Ayırtedilemezlerin Özdeşliği – Peter Forrest (Stanford Encyclopedia of Philosophy)

//
1219 Okunma
Okunma süresi: 16 Dakika

Ayırtedilemezlerin Özdeşliği, ilk kez Wilhelm Gottfried Leibniz tarafından Metafizik Üzerine Konuşmalar’ın (Discourse on Metaphysics) 9. Bölümü’nde birbirine benzer iki farklı şeyin olmadığını belirtmek için açıkça formüle ettiği bir analitik ontoloji ilkesidir (Loemker 1969: 308). Genellikle ‘’Leibniz Yasası’’ olarak adlandırılır ve genel anlamda hiçbir zaman tamamen aynı niteliklere (properties) sahip iki nesnenin olmadığı anlamına gelir. Ayırtedilemezlerin Özdeşliği, niteliksel açıdan özdeş nesneleri bireyleştiren faktörlerle ilgili soruları ortaya çıkardığından dolayı ilgi çekicidir. Kuantum mekaniğinin yorumlanmasıyla yapılan yakın zamandaki çalışmalar, bu ilkenin kuantum alanlarında uygulanabilirliğini tartışmaktadır (bkz: French 2019).

  • 1. İlkenin Formülasyonu
  • 2. Ontolojik İçerimleri
  • 3. İlke Lehine ve Aleyhine Argümanlar
  • 4. İlkenin Tarihi
  • Bibliyografya
  • Akademik Araçlar
  • Diğer İnternet Kaynakları
  • İlgili Bağlantılar

1. İlkeyi İfade Etmek

Ayırtedilemezlerin Özdeşliği (bundan sonra İlke olarak adlandırılacaktır) genellikle şu şekilde formüle edilir: Eğer F’nin her bir özelliği için, X nesnesi F’ye sahip ve ancak ve ancak Y nesnesi F’ye sahipse, o halde X, Y ile özdeştir. Sembolik mantık ile göstermek gerekirse:

F(Fx Fy) → x=y.

İlkenin bu formülasyonu Farklıların Benzeşmezliği ilkesiyle eşdeğerdir; McTaggart’ın adlandırdığı gibi, yani, eğer X ve Y farklı ise o halde X’in sahip olup Y’nin sahip olmadığı en az bir nitelik vardır, ya da tam tersidir.

İlkenin karşıtı, x=y →F (Fx ↔ Fy) Özdeşlerin Ayırtedilmezliği olarak adlandırılır. Bazen her iki ilkenin birleşimi, İlkenin kendisi yerine Leibniz Yasası olarak bilinir.

Bu şekilde formülleştirildiğinde, İlkenin gerçek doğruluğu, taşlar ve ağaçlar gibi orta ölçekli nesnelerde sorunsuz görünür, çünkü onlar ayırt edici ve bireyleştirici özelliklere sahip olmak için yeterince karmaşıktır ve bunun için her zaman bazı küçük fiziksel farklılıklarla ayırt edilebilirler. Fakat temel ilkelerin, genellikle olumsal olmadığı kabul edilmiştir. Bu nedenle İlke’nin, niteliksel açıdan özdeş, orta ölçekli nesnelerin (örneğin, bilinenin aksine klonlama, gerçekten de molekül kopyaları için birer moleküldür)[1] varsayıldığı durumlarda bile savunulması gerektiğini önerebiliriz. Bu durumda böyle nesneleri, diğer nesnelerin uzaysal (spatial) ilişkileriyle (gezegenin yüzeyinde nerede oldukları vb.) ayırt etmemiz gerekecektir. Bu durumda ilke, B ve C arası 3 birim, C ve A arası 4 birim ve A ve B’nin 5 birim uzaklıkta olduğu, bir evrende tutarlıdır. Böyle bir evrende B’den 5 birim uzaklıkta olan A, C’den 4 birim uzaklıkta olan A, B’den ayırt edilebilir. İlke, genellikle simetrik bir evrende niteliksel olarak özdeş nesneleri düşündüğümüzde tartışmalı hale gelir. Örneğin, sadece üç tane niteliksel olarak özdeş, aynı uzaklıkta olan, yani her biri diğerlerinden 2 birim uzakta olan A, B ve C kürelerini düşünelim. Bu durumda herhangi bir küreyi diğerlerinden ayıran özellik olmadığı görünür. Bazı [kişiler] bu durumda bile A ile özdeş olma gibi özelliklerin var olduğunu iddia ederek İlkeyi savunabilir. Böyle bir özellik bu-luk ya da özgülük (thisness) olarak adlandırılır.

Özgülüğe başvurma olasılığı, İlkenin alışagelmiş formülasyonun doğru olup olmadığından kuşku duymamıza sebep olabilir. Çünkü İlke, başlangıçta belirtildiği gibi tamamen birbirine benzeyen iki varlığın olmadığını iddia eder. Ancak A ve B birbirlerine tam olarak benzediği durumdaysa, ortak bir sezgiye göre, A‘nın A‘ya özdeş olma özelliğine sahip olması ve B‘nin B‘ye özdeş olma özelliğine sahip olması, A ve B‘nin birbirlerine benzemediği bir durumla sonuçlanamaz.

Dolayısıyla bu sezgilere dair İlkenin hangi formülasyonunun doğru olduğunu tartışmak yerine, farklı formülasyonları ayırt edebilir ve daha sonra bu formülleştirmelerden hangisi doğruysa onu tartışabiliriz. Bu amaçla genellikle içsel ve dışsal özellikler arasında bir ayrım yapılır. İlk olarak, burada bazı ilişkiler bakımından analiz edilen dışsal özellikler görülse bile bu doğru değildir; çünkü iki iç içe küreden oluşma özelliği içseldir. Şimdilik içsel/dışsal ayrımının sezgisel bir kavrayışına sahip olmak yeterlidir (ya da bkz: Weatherson, 2008, §2.1.).

Başka işe yarar bir ayrım, saf olan ile saf olmayan arasındadır.Bir niteliğin, bazı belirli tözlerin ilişkisi bakımından ele alınması durumunda, (örneğin, Güneş’in bir ışık yılı içinde olmak) onun saf olmadığı; aksitakdirdeise (örneğin, bir yıldızın bir ışık yılı içinde olmak) saf olduğu söylenir.Bu iki örneğin her ikisi de dışsal özelliktir, ancak bazı içsel özellikler saf değildir (Dünya ve Ay’dan oluşmak vb.). Benim düşünceme göre bütün ilişkisel olmayan özellikler saftır.

İlkeyi formüle ederken, bu ayrımlarla güçlendirerek, hangi özelliklerin göz önüne alınacağını sorabiliriz. Çeşitli olasılıklardan ikisi oldukça ilgi çekici görünmektedir. Güçlü versiyon, İlkeyi saf içsel özelliklerle, Zayıf versiyon ise saf özelliklerle sınırlar. Bana öyle geliyor ki saf olmayan özelliklere izin verdiğimiz durumda, İlke daha da zayıflayacak ve hatta önemsizleşecektir. Söz gelimi üç küre örneğinde, B’den 2 birim ve C’den 2 birim uzaklıktaki saf olmayan özelliklere A ve yalnızca A sahiptir; lakin sezgisel olarak A, B ve C arasında tam bir benzerlik olmasına engel olmazlar. (İlkelerin farklı bir sınıflandırması için bakınız Swinburne (1995)).

Özdeşliği ilişkisel olarak ele aldığımızda bir de bu özgülükleri ilişkisel olarak analiz etmiş oluruz (yani A’nın özgülüğü, A ile özdeş olma şeklinde analiz edilebilir). O halde özgülük; saf değil içsel özellik olacaktır ki bu durumda birbirlerinden 3, 4 ve 5 birim uzaklıkla ayrılan niteliksel olarak özdeş üç küreden oluşan dünya, Zayıf İlkeyi karşılayacak, ancak Güçlü İlkeyi karşılamayacaktır. Ek olarak her biri diğerlerinden 2 birim uzaklıkta olan üç küreli dünya, diğer hiçbir versiyonu karşılamamaktadır.

Başka bir ayrım, İlkenin ontolojideki bütün varlıkları ya da sadece tözler kategorisiyle (yani özelliklere ve/veya ilişkilere sahip, fakat kendileri özellik ve/veya ilişki olmayan şeyler) sınırlı kalıp kalmaması üzerinedir. Swinburne (1995) her ne kadar bunun tamsayılar, zamanlar ve mekânlar gibi soyut nesnelere uygulanmasını, açıkça töz olarak ele almadan dikkate almasına ve savunmasına rağmen, genellikle onlar bu şekilde sınırlandırılmıştır.

2. Ontolojik İçerimleri

İlkenin çoğu formülasyonu, ilk bakışta bir nitelikler ontolojisine bağlıdır; ancak çeşitli türdeki nominalistler, bundan kaçınmak için uygun yorumlar sağlamada az çok zorluk çekmelidir. (Örneğin çoklu incelemeyi kullanarak bkz: Boolos 1984, Linnebo 2009, §2.1.) Bu bağlamda en ilginç olan, İlkeyi, niteliklerin tümünden söz etmeden benzeşim yoluyla ele almaktır. Dolayısıyla Güçlü İlke, farklı tözlerin tam olarak birbirine benzemediği ve Zayıf İlke ise farklı durumların hiçbir zaman tam olarak birbirine benzeyen olgu durumları olmadığı şeklinde formüle edilebilir.

Russell (aynı eser,1940) bir tözün, birliktelik (compresence) olarak bilinen özel bir ilişkiyle alakalı tümeller demeti olduğunu iddia eder. Eğer tümeller, söz konusu içsel özellikler olarak ele alınırsa, o halde Russell’in teorisi Güçlü İlkeyi desteklerken (En azından desteklediği görünür; bkz: O’Leary-Hawthorne 1995, Zimmerman 1997 and Rodriguez 2004), tözlerin durumu olumsalsa o halde Güçlü İlkenin zorunluluğunu desteklemektedir. Bu önemlidir, çünkü en savunmasız versiyon, olumsal olmayan kabul edildiğinde, açıkça Güçlü Versiyon gibi görünür. (Ayrıca bkz: Armstrong 1989, Chapter 4.)

3. İlkenin Lehine ve Aleyhine Olan Argümanlar

  • (i) İlke deneycilere cazip görünür. İki ayırtedilemez öge (item) için nasıl bir deneysel kanıta sahip olabiliriz? Eğer öyle olsaydı deneyciler, onların bizimle farklı bir biçimde ilişkili olması gerektiğini söyleyebilirdi. Kendimizin tam kopyalarına sahip olmadığımız sürece ki bu sezgilere aykırıdır; bizler X, Y, Z gibi saf özellikleri olan benzersiz varlıklarızdır. Dolayısıyla deneysel olarak ayırt edilebilir nesneler, X, Y, Z gibi benzersiz şeyler söz konusu olduğunda farklı saf özeliklere sahiptir. Bundan ve deneysel açıdan ayırt edilebilir olmayan nesnelerin olmadığına ilişkin deneyci önermeden Zayıf İlkeyi koruduğumuz sonucuna varabiliriz. Büyük olasılıkla bu önermede, olumsal olarak doğru olan herhangi bir şeyden fazlası iddia edilemeyebilirdi. Bunun için deneysel verilerin en iyi açıklaması olan bir teorinin bir sonucu olarak ayırt edilemez ögelere inanmak için teorik sebeplerimizin olduğu muhtemel durumlar vardır. Buradan hareketle, fiziksel evrenin kökenine dair, büyük miktarda deneysel desteğe sahip olan ve bizim muazzam karmaşıklıktaki evrenimize ek olarak, çeşitli daha basit evrenlerin de yaratılmış olduğunu ima eden bir teoriye sahip olabilmemiz mümkün olur. Var olan en basit evrenlerden bazıları için bu teori, tam kopyaların var olduğunu ortaya koyabilir. Bu durumda Zayıf İlke başarısız olacaktır.
  • (ii) Eğer kuantum fiziğini görmezden gelirsek, yalnızca Zayıf İlkenin değil Güçlü İlkenin de olumsal olarak doğru olduğu sonucuna varabiliriz. Çünkü uzayı kesikli olarak ele almadığımız sürece, klasik mekanik durum, tipik olarak tam bir tekrara keyfi olarak yaklaştığımızı ama asla ona ulaşamadığımızı söyleyen Poincare’in Yineleme Teoremiyle özetleniyor gibi görünmektedir. (See Earman 1986, p. 130.)
  • (iii) Zayıf İlke ile ilgili olarak, Black (1952) ve Ayer (1954) sayesinde, evrende tam bir simetri olabileceğini öne süren ilginç bir tartışma dizisi oluşmuştur. Black’ın örneğinde, içinde hiçbir şey olmayan ama birbirine benzeyen iki özdeş kürenin olabileceği bir evren ileri sürülür. Bu gibi tamamen simetrik bir evrende iki küre ayırtedilemez olacaktır. Bu görüşe karşı örneğin Ian Hacking(1975), Öklidyen olmayan bir uzayda iki kürenin tamamen simetrik bir durumda, tek bir küre olarak yeniden yorumlanabileceğini belirtmiştir. Bir küreden 2 birim uzaklıktaki niteliksel olarak özdeş olan bir başka küreye yolculuk olarak tanımlanabilecek bir şey, uzayda aynı küreye geri dönüş yolculuğu olarak yeniden tanımlanabilir. Elbette genellikle Zayıf İlke için belirgin karşı örneklerin her zaman tanımlanabileceği söylenebilir, bunun için simetrik biçimde konumlanmış niteliksel açıdan özdeş nesneler, aynı nesne olarak yeniden yorumlanır. Hawley’in deyimiyle (2009) bu ‘’Özdeşlik Savunması’’, Adams’ın devamlılık argümanının (1979) bir versiyonuna karşı savunmasızdır.

Buna verilecek bir yanıt, aslında Adams’a (1979) dayanan süreklilik argümanından ileri gelebilir. Neredeyse simetrik açıdan mükemmel bir evrenin olanaklı olduğu kabul edilir. Çünkü içlerinden birinin çizik olması dışında hiçbir içsel fark olmaksızın eşit uzaklıkta bir çizgi halinde dizilmiş küre dizisi dışında hiçbir şeyin olmadığı bir uzay olabilir. Sonrasında ise Özdeşlik Savunusu, “Eğer bir küre üzerinde çizik olmasaydı, uzayın şekli farklı olurdu” şeklindeki sezgisel olarak karşıt olgusallığa bağlanır.

Bu yanıta ek olarak, yalnızca biraz daha karmaşık örneklerle özdeşleştirme stratejisinin, iki küre örneğinden daha az ikna edici olduğu ifade edilebilir. Bir sıra halinde dizilmiş, niteliksel olarak özdeş dıştaki iki kürenin ortadakinden aynı uzaklıkta olduğu üç küre örneğini ele alalım. Özdeşleştirme stratejisine göre ilk önce dışarıdaki iki kürenin tanımlaması gerekecektir. Ancak bu durumda niteliksel açıdan özdeş iki küre kalacağından, dolayısıyla bunların sırayla tanımlanması gerekir. Buradan çıkan ana fikir, özdeş olduğu söylenen, ayırt edilemez olduğunu düşündüğümüz iki küre değil, saf ilişkisel özelikleriyle açıkça diğer ikisinden ayırt edilebilir olan ortadakinin de dâhil olduğu üçüdür.

Adams, iki argüman sunuyormuş gibi yeniden yorumladığımızda; bunlardan birincisi yukarıda kullanılan süreklilik argümanıyken, ikincisi ise Özdeşlerin Zorunluluğuna ve uygun biçimde güçlü bir modal mantığa dayanan bir modal argümandır. Tesadüfen birbirinden ayrı olan kürelerden herhangi birinde olabildiği gibi A küresinde çizik olan, diğer B küresinde ise olmayan iki nesne farz edelim. O halde A‘nın çiziksiz olması ve dolayısıyla kürelerin ayırt edilememesi olanaklıdır. İlke zorunluluğunu koruyacaksa o halde A=B’nin olumsal olmasını kabul etmek durumundadır. Fakat Özdeşlerin Zorunluluğu, A = B‘nin muhtemelen zorunlu olmasını içerir ve bu nedenle S5 modal mantığında (veya daha zayıf B sisteminde) A = B olduğu sonucuna varılır ki bu durumda birinde çizik olması ve diğerinde olmaması göz önüne alındığında bu anlamsız olacaktır. Bu argümanda çizik yerine herhangi bir tesadüfi farklılık yeterli olacaktır.

3.1 Yakın Zamandaki Gelişmeler

O’Leary Hawthorne (1995) Black’ın örneğini iki konumlu tek bir küre olarak yeniden betimler. Adams’ın argümanlarından birisini kabul edersek ayırtedilebilir küreler iki konumlu ama konumda bağdaşmayan özelliklere sahip tek bir küre olarak yeniden betimleneceği sonucu çıkar ki bu anlamsız değilse de ciddi anlamda sezgilere aykırıdır. (Hawley 2009 —ayrıca diğer eleştirilere de bakınız.)

Hawley’in önerdiği başka yaratıcı fikirde basit tek bir yayılımlı nesnenin bağlantılı bir konuma sahip olması gerektiği sezgisine karşı iki kürenin basit bir yayılımlı nesne olarak yeniden tanımlanmasıdır. (Markosian 1998) Bir kez daha, Adams’ın argümanı, bu yeniden tanımlamanın aynı türden ayırt edilebilir nesneler için bile geçerli olduğunu ima ederek, bizi, evrenin tek bir basit nesne olduğu şeklindeki sezgisel olmayan monist tezle tehdit eder. (Bu son tezin tartışmaları için bknz. Potrc ve Horgan 2008 ve Schaffer 2008, §2.1.)

3.2 Eş konumlu Özdeş Küreler?

Della Roca, bizi, genellikle tek bir kürenin olduğu yerde, aslında tam olarak aynı parçalardan yapılmış birçok eş konumlu kürelerin var olduğu hipotezini düşünmeye davet eder. (Aynı parçalardan yapılmasalardı o halde yirmi kürenin ağırlığı, bir kürenin yirmi katı olurdu ve bu yirmi küre hipotezi ile tek küre hipotezi arasında bir deneysel farkla sonuçlanırdı.) Sezgisel olarak bu saçmadır ve ilkeye aykırıdır, ancak onlar ilkeyi reddedenlerin neden bu hipotezi reddettiğini açıklamak için meydan okur. Eğer yapamazlarsa, bu durum İlke için bir gerekçe sağlar. İlke’nin yalnızca aşağıdakine uygun biçimde kabul edilmesi gerektiği yanıtını değerlendirir:

Tam olarak aynı zamanda ve aynı yerde tüm parçaları aynı olan iki ya da daha fazla ayırt edilemez şey olamaz. (2005, 488)

Onun burada savunduğu şey, özdeş-olmamayı açıklama ihtiyacından ileri gelir ve dolayısıyla basit şeyler söz konusu olduğunda İlkenin kendisinin gerekli olduğunu savunur. Della Rocca’ya karşı, parçaları olmayan basit şeyler için özdeş olmamanın kaba gerçek (brute fact) olduğu ileri sürülebilir. Bu, kaba gerçekleri, hatta zorunlu olanları bile, başka hiçbir şeye bağlı olmayan temel şeylerle sınırlayan Yeter Sebep İlkesi’nin makul zayıflamasıyla uyumludur.

3.3 Üçüncü Dereceden İlkeler

Asimetrik biçimde ilişkili olan ayırt edilemez nesnelerin olanaklı olduğunu varsayalım. Bu durumda sadece zayıf İlkeye karşı bir örneğe değil Üçüncü Dereceden İlkeler için ilginç bir zayıflatmaya sahibiz; şöyle ki Zayıf İlke’nin başarısız olduğu durumlarda, ayırt edilemeyen nesneler, simetrik ancak dönüşsüz bir ilişki içinde dururlar –“Üçüncü Derece”, çünkü Quine’ın üçüncü dereceden ayırt edilemezliğine dayanmaktadırlar (1976). Yakın zamanda Saunders bunu araştırmış, bozonların değil, fermiyonların üçüncü sınıf ayırt edilebilir olduğunu belirtmiştir (2006).

Black küreleri en az iki birim uzak olan simetrik bir ilişki içinde olduklarından dolayı üçüncü dereceden ayırtedilebilirdirler, fakat bu örnek üçüncü sınıf ayırt edilebilirliğin özdeş-olmamayı varsaydığı itirazını öne çıkarabilir. (bkz French 2006). Uzayı silindirik olarak ele alarak iki küreyi tanımladığımızı varsayalım, o zaman küreyi birleştiren jeodezik hala bir jeodezik olacak ve aynı uzunlukta kalacaktır. Dolayısıyla küreleri birleştiren iki milden kısa bir yol olmadığı için bu ilişkiyi olumsuz biçimde analiz etmediğimiz sürece, doğal olarak kürenin kendisinden en az iki mil uzakta olduğunu söyleyebiliriz. Fakat küreler tanımlanmadığı için bu negatif ilişki sadece Black durumunda mevcuttur.

4. İlkenin Tarihi

Leibniz ilkeyi ölçülü bir şekilde tözlerle -substances- sınırlandırır. Dahası Leibniz, tözlerin dışsal özelliklerinin içsel özelliklerden sonra geldiğini-öncelediğini- (supervene) söylemeye kararlıdır ki bu güçlü ve zayıf ilkeler arasındaki ayrımı çökertir. Leibniz’in metafiziğinin detayları tartışmalı olsa da, İlke Leibniz’in olabilirliğin önceliği tezinden kaynaklanıyor gibi görünmektedir. (Leibniz’in Arnauld’a yazdığı 1686 tarihli mektubunda muhtemelen Adams’a ilişkin açıklamalarına bakınız, Loemker 1969, s. 333.) Leibniz’in bazen temeline koyduğu yeter-sebep ilkesini gerektirmiyor gibi görünür.  (Bkz: Örneğin Clarke ile karşılıklı mektuplaşmalarında beşinci makalesinin 21. bölümü (Loemker 1969, p. 699)  Ayrıca bkz: Rodriguez-Pereyra (1999.) Leibniz için Tanrı, zaten olanak-imkân- (possibilia) halinde var olan tözleri edimselleştirerek-aktüel hale getirerek- yaratmıştır. Dolayısıyla sadece olanaklı olan ayırtedilemezler varsa ayırtedilemez edimsel-aktüel- tözler olabilir. Dolayısıyla, İlke yalnızca olanaklı tözler için geçerliyse, gerçek tözler için de geçerlidir. Bu nedenle, olası bir tözden ikisini aktüel hale getirmek için yeterli bir neden olup olmayacağı konusunda spekülasyon yapmanın bir anlamı yoktur, her ikisinin tek bir olanaklı tözle özdeş olması gerekeceği için Tanrı bunu yapamaz. Yalnızca olası tözlerle sınırlı İlke, Leibniz’in tözleri eksiksiz kavramlarla özdeşleştirmesinden kaynaklanır. Bunun için iki tam kavram, birçok kavramsal yönden farklı ve bu yüzden ayırtedilebilir olmalıdır.


[1] Moleküler klonlama, DNA moleküllerinin uygun bir konak hücreye yerleştirilerek, orada çoğaltılması işlemine verilen addır. Yazar, burada olgu durumu olduğu düşünülmeyen şeyin, aslında öyle olduğunu söylemeye çalışıyor. (Ed. Notu)


Biblografya

  • Adams, R. M., 1979, “Primitive Thisness and Primitive Identity”, Journal of Philosophy, 76: 5–26.
  • Armstrong, D. M., 1989, Universals: An Opinionated Introduction, Boulder: Westview Press.
  • Ayer, A. J., 1954, Philosophical Essays, London: Macmillan.
  • Black, M., 1952, “The Identity of Indiscernibles”, Mind, 61: 153–64.
  • Boolos, George, 1984, “To Be Is To Be a Value of a Variable (or to Be Some Values of Some Variables),” Journal of Philosophy, 81: 430–50.
  • Cross, C., 1995, “Max Black on the Identity of Indiscernibles”, Philosophical Quarterly, 45: 350–60.
  • Della Rocca, M., 2005, “Two Spheres, Twenty Spheres, and the Identity of Indiscernibles”, Pacific Philosophical Quarterly, 86: 480–492.
  • Earman, J., 1986, A Primer on Determinism, Dordrecht: D. Reidel.
  • French, S., 1988, “Quantum Physics and the Identity of Indiscernibles”, British Journal of the Philosophy of Science, 39: 233–46.
  • French, S., 1989, “Why the Principle of the Identity of Indiscernibles is not Contingently True Either”, Synthese, 78: 141–66.
  • French, S., 2019, “Identity and Individuality in Quantum Theory”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Winter 2019 Edition), Edward N. Zalta (ed.), URL = <https://plato.stanford.edu/archives/win2019/entries/qt-idind/>.
  • Hacking, I., 1975, “The Identity of Indiscernibles”, Journal of Philosophy, 72 (9): 249–256.
  • Hawley, K., 2009, “Identity and Indiscernibility”, Mind, 118: 101–9.
  • Leibniz, G. W., Philosophical Papers and Letters, in Loemker 1969.
  • Linnebo, O., 2009, “Plural Quantification”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Spring 2009 Edition), Edward N. Zalta (ed.), URL = <https://plato.stanford.edu/archives/spr2009/entries/plural-quant/>.
  • Loemker, L., 1969, (ed. and trans.), G. W. Leibniz: Philosophical Papers and Letters, 2nd ed., Dordrecht: D. Reidel.
  • Markosian, N., 1998, “Simples”, The Australasian Journal of Philosophy, 76: 213–229.
  • Morris, M. and Parkinson G. H. R., 1973, Leibniz Philosophical Writings, London: Dent.
  • O’Leary-Hawthorne, J., 1995, “The Bundle Theory of Substance and the Identity of Indiscernibles”, Analysis, 55: 191–196.
  • Potrc, M. and Horgan, T., 2008, Austere Realism: Contextual Semantics Meets Minimal Ontology, Cambridge, MA: MIT Press.
  • Quine, W.V.O., 1976, “Grades of Discriminability”, Journal of Philosophy, 73: 113–116.
  • Rodriguez-Pereyra, G., 1999, “Leibniz’s Argument for the Identity of Indiscernibles in His Correspondence with Clarke”, Australasian Journal of Philosophy, 77: 429–38.
  • Rodriguez-Pereyra, G., 2004, “The Bundle Theory Is Compatible with Distinct but Indiscernible Particulars”, Analysis, 64: 72–81.
  • Russell, B., 1940, An Inquiry into Meaning and Truth, London: Allen and Unwin.
  • Saunders, S., 2006, “Are Quantum Particles Objects?”, Analysis, 66: 52–63.
  • Schaffer, Jonathan, “Monism”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Fall 2008 Edition), Edward N. Zalta (ed.), URL = <https://plato.stanford.edu/archives/fall2008/entries/monism/>.
  • Swinburne, R. 1995, “Thisness”, Australasian Journal of Philosophy, 73: 389–400.
  • Teller, P., 1995, An Interpretive Introduction to Quantum Field Theory, Princeton: Princeton University Press.
  • Weatherson, B., 2008, “Intrinsic vs. Extrinsic Properties”, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Fall 2008 Edition), Edward N. Zalta (ed.), URL = <https://plato.stanford.edu/archives/fall2008/entries/intrinsic-extrinsic/>.
  • Zimmerman, D., 1997, “Distinct Indiscernibles and the Bundle Theory”, Mind, 106: 305–09.

Peter Forrest – “The Identity of Indiscernibles“, (Erişim Tarihi: 02.06.2023)

Çevirmen: Yusuf Topsakal

Çeviri Editörü: Musa Yanık

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Felsefe Bölümü'nden mezun oldu. Şu an aynı üniversitede yüksek lisans öğrencisi Metafizik, Bilim Felsefesi ve Zihin Felsefesi ile ilgileniyor. Felsefe dışında video oyunları oynuyor ve gelecekte iyi bir hoca olmayı amaçlıyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

“Analitik” Din Felsefesi – Graham Oppy

Sonraki Gönderi

İnsan Doğasına Dair Kötü Haber Niteliğindeki 10 Psikolojik Bulgu – Christian Jarrett

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü