Mart ayında, hayvanlara nasıl davrandığımızla ilgili rakip görüşleri karşılaştırmanın zorluğunu ortaya çıkaran iki şey oldu. 12 Mart Cuma günü, hayvanları istismar edenlerin beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılabileceğini ön gören Hayvan Refahı Yasa Tasarısı Avam Kamarası tarafından kabul edildi. Bir hafta sonra ise Hindistan’da, Covid-19 kısıtlamalarına rağmen Hindu Shakti’ye tapanlar kutsal Kodungallur Bhagavathy Tapınağı’na girdiler ve 1968’de dini hayvan kurban etme yasağına karşı gelerek horozları katlettiler. Bir yandan merhamete yaslanarak hayvanları koruyan bir yasa çıkarılmışken diğer yandan dini özgürlükler adına benzer bir yasa çiğnendi. Bu iki karşıt duruma baktığımızda şu soru sorulabilir: İnsan olanlar ile insan olmayanların refah düzeyi nasıl dengelenebilir?
Soru büyüleyici ve epey mühim ama çok da yeni değil. Assisi’li Aziz Francis ve Buda gibi figürler, zamanında tüm canlılar için merhameti vaaz etmişlerdi. Leonardo Da Vinci ahlaki gerekçelere dayanarak et yemeyi reddetmişti. Ancak bu konuya dair tarih boyunca yükselmiş en gür seslerden biri Batı’da hala duyulmamış durumda: Kimilerinin Dante’nin İlahi Komedya’sının habercisi olarak gördüğü, ölümden sonraki yaşama dair bir yolculuğu konu edinen ‘’The Epistle of Forgiveness’’ adlı eseri ile meşhur olan özgür fikirli kör bir Arap düşünür ve münzevi Ebu l-ʿAla’ el-Maari (ö. 1057)’den söz ediyoruz. Bu kitap, sözüm ona bir kafir olarak ün salmasına sebep olmasının yanı sıra ardında bıraktığı miras için çok değerlidir; diğer yandan ise el-Maari’nin hayvanlara yönelik derin ilgisini de gölgede bırakmaktadır.
el-Maari, modern standartlara göre sadece vejetaryen değil, aslında tamamen vegandı; Allah’ın hayvanları insanlar için (insanların kullanımı için) yarattığı şeklindeki Orta Çağ İslam dünyasındaki yaygın inanç göz önüne alındığında, bu eşine pek rastlanılabilir bir şey değil. Ayrıca, Al-Maʿarri, insan olmayan canlılara yönelik herhangi bir zarar verilmesine izin vermenin vurdumduymazlık ve hatta kötülük olduğunu düşünüyordu. Soğuk bir alaycı tondaki esprili bir şiirinde insanları sadece etten değil, tüm hayvansal ürünlerden uzak durmaya teşvik ediyordu:
Veganlığa çağrı söz konusu olduğunda, bu genellikle, hayvanlar ve insanlar arasındaki köklü bir karşıtlığı çağrıştırır, ki biz bu konuda berbat bir durumdayız. “Anlamıyor musun hala? İşte, bizden daha iyiler” diye alay ediyor başka bir şiirinde hayvanları kast ederek el-Maari. “Siz kendi türünden korkuyorsunuz; onların türü size zarar vermez.” Uç noktalara götürüldüğünde, bu tutum, insandan (yani insan topluluğundan) kaçınmak için kullanışlı bir gerekçe haline gelir ki, el-Maari de bunu yapmasıyla ünlüdür.
Yalnızca öğütlerde bulunmakla yetinmeyen el-Maari, tam 1000 yıl önce yani Haçlı Seferleri’nden önce ortaya çıkan ve din, şiir ve Suriye toplumu üzerine konuşan hayvan karakterlerin yaşadığı dolambaçlı bir düzyazı olan At ve Katırın Mektubu’nda bir adım daha ileri gidiyor. Kitaba da ismini veren karakter olan at, insanlar tarafından onlara ne kadar acımasız davranıldığına işaret ederek hayvanları savunmaktadır. “Biz equus (atgiller) kabileleriyiz” diye şikayet eder katıra. “Kaderimiz de, boyunlarımıza asılan ve sırtımıza yüklenen zorluklardır!”
Eser, bu noktayı daha da açmak ve kanıtlamak için, insanların hayvanlara karşı işlediği bir dehşet galerisi sunuyor; önce hayvanlarla bağ kurup onları katletmek ve yabani ceylanları avlayıp onların yavrularını yetim bırakmak gibi. Ancak en korkunç yöntemler, görünüşe bakılırsa Bedevi Araplar tarafından uygulananlardır. Örneğin, uzun bir yolculuktan önce develerini sulak alanda bırakarak su ile dolmasını sağlayabilir ve ardından da bu sıvıyı içmek için onların karınlarını deşebilir veya yırtıcı hayvanların insanlar yerine ölü hayvanlara yönelmesi için onları öldürebilirler. At, “Hiçbir hayvan, Havva Oğulları’nın işkencesine deve kadar maruz kalmamıştır” diye haykırır.
El-Ma’arri asıl amacını hatip ve şair el-Mu’ayyed fi’d-Din el-Şirazi’ye yazdığı bir mektupta daha da açar. Şirazi, el-Ma’arri’yi hayvan kullanımı konusundaki İslami emirleri aşarak Allah’ın rahmetini aşmaya çalışmakla suçlamıştı. el-Maari hiç geri adım atmaz ve et elde etmek bir canlıya acı çektirmeyi gerektirdiğinden ötürü, “asıl dinini savunanların her zaman için etten kaçınma konusunda duyarlı oldukları” şeklinde bir karşı çıkışta bulunur. En azından vicdan sahibi insanlar, eylemlerinin ahlaken iyi mi yoksa kötü mü olduğunu bilemedikleri gibi, yaptıklarının ne kadar zarara neden olduğunda da emin olamazlar. el-Maari’nin savunduğu böylesi bir ahlaki ölçülülük, kendi cehaletimize ve hatta kendi faniliğimize yönelik daha derin bir kavrayış talep eden vegan etiğinin özüdür. el-Maari, insanların kendilerine zarar vermelerini engelleyecek aynı motivasyonun hayvanlara da zarar vermelerini engelleyeceğini iddia ediyor gibi duruyor.
Tabii ki, tüm bunları eyleme dökmek birçok farklı şekilde olabilir. el-Maari’nin kendisi, diyeti her çağda aşırı kabul edilecek kolan atı bir münzeviydi. Din ve kültüre dair çatışan fikirler, doğru dengeyi bulmayı hâlâ zorlaştırıyor. Bu, Hindu Shakti protestolarından veya Covid-19’un ardından Çin’deki kürk üreticiliği ve canlı hayvan pazarları gibi riskli uygulamalara son verme yönündeki çağrılarda da bu açıkça görülüyor. Bu çağrılar genellikle Doğu Asya kültürüne dair daha geniş çaplı önyargıları yansıtmaktadır. Benzer şekilde, Avrupa kıtasından Belçika’da, hayvana elektrik şoku uygulanmadığı takdirde helal et ve koşer eti yasaklanmıştı, ki bu da mevcut dini muhalefetlere rağmen Avrupa Adalet Divanı tarafından onaylanan bir karardı. Hiçbir ilke -bu hayvan refahını savunmak bile olabilir- suiistimal edilemeyecek kadar yüce değildir. el-Maari’nin ısrarla belirttiği gibi, sürekli kendimizi kolaçan etme gereksinimimizin de sebebi budur. Ahlaki kayıtsızlığa karşı bir uyarı olarak, “Şayet kötüler sizi kendinizi derin uykuya bıraktığınız bir rehavette yakalarsa onları suçlayacak değilsiniz ya!” der. “Çorak topraklarda yaşayıp bir sonraki öğünü için her daim tetikte olan kurda selam olsun.”
Notlar:
* Ebü’l-Alâ el-Maari’ye ait koleksiyonun güzide örneklerinden biri olan ve onun Azîzü’d-devle lakabı ile meşhur Ebû Şucâ Fâtik adına yazdığı es-Sâhil ve’ş-şâhic Türkçe ifadesiyle “At ve Katır Hikâyesi”, farklı sembol ve atıflarla örülü 808 sayfadan müteşekkil bir fabldır. Konuya dair daha yakından bir inceleme için tıklayınız.
** Şiirin çevirisinde şu kaynaktan faydalandık.
*** el-Maari’nin müslüman olup olmadığı pek açık değildir. Her ne kadar bu yazının yazarı onu müslüman olarka tasvir etmiş olsa da, bu İslam tarihi ve felsefesine dair yeterince bilgi sahibi olmamasından kaynaklanıyor olabilir. Çünkü kimi araştırmacılara göre el-Maari bir tür ateist veya non-teisttir. Bu konudaki akademik çalışmaları yakından incelemenizi tavsiye ederiz.
Kevin Blankinship – “What a free-thinking medieval Muslim can teach us about animal welfare“, (Erişim Tarihi: 05.03.2023)
Çevirmen: Begüm Kocaağa
Editör: Taner Beyter
Teşekkürler güzel bir yazı. Hayvan hakları daha çok gündeme getirilip bilinç oluşturulması gerekiyor.
Elinize sağlık hocam. Çok güzel yazı. Çok garip bir adam, kaynaktaki habere de bakılmalı. Diğer şiirlerinin de değerli olduğunu düşünüyorum.