/

Klişelere Bir De Başka Bir Açıdan Bakın – Nana Ariel

Klişeler hakkında kesin olan bir şey varsa o da şu, onları kullanınca ölmezsiniz. Onlar yaygın bir şekilde değersiz düşüncenin, hayal gücü eksikliğinin ve yaratıcılığın yokluğunun işaretleri olarak küçümsenmektedirler. Neyse ki söylemek ya da yazmak üzere olduğunuz bir şey üzerinde bir süreliğine düşünürseniz çoğunlukla bu tuzağa düşmekten kaçınabilirsiniz. Ya da gerçekten kaçabilir misiniz?

‘Klişe’ derken modası geçmiş sözlerden modası geçmiş anlatılara kadar yazı ve konuşmalarımızda sandığımızdan ya da kabul etmek istediğimizden çok daha yaygın olan aşırı kullanılmış ve klasikleşmiş ifade biçimlerini kastediyorum. Klişeleri sert bir şekilde kınama eğiliminde olsak da Tel Aviv Üniversitesi’nden retorik uzmanı Ruth Amossy, bunların aslında diğer insanlarla bağ kurmamız ve onları okuma biçimimiz açısından çok önemli olduğunu göstermiştir.

  •  “Nasılsın?”
  • “Hiç fena değil!”

Günlük etkileşimlerimizde klişeler, konuşmanın öncüllerini sorgulama veya kurma ihtiyacını ortadan kaldırarak iletişimsel bir ortak noktayı temsil eder. Bunlar verimli iletişim kurmayı kolaylaştıran ve sosyal ilişkileri yeniden teyit eden bir tür ortak zihinsel algoritmadır.

Peki klişe ne zaman insan iletişiminin bir günahı, basit zihinlerin ve ortalama sanatçıların bir işareti haline geldi? Alışılmışlığın eksikliklerine ilişkin farkındalık kesinlikle yeni değil.

Antik çağlardan beri eleştirmenler kalıplaşmış dil kalıplarının zayıf yönlerine dikkat çekmiş ve bunları alaycı parodiler için yem olarak kullanmışlardır. Örneğin Sokrates içi boş, kendiliğinden oluşmuş kalıplarla alay etme ve onların maskesini düşürme konusunda bir ustaydı. Platon’un Menexenus (Meneksenos) adlı diyaloğunda, ölüyü aşırı yücelten ve kaybına nedenler sunan anma töreni klişelerinin parodisini yapan uzun, sahte bir cenaze konuşması yapar. Çok daha sonraları Miguel de Cervantes’in karakteri olan Don Kişot Ortaçağ şövalye romanlarının kahramanlık klişelerinin esiri olur ve bu da onun hayali düşmanlarla savaşmasına neden olur (böylece hala kullanılmakta olan ‘yel değirmenlerine saldırma’ klişesi ortaya çıkar). William Shakespeare 130. Sone’de sevgiliyi övmek için klişeleşmiş benzetmelerin (Güneş gibi gözler, gül gibi yanaklar) kullanılmasını ince bir zekayla reddederek bu tür ‘sahte benzetmelerin’ sıradanlığını ve gerçek dışılığını vurgulamıştır.

Ne var ki bu geleneksellik eleştirileri, gelenek ve biçim gibi unsurların sanatsal yaratımın temelini oluşturduğu modern öncesi bir bilince dayanmaktadır. Yaratıcılık ve tamamen özgünlük arasındaki bağlantı daha sonra 18. yüzyılda kuruldu ve sıradan dile karşı daha güçlü saldırılara yol açtı. Aslında Fransızca’dan gelen ‘klişe‘ kelimesi oldukça yenidir. Bir matbaa levhası üzerinde eriyen kurşunun çıkardığı ‘klik’ sesini taklit eden bir eş sesli sözcük olarak 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmıştır. Kelime ilk olarak baskı kalıbının adı olarak kullanılmış ve daha sonra hazır, şablon benzeri bir ifade aracını tanımlamak için bir metafor olarak kullanılmıştır.

‘Klişe’ teriminin modern baskı teknolojisi ile bağlantılı olarak ortaya çıkması tesadüf değildir. Sanayi devrimi ve buna bağlı olarak hız ve standarda odaklanılmak, kitle iletişim araçları ve toplumla paralel olarak ortaya çıkmış giderek de daha fazla insan kendini kamusal alanda ifade edebilir hale gelmiştir. Bu gelişme dilin ve düşüncenin sanayileşmesine yönelik korkuları körükledi. (‘Stereotip’in baskı dünyasından türetilmiş bir başka terim olduğunu ve bir baskı kalıbına veya bir desene atıfta bulunduğunu unutmayın). O nedenle, geleneksel olanın aklın düşmanı haline gelmesi modernliğin belirgin bir özelliği gibi görünüyor.

Edebiyat ve sanatta klişeler, genel beklentileri ifade etmek için sıklıkla kullanılır. Okuyucuların kendilerini bir durum içinde kolayca tanımlamalarına ve bulmalarına olanak tanırlar ve böylece ironik veya eleştirel etkiler yaratırlar. Örneğin Fransız romancı Gustave Flaubert’in Kabul Edilmiş Fikirler Sözlüğü (1911-13), 19. yüzyıl sosyal eğilimlerini (“AKADEMİ, FRANSIZ- Ez onu ama yapabilirsen ona ait olmaya çalış”), popüler bilgelikleri (“ALKOLİZM – Tüm modern hastalıkların nedeni”) ve yüzeysel kamu görüşlerini (“SÖMÜRGELER – Onlardan bahsederken üzüntü göster”) eleştirmeden takip eden tipik bir sese sahip yüzlerce maddeden oluşur. Bu şekilde Flaubert klişe kullanımının zihinsel ve toplumsal bozulmasına karşı çıkar ve hazır düşüncenin yıkıcı siyasi sonuçlara gebe olduğunu ifade eder. Bununla birlikte, klişelere karşı saldırıya geçerken, metnin özü stratejik konumlandırmanın güçlü olanaklarını gerçekleştirir.

Flaubert’in takipçilerinden Fransız kuramcı Roland Barthes da klişelerin siyasi etkisiyle ilgilenmiştir. Barthes, Mitolojiler (1957) kitabından bir deneme olan ‘Afrika Grameri’nde, Afrika’daki Fransız sömürgelerinin popüler tanımlarının (sömürge yönetimi altındaki insanlar her zaman belirsiz bir şekilde ‘nüfus’ olarak tanımlanır; sömürgeciler ‘kader’ tarafından belirlenmiş bir ‘görev’ üzerinde hareket ederler) maskesini düşürerek, bunların siyasi acımasızlığın gerçekliğini nasıl gizlediğini gösterir. Aynı kitapta yer alan ‘İnsanlığın Büyük Ailesi’ adlı makalesinde, ‘hepimiz büyük ve mutlu bir aileyiz’ klişesinin kültürel adaletsizlikleri anlamsız bir evrenselci dil ve imgeyle gizlediğini gösteriyor.

İngiliz yazar George Orwell bu klişeye karşı çıkma eğilimini sürdürmüştür. ‘Politics and the English Language’ (1946) adlı kitabında gazetecilik klişelerini, siyasi gerçekliği anlamsız bir dille maskeleyen tehlikeli yapılar olarak değerlendirir. Ölmekte olan metaforları (‘omuz omuza’, ‘ellerine düşmek’), gereksiz kullanımları (‘eğilim göstermek’, ‘ciddi bir değerlendirmeyi hak etmek’), abartılı sıfatları (‘destansı’, ‘tarihi’, ‘unutulmaz’) ve çeşitli anlamsız kelimeleri (‘romantik’, ‘değerler’, ‘insan’, ‘doğal’) kınar.

Klişelere yönelik bu yaklaşımlar aynı anda hem büyüleyici hem de ikna edici. Ancak onların iki büyük ortak yönü var. Birincisi, klişelerin her zaman başkaları tarafından kullanıldığını, asla yazarın kendisi tarafından kullanılmadığını varsayarlar. Bu durum, klişelerin iletişime özgü, neredeyse kaçınılmaz ve bağlamsal yorumlamaya dayalı olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmamaktadır. Özgün ve etkili görünen bir söz, farklı bir bakış açısıyla klişe olarak yorumlanabiliyor ya da tam tersi olabiliyor. ABD Başkanı Barack Obama 2013 Demokratik Ulusal Komite Toplantısı’nda Amerika’nın dünyanın en büyük ülkesi olduğunu söylemenin bir klişe olduğunu ifade etmiş, ancak kendi konuşmalarında da sürekli olarak ‘gelecek nesilleri koruma’, ‘birlikte bir fark yaratabiliriz’ ve ‘açık konuşayım’ gibi klişeleri kullanmakla suçlanmıştır.

Klişe söylemi, daha az önemli olmayan başka bir meseleyi gözden kaçırıyor: Onları kullanmak, dilin tekrar eden doğasından ve aşınmasından habersiz, körü körüne birer fotokopi makinesi olduğumuz anlamına gelmez. Klişeleri genellikle belirli hedeflere ulaşmak için bilerek, planlı ve rasyonel bir şekilde kullanırız. Sözgelimi, “bu bir klişedir, ama…” şeklindeki yaygın ifadeyi ya da klişelerin ironik kullanımını düşünün. Klişeler her zaman bağlam içinde kullanıma sunulur ve bağlam çoğu zaman görünüşte zayıf olan sıradan şeylere önemli bir performatif güç kazandırır. Klişe, yapısı ve kötü şöhretine rağmen düşündüğümüzden daha karmaşık ve çok boyutludur.

Belki de daha yeni ve konuyla bağlantılı bir fikri ele alırsak klişe hakkında farklı düşünmeye başlayabiliriz: evrimsel biyolog Richard Dawkins’in ‘The Selfish Gene’ (1976) kitabında ortaya attığı ‘mem’ fikri. Burada memler, konuşmalar yoluyla kendilerini tekrar eden hazır kültürel eserler olarak tanımlanmaktadır. Tıpkı klişeler etrafındaki düşüncenin sanayileşmenin teknolojik devrimini izleyen dönemde gelişmesi gibi, memler etrafındaki düşünce de dijital devrime paralel olarak doruk noktasına ulaşmıştır. Ancak bir memein yaygınlaşması onun başarısını gösterirken, bir klişeyi ne kadar çok kişi kullanırsa o kadar az etkili olduğu düşünülmektedir. Yine de tek bir klişe, tıpkı popüler bir meme gibi, farklı tezahürleri arasında aynı değildir. Bir meme çok çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilir ve hiçbir yorum yapılmadan paylaşılsa bile, bazen paylaşma eylemi bireysel bir duruş yaratır. Klişeler de aynı şekilde çalışır. Belirli bağlamlarda yeni anlamlar kazanırlar ve bu da onları farklı türden etkileşimlerde etkili olmasını sağlar.

Bu nedenle, bir sonraki “Bu bir klişe!” iddiasını ortaya atmadan önce, sıklıkla kullandığınız bazı klişeleri düşünün. Bunlar yakın sosyal ve kültürel çevrenizin karakteristik özellikleri mi? Yaygın olarak kullanılan selamlaşmaları, siyasi sözleri veya diğer fikirleri temsil ediyor mu? Bu makalede bunlardan birkaç tanesini fark ettiniz mi? Kuşkusuz fark etmişsinizdir. Ne de olsa onlarla birlikte de yaşayamıyoruz onlarsız da yaşayamıyoruz.


Nana Ariel – “At the end of the day, think outside the box about clichés“, (Erişim Tarihi: 21.12.2023)

Çevirmen: Özlem Kırtay

Çeviri Editörü: Beyza Nur Doğan

Öncül Analitik Felsefe Dergisi, 19 Ocak 2018 tarihinde kuruldu. Sunum, söyleşi, makale, çeviri, canlı yayın gibi içerikler üreterek Analitik Felsefe’ye dair Türkçe veritabanını genişletmeye devam ediyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Birkaç İyi Adam – Matt Qvortrup

Sonraki Gönderi

Hayvan Etiğine İlişkin Üç Teori Nelerdir? – Ryan Sosna

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü