Almanya’nın Thüringen eyaletindeki Aşırı Sağ parti Alternative für Deutschland’ın lideri Björn Höcke, 28 Mayıs 2020’de Facebook profilinde kendisinin gösterişli bir fotoğrafını yayınladı. Bu fotoğrafta onu, ilk sayısı 2020 baharında yayınlanan yeni bir Aşırı Sağ dergisi olan Die Kehre (Doğayı Koruma Dergisi)’yi bir parkta bankta oturmuş okurken görebilirsiniz. Derginin ön sözünde de belirtildiği gibi, derginin başlık ve içeriği, Heidegger’in II. Dünya Savaşı sonrası çalışmalarından biri olan “Die Technik und die Kehre” (Tekniğe İlişkin Soruşturma) adlı eserinde yer alan ve filozofumuzun “İnsan varlığımız”a yönelik “en büyük tehlikenin teknolojide ortaya çıkmış olduğu”nu gördüğü fikrinden “esinlenmiştir”. Identitarian Movement adlı bir üyenin editörlüğünü yaptığı dergi, “iklim değişimine dair kısıtlı ve dar bir ekoloji anlayışını” aşan ve “kültürel bölgeler, gelenekler ve ritüellerde dahil olmak üzere bir bütün olarak çevrenin öğretilmesini” kapsayan bir çevrecilik anlayışı inşa etmeyi hedefliyor.
Son yıllarda, söz konusu bu amaca ve çabaya katkıda bulunanlar arasında, çağdaş bir totaliter Alman siyasi rejimine karşı yeni bir muhalefet yaratma iddiasında olan, eski anti-sosyalist GDR muhalifleri de yer alıyor. Höcke, gönderiye yaptığı yorumda, “anavatandan nefret eden Yeşiller Partisi” ne karşı doğayı koruma görevinin aşırı sağ tarafından nasıl geri kazanılabileceğini, Dergi’nin ve Heidegger’in düşüncesinin gösterdiğini savunuyor.
Höcke’ün Heidegger’i ve dergiyi övmesi, Almanya’da ve diğer ülkelerde, Aşırı Sağ’ın kötü şöhretli bu filozofu nasıl da övdüğünü gösteren pek çok örnekten yalnızca biridir. Steve Bannon’un, Der Spiegel ile yaptığı röportajda Heidegger’e “işte benim adamım” demesinden Aleksander Dugin’in dördüncü siyasi teori yaklaşımına dek, görüldüğü gibi Heidegger, küreselleşen aşırı sağın ana filozofu olarak ortaya çıkmaktadır.
Görülüyor ki, araştırmacılar, Heidegger’in günümüz Aşırı Sağ’ında ve ideolojisinde oynadığı rolü analiz etmeye ve anlamaya daha yeni başladı. Daha önce Oswald Spengler veya Carl Schmitt gibi sözümona Muhafazakar Devrim figürlerinin Aşırı Sağın ideolojisini nasıl etkilediğini pek çok kişi incelemişti. Pek çok kişi daha önce Heidegger’in bu konudaki temel rolüne dikkat çekmiş olsa da; Heidegger’in çağdaş Aşırı Sağ düşüncesi ile ilgili ilk kapsamlı çalışma 2008 yılında İtalya’da yayınlandı– ki hala bu çalışmanın İngilizce çevirisi yoktur.
Geçtiğimiz yıllarda yapılan yeni yayınlar, Heideggerci düşüncenin çağdaş siyaset ve özellikle de ABD alt-right (alternatif sağ) ile beyaz Rus milliyetçiliği üzerindeki etkisinin anlaşılmasına katkıda bulundu.
Aşırı Sağ kendini, doğal çevrenin savunucusu olarak öne çıkarmıyor; onlar doğayı, beyaz ulusal kimliğinin, yerel gelenekler ile mirasın anlamlı ve önemli bir parçası olarak tasvir ediyor.
Heidegger’in Almanya’daki Aşırı Sağ grupları arasındaki popülaritesi; onun felsefesinin Aşırı Sağ’ın kendi yerel çevreciliğini, popülizmini ve kültürel ırkçılığını meşrulaştırma yollarıyla ilgilidir. Onun belirli türden bir kolektif varlık olarak ortak bir ruha, geleneğe ve bölgesel yerleşikliğe dayanan ulusal Dasein yaklaşımı, çağdaş Alman Aşırı Sağ’ına, yerel olan ile “halkı” ve “seçkinleri” bağlılık temelinde birleştiren beyaz bir kimlik vizyonu sağlar. Ayrıca bu yerele bağlılık temelinde, daha alt seviyedeki din ve kültür olan “Öteki”ne ırkçılık yapılarak “ortak kültür ve halkın” yüceltilmesini de sağlar.
İlk olarak, bu hareket, küreselleşmeye karşı yerel doğa, kültür ve miras birliği olarak Heimat’ı veya Heidegger’den yararlanarak vatanı savunmanın bir parçası olarak anlamlı bir çevre koruma hareketi vizyonunu entelektüel olarak oturtmayı amaçlar. Bu amaç, yukarıda bahsettiğimiz Die Kehre dergisinde kendini göstermektedir. Aşırı Sağ’ın çevrecilik girişiminin temelini, Heidegger’in akılcılığa ve teknokrasiye karşı ruhani temelli muhalefeti ile yerel olarak kökleşmiş düşünme kavramı oluşturur.
Bu stratejinin temel bir parçası, Yeşil parti ve Sol çevre koruma hareketlerini iklim değişikliğine odaklanıp oraya sıkışan, dar çerçeveli bilimsel bir rasyonalizm tarafından yönlendirilen teknokratlar olarak yaftalamaktır. Köklü bir Heimat geleneğini muhafazakarlığına dayanan Aşırı Sağ, kendini çevrenin koruyucusu olarak değil, doğayı, beyaz ulusal kimliğinin, yerel gelenekler ile mirasın önemli bir parçası olarak tasvir ederek buna karşı durmayı amaçlamaktadır. Bu çerçevede, küresel çevre koruma hareketleri, Heidegger’in Gestell dediği şeyin bir ifadesi – yani doğanın ve yeryüzünün insanlar tarafından dönüştürülebilen bir şey olarak tamamen rasyonalist bir okuması olarak tasvir edilmektedir.
İkinci olarak, Heidegger’den yararlanmak, aşırı sağ entelektüellerin popülizmi kucaklamasını ve popülist bir entelektüel ideali büyütmesini mümkün kılar: Heidegger’in modernitenin nihilist rasyonalizminin üstesinden gelmek için gerekli gördüğü otantik bir varoluş felsefesine daha yakın olan ve kökleri halka dayanıp “halk” ile temas halinde olan ideal tipte bir entelektüellik.
Heidegger burada, ‘halk’ ve ‘seçkinler’ arasındaki zıtlığı aşmaya çalışmak ve aşırı sağ popülizm literatürünün çoğu zaman ileri sürdüğü şeylerin aksine, eğitimli burjuva entelektüelizmi ile aşırı sağdaki popülizmin nasıl da derinlemesine iç içe geçtiğini içeren bir popülizm felsefesi sunmaktadır.
Genelde ırkçılıkta da olduğu gibi- elbette Nazizm de hiçbir zaman yalnızca biyolojiyle ilgili olmamıştır.
Son ve en önemlisi olarak, Almanya’daki ırkçılığın hala büyük ölçüde Nazizm ve biyolojik ırkçılıkla özdeşleştirildiği bir durumda, Heidegger’in tarihte “kökleşen” bir kolektif varlık ile temellendirilmiş felsefesi, bahsettiğimiz bu harekete biyolojik ırkçılığın üstesinden gelme iddiası sunan kültürel bir ırkçılık felsefesi sağlar.
O halde, Heidegger’in Dasein kavramı, ulusal sosyalizme, ırkçı milliyetçiliğe ve anti-Semitizme yakın olmanın toplumsal olarak sorgulanabilir ve hukuki olarak yasaklandığı liberal demokratik bir siyasi dilin var olduğu şartlarda, seçkin bir beyaz ulus fikrini yeniden formüle etmek için kullanılır.
Aşırı Sağ, Heidegger’den yararlanmak üzerine farklı bir çok okumayı hala yapabilir. Akademik tartışmaların bir çoğu hala, Heidegger’in Nazizm’in asli bir parçası mı olduğu yoksa daha sonra ondan uzaklaşan erken dönem bir sempatizan mı olduğu sorusuyla ilgileniyor. İkinci görüşü savunanlar tarafından öne sürülen argümanların çoğu, Heidegger’in Nazilerin biyolojik ırkçılığını reddettiğini ve (onun felsefesinin) modern rasyonalizmin başka türden bir ifadesi ile insanlara yönelik teknokratik bir tehdidi reddettiği iddiasına dayanıyor. Tartışıldığı gibi bu, Heidegger’in savaş sonrası epey tartışma yaratan, Holokost ve toplama kamplarını modernitenin sonucu olarak okumasının da temelini oluşturan görüştür.
Alman Sağ’ı da, tıpkı sözümona Muhafazakar Devrim’in bir düşünürü olarak Heidegger’e sık sık atfedildiği gibi, kendilerini Nazizm’den ayrı tutmaya ve esasen Nazizm’den farklı görülmesi gereken Nazi öncesi muhafazakarlık bir geleneğine sokmaya çalışmıştır.
Heidegger’in felsefesi, çağdaş Aşırı Sağ için oldukça zengin bir repertuar sunmaktadır.
Heidegger ve sözde Yeni Sağ tarafından kullanılan ve kendi kendini meşrulaştıran bu mit, – genelde ırkçılık gibi – tabi ki Nazizm’in hiçbir zaman yalnızca biyolojiyle ilgili olmadığını ileri sürer. Muhafazakar Devrimi karakterize eden Völkisch düşüncesine derinlemesine yerleşmiş olan Nazizm aynı zamanda bünyesinde kültürel ırkçılığı da barındır – ki bu, bugün de aynı şekilde Aşırı Sağ’ın dini ve kültürel farklılıkları ırklaştırması olarak İslam’ın ırklaştırmasında da gözlemlenebilir.
Heidegger’in felsefesi, Nazizm’in popülist siyaseti ve kültürel öz farklılık iddialarına dayanarak Yahudi sorununa ilişkin Nazi politikalarının meşrulaştırılmasının merkezinde yer alan bir “ırk söylemi” örneğidir. Irk ve dini müphem bir ruh ve/veya kültürel öz kavramlarıyla birleştirmek, eğitimli burjuvazinin çoğunda bir karşılık buldu. Ve bu, ilkel biyolojik ırkçılığı, Alman Volk’una Avrupa’nın beyaz üstünlüğünün önderliği için bir misyon yükleyen kültürel estetik problemlere dönüştürdü.
Heidegger’in felsefesi, yerel kimlik, miras ve çevrecilik kavramlarını teknolojik küreselleşme eleştirisi ile ilişkilendirerek; popüler ve popülist söylemleri entelektüel otantiklik iddialarına bağlayarak; ve kültür ile dini ırklaştırarak; günümüz Aşırı Sağ’ına zengin bir repertuar sunar. O, evrensel teknokratik sol-liberal elitler ile Müslaman ve ırki olarak beyaz olmayan “Öteki” ye karşı“sıradan beyaz insanlar”ın, vatan ve beyaz ulusal kültürün korunması gerektiği iddialarına akademik bir “dayanak” sağlar.
Julian Göpffarth- “Why did Heidegger emerge as the central philosopher of the far right?“, (Erişim Tarihi: 15.12.2020)
Çevirmen: Taner Beyter
Çevirmen Notu: Görece uzun bir süre yalnızca Heidegger okuyan ve çalışan biri olarak şunu söyleyebilirim ki, o yalnızca Naziler veya aşırı sağcılar tarafından haksız biçimde suiistimale maruz kalan bir “mağdur” değildir. Teknoloji ve modernizm eleştirisinin de temelinde yer alan Dasein veya otantik var oluş kavramları, birçok başka kavram ile beraber bir tür kültürel ırkçılık ile şaşırtıcı derecede uyumludur. Bu iddianın izlerini onun felsefi metinlerinde görmek gayet mümkün. Diğer yandan filozofun kişisel yaşamına da bakarak bu görüşü desteklemek de mümkündür: o, yaşamı boyunca, Nazi partisine üye olduğu için hiçbir zaman pişmanlık belirtmemiştir, Varlık ve Zaman’ı atfettiği Yahudi kökenli hocası Husserl’in maruz kaldığı haksızlıklara ses çıkarmamış, Naziler’in atama usülü ile dekan olarak atanma görevini bir süre yerine getirmiştir. Der Spiegel’e verdiği ünlü röportajında Nazilere yönelik cesur ve açık bir eleştiri görmeniz de mümkün değildir. Kimileri onun Hitler ile beraber “Alman Üniversitelerin Kurtuluşu” adında veya bu ada benzer bir buluşmaya katıldığını ve bazen yazılı kağıtlarını “Heil Hitler” diye imzaladığını ileri sürer; ancak bu iki iddianın kökenine erişip doğruluğunu teyit etmediğimi de belirtmem gerekir. Kısacası Heidegger’in aşırı sağcılar tarafından bu kadar çok sevilmesi bir tesadüf olamaz. Karl Jaspers gibi filozofların bu konuya dair takındığı tavrı daha yakından incelemek, konuya meraklı olanların ilgisini çekebilir.
Harika bir yazı.