Dünya genelinde yaşanan bir dizi terör saldırısı gezegenin en güçlü milletlerini temelinden sarstı. Yaşanan bu feci olayların ve bu olaylardan faydalanmak isteyen politikacıların teşvik ettiği korkunun sonucu olarak, çok sayıda insan varoluşsal bir tehdidin yaklaşmakta olduğuna inanıyor.
Buna ek olarak, son derece etkili ve deneysel olarak ispatlanmış bir sosyal psikoloji teorisi, bu varoluşsal tehdit kendini göstermeye devam ettikçe dünya toplumlarının bu zamana dek hiç olmadığı kadar birbirinden ayrık ve giderek daha saldırgan hale geleceğini öngörüyor. Terör Yönetimi Teorisi, ölüm hakkında endişe uyandıran olayların, insanların kültürel normlarına daha sıkı bağlanmalarına, ulusal, etnik veya politik kimliklerini paylaştıkları insanlarla saf tutarken, ortak paydada buluşmadıkları insanlarla saldırganca karşıtlık ilişkisi içine girmelerine nasıl ve neden sebep olduğunu açıklıyor.
Netice itibarıyla dünyanın her yerinde ölümcül terör saldırılarındaki bariz artış kendinden olmayanlara karşı önyargı, tahammülsüzlük ve düşmanlığı teşvik eden aşırı sağ milliyetçi hareketin önünü açacak psikolojik ortamı yaratmaya yetti.
Avrupa’daki ulusçu akım, İngiltere’den Brexit kararı, Abd’de Donald Trump’ın kazandığı başkanlık seçimi, ilk kez 1980’lerde sosyal psikologlar tarafından öne sürülen ve kaynağını kültürel antropolog Ernest Becker’in 1973 tarihli Plutzer Ödüllü “Ölümü İnkar” kitabından alan Terör Yönetimi Teorisi’nin en güncel göstergeleridir.
Becker’ın ana fikri insan davranışlarının pek çoğunun ölüm korkusu ile motive edildiğiydi. Daha gelişkin bir bilinç ve kendini ifade etme yetisinden yoksun olan diğer hayvanların aksine insan ölümün kaçınılmazlığını fark eder. Becker’a göre insanlık, terör için bir tampon olarak kültürü icat etti. İnsan, kendisine anlamlı ve değerli yaşama fikrini aşılayacak bir felsefe benimseyerek bilinçaltında kabaran endişeyi etkin bir şekilde kontrol altına alabilir.
Dinler, insana ahiret inancı yoluyla gerçek bir ölümsüzlük vadederken, ideolojiler ve milli kimlikler gibi din-dışı dünya görüşleri sembolik bir ölümsüzlüğe geçit sunar. Sembolik ölümsüzlük, büyük bir ulus veya ortak bir kimlik ve amaca sahip bir eylem gibi nihayetinde bireyi aşacak olan daha büyük bir şeyin parçası olmayı ifade eder. İnsanın hayattaki çabalarının büyük bir kısmı öldükten çok sonra bir grup veya toplum tarafından hatırlanmasına yardım edebilecek davranışlara adanmıştır.
Elbette, bir teori kulağa her ne kadar mantıklı ve merak uyandırıcı gelse de, deney ve ölçümle doğrulanıp çürütülemeyecek sınanabilir öngörülerde bulunmuyorsa yalnızca kuram olarak kalmaktan ileri gidemez. Terör Yönetimi Teorisi’nin en etkileyici tarafı laboratuvarda elde ettiği başarı olabilir. Yüzlerce deneysel çalışma “ölümlülüğün önemi hipotezi” olarak adlandırılan varsayımı doğrulayarak teoriye destek sağladı.
Bu hipoteze göre; eğer gerçekten Terör Yönetimi Teorisi’nin varsaydığı gibi ölüm korkularımızdan kurtulmak için kültürel bir felsefe benimsiyorsak, ölümlülüğümüzün hatırlatıcıları dünya görüşümüze bağlılığımızı güçlendirmeye yarayacak eylemler yaratmalıdır. Spesifik olarak, ölümü çağrıştıran fikirler bireyleri ait oldukları gruba daha sıkı bağlı kalmaya ve tam tersine farklı kültürel, etnik veya milli kimliğe sahip olanlara daha saldırgan davranmaya teşvik etmelidir.
Eğlenceli bir deney, fenomeni test etmek için acı sos kullandı. Öğrenciler iki gruba ayrıldı ve kendi ölümleri veya başka, daha iyimser bir konu hakkında bir yazı yazmaları istendi. Ardından, siyasi görüşlerini küçümseyen veya küçümsemeyen birisiyle tanıştırıldılar ve o kişinin ne kadar acı sos tüketmesi gerektiğine karar vermeleri istendi. Terör Yönetimi Teorisi ve ölümlülüğün önemi hipotezi doğrultusunda, ölüm hakkında yazan katılımcılar -kontol grubundakiler böyle bir girişimde bulunmazken- dünya görüşlerini benimsemeyenlere büyük bir miktar acı sos ayırdılar.
İranlı ve Amerikan üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir başka çalışma, rahatsız edici sonuçlar göstermektedir. Bir grup öğrenciye fiziksel olarak ölümleri gerçekleştiğinde kendilerine ne olacağını düşündüklerini mümkün olduğunca ayrıntılı bir şekilde yazmaları ve bu olgunun uyandırdığı duyguları tarif etmeleri söylendi. Kontrol grubundakilere ise diş ağrısı ile ilgili benzer sorular soruldu. Sonuçlar, ölüm hakkında düşünmeye zorlanan İranlı öğrencilerin Amerika’ya karşı şehitlik saldırılarına daha destekçi yaklaştıklarını, kontrol grubununsa tam tersi fikirde olduğunu gösterdi. Benzer şekilde, ölümü çağrıştıran düşünceler, siyasi açıdan muhafazakar olarak tanımlanabilecek Amerikan öğrencilerin de yabancı ülkelere yönelik binlerce sivili öldürebilecek şiddetli askeri saldırıların destekçisi olmasına sebep oldu.
Bu bulgulardan yola çıkarsak, saldırı altındaki ulusların nasıl hızlı bir şekilde bölündüğünü ve dış kültürlerden gelenlere karşı giderek daha düşmanca tavır takınabildiğini görmek kolaydır. Sahiden, çalışmalar ölümlülüğün farkında olunmasının milliyetçilik anlayışını güçlendirebileceğini ve farklı gruplar arasında nefreti yoğunlaştırabileceğini gösterdi. Kanıtlar, ölüm hatırlatıcılarının seçmenleri sağcı adayları tercih etmeye yönlendirerek seçimleri bile etkileyebileceğini gösterdi. 2004 ABD başkanlık seçimlerinden beş hafta önce, bilim insanları New Jersey’deki seçmenler üzerinde ölüm hatırlatmalarının oylamayı doğrudan etkileyip etkilemediğini görmek için araştırmalar yaptı. Katılımcılara daha önce bahsi geçen İranlı öğrenciler üzerindeki çalışmalarda olduğu gibi ölümle alakalı sorular yöneltilirken, kontrol grubundakilere televizyon izlemekle alakalı paralel sorular soruldu. Ulaştıkları sonuçlar epey şaşırtıcıydı. Ölüm hakkında düşünmeye yönlendirilen seçmenler savaş yanlısı muhafazakar George W. Bush’a oy verme niyetlerini üçe bir oranla belirtirken, diğer taraftan, televizyon hakkında sorular yöneltilen seçmenler solcu rakip John Kerry’i içtenlikle tercih ettiler. Bu tür sonuçlar, 11 Eylül 2001’deki terör saldırılarının ardından Bush’un, tarihsel olarak en düşük onay oranlarına sahipken, hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar arasında neden son derece popüler hale geldiğini açıklamaya yardımcı olabilir.
Peki bu durum bugünün dünyası için ne ifade ediyor? Terör Yönetimi Teorisi, eğer kitlesel olarak ölümcül terör saldırıları devam ederse, toplumların giderek daha kaotik ve parçalanmış hale geleceğini öngörüyor. Farklı olanlara karşı artan saldırganlık, insanlarda barış yerine savaşı tercih etme eğilimi yaratıyor. Sağ-milliyetçilik önyargı ve hoşgörüsüzlükle birlikte gelişecek. Terör saldırılarının sıklığı artarken İslami köktencilik yaygınlaşacak. Ülkeler, etnik ve politik gruplar arasında artan gerilim, şüphe ve şiddetin tahrip edici bir geribildirim döngüsünü oluşturarak daha fazla çatışmaya sebep olacak.
Ama bu zorlu zamanlarda iyimserliğimizi kaybetmememiz kritik. Ölüm hatırlatmalarının ve algılanan varoluşsal tehdidin hepimiz üzerindeki tahrik edici ve bölücü etkisinin farkında olarak, buna karşı savunma adımları atmaya başlayabiliriz. Her terör saldırısının ardından, farklı milliyet ve etnik kökenlere, farklı kültürel felsefelere sahip grupları birleştirmek için aktif olarak çalışmalıyız. Birbirine benzemeyen toplumlar arasında köprüler kurmalı, göç yasakları gibi fikirleri yıldırmalıyız. Ayrıca bazı politikacıların seçmenleri manipüle etmek için korku yayma ve propaganda gibi yöntemler kullandığının farkında olmalıyız. Bu tür çabalar, sakin ve soğukkanlı bir tutumla birleştiğinde, varoluşsal korkuyu akılcılık, merhamet ve barışı koruyacak şekilde yönetebilir.
Bobby Azarian – “How the fear of death makes people more Right-wing“, (Erişim Tarihi: 22.11.2024)
Çevirmen: Rabia Bayram
Çeviri Editörü: Efe Aytekin