden daha başarılı bir şekilde gelebilir ve böylece de doğamızın iyilik meleklerini geliştirebiliriz.

Bu makalenen The British Pscyhological Society’nin Research Digest’te yayımlanan makaleden uyarlanmıştır.


Christian Jarrett – “The bad news on human nature, in 10 findings from psychology“, (Erişim Tarihi: 29.03.2023)

Çevirmen: Taner Beyter

Ankara Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi, Felsefe master eğitimine ise ara verdi. Etik, epistemoloji, din felsefesi ve metafelsefe ile ilgilenir. Evli olup öğretmenlik mesleğine devam etmektedir.   

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Ayırtedilemezlerin Özdeşliği – Peter Forrest (Stanford Encyclopedia of Philosophy)

Sonraki Gönderi

Zamanın Ötesinde Düşünmek: Uzun Dönemcilik ve Toplumsal Dönüşüm – Alparslan Bayrak

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü