/

Sosyal Statü: Tavşan Deliğinden Aşağı… — Kevin Simler

“Bundan sonra,” der Matrix‘te Morpheus Neo’ya, “geri dönüş yok.”

Mavi hapı alırsın — hikaye biter, yatağında uyanırsın ve neye inanmak istiyorsan ona inanırsın. Kırmızı hapı alırsın — Harikalar Diyarı’nda kalırsın, ben de sana tavşan deliğinin ne kadar derine indiğini gösteririm.

Bugün (bir tür) kırmızı hap öneriyorum: toplumsal statüye dair ufuk açıcı bir açıklama. Ben, bunu okuduktan sonra “bundan dönüş yok” demeyeceğim — fakat deliğin dibini gördüm, ve gerçekten de söylendiği kadar derindi.

Eğer bana katılmaya karar verirseniz (uyarı: yazı biraz uzun), bu yazının sonunda toplumsal statüyle ilgili bildiğim önemli şeylerin çoğunu öğrenmiş olacaksınız. Daha geniş ve pratik perspektiflerden de bakabilirdik, fakat bugün daha düz gideceğiz, yani bu şeyin teorik ve evrimsel kökenlerine ineceğiz.

Sahneyi hazırlamama izin verin.

Belirli türlerdeki insan davranışlarını anlamaya çalışırken, özellikle toplumsal davranışı anlamaya çalışırken, hayvan krallığında benzer örneklere bakmak genelde kazandıran bir stratejidir. Aslında bu çok makul bir şey: Sonuçta insanlar da hayvandır; diğer yaşam formlarını ortaya çıkaran merhametsiz güçlerin yonttuğu yaratıklar. Fakat aynı zamanda gezegen üzerindeki en zeki türleriz de, bu da diğer hiçbir hayvanın yapamayacağı pek çok şeyi yapmaya muktediriz demek. Peki o zaman neden diğer türleri araştırmak bu kadar kullanışlı? Biyolojimizi çoğunlukla aşmadık mı?

Sorun şu: Bireysel davranışlarımız görünürde sonsuz çeşitlilikte olsa da, davranış örüntülerimiz çok daha kısıtlanmıştır — bilhassa iktisat ve oyun kuramı yasalarınca. Yani, bir yerden bir yere taklalar atarak gitme kabiliyetine fiziksel olarak sahip olsak da bu enerjinin ekonomik olarak o kadar verimsiz bir kullanımı olur ki bizi buna alışmaktan alıkoyan şey de budur. Benzer şekilde, birbirimize karşı asla silah kullanmamayı (prensipte) kabul edebiliriz. Fakat bu oyun-kuramsal bir denge hali değildir çünkü diğerlerini ilk şiddetle tehdit eden hilebaz, geri kalanlar üzerine çabucak bir avantaj elde eder. Silahsız pasifistler diyarında, tek tabancası olan kraldır.

Bir nüfus içinde bir davranışsal örüntünün ortaya çıkması — ve daha önemlisi, devam etmesi— için ekonomik olarak verimli ve oyun kuramsal olarak durağan (uygulanabilir) olması gerekir. Ve uygulanabilir davranış örüntüleri kümesi, fiziksel ya da entelektüel olarak uygulamaya kadir olduğumuz davranış kümesinden çok çok daha küçüktür. O yüzden doğanın uygulanabilir örüntülerden birçoğunu doğal seçilim yoluyla diğer canlıların içgüdülerine döktüğünü görmek şaşırtmamalı. Bu örüntüler tıpkı zamanın dışındaki platonik formlar gibi “orada bir yerde”, sadece keşfedilmeyi, ya da bizim durumumuzda tekrar keşfedilmeyi bekliyorlar.

Şimdi, nerede kalmıştık. Doğru, toplumsal statüde. Tavşan deliğine 3… 2… 1… 2… 1…

TAHAKKÜM [DOMINANCE]

Toplumsal statü için en açık insan-olmayan benzerlik, -en bilinen örnek olarak- tavuklarda, şempanzelerde ve kurtlarda bulunan, fakat balık ve böcekler de dahil olmak üzere pek çok sosyal türde görülebilen tahakküm hiyerarşisi. Bazen bu hiyerarşiler daha çizgiseldir: alfa betaya hükmeder, beta gammaya hükmeder falan filan, tavuklar arasındaki “gagalama düzeni”nde olduğu gibi.  Başka zamanlarda daha despotçadır, tek bir alfa grubun geri kalanına hükmeder.

Her neyse, tahakküm mantığı gayet düz ve belirgin. Güçlü bireyler daha zayıf bireylere zorbalık yaparak kendilerine daha fazla ve iyi yiyecek, eş, bölge, ve diğer kaynakların kalmasını sağlarlar. Arada sırada bu doğrudan şiddete davetiye çıkarır, fakat daha sık olarak zayıf bireyler yenilgiyi önceden kabul eder.

Bir yerde tahakküm varsa, orada itaat de vardır.

Kendi davranışlarımızın ve sosyal yapılarımızın birçoğundaki tahakkümü —ve itaati- fark edebiliyoruz. Belki de buna verilebilecek en canlı örnek ordudur; itaatsizliğin süratle cezayla — şınavdan hapse ve hatta firar durumunda infaza— karşılandığı katı bir tahakküm hiyerarşisi.  Fakat insan topluluklarındaki tahakküm her zaman bu kadar katı, tehditler de her zaman cismani değil. Örneğin modern bir iş ortamında, çalışanlarına hükmeden patronlar şiddet yerine toplumsal tehditlere (toplum önünde utandırma) ve finansal tehditlere (kovma) yaslanırlar.

Fakat tahakküm tek başına insan statüsüyle ilgili davranışların tam kapsamını açıklamaya başlamaz bile. İnsanlar arasında “toplumsal statü” aslında tek değil, iki fenomen.

TAHAKKÜM VS. PRESTİJ

Toplumsal statüye dair irfanın başlangıcı, statünün iki (ve yalnızca iki) temel formunu ayırmayı öğrenmekle başlar: tahakküm ve prestij. Bunlar, bir araştırma makalesinin söylediği şekliyle, “zirveye çıkmanın iki yolu”dur.

Eğer tahakküm diğerlerini korkutarak elde ettiğimiz statüyse, prestij de etkileyici şeyler yaparak ya da etkileyici özellik veya yeteneklere sahip olarak elde ettiğimiz statüdür.

Okul zorbası salt tahakkümün örneğidir. Etkileyici değildir, sadece agresiftir. Diğer taraftan Stephen Hawking ve Malala Yousafzai (2014 Nobel Barış Ödülü’nün sahibi) ise salt prestij örnekleridir. Sizi dolaba kilitlemekle tehdit etmeseler bile muhtemelen onlara hürmet edersiniz. Tabi ki statünün iki formu da aynı kişide aynı anda var olabilir — misal, dahi, karizmatik ve çalışanları için dillere destan bir tiran olan Steve Jobs. Buradaki mesele, tahakküm ve prestijin ayrılabileceği ve birbirlerinden analitik olarak ayrıksı olduklarıdır. Bunlar, toplumsal statünün iki Platonik formudur.

Bunları her birini bir yüksek-statü bileşen ve bir düşük-statü bileşene indirgenebilecek ayrı sistemler olarak düşünmek işinize yarayabilir. Yani Tahakküm ve İtaat (birbirine kenetli içgüdüler, duygular ve davranışlar bakımından) tamamlayıcı bir çiftken , Prestij & Hayranlık da farklı bir tamamlayıcı çifttir. Bunlar aynı iki madalyonun farklı dört yüzüdür:

Bunları aynı zamanda iki farklı ilişki olarak da düşünebilirsiniz: biri hükmeden ve itaat eden ilişkisi, diğeri prestijli birey ve hayran ilişkisi.

Tahakküm sistemi ve prestij sistemi en az bir ortak noktaya sahip: Yüksek statüye (bu ne formda olursa olsun) sahip olmanın getirileri var. Bunun dışında, bu iki sistem neredeyse tamamen zıt:

  • Kaçınmak vs. yaklaşmak. Tahakküm korku ve diğer “kaçınma” içgüdülerini uyandırarak işler, böylece düşük statülü insanlar baskın bireylerden uzak durmaya çalışır. Diğer bir taraftan prestij ise hayranlık ve diğer “yakınlaşma” içgüdülerini uyandırır, böylece düşük statülü insanlar prestijli insanları arar ve çevresinde zaman geçirmekten keyif alır.
  • Almak vs. vermek. Tahakkümün getirileri, yüksek düzeyli (baskın) birey tarafından zorla alınır. Prestijin getirileriyse, yüksek statülü (prestijli) bireye, düşük statülü hayran tarafından rızayla verilir.
  • Sahiplenme vs. Minnettarlık. Baskın bireyler diğerlerinin hürmetini beklerler ve bunu doğal hakları sayarlar. Prestijli insanlarsa diğerleri hürmet gösterdiğinde sıklıkla tevazu gösterisinde bulunurlar. Oyuncular alkışlanırken eğilerek selam verirler. Oscar kazananları destekçilerine bolca teşekkür eder. Sıradan insanlar kutlandıkları zaman (mesela doğum gününde) genelde kızarırlar ve tuhaf biçimde gülümserler.  Farklı şekilde davranmak — bu hayranlık hakkıymış gibi davranmak— destekçilerini yabancılaştırma riskini barındırır.

Hatta öyle ki tahakküm ve prestij farklı bakış ve göz kontağı örüntüleri üretir. Eğer göz davranışlarının toplumsal statüyle nasıl ilişkili olduğunu anlamakta güçlük çektiyseniz — bu benim kafamı senelerce karıştırmıştı— daha fazla merak etmenize gerek yok. İşte yanıt:

  • Tahakküm tarafından yönetilen bağlamlarda, birine uzunca bakmak bir tehdit, bir saldırganlık eylemi olarak değerlendirilir. Bu yüzden hükmeden canı kime isterse ona bakmak imtiyazına sahipken, itaatçilerin hükmedene doğrudan bakmaktan kaçınması gerekir. Bir baskın ve bir itaatçi göz kontağı kurduğunda, gözünü önce kaçıranın itaatçi olması gerekir; bakmaya devam etmek doğrudan bir meydan okuma sayılır. Şimdi, itaatçiler hükümdara bakmaktan tamamen kaçınamaz — misal, yolundan çekilmek için neyin peşinde olduğunu bilmek zorundadırlar—, bu nedenle hızlı, sinsi “kapkaç” bakışlarına başvururlar. Kişisel bilgiyi baskın bireyin kendi tekeline almaya çalıştığı asli kaynak olarak düşünebilirsiniz. Gözlerini grubun diğer üyeleri hakkında bilgi edinmek için kullanır, fakat diğerlerinin onun hakkında bilgi edinmesini engellemeye çalışır.
  • Prestij tarafından yönetilen bağlamlarda ise, bakmak bir hediye kabul edilir; birine bakmak onu yüceltmektir. Prestij durumlarında, yüksek-statü bireyler spot ışıklarının altındayken düşük statülü bireyler gamsızca görmezden gelinir. Bu durumda (bilgi yerine) ilgi asli kaynaktır. Prestijli insanlar ilgi için yarışırlar (“Bana bakın!”), ve hayranlar buna ilgi göstererek karşılık verir, tıpkı diğer mal ve hizmetlere özgürce ve mutlu biçimde ilgi göstermeleri gibi.

Tabi ki çoğu etkileşim tahakküm ve prestijin bir karışımını içerir, ve göz davranışları da buna göre adapte olmalıdır. Ufak çalışan toplantılarında CEO muhtemelen hem baskın hem de prestijli olacaktır, bu yüzden çalışanların hangi bakış ve göz kontağının uygun düştüğünü bulmak için bağlama bakmaları gerekir. Konuşurken, gizliden gizliye ilgi istiyordur (prestij), ve çalışanları ona doğrudan bakarak minnettarlık gösterirler. Fakat konuşmayı durdurduğunda, çalışanlar onu baskın görmeye dönebilir, liderinin mahremiyetini ihlal etmekten korkan fakat onun tepkilerini izlemeye çalışan bir itaatkârın karakterine uygun olarak sinsi bakışlar atar.

Prestijin Evrimi

Bu noktada, prestij ve tahakküm arasındaki farkı kavradığınızı umuyorum. Şimdi tavşan deliğinde daha derine inmeye, prestij sisteminin evrimsel kökenlerini incelemeye hazırsınız. Diğer bir deyişle, prestij atalarımız için ne gibi bir amaç için kullanılıyordu? (Ve bunun uzantısı olarak, bugün bizim için ne gibi bir amaca yönelik kullanılıyor?)

Maalesef, prestijin mantığı tahakkümün mantığı kadar düz ve basit değildir. Hatta biraz dolaşıktır ve eğer dikkatli olmazsak tüm meseleyi gözden kaçırabiliriz.

Bunu aklımızda tutarak, bu yazıdan kazanacağınız en önemli şeyin şu olacağını umuyorum:

Tahakkümü anlamak için yüksek statü davranışlarına yoğunlaşmalıyız. Prestiji anlamak içinse düşük statü davranışlarına yoğunlaşmalıyız.

Bunu sezgisel olarak biraz tuhaf bulabilirsiniz (ilk duyduğumda ben de öyle yapmıştım). Toplumsal statünün tüm olayı, getirilerden faydalanmak için tepeye çıkma çabasıdır. Ve bu hakikaten de doğru odak noktasıdır —sistem içindeki tek bir bireyin bakış açısından. Fakat sistemin nasıl çalıştığını dışarıdan anlamaya çalışan bizler için bu tamamen yanlış bir odak noktasıdır.

Prestij sistemini ortaya çıkaran iki içgüdü/davranışı ele alın. Yüksek-statü tarafında, prestij arama var: diğerlerini etkilemeye çalışma. Düşük statü tarafında, hayranlık var: prestijli bir insanı kutlamak ya da yaltaklanmak, i.e., saygıda bulunmak. Burada “hayranlık” dediğimizde uzaktan pasif bir saygıdan fazlasını kast ettiğimize dikkat çekmek istiyorum. Bu, prestijli bireye karşı aktif bir hürmet gerektiriyor: kendi koltuğunuzu vermek, içecek ısmarlamak, kız ya da erkek kardeşinizi ona ayarlamayı teklif etmek vs.

Peki bu iki davranıştan hangisi — prestij arama ya da hayranlık— temel? Ya da şöyle soralım: bu iki davranıştan hangisi kendi başına, diğeri olmadan anlamlı oluyor? Will Rogers’ın söylediği gibi, “Hepimiz kahraman olamayız çünkü birilerinin kaldırımda oturup geçen kahramanları alkışlaması gerekir.” Diğer bir deyişle, eğer başkaları sizi kutlamak için hazır ve gönüllü değilse prestij aramanın bir manası yok; prestij, takdir olmadığı sürece hiçbir şey ifade etmiyor. Diğer taraftan, etkileyici insanları takdir etmek, aktif olarak bunu arıyor olmasalar bile, mantıklıdır.

Yani prestij sisteminin temel taşı prestij arama değil, hayranlıktır . O zaman yanıtlamamız gereken merkezi soru, neden insanların prestijli bireylere gönüllü olarak hayranlık duyduğudur. Diğer bir deyişle,

Bundan hayranın çıkarı ne?

Bu soruya verilen iki yanıt biliyorum. Birincisi Joseph Henrich ve Francisko Gil-White’ın prestijin evrimsel kökeni üzerine yazdıkları bolca atıf yapılan makalelerinde yer alıyor. Bu popüler bir açıklama, fakat ben zayıf buluyorum — ayrıca kendi türümüz için biraz fazla pohpohlayıcı olduğunu da es geçmeyelim. İkinci açıklama Amotz Zahavi tarafından The Handicap Principle‘da ve daha yakın zamanlı olarak Jean-Louis Dessalles tarafından fevkalade, yeterince takdir edilmeyen kitabı Why We Talk‘ın son bölümünde getiriliyor. Bu açıklama biraz daha kinik olabilir, fakat karşılaştığım en güçlü fikirlerden biri.

HEINRICH’E GÖRE HAYRANLIK

Heinrich ve Gil-White düşük-statülü hayranların prestijli üstünlerine kapıldıkları ve onlarla daha fazla vakit geçirmeyi umdukları, ve böylece hayranlığı bir rüşvet eylemi olarak kullandıkları gözlemiyle başlıyor.

Diğer bir deyişle, hayranlar birer dalkavuk. (Bunun pek de yüceltici olmadığının farkındayım, fakat biraz sabredin.) Hayranlar prestijli bir bireye, ona erişimde bulunma amacıyla saygı gösterirler. Ona hediyeler (büyük veya küçük) getirebilirler, ayak işlerine koşabilirler, çatışmalarda onu destekleyebilirler, çiftleşme senaryolarında yardım edebilirler, ya da hepsi birden. Ya da daha basitçe onu övebilirler ve grubun diğer üyelerine onu ululayabilirler. Bunlar, gördüğümüz üzere, yüksek prestijin getirileri.

Fakat, tekrar, bundan hayranın çıkarı ne? Bu noktada Henrich ve Gil-White, hayranların üstünlerinden öğrenmeyi umut ettiğini hipotezliyorlar.

Prestijli insanlar, her şeyin ötesinde, etkileyicidir. Hayranların kendilerinde bulunmasını isteyebilecekleri yeteneklere sahiptirler — basketbol oynayabilmek, matematik anlatabilmek ya da metot oyunculuğu gibi yeteneklere. Ya da (atalarımızın bulunduğu çevrede) avlanma, pişirme, alet yapımı ya da yenilebilir yiyecekleri zehirlilerden ayırabilme gibi yeteneklere. İnsanlar çoğunlukla gözlem ve taklitle öğrendikleri için, kopyalamak istedikleri kişilerin yetenek ve davranışlarını gözlemleyebilmek amacıyla o kişilerle yakından vakit geçirme ihtiyacı duyarlar.

Bu açıklama, usta çırak ilişkisine benzetilebilir. Çırak (hayran), istediği zanaati öğrenebilmek için ustasıyla bolca zaman geçirmelidir. Usta da bunu hoş görmeye ve hatta öğretmeye isteklidir, ancak çabasının buna değmesi şartıyla.

Bu hayranlık açıklamasının isabetli göründüğüne şüphe yok. Prestij bireyleri ve düşük statülü hayranları arasındaki ilişkinin çoğu özelliğini açıklıyor. Ve, önemli olarak, prestijli bireye yaltaklanma için şahsi çıkara dayalı bir gerekçe sunuyor.

Yine de benim kafamı karıştıran birkaç nokta var. Örneğin:

  • Onlardan bir şey öğrenme isteğimiz neredeyse olmasa bile insanlara saygı ve hayranlık duymada sıkıntı çekmiyoruz. Nasıl iyi bir oyuncu olunacağına dair zerre ilgim yoksa da Meryl Streep’e hayranım. Benzer şekilde, yüksek derecede başarılı heykeltıraşlara, çellistlere, balerinlere, dağcılara ve savaş kahramanlarına da saygı duyuyorum — bu alanlardan herhangi birini öğrenme isteğimi çok aşan bir saygı.
  • İnsanlara saygı ve hayranlığı daha az yetenekli olsalar ve onlardan öğrenecek bir şeyimiz olmasa bile besliyoruz Magnus Carlsen (şu anki dünya satranç şampiyonu), büyük usta statüsüne ulaşmış herkese hayranlık beslemeli. Bu gerçekten etkileyici bir özellik — kendi özellikleri ve yeteneği daha etkileyici olsa bile. Ve bu hayranlık davranışına da yansıyacaktır: bir büyük ustaya karşı sokaktan geçen elemanın tekine davranacağından daha kibar ve hürmetkar davranacaktır.
  • İnsanlara öğrenilemez yeteneklerden — IQ, güzellik, güç, çiğ atletik kuvvet gibi— dolayı da saygı ve hayranlık duyuyoruz.

Son olarak, eğer hayranlığın ardındaki motivasyon öğrenme arzusu olsaydı öğretmenler toplumun en prestijli üyelerinden olurlardı. Fakat durum böyle değil. Örneğin, araştırma profesörlerine, öğretim profesörlerinden daha çok saygı duyuluyor, ve biz (sıradan halk) Fields Madalyası’nı ya da Nobel Ödülleri’ni kazananları, ”Yılın Öğretmeni” ödülünü kazananlardan daha çok önemsiyoruz.

Bizim diğerlerine hayran olmamızın sadece bugün değil, onlardan gelecekte bir gün öğrenme potansiyeline sahip olmamız olduğu söylenebilir. Sanırım bu mümkün, fakat doğal seçilim için fazla baştan savma gibi görünüyor. İnsanlara fazla rahat saygı duyuyoruz, onlardan bir şey öğrensek de öğrenmesek de. Eğer bizim içgüdülerimiz biraz daha hedefli olsaydı — eğer sadece bize belirli zamanlarda belirli yetenekleri öğretebilecek insanlara dalkavukluk etseydik —, benzer öğrenme avantajlarını çok daha ufak bir bedelle elde edebilirdik.

Bunların hepsi hayranlığın köklerinin öğrenmenin dışında bir yerde olduğunu gösteriyor.

ZAHAVI VE DESSALLES’E GÖRE HAYRANLIK

Prestij açıklaması bizim türümüze özgülüğü içeren Henrich açıklamasının aksine Zahavi ve Dessalles, prestijin benzerlerini insan olmayan hayvanlarda da görebileceğimizi gösteriyor, en canlı örnek ise Arabistan Yedikardeşi.

Arabian_Babbler

Arabistan Yedikardeşi Sina Çölü’nde ve Arap Yarımadası’nda bulunan ufak kahverengi bir kuş. Hayatının çoğunu üç ve 20 arasında üyeye sahip ufak gruplarda geçiriyor. Bu gruplar yumurtalarını komünal bir yuvaya bırakıyorlar ve yırtıcı hayvanlardan korunma ihtiyacını karşılayan ağaç ve bodur ağaçlardan oluşan ufak bir bölgeyi savunuyorlar.

Arabistan Yedikardeşi, bir grubun üyesi olarak yaşarken gayet rahat bir hayat sürüyor. Fakat gruptan atılan yedikardeşlerin gelecekleri daha karanlık. Bu “bölgesizler” genellikle diğer bölgelerden kovalanıyorlar ve açıkta yaşamaya zorlanıyorlar. Burada da sıklıkla şahin, kartal ve diğer yırtıcı kuşlara yem oluyorlar. Yani grup içinde olmanın getirisi gerçekten büyük. (Bunu aklınızda tutun, birkaç dakika içinde önemi anlaşılacak.)

Grubun içindeyken yedikardeşler kendilerini çizgisel ve katı bir tahakküm hiyerarşisine göre, bir gagalama düzenine göre düzenlerler. İş ciddiye bindiğinde, yetişkin erkekler her zaman yetişkin dişilere baskı kurar — fakat çoğunlukla erkekler erkeklerle ve dişiler dişilerle rekabet eder. Bazen, iki yakın rütbeli yedikardeş arasında yoğun bir “ölümüne” kavga ortaya çıkar, genelde en yüksek rütbeli iki erkek ya da en yüksek rütbeli iki dişi arasında olur bu.  Bu Vahşi Batı restleşmelerinin yedikardeşler versiyonudur, sanki bir yedikardeş birden diğerine dönüp “Bu kasaba ikimiz için yeterince büyük değil” demiş gibi. Bu restleşmeler ya taraflardan birinin ölümüyle ya da sürgünüyle son bulur.

Fakat çoğu zaman yedikardeşler birbirleriyle iyi geçinir. Hatta diğerlerine aktif olarak yardım etmek için çok çaba harcarlar ve grubun çıkarı uğruna risk alırlar. Örneğin, sıklıkla grubun diğer üyelerine ya da komünal yuvaya yiyecek bağışlarlar. Genelde yabancı yedikardeşlere ve grubun bölgesini rahatsız eden avcılara saldırırlar, diğerlerini güvende tutmak adına şahsi risk alırlar. Bilhassa yardımcı bir aktivite “nöbet görevi”dir. Yedikardeşlerden biri bir ağacın üstünde nöbete durur ve grubun geri kalanı yiyecek aşırırken avcı kuşları gözler. Nöbetteki yedikardeş sadece yiyecekten vazgeçmekle kalmaz, aynı zamanda bir şahin ya da kartal tarafından avlanma riski de alır.

Yardımcılık, cesaret, kahramanlık: bu kuşlar sıradan izcilere benziyorlar. En azından yüzeyde.

Fakat işlerin tuhaflaştığı bir yer var. Yedikardeşler birbirlerine yardım etmek için pasif olarak beklemez. Bunun yerine, yardım imtiyazı için sert biçimde rekabet ederler.

Kendileri için daha fazla yiyecek ya da tünemek için daha iyi yer arayan tavukların aksine, yedikardeşler yiyeceklerini vermek için ve en kötü tüneme bölgelerini almak için rekabet eder. Her biri, diğerinden daha fazla yardımcı olmak ister. Bu bir rekabet olduğu için, daha yüksek rütbeli (daha baskın) yedikardeşler kendi tahakkümlerini düşük rütbeli yedikardeşlerin yardım eylemlerine müdahale etmek için kullanır. Bu rekabet, yakın rütbeli iki yedikardeş arasında en ateşli halindedir. Örneğin alfa erkek, yardımcı olmak için özellikle beta erkekten daha isteklidir, fakat gamma erkek ile o kadar da rekabet etmez. Benzer dinamikler dişi rütbeler arasında da vuku bulur.

Yedikardeşlerin gerçekleştirmek için yarıştığı aktivitelerden bazıları şöyle:

  • Birbirini beslemek.  Mesela, alfa erkek bir böcek yakalayıp bunu betanın ağzına tıkmaya çalışabilir.  Beta ise genelde buna karşı çıkar ve reddeder, aç olsa bile. Ve eğer düşük rütbeli bir yedikardeş daha yüksek rütbeli bir yedikardeşi beslemeye kalkarsa, bu “suç”tan dolayı dövülebilir.
  • Komünal yuvaya yemek getirmek. Burada rekabet, bazen yedikardeşlerin diğer yedikardeşlerin bebekleri beslemesini önlemeye çalışması anlamına gelmektedir.
  • Avcı kuşları rahatsız etme ya da “mobbing uygulama” veya yabancı yedikardeşlere saldırma. Tekrar, yüksek rütbeli yedikardeşler bu savunma aktivitelerinde “üstlerine düşenden” daha fazlasını yapmak için rekabet ederler. Ama tek erkek olan gruplarda, genelde erkek yedikardeş koltuğuna yaslanır ve mobbingi dişilerin yapmasına izin verir. Sanki etkilemeye çalıştığı hiçbir rakip olmayınca, yardım etmek için de arzusu yok gibi.
  • Nöbet görevi. Beta bir erkek nöbet tutarken, alfa yukarı uçar ve betayı tüneğinden kovar. Roller değiştiğinde ve beta alfadan görevi devralmak istediğinde güç kullanamaz; bunun yerine yakında bir yerde ısrarla durur ve eğer alfa erkek izin verirse göreve başlamayı teklif eder.
  • En savunmasız yerde uyumak. Yedikardeşler tek bir dal üzerine dizili şekilde uyurlar, iki uçta konuşlananlar avcıların saldırısına en açık yerdedir, bu nedenle en tehlikede olanlar onlardır. Ve bu iki yer neredeyse her zaman alfa ve beta erkekler tarafından işgal edilir.

(Umarım bu tanıdık gelmeye başlamıştır. Bu tarz yarışları kendi türümüzde de görürüz, mesela iki arkadaşın hesap öderken yaptığı kavga gibi.)

Şimdi: Darwin aşkına, n’oluyor burda?! Neden yedikardeşler birbirlerine yardım etmeye bu kadar istekli?

Safça yanıt grup için en iyisini yapmaya çalıştıklarıdır — çünkü eğer grup başarılı olursa, herkes daha iyi durumda olur. Fakat bu tür düz altruism doğada bulunmaz.[1] Bedavacılık problemi nedeniyle oyun-kuramsal olarak stabil değildir. Ayrıca yedikardeşlerin, rakiplerinin yardımcı davranışlarını aktif olarak engellediklerini de hatırlayalım. Eğer nihai amaçları grubun başarısıysa, diğerlerine müdahale etmek tamamen zarar verici nitelikte.

Öyleyse doğal seçilim mantığı bizi şunu sormaya zorlar, “Bir yedikardeş bireyin diğerlerine yardım etmek için ne gibi bencil bir motivasyonu var?”

Tek kelimeyle yanıt verirsek: prestij. Yedikardeşlerin tahakküm hiyerarşisinin yanında ikinci bir toplumsal statü formu daha bulunur — her bireyin diğerlerine yaptığı iyiliklerin sayısını yansıtan bir tür “kredi”. Yani iki yedikardeş nöbet için rekabet ettiğinde aslında bencil bir biçimde grup içindeki prestij için yarışıyorlar.

Ve birden bu yoğun rekabet anlam kazanıyor.

Fakat türümüzde olduğu gibi yedikardeşlerde de prestij, hayranlık olmadan hiçbir anlam ifade etmiyor. Eğer diğer yedikardeşler prestijli bireylere hürmet etmezse ya da saygıda bulunmazlarsa, prestij için rekabet etmek için bir teşvik de kalmaz.

Diğer yedikardeşler prestijli bireylere saygıda bulunuyorlar, iki ana yolla. Birincisi çiftleşme fırsatları.[2] Yedikardeşler sürekli olarak rakiplerinin çiftleşme teşebbüsüne müdahale ediyorlar — fakat bir yedikardeşin prestiji yüksekse, onun rakipleri daha az müdahil oluyor. Erkekler arasında bu daha fazla çiftleşme fırsatına dönüşüyor; kadınlar arasında ise daha erken çiftleşme fırsatına (komünal yuvada yavrusuna bir avantaj sağlıyor).

Yüksek prestijin bir diğer getirisi de ölümüne düelloya davet edilme riskini düşürmesi. Bir yedikardeşin prestiji ne kadar yüksekse, rakiplerinin dövüş için onu seçme ihtimali o kadar azalıyor — kazanma şansları yüksek olsa bile.

Bunların hepsi de sonunda bizi asıl meseleye getiriyor. Peki neden diğer yedikardeşler prestijlilere bile isteye hürmet ediyor? Yanıt basitçe(!) çok fazla prestije sahip yedikardeşlerin grup için kullanışlı olması, bu nedenle grupta tutmanın faydalı olması.[3] İşte diğer yedikardeşlerin yüksek prestijlilere hürmet etmesinin ardında böyle bir bencil çıkar var.

Şu iki senaryoyu düşünün:

  • Sonradan görme bir beta erkek, alfayı düelloya davet etmeli mi? Eğer alfanın prestiji yüksekse, beta şöyle akıl yürütebilir: “Bu dövüşten galip çıkma olasılığım büyük. Diğer yandan, bu arkadaş bayağı iyi bir liderlik yaptı şimdiye kadar. Bana yemek getiriyor, hatırı sayılır bir bölgeyi savunmaya yardım ediyor, her zaman nöber görevini alıyor, bunları uzun zamandır bir şey yememişsek bile yapıyor. Belki de ona meydan okumayı gelecek yıla bırakmalıyım. Bu zamanda, böyle sağlam bir grupta iki numara olmak da çok kötü değil. Eğer alfanın prestiji daha az olsaydı (daha az yardımcı olsaydı), beta düelloda şansını denemeye daha meyilli olurdu.
  • Alfa erkek beta erkeğe müsaade etmeli mi? Betanın prestiji yüksekse, alfa şöyle akıl yürütebilir: “Bu eleman benim için epey kullanışlı. Çoğu benim yavrumdan oluşan yuvayı beslemeye yardım ediyor, aurıca güçlü ve cesur bir savaşçı. Eğer onu mutlu tutmazsam gruptan çıkması olası — ya da (muhtemelen kaybedeceği) bir düelloya davet etmesi. Grubun değerli bir üyesini kaybetme riskine girmektense ona biraz taviz vermek daha iyi. Eğer buradaki beta daha az prestijliyse, alfa onu kaybetme riskini almaya daha istekli olurdu.

Bu seçimlerin kompleks ve çokyönlü olduğu açık, fakat rakibin prestiji önemli bir faktör ve sıklıkla uçtaki (marjindeki) seçimleri daha yüksek prestijin lehine belirliyor.

Bir yedikardeş yeterince kullanışlı olduğunda, diğerlerinin ona (kavgadan geri durarak ya da çiftleşme teşebbüslerine daha az müdahil olarak) “yaltaklanması” ya da saygı duyması onların çıkarınadır.

Sonuç: Prestij arama ve hayranlık (hürmet) birbirini tamamlayan ekipsel içgüdüler. Yedikardeşlerin gruba bağlı kalmasına yardım ediyorlar, grup üyelerini mutlu tutuyorlar ve grubun daha büyük bir üreme “hazinesi”ni ellerinde tutmalarını sağlıyorlar.

İNSANLARDA PRESTİJ

Umarım yedikardeş prestij sistemine dair bu açıklama tanıdık geliyordur, çünkü bu kendi türümüzdeki prestij sisteminin üç aşağı beş yukarı dengi; ikisi de aynı Platonik formdan türetiliyor.

Bir kez prestije nasıl bakacağınızı — ve aynı derecede önemli olarak, tahakkümle karıştırmamayı— öğrendiğinizde her yerde bulursunuz. Birkaç örnek:

  • Fanları ve çevreleri tarafından aşırı sevilen ünlüler.
  • Antik Roma’daki patronaj sistemi, i.e., yüksek statülü patronlar ve onların alkışçı müşterileri.
  • Savaşta ordularına öncülük eden eski krallar. Daha genel olarak: noblesse oblige.
  • Hizmetçi liderlik. Aslında liderliğin neredeyse her şekli prestije dayanır. Hatta, liderlik temel fenomen bile değildir; tıpkı hayranlığın mantıken prestij-aramadan önce gelmesi gibi takipçilik önce gelir. Liderlerimizi gönüllü olarak takip eder (ve diğer zamanlarda hürmet ederiz) çünkü bunu yaptığımızda iyi şeylerin gerçekleşme eğilimi vardır; onların takımında olmak kazançlıdır. Tamamen tahakküm ile yönetmeye çalışan bir lider, çabalarının her köşebaşında bozgunla karşılaştığını, ne zaman kafasını başka yöne çevirse emirlerine itaatsizlik edildiğini görecektir. Bu iyi tanımlanmış, kolayca ölçülebilir görevlerde işe yarayabilir fakat açık uçlu amaçların peşinden giderken tamamen kullanışsızdır. Karşılaştırın: bir çağrı merkezindeki kültür vs. yazılım mühendisliği kültürü.

Mesele şu, biz arkadaşları, müttefikleri ve takım arkadaşları için iyi şeyler yapan insanlarla arkadaş, müttefik ve takım arkadaşı olmak isteriz. Bu tür insanlara erişimi beslemek bizim çıkarımızadır — bunu, kısmen, onlara saygı göstererek ve prestij getirilerini vererek yapıyoruz.

Daha genel olarak ise, biz sadece takım arkadaşları için aktüel olarak iyi şeyler yapanlara değil, aynı zamanda (misal, yararlı yetenekleri sergileyerek) iyi şeyler yapma potansiyeli gösterenlere de hayranlık duyuyoruz. İyi bir üniversitede tüm derslerde yüksek not alan biri, kendi değerini gelecekteki işverenlerine tanıtıyordur ve onun prestiji iş piyasasında peşinden koşulmasını sağlar. İşe alım müdürleri tarafından aktif olarak aranacak ve daha az etkileyici sınıf arkadaşlarının sahip olmadığı birçok prestij getirisine sahip olacaktır (daha iyi bir başlangıç maaşı, tercihte bulunmak için daha uzun süre kullanabilmek).

Her zamanki gibi, Pinker’ın çıtır çıtır bir tanımı var. Prestij statüsü, der Pinker, “eğer isterseniz diğerlerine yardım etmenizi sağlayabilecek önemli niteliklere sahip olduğunuza dair kamusal bilgidir.” Diğer bir deyişle, prestij sizin bir takım arkadaşı olarak  aktüel ya da potansiyel değerinizi yansıtır.

Prestije dair bu açıklama Henrich’in açıklamasının (taklitle öğrenme) açıklamada sıkıntı çektiği tüm kafa karıştırıcı şeyleri açıklıyor. Neden yetenekleri bizimkinden aşağıda olan insanlara bile (bir noktaya kadar) neden hayranlık beslediğimizi ve hürmet duyduğumuzu açıklıyor —tıpkı başarılı öğrenciyi arayan işe alım müdürü gibi. Neden kendisinden bir şey öğrenmeye çalışmadıklarımıza hayranlık duyduğumuzu açıklıyor — onları takımımızda istiyoruz. Ve son olarak, neden öğretilemeyen ya da öğrenilemeyen yetenekleri için birilerine hayranlık duyduğumuzu açıklıyor. Güçlü, güzel insanlarla arkadaş olmak bu niteliklerin bize geçme ihtimali yoksa bile kazançlıdır.

O halde hayranlık ve prestij arama ekipleşen içgüdülerdir (hem bizim türümüzde, hem yedikardeşlerde). İkisi de aktüel ya da potansiyel müttefikler arasında kendine iyilik çıkarma yoludur. Hayran, spesifik bir bireyin gözüne girmeye çalışırken prestij-arayan kendini daha büyük, geniş bir kitleye çekici hale getirmeye çalışır. Fakat ikisi de nihai olarak aynı şeyin peşindedir: işbirlik (takım) çabalarından daha fazla ganimet elde etmek.

Olay bu. Büyü, özel sos, işbirliği motorunun yakıtı bu.

Etiğin Altın Kural’ı şöyle söyler,

Diğerlerine, kendine nasıl davranılmasını istiyorsan öyle davran.

Fakat siyasetin Altın Kuralı, ki bizim türümüz için daha çok refahın yaratılmasını sağladığı iddia edilebilir, daha çok şöyledir:

İyi müttefik olabileceklere hayranlık besle.

Kafamıza çivi gibi çakılması gereken (çünkü doğamıza biraz terstir) etik kuralın aksine, siyasi kural bize çok doğal gelir. İçgüdülerimizin derinine işlemiştir ve hiçbir ter dökmeden takip ederiz çünkü potansiyel takım arkadaşlarımıza hayranlık duymak bizim lehimizedir, özellikle etkileyicilerse ve yardımcı olabilme ihtimalleri daha fazlaysa. Bizler dalkavuklarız, hem birimiz hem hepimiz — ve bu çok iyi bir şeydir.

Scott Adams’ın yakın zamanda yazdığı gibi,

Ben takdir edilmenin büyük bir hayranıyım, tabi buna layık bir şey yaptığımı varsayıyorum. Ben diğerlerinin itibarını kişisel motivasyon için birkaç kaynaktan biri olarak görüyorum, hem de meşru bir kaynak. Dünyayı daha iyi bir yer yapma ve başkalarının bu çabamı takdir etmesinden zevk almaya iznim var mı? Bu bana herkes için makul bir anlaşma gibi geliyor. Eğer dünya için iyi bir şey yaparsan, sana hayran olacağıma söz veriyorum ve bu histen zevk alacağını umuyorum. Belki de bu seni daha çok iyi şeyler yapmaya teşvik eder.

Bu görüşe göre para prestij statüsünün somutlaştırılmış, dokunulabilir, endüstriden güç alan bir formu. Bu, başkaları için değerli bir şeyler yaptığımızda kazandığımız bir şey, ve hem para hem statü beynin aynı bölgesinde işleniyor (bu bir anlam ifade ediyorsa). Ve paranın işbirliğini yönetmedeki afallatıcı başarısı prestij statüsünün gizli potansiyelinin bir tanığıdır.

TAVŞAN DELİĞİNDE DAHA DA DERİNE

Eğer deliğin dibine gelip gelmediğimizi merak ediyorsanız, size bu deliğin daha da ileri, derin girintileri olduğunu bildirmek zorundayım. Bu sorular herkesin ilgisini çekmeyebilir, o yüzden kısa tutacağıma söz veriyorum.

Bu noktada sormamız gereken soru şu: Neden prestij statüsü bizim kendi türümüzde bu kadar muazzam şekilde kalkışa geçti? Mesela neden diğer büyük maymunlarda böyle olmadı?

Tekrar, bu soruya verilen iki yanıt biliyorum.

  1. E.O. Wilson’a göre, atalarımızın kolektif olarak korunmaya ihtiyaç duyan yarı-daimi “üs”lerde yaşaması bu durumu ortaya çıkardı. Tüm eusosyal türler; karıncalar, arılar, kanatlı karıncalar ve hatta ev dedikleri sabit bir yapıya sahip olan köstebek fareleri bir çeşit koloni, kovan ya da yuvada yaşarlar. Bu, diyor Wilson, radikal grup-seviyesinde işbirliğinin evrimi için bir önkoşuldur. Diğer bir deyişle, ekolojik faktörler nedeniyle, atalarımızın ekip olmak ve birlikte çalışmak için bir teşviği vardı.
  2. (Christopher Boehm’i takip eden) Dessalles’e göre atalarımız prestij statüsüne doğru yöneldi çünkü bir kez aletleri silah olarak kullanmayı öğrendiğimizde tahakküm sistemi tamamen çöktü. Zorba olmadaki problem, birçok düşman edinmenizdir. Eğer bir şempanzeyseniz, yapmanız gereken tek şey daha düşük rütbeli rakiplerinizin ellerinden ve dişlerinden sakınmaktır. Fakat baskın bir Homo habilisseniz, kendinizi keskin taşlara ve sivri uçlu soplara karşı korumanız gerekir, uykunuzda bile. O zaman, atalarımızın arasında zorbalar hemen cezalarını buluyordu, eğer baskınlığını bol prestijle dengeleyip bu süreçte birçok arkadaş ve müttefik edinmediler ise.

Bu açıklamalar tabi ki birbiriyle uyumsuz değil, belki de biraz ondan biraz bundandır doğru olan — fakat bir faktörün diğer faktöre baskın çıkmış olması daha olası. Ben paramı grup içi rekabeti vurgulayan Dessalles’in hikayesine yatırıyorum, fakat sizin tercihiniz farklılık gösterebilir.

——

İleri okuma:

  • Bu yazıyı yazdıktan sonraki düşüncelerimi toparladım — filme dahil edilmemiş “kesilmiş sahneler”.
  • Christopher Boehm, Hierarchy in the Forest Avcı toplayıcı toplumlarındaki tahakküme (daha doğrusu, bunu yasaklamaya) dair çok iyi bir antropolojik çalışma.
  • Jean-Louis Dessalles, Why We Talk. Özellikle dilin siyasi kökenleri üzerine olan 17. bölüm —şimdiye kadar okuduğum tüm kitaplar içinde altı en çok çizili olan bölüm.
  • Amotz Zahavi, The Handicap Principle. Zahavi 1970’ten bu yana (Tel Aviv Üniversitesi’ndeki bir ornitolog takımıyla birlikte) Arabistan Yedikardeşleri inceliyor. Muhtemelen en çok yetersizlik ilkesiyle ünlü, bu ilginç hayvan davranışlarının neredeyse hepsinin altında yatıyor. Fakat bana kalırsa prestij statüsü fikrini ilk ortaya atan akademisyen aynı zamanda. Yedikardeşler hakkındaki bilginin çoğunu Büyük kısmını online olarak okuyabileceğiniz 12. bölümden aldım. Dili herkes için anlaşılır.

Notlar:

[1] Asla düz altruizm yoktur. Eusosyal böcekler ilgi çekici bir istisna. Fakat onların kuşlardan ve memelilerden daha farklı genetik teşvikleri var.

[2] çiftleşme fırsatları.  Burada çiftleşme fırsatının diğerlerine vermek için rekabet edilmeyen kaynaklardan biri olduğuna dikkat edin. Yiyecek? Tabi. Zaman ve enerji? Hiç sorun değil. Güvenlik? Peki. Ama cinsellik fazla kıymetli. Belki doğal seçilim mantığının en açık biçimde ortaya serildiği yer budur.

[3] Yedikardeşler arasında hürmet gerekçeleri. Yedikardeşlerin yüksek prestijlilere hürmet etmesinin bir nedeni daha var. Prestij, bir formdalık göstergeci rolü oynar, kişinin sağlığını, dinçliğini ve kuvvetini, dolayısıyla tahakküm potansiyelinin bir gösterisidir. (Tüm gün boyunca yemekten feragat etmek ve yılanlarla dövüşmek kolay değil.) Bu mantığa göre prestij bir tür dolaylı ürkütme işlevi görür. Fakat —önemli olarak—  bu neden yedikardeşlerin formda olduğunu göstermek için basitçe kendilerini şişirmek ve gürültülü sesler çıkarmak yerine yardımcı, sosyal olarak faydalı eylemlere el attıklarını açıklamıyor.  Neden rakiplerini beslediklerini hiç mi hiç açıklamıyor. Prestij aramanın kişinin tahakküm kapasitesini kanıtlamanın ötesinde bir amacı olmalı.

Yazan: Kevin Simler

 

Kaynak: The Melting Asphalt

 

Çevirmen: Talha Gülmez

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Sonraki Gönderi

Kıskançlığın İki Türü & Cinsellik ve Gelir Yeniden Dağıtımını Karşılaştırmak — Robin Hanson

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü