The Weather Project by Olafur Eliasson, 2003, via Studio Olafur Eliasson, Berlin

Wilfrid Sellars, Duyusal Deneyim ve ‘Verili Olanın Miti’ – Nate Sheff

Duyusal deneyimler nasıl anlamlı hâle gelir? Filozof Wilfrid Sellars ve onun “Verili Olanın Miti” fikri hakkında.

/
171 Okunma
Okunma süresi: 9 Dakika

Çoğumuz bilginin deneyimle başladığına inanır. Şu an bu yazıyı okuduğunuzu düşünüyorsunuz; peki bunu nasıl biliyorsunuz? İlk olarak, ekrana bakmanın görsel, renkli deneyimlerinden bahsedebilirsiniz. Peki onları nasıl elde ediyorsunuz? Duyusal deneyimler duyu organlarımızdan ve sinir sistemimizden gelir. Daha sonra ise zihninizin duyusal deneyimleri anlamlandırmak, önünüzdeki çizgileri ve çemberleri harflere, kelimelere ve cümlelere çevirmek için bazı yorumlayıcı çalışmalar yapması gerekir. Ancak bir tür bilişsel avantayla başlarsınız: yani deneyimde size “verili olan” şey ile.

Bu cezbedici bir fikir; ve gerçeğe yakın da olabilir. Fakat dikkatli olmazsak Amerikalı filozof Wilfrid Sellars’ın “Verili Olanın Miti” dediği hataya düşebiliriz. Çoğu felsefeci Sellars’ın Mit’e yönelik saldırısını onun mirası olarak görse de bu onun en az anlaşılmış fikirlerindendir. Bu çok talihsizdir; çünkü ‘epistemolojik gevezeliği’ bir kenara bıraktığımızda (Sellars’ın en sevdiğim ifadelerinden biridir) temel fikir basit ve geniş kapsamlıdır.

Basit bir şeyle başlayalım. Muhtemelen ağaç halkalarını, yani ağaçların kesitlerinde görünen iç içe halkaları okumayı biliyorsunuzdur. Ağaç büyüdükçe ağaç halkaları ve yeni kabuk katmanları oluşur. Halkaları saymak ağacın yaşını belirlemenizde yardımcı olur çünkü her bir halka bir yıllık büyümeyle bağlantılıdır. Şimdi yeni kesilmiş bir meşeye baktığımızı ve 75 halka saydığımızı düşünelim. Size rahatça “Bu 75 halka ağacın 75 yaşında olduğunu anlamına geliyor” diyebilirdim. Daha mecazi olarak, halkalar bize ağacın yaşını “söyler”.

Ancak daha kesin bir bakış açısıyla, ağaç halkaları aslında bir şey “söylemez”.  Ağaçtaki şekiller onları okuyabilenlere kullanışlı bilgiler sunabilir; ama halkaların kendisi aslında bir şey “hakkında” değildir. Unutmayın: Halka, ağacın normalde yaptığı şeylerin bir yan etkisi olarak oluşur. Bilgiyi yolların, haritaların ya da cümlelerin yaptığı gibi ifade etmezler.

Peki neden? Kısaca, cümleler hatalı olabilir. Paradoksal olabilirler (‘Bu cümle doğru değildir’) ya da yanlış olabilirler (‘Sigara içmek sağlıklıdır’). Düşünce ve konuşma doğru veya hatalı olabilir. Felsefeciler, iddia ve düşünce gibi şeyleri doğru ya da yanlış yapan şeyin ne olduğu konusunda anlaşamasa da düşündüğümüzde ve konuştuğumuzda, düşündüğümüz ve konuştuğumuz şeylerin bilgi, gerçeklik gibi belirli standartlara göre değerlendirilebileceği konusunda yaygın bir fikir birliği vardır.

Anormal ağaç kesitinin ‘yanıltıcı’ olduğunu söylemek bir bakıma doğru olabilir: sadece kesitten yola çıkarsanız, ağacın yaşı hakkında yanılırsınız. Sadece bu anlamda ‘yanıltıcı olabilir’. Ama bu hata sizindir, ağacın değil.

Ağaçlara geri dönelim. İki ağacımız olduğunu ve bunların aynı yıl dikildiğini bildiğimizi düşünün. Onları kesmek yerine, her birinden birer kesit alıyoruz. Halkaları saydığımızda tuhaf bir şey fark ediyoruz: 20 sene önce ağaçlardan biri büyümeyi bırakmış ve bir sonraki sene devam etmiş; bu yüzden de komşu ağaçtan bir halka eksiği var. Halkalarına bakacak olursanız ağaçların yaşlarının farklı olduğunu düşünürdünüz, ama değiller. Bu, anormal, hatta mucizevi bir durumdur. Felsefi soru ise şudur: bu anormal ağaç kesiti yanıltıcı mıdır? Ağacın o yıl yanlış bir şeyler yaptığını ve bu yüzden halkaların şu an yaşını yanlış ifade ettiğini söylemek anlamlı mıdır? Ağaç bir hata mı yapmıştır?

Zannetmiyorum. Eksik halka, yanlış bir cümle gibi değildir. Anormal ağaç kesitinin ‘yanıltıcı’ olduğunu söylemek bir bakıma doğru olabilir: sadece kesitten yola çıkarsanız, ağacın yaşı hakkında yanılırsınız. Sadece bu anlamda ‘yanıltıcı olabilir’. Ama bu hata sizindir, ağacın değil. Ağaç yanlış bir şey yapmamıştır, çünkü halkalar aslında onun yaşı “hakkında” değildir.

Şu an için bu doğru fakat önemsiz olarak gelebilir. Cümleler ve düşünceler bir şeyler “hakkındadır”, ağaç halkaları ise değildir. İlkinin bir içeriği vardır, ikincisinin ise yoktur. Bu şekilde söylenince pek heyecan verici gelmiyor. Fakat duyusal deneyimle ilgili şaşırtıcı bir şeyi fark etmek için bu ayrımdan faydalanabiliriz. Sellars’a göre, birçok felsefeci duyuların iki yönden de anlamlı olduğunu düşünegelmiştir: Duyusal deneyimler hem ağaç halkaları gibi hem de cümleler gibi anlamlıdır. Ve Sellars’a göre bu ciddi bir kafa  karışıklığıdır.

Bunun nedenini görmek için duyulara ve deneyime geri dönmemiz gerekecek. İnsanların pek çok duyusal modalitesi vardır ve dünya duyu organlarımıza çarparak zihnimize girer. Gözlerinizi açtığınızda farklı dalga boylarındaki ışık içeri doluşur. Havayı kokladığınızda çevrenizde dolaşan bazı moleküller burnunuzdaki koku reseptörleriyle buluşur. Bunlar, deneyimin başlangıç noktalarıdır. Buraya kadar her şey yolunda.

Empiristler insan bilgisinin yalnızca deneyimle başladığını değil, aynı zamanda deneyimle sınırlı olduğunu düşünürler. 18. yüzyıl düşünürü David Hume’a göre, duyularımız bize izlenimler verir -adından da anlaşılacağı gibi, dünya, duyu alıcılarımıza çarparak zihnimizde iz bırakır. Bir bebek deneyim esnasında birçok türden şeyle karşılaşır: açık, mavi bir gökyüzü, mavi bir bina, mavi bir kitap. Tüm bunlar bebeğin zihninde izlenimler oluşturur. Hume’a göre, mavi şeylerin yeterince izlenimini edindikten sonra bebek, bu izlenimlerden kopyalanan ve onlara benzeyen bir mavi fikri edinir. Bu fikirlere ihtiyacımız vardır çünkü bunlar düşüncenin temel yapı taşlarıdır. Eğer birine “Şurada mavi bir kuş var,” ya da “En sevdiğim renk mavidir,” demek isterseniz bir ‘mavi’ fikrine ihtiyacınız olacaktır. Aynı zamanda bir ‘kuş’ fikrine de ihtiyacınız olacaktır ki bu biraz daha karmaşık bir meseledir.

Oldukça basit bir teori; peki tutarlı mı? İzlenimler doğal olaylardır, ağaç halkaları gibi. Deneyimde bize verilen şey zihnimize bir neden-sonuç ilişkisi olarak girer -bunlar oldukça karmaşık nedenler ve sonuçlar olsa da, nihayetinde bir neden-sonuç ilişkisi söz konusudur. Fakat öyleyse izlenimler nedensellik dünyasına, şeylerin oldukları gibi davrandıkları bir dünyaya aittir. Mavi bir nesne bana bir görsel izlenim verdiğinde bu izlenim ağaç halkalarının taşıdığı gibi bir bilgi taşıyabilir; ama izlenim onun nedeni ‘hakkında’ mıdır? Sırf kendi hakkında bile olsa, bize herhangi bir şey söyler mi? İzlenimlerin bunu yapabiliyor olması çok şaşırtıcı olurdu. İzlenimler basit nedensel süreçlerin çıktısı, fikirler düşüncenin yapıtaşları, ve fikirler de bir şekilde izlenimlerin kopyaları ya da imgeleri olurdu. Ancak bu sürecin bir noktasında neden- sonuç ilişkisinden düşüncenin özüne geçiş yapıyoruz. Oysa düşünce ve konuşma doğal olayların olamayacağı bir şekilde doğru ya da yanlış olabilir- o hâlde fikirler (düşüncenin ve konuşmanın özü) nasıl izlenimlerden oluşuyor olabilir?

‘Mit’ işte budur: Yalnızca Parmesanın neden olduğu bir kokusal deneyimle, Parmesanın farkına varırsınız.

‘Verili’ tam olarak burada Verili Olanın Miti’ne dönüşür. Duyular -sinir sisteminde çakan kıvılcımlar- açıklanamayacak bir şekilde düşüncelere dönüşür ve bu düşünceler doğru veya yanlış, isabetli veya hatalı olabilir. Bir şimşeğin bir ağaca çaktığını hayal edin. Bir kül bulutu bir kayanın üzerine dökülür ve bazıları yanmış bazıları yanmamış odun parçaları kayanın üstündeki küllerin üstüne saçılır. Oradan bir satranç ustası geçer ve bu manzara ona tıpkı bir satranç maçının finali gibi görünür: Siyahlar beyaz şahı almak üzeredir. Fakat her ne kadar öyle görünse de bu bir satranç oyunu değildir. Satranç, kurallara göre oynanan bir oyundur; oysa burada yalnızca tuhaf bir tesadüf söz konusudur.   

Duyularda da durum böyledir. Belli koku molekülleri bedeninizde öngürülebilir bir şekilde belli tepkiler oluşturduğunda bile, bu düzenlilik tek başına yakınlarda Parmesan peyniri olduğunu bilip bilmediğinizi, hatta bir Parmesan peyniri fikrine sahip olup olmadığınızı belirlemez. Sellars, insanların alışkanlıklarla değil, kurallarla hareket eden varlıklar olduğunu söyler. Kendisinin unutulmaz ifadesiyle, Sellars fikirlerin, kavramların, bilgiyle ilgili her şeyin “sebepler uzayında” yer almak zorunda olduğunu düşünür; gerekçeler, kurallar ve ölçütler uzayında. Kısacası, duyular, ağaç halkaları gibi, nedensel düzene aittir. Düşünce ve konuşma ise (‘Parmesan kokusu alıyorum’) normatif düzene, sebepler uzayına aittir. Duyular bu uzaya dahil edilebilse de (bilgiye dönüşmeleri için edilmek zorundadırlar) bu kendiliğinden gerçekleşmez. ‘Mit’ işte budur: Yalnızca Parmesanın neden olduğu bir kokusal deneyimle, Parmesanın farkına varırsınız. Duyuları çalışan yeni doğmuş bir bebek öğrenme olmadan, herhangi bir eğitim olmadan, bilgiye dönüşecek deneyimler yaşayabilir. Annesinin kokusunu alarak annesinin farkına varabilir. Kokusal deneyimleri, kuralları öğrenmesine gerek kalmadan sebepler uzayında yer alabilir. Bu, mitiktir – o tuhaf tesadüfün gerçek bir satranç maçı olması kadar imkânsızdır.

Fakat Mit’i çürütmek önemli zincirleme etkiler yaratır. Hume’un fikirlerin kökenine dair hikâyesi geçerliliğini yitirir. Bu sırada en baştaki sorumuzun ucu hâlâ açık kalır: bu yazıyı okuduğunuzu nasıl biliyorsunuz? ‘Şekillere bakma deneyimini yaşıyorum ve bu şekillerin kelimeleri oluşturan harfler olduğunu biliyorum’ demek -biraz dolambaçlı olsa da- yanlış olmayacaktır. Ancak Mit’i devre dışı bıraktığımızda, bu yaklaşımı tekrar değerlendirmemiz gerekecek. O şekiller, deneyiminizde şekiller -ya da harfler- olarak birden belirivermez. İlk olarak onları öyle anlamanız gerektiğini, çizgiler ve açılar olarak görmeyi öğrenmelisiniz. Kuralları somutlaştırmayı ve onları kural olarak görmeyi (yani bir şeyin bir doğru, bir açı ya da bir eğri sayılabileceği ölçütleri) öğrendiğinizde, ancak o zaman deneyimleriniz anlamlı gelmeye başlayabilir. Kendi deneyimlerimizi anlayabilmek için önce onları yorumlamayı öğrenmemiz gerekir. Bir bakıma, bedenimizi okumayı bir ağacın yaşını okumayı öğrendiğimiz gibi öğrenmeliyiz.

Ancak Mit’i çürütmek bir şeydir, bilginin deneyimde nasıl başladığının hikâyesini tamamlamak ise başka bir şey. Sellars’a göre bu, psikolojiyi oturduğumuz yerden yapmayı bırakmamız gerektiği anlamına gelir. Basit alışkanlıklarla hareket eden canlılardan ziyade rasyonel hayvanlar olmanın ne anlama geldiğini anlamak istiyorsak bilişsel bilimcilere, robotbilimcilere, dilbilimcilere, sinirbilimcilere ve diğer zihin araştırmacılarına başvurmalıyız. İnsan aklının tamamlanmış bilimsel tablosu oradadır, muğlaklığını koruyan Verili Olanın Miti’nde değil.


Nate Sheff – “Wilfrid Sellars, sensory experience and the ‘Myth of the Given’“, (Erişim Tarihi: 28.01.2025)

Çevirmen: Serhat Sincar

Çeviri Editörü: Emir Arıcı

Öncül Analitik Felsefe Dergisi, 19 Ocak 2018 tarihinde kuruldu. Sunum, söyleşi, makale, çeviri, canlı yayın gibi içerikler üreterek Analitik Felsefe’ye dair Türkçe veritabanını genişletmeye devam ediyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

21. Yüzyılda Sınıf – Göran Therborn

Sonraki Gönderi

Cezalandırma Teorileri – Travis Joseph Rodgers

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü