Wittgenstein ve Frege nasıl oluyor da benzer bir sorunsal- sağlıklı düşünme– ile uğraşırken bu sorunsalın doğası ve mevcut en iyi çözümleri hakkında bu kadar zıt sonuçlara varabiliyorlar? Bu makale Frege ve Wittgenstein arasındaki bazı kişisel farklılıkları, yaşadıkları hayatları, mizaçlarını ve bunların entelektüel farklılıklarını anlamada nasıl bir öneme sahip olduğunu ele alarak başlıyor. Daha sonra ikisi arasındaki fikir ayrılıkları, özellikle mantık, düşünce ve ikisi arasındaki ilişkiyi tanımlama girişimlerine odaklanarak etraflı bir şekilde tartışılıyor.
Ludwig Wittgenstein ve Gottlob Frege Kimdir?
Fikir ayrılıklarının felsefi temelini tartışmadan önce, her iki kahramanımız hakkında sırayla bir şeyler söylemekte fayda var. Her ikisi de İngilizce konuşulan dünyadaki filozoflar tarafından günümüz felsefesinin gelişiminde en etkili figürlerden ikisi olarak kabul edilmektedir. Nitekim her ikisi de bu hikayedeki en önemli figür olma yönünde güçlü bir iddiaya sahiptir. Yine de tamamen farklı mizaçlara sahip oldukları aşikardır.
Onu en iyi tanıyanlara göre Wittgenstein dengesiz, sık sık ciddi depresyon dönemleri geçiren, agresif ve ahlakçı biriydi. Hayatının erken dönemlerinde zamanının en büyük filozoflarının çoğundan büyük takdir görmesine rağmen hayatı boyunca katı ikonoklastik eğilimini sürdürdü.
Frege, tüm söylenenlere göre, çalışmalarını eleştirenlere karşı bile çok az saldırganlık gösteren ve hatta çalışmalarının sağladığı mütevazı ilgiye rağmen yumuşak huylu bir profesörün timsaliydi. Gerçekten de pek çok filozofta görüldüğü gibi, Frege’nin başına genel olarak ilgi çekecek çok az şey gelmiş gibi görünüyor ve hayatının büyük çoğunluğunu tamamen dönemin Alman akademisyenlerine özgü bir şekilde geçiriyor.
Öte yandan Wittgenstein, birçok açıdan huzursuz bir hayat yaşamıştır. Belki de bir filozofun çalışmalarını yaşadığı deneyimler üzerinden anlamaya çalışmak her zaman hatadır ancak entelektüel çıktılarına dair anlayışımızı onlardan ayırmaya çalışmak da benzer şekilde hatalı görünmektedir.
Yaşamları ve Çalışmaları, Diğer Şeyler
Aslına bakılırsa, bir filozofun yaşamı ile çalışmaları arasında bir ilişki yoksa bu sadece felsefeye olan adanmışlıkları hafife almak olur ve hem Frege hem de Wittgenstein, farklı şekillerde, istisnai olarak kendilerini adamış kişilerdir.
Frege’nin çalışması felsefi olarak kendisinden önce gelenlerden radikal bir kopuş teşkil etse de (aslında o kadar aykırıdır ki yaşadığı süre boyunca çok az ilgi görmüştür) Frege, olayları Wittgenstein’ın çelişen terimleriyle ifade etmeye istekli değildi. Görünüşte üretken ve anlaşılır olan söylemlerin tamamının açıklığa kavuşturulmaya değil de saçma olarak kategorize edilmeye ve reddedilmeye ihtiyacı olduğu fikri onun için bir lanetlemeydi.
Wittgenstein ile ilgili bu yorum onun erken dönem çalışmalarını anlamanın tek yolu olmasa da genel eğilimine hiç de aykırı değildi. Kendisi bir polemikçiydi; yazıları heyecan verici, talepkâr ve bilinçli biçimde paradoksaldı. Kendisini bir sistem inşa eden değil, felsefeye yeni bir yaklaşım getiren biri olarak görüyordu: aslında hiçbir sonuç üretmeyen ve kendisini ürettiği doktrin bağlamında değil, bizi nasıl değiştirdiği ve ileriye dönük düşünme biçimimizi nasıl etkilediği bağlamında tanımlayan bir yaklaşım.
Tüm bunlar, Wittgenstein ve Frege arasındaki kişisel ve entelektüel farklılıkları birbirine karıştırmanın zor olduğunu ve aralarındaki anlaşmazlığı incelerken muhtemelen önceki farklılıklardan bazılarını akılda tutmanın gerekli olduğunu söylemek içindi.
Frege ve Wittgenstein’ın Mantık Üzerine Düşünceleri
Bu makale, Ludwig Wittgenstein’ın erken dönem çalışmalarına ve bu çalışmaların Wittgenstein’ın büyük hayranlık duyduğu, gençliğinde felsefi gelişimi üzerinde ciddi bir etkisi olan Gottlob Frege ile olan ilişkisi üzerinedir. Özellikle, Wittgenstein’ın Tractatus Logico-Philosophicus olarak bilinen kısa kitabının ortaya çıkmasıyla taçlanan erken dönem çalışmalarının, Frege’nin mantık ve dil anlayışının bir eleştirisi olarak nasıl işlev gördüğüne odaklanılmaktadır.
Wittgenstein’ın felsefesinde Frege’ye eleştiri olarak gösterilebilecek unsur, onun mantık anlayışında yatmaktadır. Frege, ilk olarak Aristoteles tarafından geliştirilen yerleşik mantık anlayışından radikal bir şekilde ayrılan bir mantık anlayışı geliştirmiştir.
Wittgenstein mantığı basitçe bütün durumlarda doğru ya da yanlış olan şey olarak ifade eder: mantıksal bir ifadenin belirlenmiş doğruluk değerinden başka bir şey olma olasılığı yoktur. Wittgenstein’a göre bu, mantıksal ifadelerin gerçek bir düşünceyi ifade etmedikleri bağlamında içeriğe sahip olmadıklarını söylemekle eşdeğerdir.
Burada konuyu daha açık hale getirmek için muhtemelen Wittgenstein’ın Tractatus’taki projesinin kısa bir özetini vermek gereklidir. Wittgenstein, Tractatus’u söylenebilecek ve söylenemeyecek olanı tanımlamaya, düşüncemizi netleştirmeye ve ön-düşünümsel olarak düşündüğümüz şeylerden hangilerinin anlamlı, hangilerinin saçma olduğunu anlamaya yönelik bir girişim olarak tanımlar.
Bir şeyin anlamlı olmasının ölçütü, hakkında belirli bir ifadede bulunulan şeyi resmedebilme, onu temsil edebilme yeteneğimizde yatar. Wittgenstein olgular dünyasını, yani anlaşıldığı şekliyle dünyayı, olduğu gibi (a-temsili “şeylerden” oluşan) dünyanın üzerinde karakterize etmeye çalışmaktadır. Mantıksal ifadeler bu şekilde resmedilemez ve bu nedenle mantıksal ifadelerin Wittgenstein’ın ilgilendiği şekilde “anlam” olmadığını söylemek doğrudur.
Frege ve Wittgenstein Arasındaki Anlaşmazlığın Temeli
Wittgenstein Frege’nin çalışmalarında neye yanıt veriyor olabilir? Wittgenstein’ın mantık kavramını yaklaşık olarak tanımlayabilmek için onun projesinin bir özetini vermemiz gerektiği gibi, aynı şeyi yapabilmek için Frege’nin felsefesinin de genel bir tanımını vermemiz gerekir.
Buradaki karmaşıklık, çoğunlukla Wittgenstein’ın entelektüel çalışmalarının en azından ismen ya da görünüşte felsefi ya da sınıflandırılamaz olmasına karşın, Frege’nin eğitimi ve mesleği itibariyle bir filozof değil, bir matematikçi olmasıdır. Bu nedenle Frege’nin entelektüel projesini genel bir şekilde bile açıklamak son derece zordur.
Diyebileceğimiz en iyi şey, Wittgenstein gibi Frege’nin de sıradan dili karakterize eden tutarsızlık, yetersizlik ve karışıklıkla, yani insanların gerçekte nasıl kendiliğinden konuşma eğiliminde olduğuyla büyük ölçüde ilgilendiğidir.
Sonuç olarak Frege, bu tür yetersizlikleri ortadan kaldırabilecek ve düşünceyi tamamen açık, kesin ve net bir şekilde temsil edebilecek yapay, mantıksal bir dil inşa etmekle ilgilenmiştir. Wittgenstein ve Frege arasındaki farkın bir kısmı, mantığın epistemik durumuna ilişkin farklı anlayışlarından kaynaklanmaktadır.
Wittgenstein’a göre mantık olgu üretmez ve önermeler diğer disiplinlerinkinden kesin olarak ayırt edilmelidir. Şunu bir düşünün:
[Bir] mantıksal önerme, bir doğa bilimi önermesinin tüm özelliklerini kazandığında … bu, onun yanlış yorumlandığının kesin bir işaretidir.
Buna karşın Frege, mantığın “bulgularını” diğer araştırma alanlarının bulgularıyla karşılaştırılabilir olarak düşünmek için çeşitli noktalarda devreye girer. Frege için mantığın düşünebildiğimiz şeyleri kapsadığı göz önüne alındığında, Adrian Moore’un bu karışıklığa ilişkin analizini düşünün:
Düşünülebilir ve bu nedenle ilk yasalara tabi olan alan ile eylemsel ve bu nedenle ikinci yasalara tabi olan alanı karşılaştırdığında (her ikisini de sezilebilir ve bu nedenle geometri yasalarına tabi olan alanla yaptığı gibi), o bunu onları basitçe daha geniş ya da daha dar alanlar olarak ele alarak ve ilkini ‘hepsinin en geniş alanı’ olarak adlandırarak yapmıştır.
Frege ve Wittgenstein: Ortak Kaygılar, Farklı Yanıtlar
Şu ana kadar ortaya koyduklarımızı özetlemek gerekirse, Wittgenstein’ın erken dönem düşüncesi ile Fregeyen felsefe arasındaki gerilim, düşüncenin açıklığı ve sıradan konuşma biçimimizle ilgili sorunlara duydukları ortak kaygıya rağmen ortaya çıkar.
Peki, Wittgenstein hangi temele dayanarak mantık alanı ile diğer alanlar arasında bu kadar katı bir ayrım yapar? Başka bir deyişle, mantıkla ilgili bu kadar özel olan nedir? Yine Moore’a bakarsak, mantıksal analizin içeriğinin olmadığı bir anlam vardır. Mantık sadece düşünce için “en geniş alan” değildir, daha ziyade farklı alanlar arasındaki ayrımı çizmeye başladığımız alanı oluşturur. Mantık, neyin düşünülebileceğinin (Wittgenstein için bu, neyin resmedilebileceği ve dolayısıyla neyin bir dilde temsil edilebileceği anlamına gelir) bir sınırı değildir.
Wittgenstein’ın kendisinin de ifade ettiği gibi: “Düşünceye [düşüncenin sınırlandırılması olarak anlaşılmalıdır] bir sınır çizebilmek için, sınırın her iki tarafını da düşünülebilir bulmamız gerekir.” Bu paradoksal görünmektedir ve gerçekten de Wittgenstein “düşünülemeyecek olanı düşünebilmeliyiz” diye ekler.
Wittgenstein düşünceyi oldukça dar bir anlamda- temsile yatkın olma anlamında- ve düşünmeyi de daha geniş bir anlamda, hem dar anlamda düşünceye hem de düşünülmeyene işaret etme anlamında, tanımlamaktadır. Dolayısıyla Wittgenstein ve Frege arasındaki anlaşmazlığın temeli, mantık anlayışına ve mantığın ne yaptığına varır. Frege’ye göre mantıksal analiz bilgi üretir, Wittgenstein’a göre ise mantık bize yeni bir şey söylemez ve daha ileri araştırmalar için zemin ya da koşullar dışında bir şey üretmez.
Luke Dunne – “Ludwig Wittgenstein vs. Gottlob Frege: Between Logic and Language“, (Erişim Tarihi: 25.09.2023)
Çevirmen: Seren Yıldız
Çeviri Editörü: Beyza Nur Doğan