Transendent ve Transendental Kavramları Bağlamında Kant’ın Felsefede Gerçekleştirdiği Kopernikus Devrimi – Zeynep Vuslat Yekdaneh

//
6350 Okunma
Okunma süresi: 9 Dakika

Giriş

Kant’ın felsefi yaklaşımı, eleştiri öncesi dönem ve eleştirel dönem olmak üzere iki döneme ayrılabilir. Eleştiri öncesi döneminde (1747) Kant, Duyulur ve Anlaşılır Dünyanın Form ve İlkeleri, Canlı Kuvvetlerin Doğru Ölçülmesi ile Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı gibi eserler ortaya koyarak dünyanın işleyişine ilişkin bir sorgulama içine girmiştir. Eleştirel döneminde (1781) ise Kant, bu tavrını geliştirip ileri taşıyarak Saf Aklın Eleştirisi, Gelecekte Bir Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe Prolegomena, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi ve Yargı Gücünün Eleştirisi gibi eserler ortaya koymuştur.

Birçok felsefeci için Kant’ın felsefede gerçekleştirdiği ‘Kopernikus Devrimi’, eleştirel döneminde kaleme aldığı eserleri doğrultusunda meydana gelmiştir. Kabaca Kopernikus Devrimi, bilimde, Kopernikus’un dünya merkezli evren anlayışının yerine güneş merkezli evren anlayışını koyması şeklinde gerçekleşmiştir. Şüphesiz bu devrim, bize dönemin genel anlayışıyla ilgili pek çok şey anlatmakla birlikte geniş bir konu olması bakımından yalnızca Kant’ın felsefede gerçekleştirdiği Kopernikus Devrimi olarak ele alınacaktır. Söz konusu devrimin temelinde ise yargıların, özneye içkin olan bilme yetilerinden hareketle kurulması düşüncesi yer almaktadır. Böylelikle özne, nesneyi bir açıdan belirleyen bir kurgu içerisinde kendisini göstermiş olmaktadır.

Immanuel Kant (1724-1804)

Kant, dönemindeki bilimsel gelişmelerden etkilenerek bilimdeki kesinliği felsefeye taşımaya çalışır. Bunları Kant’ın kendi sözleriyle pekiştirmek yararlı olacaktır:

Bugüne dek tüm bilgimizin kendini nesnelere uydurması gerektiği varsayılmıştır; ama onlara ilişkin herhangi bir şeyi kavramlar yoluyla a priori saptama ve bilgimizi bu yolla genişletme girişimleri bu varsayım altında boşa çıkmıştır. Öyleyse, bir kez de nesnelerin kendilerini bilgimize uydurmaları gerektiği varsayımı altında Metafiziğin görevinde daha iyi sonuç alıp alamayacağımızı sınayabiliriz.[1]

Bu bağlamda bilmeye bir sınır çekme etkinliğini içeren Kant’ın felsefesi, özne ile nesne arasındaki bilme ve bilinme ilişkisine yeni bir bakış açısı sunmuştur. Transendental felsefe bu noktada karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Kant, ‘transendentallik’ bağlamında bilginin koşullarını araştırır ve bilmeye bir sınır çeker. Sınırın dışında kalan şeyleri transendent kavramıyla ifade edebilirken sınırı oluşturan unsur, transendental felsefenin bizzat kendisidir.

Transendental Felsefenin Ana Hatları

Transendental felsefe, bilginin kapsamı ve olanağının araştırma alanıdır. Saf Aklın Eleştirisi’nde “Neyi bilebilirim?” sorusuna yanıt arayan Kant, öznenin kendisinde taşıdığı bilme yetileri bağlamında bilinebilir olan ile bilmenin dışında kalan arasında bir sınır çeker. Bu bağlamda Kant, olanaklı deneyimin sınırları içerisinde bilgiden söz etmektedir. Kant’ın olanaklı deneyimin sınırları içerisinde bilgiden bahsetmesinin nedeni ise geleneksel metafiziğin hatalarını sınırın dışında bırakarak metafiziği olanaklı kılmaktır. Bu bağlamda diğer bir soru “Metafizik nasıl olanaklıdır?” sorusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Metafiziğin olanağı da şüphesiz, olanaklı deneyimin sınırları içerisinde kalarak, yani transendental felsefenin içinde metafizik yapmaktır. Transendent olan ise sınırın ötesine düşer. Bu yüzden metafizik, transendental felsefenin alanından çıkmamalıdır. “Metafizik nasıl olanaklıdır?” sorusunun bizi götürdüğü yer ise “Sentetik a priori yargıların olanağı nedir?” sorusudur. Bu soru önemlidir çünkü Kant, metafiziğin olanaklı deneyimin sınırları içerisinde kalması için, yargılarının sentetik a priori olması gerektiğini öne sürmüştür. Bunun nedeni ise geleneksel metafizikteki yanılsamaları dışarıda bıkmaktır. Başka bir ifadeyle Kant, bir çeşit metafiziği elemek için sentetik a priori yargılardan oluşan metafizik anlayışını ortaya koymuştur. Sentetik a priori yargılar, kaynağı deneyimden gelmeyen fakat deneyime uygulanabilen/deneyimden çıkarsanabilen yargıları ifade etmektedir. O halde aklın nasıl işlediğine dair yapıyı ortaya koyduktan sonra sentetik a priori yargıların nasıl olanaklı olduğunu gösterebiliriz. Bu bağlamda Kant’ın kaygısı, a priori olarak bilgimizin temellerini göstermektir, ki bu da tam olarak transendental felsefedir. Kant bunu şu şekilde ifade etmektedir:

Eğer sezgi kendini nesnelerin yapılarına uydurmak zorundaysa, bunlar üzerine herhangi bir şeyin nasıl a priori bilinebileceğini düşünemiyorum; ama nesne (duyu nesnesi olarak) kendini sezgi yetimizin yapısına uydurmalıysa, o zaman bu olanağı kolayca anlayabilirim.[2]

A priori olanaklar, deneyimden gelen malzemeyle ilişkilendirildiği zaman bilgi ortaya çıkmaktadır. Şu halde öznenin bilme yetileri de a priori olmalıdır. Bu durumda öznenin bilme yetilerine göz atmak yerinde olacaktır.

Öznenin, dış dünyadaki nesnelerden veriler almasının ve bunu biçimlendirmesinin koşulu uzam ve zamandır.[3] Yani uzam ve zaman, şeyleri düşünebilmemizin nesnel ölçütünü oluşturmaktadır. Bu doğrultuda özne ve nesne arasındaki bağıntıyı değiştiren Kant’a göre, öznenin dışındaki şeyleri özne, kendisine göründüğü biçimiyle bilebilir. Başka bir deyişle özne, fenomenleri, kendi uzam ve zaman formları bağlamında bilgisinin konusu haline getirebilir. Bu da nesnelerin kendindeki gerçekliği ile özneye görünüşü arasında bir ayrıma işaret eder ki söz konusu ayrım, epistemolojik bir sınır anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bilgi, öznenin kendi varlık koşulları doğrultusunda eriştiği bir şeydir. Bu bakımdan Kant, uzam ve zamanı öznenin gözlüklerine benzetir. Bu gözlüklere bağlı olarak bilgi oluşturabiliriz. Nitekim uzay ve zaman formlarının yanında bilgi oluşturmamıza imkân sağlayan yetiler de bulunmaktadır. Bu bakımdan özne, uzam ve zaman formları ile yetiler doğrultusunda bilgiyi kendisinde kurmaktadır.

Birçok felsefeci için Kant öncesi felsefede nesne, özneye kendini sunar ve böylece de özne pasif alımlayıcı bir konumda bulunurdu. Ancak Kant, nesnenin özneye göre şekillendiğini ileri sürerek öznenin konumunu aktifleştirmiştir. Bu bakımdan özne, kendinde bulunan bilme yetilerinden hareketle dış dünyadan aldığı verileri düzenlemektedir. Bu noktada da yetiler ortaya çıkmaktadır[4]. Çünkü alınan verileri düzenlemenin ve biçimlendirmenin imkânı, öznede bulunan yetilerdir. Kimileri için Kant’ın rasyonalizme dair düşüncelerinin bir bağıntısı bu başlık altında ele alınmaktadır. Eklemekte fayda var ki, Kant’a göre söz konusu bu yetiler doğrultusunda dünyayı inşa ederiz. Söz konusu yetilerin her biri ise tasarımlarla ortaya çıkması bakımından tasarım, bu yetilerden söz etmenin olanağıdır.

  • Bu yetilerden ilki duyusallıktır. Dış dünyadan aldığımız duyu verilerini bu yetimiz aracılığıyla alımlarız. Duyusallığımıza nesne verildiği zaman ise görü ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda görüde sergilenen nesneler olanaklı deneyimin sınırları içinde kalmış olmaktadır. Uzay ve zaman da duyusallığın iki formu olarak bize bir perspektif oluşturur. Bu bağlamda Kant’a göre, öznenin dış dünyadan alımladığı şeyler nesnelerin kendindeliği değil, görünüşleridir. Başka bir ifadeyle nesneler, özneye nasıl sunuluyorsa bilgi o şekilde oluşmaktadır. Bu da nesnelerin kendinde şeyi (ding an sich) olduğu düşüncesini oluşturmaktadır. Dolayısıyla şeylerin varlığı özneye bağlı değildir. Şu halde Kant’ın, özne ve nesne arasındaki ilişkiyi epistemolojik yönde bir değişime uğrattığını söyleyebiliriz.
  • Söz konusu yetilerden ikincisi imgelemdir ve bu yeti, sentezi mümkün kılar. Söz konusu sentez sonucunda ise çeşitlilik meydana gelir.
  • Üçüncü yeti ise anlama yetisidir. Burada, on iki kategori aracılığıyla duyu verileri sentezlenir ve çokluk içinde gelen veriler tikel nesneler olarak ele alınır. Yargı vermemizi sağlayan yeti anlama yetisidir. Bununla birlikte, imgelemin yardımıyla anlama yetisi çokluğu tikel olarak ele alabilmektedir.
  • Dördüncü yeti akıldır. Akıl, neyi bilip neyi bilemeyeceğimizi belirleyen yeti konumundadır. Diğer yetileri sınırlar, onları düzenler ve tam olmalarını sağlar. Ruh, tanrı, kozmos gibi kavramlar ise aklın kendi varlığından kaynaklı olarak karşımıza çıkan idelerdir ve bunlar sınır kavramlardır. Çünkü transendental alandan çıkıp transendent alana işaret etmektedirler.
  • Beşinci ve son yeti anlıktır ve tüm yetileri kendisinde taşır. Bu yetiler haricinde son bir şey vardır ki o da tamalgıdır. Tamalgı, bütün yargıların ve bilgilerin öznedeki gerekçelendirmesini sağlayan temel bir yapıdır.

Öznenin bilme yetilerinin a priori koşullarından hareketle genel olarak bilginin özel olarak ise metafizik yargıların sınırlarını belirleyen Kant, bunu şu şekilde açıklamıştır:

Burada durum öyleyse Kopernik’in ilk düşüncesi durumunda olduğu gibidir. Gök cisimlerinin devimlerini bütün bir yıldızlar kümesinin gözlemcinin çevresinde döndüğü varsayımı altında açıklamada iyi bir sonuç alamadığını görünce, Kopernik gözlemcinin kendisini döndürüp, buna karşı yıldızları dinginlikle tuttuğu zaman daha başarılı olup olamayacağını araştırmıştı.[5]

O halde öznenin, kendine içkin bilme yetileri doğrultusunda bilgiyi oluşturması bakımından, geleneksel anlayışın tam tersi bir görüşü ileri atan Kant, felsefeye epistemolojik açıdan farklı bir bakış açısı getirerek ‘Kopernikus Devrimi’ni gerçekleştirmiştir.

Sonuç

Kant’ın felsefede gerçekleştirdiği Kopernikus Devrimi’nin iki ayağı vardır: Öznenin bilme yetileri sonucunda inşa edilen gerçeklik ve bilgiye konulan sınır. Bu bağlamda Kant öncesi felsefenin ‘nesne nasılsa öznenin nesneye yönelik bilgisi de o şekildedir’ anlayışı, özenin bilme yetilerinden ve uzay-zaman formları aracılığıyla bilginini kurması anlayışı ile değişmiştir. Çünkü artık özne, kendindeki yetilerinin a priori koşulları içerisinde nesneyi bilir. Nesnenin kendinde şeyi vardır fakat biz bunu değil, gördüğümüz şekliyle nesneyi biliriz. Bu da görünüş ile gerçeklik arasındaki farka işaret etmektedir. Bu bakımdan bilginin olanağı, öznenin bilme yetileri çerçevesi içerisinde kendini göstermektedir. Transendent ile transendental kavramları arasındaki ilişki de olanaklı deneyimin sınırları içindeki bilgiden bahsettiğimiz zaman karşımıza çıkmaktadır. Transendental kavramı, “Neyi bilebilirim?” sorusu bağlamında bilebileceğimiz şeylerin sınırını belirtmektedir. Transendent kavramı ise sınırın dışında kalan, ‘aşkın’ alanı ifade eder. Dolayısıyla bir sınır koyma etkinliği olarak Kant’ın felsefesi, transendental felsefedir. Bu doğrultuda metafiziğin imkânını araştıran Kant, transendental felsefenin sınırları içinde kalarak sentetik a priori yargılar ile metafiziğin olanaklı olduğunu ileri sürmüştür. Bu da öznenin, kendi bilme yetilerinden hareketle, olanaklı deneyimin sınırları içindeki şeyleri bilebileceğini göstermektedir. Dolayısıyla Kant,  geleneksel anlayışların karşısına devrimci bir tutumla karşı çıkarak özneyi, transendental felsefenin içinde gerçekliği inşa eden bir konuma getirmiş ve ‘Kopernikus Devrimi’ni felsefeye uyarlayarak gerçekleştirmiştir.

Dipnotlar

  • [1] Immanuel Kant, Saf Aklın Eleştirisi, Çev. Aziz Yardımlı (İstanbul: İdea Yayınevi, 2015),  Önsöz [B] [BXVI – BXVII].
  • [2] A.g.e., Önsöz [B], [BXVII – BXVIII].
  • [3] A.g.e., Aşkınsal Estetik [A23 – B73].
  • [4] Bu kısım ders notlarından hareketle yazılmıştır. Bu nedenle ana metnin kendisine atıf yapılmamıştır. Ana metnin kendisinden okumak içiniz bkz: A.g.e., Aşkınsal Estetik, Aşkınsal Analitik.
  • [5] A.g.e., Önsöz [B], [BXVI – BXVII].

Kaynakça

  • Immanuel Kant, Saf Aklın Eleştirisi, Çev. Aziz Yardımlı (İstanbul: İdea Yayınevi, 2015).
  • Özgüç Güven, Kant ve Eleştirel Felsefe: Bilgi Kuramı Ders Notları (İstanbul Üniversitesi, 2020).

2 Yorum

  1. ZEYNEPCİM VERİMLİ BİR ÇALIŞMA OLMUŞ. BAŞARILARININ TEMENNİSİ DİLEĞİYLE…

  2. Çalışmanız çok faydalı oldu benim için, Emeğinize sağlık, başarılarınız daim olsun…🙏

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Erdem Epistemolojisi – Nebi Mehdiyev

Sonraki Gönderi

Niçin Heidegger Aşırı Sağın Önde Gelen Filozofu Oldu? – Julian Göpffarth

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü