Epistemik adaletsizlik; ‘bir kişiye yönelik özellikle de bu kişinin bilen özne olma kapasitesine yönelik’ spesifik bir adaletsizlik biçimidir (Fricker, 2007, s. 1). Başka bir deyişle bu adaletsizlik biçimi, insanların bir şeyleri bilme ve başkaları tarafından bir şeyleri biliyor olarak kabul görülme kapasitelerine zarar veren bir adaletsizliktir. Epistemik adaletsizlik, özünde, bir toplumsal iktidar/güç meselesidir. Bundan ötürü de, epistemik adaletsizlik hem etik (yani doğru ve yanlışla ilgili olan) hem de epistemik (yani bilgiyle ilgili olan) bir konudur.
Bir Epistemik Adaletsizlik Vakası: Gaslight
Ingrid Bergman, Charles Boyer ve Joseph Cotten’in başrollerini paylaştığı 1944 yapımı Gaslight filmi, karısını (Paula Alquist) akıl hastanesine yatırmak amacıyla onu yavaş yavaş delirdiğine ikna eden bir adamın (Gregory Anton) öyküsünü anlatmaktadır. Gregory’nin bunu yapmasının nedeni ise Paula’nın teyzesinin katili Sergis Bauer olduğu gerçeğini örtbas etmeyi amaçlamasıdır.
Gregory, Paula’nın teyzesini öldürmesine sebep olan pahalı mücevherleri çalabilmek için Paula’yı kendisiyle birlikte Paula’nın merhum teyzesinin evine taşınmaya ikna eder. Mücevherlerin peşinde olduğunu gizlemek için ise Paula’yı deli olduğuna ikna etmeye koyulur. Mesela, Paula gaz lambasının hareket ettiğini gördüğünde, Gregory ona aslında böyle bir şey görmediğini ve hayal görüyor olması gerektiğini söyler. Veya Paula Gregory’nin çatıdaki tavan arasında gizli gizli dolaştığını duyduğunda, Gregory yine onun hayal gördüğünü savunur. Zamanla Gregory bu sinsi girişimini daha ileriye taşır ve Paula’yı arkadaşlarından izole ederek onu bir şeyleri unutmakla ve kleptoman (hırsızlık hastalığı) olmakla suçlar.
Gregory, Paula’yı akıl hastası olduğuna ve gerçekliği anlayıp kavramadan aciz olduğuna ikna etmeyi neredeyse başarır ve onun sağlıklı düşünme yeteneğini yerle bir eder. Fakat tabi ki iyi filmlerin hepsinde olduğu gibi, kötü adam başarısız olur. Kahramanımız Paula, Gregory’nin sinsi planından çocukluğundan beri tanıdığı bir polis memuruyla tesadüfen karşılaşması sonucu kurtulur, bu kişi Paula’ya Gregory’nin oyununu ortaya çıkarıp onu tutuklatmasına yardımcı olur.
Filmin yayınlandığı dönemde bu terim henüz icat edilmemiş olsa da, Gaslight bir epistemik adaletsizlik hikâyesini konu edinmektedir. Gregory’nin gerçekleştirdiği tüm eylemler, Paula’nın gördüklerine, akıl yürütmelerine ve anılarına olan güvenini yok etmeyi amaçlamaktaydı. Şayet Gregory Paula’yı gerçeklikten koparmayı başarabilseydi, Paula’nın kendi yetilerine olan güvenini de yok etmeyi başarmış olacaktı.* Ve Paula’yı akıl hastası olduğuna ikna edip hastaneye yatırmayı başarmış olsaydı, diğer insanların da Paula’nın yetilerine olan güvenini de sarsmayı başarmış olacaktı.
Epistemik Adaletsizlik Nedir?
Epistemik adaletsizlik terimi ilk kez, Miranda Fricker’ın 2007 tarihli kitabı olan Epistemik Epistemic Injustice: Power and the Ethics of Knowing‘te ortaya konmuş olsa da, Gaslight filminin konusunun da gösterdiği gibi, epistemik adaletsizlik kavramı uzun süredir mevcuttu. Miranda Fricker bu kitabında iki tür epistemik adaletsizliği tanımlamaktadır: Tanıklığa özgü adaletsizlik ve Yorumbilgisel (Hermeneutik) Adaletsizlik. **
Tanıklık özgü adaletsizlik; dinleyicinin, bir kişinin mevcut kimliğine dair önyargıları (örneğin homofobi, yabancı düşmanlığı, kadın düşmanlığı, ableizm…) o kişinin söylediklerine normalde davranacağından daha şüpheci yaklaşmasına neden olduğunda kendini gösterir. Örneğin, ırkçı bir kişi, beyaz olmayan birinin gündelik dünyadaki ırkçılığın yaygın tezahürleri ve kendileri üzerindeki etkilerine dair söylediklerine gerçekten inanmayabilir. Hermeneutik adaletsizlik daha incelikli olup fark edilmesi daha zor olabilir. Sanat, yazın dünyası, gazetecilik, TV gibi ortak kültürel olanaklarımızda, bazı insanları kendilerini ve hayatlarını anlamlandırma konusunda dezavantajlı duruma düşüren bir alan veya noksanlık durumu oluştuğunda kendini gösterir. Örneğin: LGBTQ+ olmanın nasıl bir şey olduğuna dair çok az kitap varsa veya hiç yoksa; veya bu kitaplara erişim çok zorsa, LGBTQ+ kişilerin kendi deneyimlerini anlamlandırmaları ve yorumlamaları çok daha zor olacaktır. Diğer insanlar (örneğin heteroseksüel beyaz erkekler) hayatı anlama ve müzakere etmelerine yardımcı olabilecek kültürel olanaklara kolayca erişebilirken, LGBTQ bireyler tabiri caizse ‘yalnız başlarına’ hareket etmek zorunda kalabilirler.
Fricker’ın 2007 yılında bu fenomeni adlandırdığı kitabından bu yana, epistemik adalet olgusuna yönelik mevcut felsefi ilgide bir patlama yaşanmıştır. Bu durum, Fricker’ın sunduğu epistemik adaletsizlik sınıflandırmasının daha da genişlemesine yol açmıştır. Bugün, Fricker’ın tanımladığı iki tür epistemik adaletsizliğin yanı sıra; epistemik istismar, tanıklığa özgü ihanet ve epistemik mikro-saldırganlık kategorilerimiz de var.
Epistemik istismar, ‘başkalarının hizmetinde olan epistemik faillerden, sundukları epistemik emek zorla alındığında’ ortaya çıkar (Pohlhaus, 2017, s. 22). Örneğin, halihazırda dezavantajlı durumda olanlar kişilerden sürekli bir biçimde, verdikleri zararlar konusunda kendilerini sömürenleri eğitmeleri veya onları konuyla ilgili bilgi vermeleri istendiğinde, bir epistemik sömürü vakasıyla karşı karşıya kalmış oluruz.
Tanıklığa özgü ihanet, samimi ve yakın ilişkilerde ortaya çıkan spesifik bir tanıklığa dayalı adaletsizlik türüdür (Wanderer, 2017, s. 35). Gaslight filmindeki olay örgüsü buna iyi bir örnek. Gregory yalnızca Paula’ya ona haksızlık ederek sürekli inanmamak ile kalmaz, aynı zamanda sevgili veya eşler arasında var olması gereken temel güvene de ihanet eder.
Epistemik mikro-saldırganlık ise kişinin bir başkasının epistemik yetersizliği veya kusurluluk haline işaret ettiği, kökleri önyargıya dayanan anlık olan ve klişe denilebilecek sözlü ve davranışsal aşağılamalardır. Örneğin, biri birkaç cümle kurduktan sonra gözlerini imalı bir şekilde devirmek, birinin kullandığı ifadelerle ince ince alay etmek, mimiklerini kullanmak veya söylenen şeye karşı pek inanmadığını belli eden bir ses tonu kullanmak şeklinde ortaya çıkabilir.
Peki Epistemik Adaletsizlik Niçin Kötüdür?
Artık epistemik adaletsizliğin ne olduğunu anladığımıza göre, bunun niçin yanlış olduğu üzerine kafa yorabiliriz. İlk olarak; epistemik adaletsizlik yanlıştır çünkü buna maruz kalan insanlara bazı zararlar verir.
İlk olarak, birinin beyanına inanılmaması durumunda, kişi bilgiyi aktaramadığı için konuşmacıya zarar verilmiş olur; çünkü güvenilir bir bilgi kaynağı olarak görülmek hayatımız için son derece önemlidir.*** Bir insan olarak yaptığımız hemen hemen her şeyde birbirimizin beyanını ve sözünü dikkate alırız. Eğer bir kişi bu temel toplumsal pratikten dışlanırsa, başkalarını da inandırmasını gerektiren amaçlarına ulaşması daha zor olacaktır.
Miranda Fricker şöyle bir örnek vermektedir: Şayet kadınlar işyerinde sürekli biçimde tanıklığa özgü adaletsizliğine maruz kalıyorlarsa, otorite ve son karar verme mercii görülmeyi gerektiren idari pozisyonları elde etmekte zorlanabilirler (Fricker, 2007, s. 46).
Epistemik adaletsizliğin ikinci bir zararı ise, insanların bir şeyleri bilme kapasitelerine dair öz güvenlerini yitirmelerine sebep olmasıdır. Bu durumda muhtemelen kişinin diğer amaçlarına ulaşmalarını engelleyecektir, çünkü insanların çoğu projesi, kişinin kendi kapasitesine güvenmesini ve bir şeyler bilmeyi gerektirir (Fricker, 2007, s. 58). Örneğin, kişi bilişsel yetilerine güvenmediği sürece, sunulan seçenekler hakkında ne düşünmek gerektiğini bilmek ve dolayısıyla da rasyonel seçim yapmak zorlaşacaktır.
Son olarak ise, epistemik adaletsizliğin siyasi sonuçları da olabilir. Müzakere yanlısı demokratlara göre, siyasi kararlar vatandaşlar arasındaki adil ve akılcı tartışmaların sonucuna bakılarak alınmalıdır. Diğer bir deyişle, sağlam demokrasiler yalnızca insanların oy kullanması için olanaklar yaratmakla kalmaz; oylamaların öncesinde, yurttaşların birbirleriyle en doğru ve iyi olanın ne olduğuna dair konuşabilmeleri için erişilebilir alanlar ve geniş çaplı fırsatlar da sunar. İnsanların beyanlarına ve tanıklıklarına güvenilmezse, kişilerin, toplumu nasıl organize etmemiz gerektiğine dair görüşleri göz ardı edilecek ve geniş ölçekli müzakerelere dahil edilmeyecekler, bu da potansiyel olarak daha kötü demokratik sonuçlar yaratabilir.
Son olarak, tanıklık adaletsizliklerinden doğan bazı pratik sonuçlar da mevcut. Mesela; bir mahkeme duruşması esnasında, bir konuşmacıya güvenilmezse, kişi haksız yere özgürlüğünü kaybedebilir. Fakat adaletsizliğin tek mağdurları sözüne güvenilmeyenler değildir. Konuşmacının ifadelerine güvenmeyen dinleyiciler de, bu güvenmeme hallerinden ötürü için zarar görebilirler: Konuşmacının dinleyiciye fayda sağlayabilecek önemli bir bilgiye sahip olması durumunda böylesi bir durum yaşanabilir. (Hisse senedi fiyatları veya iddia bayiindeyken hangi takımın kazanacağına dair doğru bir tahmin gibi durumları düşünün).
Epistemik Adaletsizlikten Kurtulabilir miyiz?
Epistemik adaletsizliğin yol açtığı zararlı sonuçların ne kadar ciddi olduğu göz önüne alındığında, bu sonuçların ortaya çıkmasına sebep olmaktan kaçınmak için elimizde güçlü ahlaki gerekçeler var diyebiliriz. düşünüldüğünde, buna neden olmaktan kaçınmak için iyi ahlaki nedenlerimiz vardır. Ana soru şudur: diğer insanlarla ilişkilerimiz söz konusu olduğunda epistemik adaletsizlikten nasıl sakınabiliriz? Fricker’a göre epistemik adaletsizliğin çözümü, muhataplarımız ile yüz yüze olduğumuz her alanda, erdemle dayalı dinleme alışkanlıklarını geliştirmektir.
Tanıklığa özgü adaletsizliğe karşı çözüm, bu adaletsizliğe neden olan yersiz önyargılara karşı duyarlı olmayı ve etkilerine karşı bilinçli bir kontrol sahibi olmaya çalışmayı gerektirecektir (Fricker, 2007, s. 6). Örneğin, kişi, farklı ırklardan insanlara karşı bilinçsiz bir önyargıya sahip olabileceğinin farkına varırsa, Bu önyargının olumsuz etkisini azaltmaya çalışmak için normalde olduğundan daha aktif olmayı hedefleyecektir.
Yorumbilgisel (Hermeneutik) adaletsizliğe karşı koymak için de benzer bir şey yapmak gerekir. Hermeneutik açıdan erdemli olmak adına, “müşterek hermeneutik olanak ve kaynaklardaki bir noksanlıktan ötürü konuşmacının maruz kaldığı anlaşılabilirlik düzeyindeki düşüşe karşı, refleksif bir eleştirel duyarlılık” alışkanlığı geliştirmek gerekir. (p. 7) Diğer bir deyişle, daha önce sözünü ettiğimiz erdemli dinleyici, “kendi toplumsal kimliği ile konuşmacının toplumsal kimliği arasındaki ilişkinin, konuşmacının söylediklerinin anlaşılabilirliğini nasıl etkilediğinin refleksif olarak farkında olacaktır” (Fricker, 2007, s. 169).
Ancak bu bireysel eylemlerin bir sınırı var. Epistemik adaletsizliğin tümüyle ortadan kaldırılması, muhtemelen insan topluluklarına dair yersiz önyargıların tamamen ortadan kaldırılmasını gerektirecektir.
Önyargılar serbest dolaşımda olduğu müddetçe, insanlar çocukluk dönemleri boyunca bilinçli ve bilinçsiz önyargılar edinecek; ve ilerleyen daha sonraki yaşlarında da bu ön yargıları bertaraf etmek adına aktif olarak zaman ve çaba harcamak zorunda kalacaktır. Bundan dolayı da öyle görülüyor ki epistemik erdemler yalnızca halihazırda meydana gelen mevcut adaletsizlikleri biçimlerini ortadan kaldırmaya ve azaltmaya hizmet eder.
Adaletsizliği minimalize etmeye çalışmak değerli bir hedef olsa dahi, buradaki asıl değerli olan, bizi tanıklığa özgü adaletsizliğin altında yatan önyargıları tümüyle ortadan kaldırmaya yönelik asıl hedefe yaklaştırmasıdır. Fakat bunun tam olarak nasıl yapılacağı çok da açık değil. Muhtemelen de bu, eğitim sistemine müdahale etmek dahil olmak üzere ciddi toplumsal değişimin yanı sıra, toplumun her kesiminden insanları peşin hükümlü veya önyargılı olmayan biçimlerde görebileceğimiz daha geniş bir kültürel olanak ve kaynak çeşitliliğinin yaratılmasının teşvik edilmesini gerektirecektir. ****
Çevirmen Notları
* Filmin adı olan “gaslight” kelimesi birini o bunu fark etmeyecek şekilde manipüle etmek anlamına gelmektedir; bu son cümlenin orijinal ifadesinde geçen “gaslighting” kelimesi ile yazar mecazen gerçeklikten koparma, gözüne perde indirme, yalanlara inandırmayı kast etmektedir.
** Epistemik Adaletsizlik konusu ilginizi çektiyse Huzeyfe Demirtaş’ın şu yazısını tavsiye ederim.
*** “testimony” ifadesi sitemizdeki bazı içeriklerde bağlamına göre “tanıklık” bazılarında ise “beyan” olarak çevrilmiştir. Bu yazıda her ikisi de kullanılmıştır.
**** Konuya dair daha ileri bir disiplinler arası okuma için bkz. Örtük Önyargı – Michael Brownstein (Stanford Encyclopedia of Philosophy) – Michael Brownstein
Referanslar
- Fricker, Miranda. (2007) Epistemic Injustice: Power & The Ethics of Knowing. Oxford University Press, Oxford.
- Polhaus, Gaile (2017) ‘Varieties of Epistemic Injustice’ in Kidd, Ian James et al (Ed) The Routledge Handbook of Epistemic Injustice. Routledge, London.
- Wanderer, Jeremy (2017) ‘Varieties of Testimonial Injustice’ in Kidd, Ian James et al (Ed) The Routledge Handbook of Epistemic Injustice. Routledge, London.
Joseph T. F. Roberts – “What is Epistemic Injustice?“, (Erişim Tarihi: 03.04.2023)
Çevirmen: Taner Beyter