Özgürlükler ve yasaklar: Sıranın sağında durun, sigara yasaktır.. Fotoğraf: Phil Dolby/Flickr
//

Düşünme Araçları: Isaiah Berlin’in İki Özgürlük Kavramı – Maria Kasmirli

‘Özgürlük’ oldukça etkili bir kelimedir. Hepimiz bu kelimeyi genellikle olumlu algılarız ve onun adıyla devrimler başlatmış, savaşlara girişmiş ve uzun soluklu politik programlara girişmişlerdir. İyi güzel ama ‘özgürlük’ derken tam olarak neyi kastediyoruz? İnsanların özgürlükten söz ederken aslında zihinlerinde aynı kavram olmadığına işaret eden şeylerden biri, farklı görüşlerdeki tüm partilerden politikacıların özgürlüğe inandıklarını iddia etmeleri olabilir. Birbirlerinde farklı özgürlük türleri olabilir mi, şayet olabilirse, bu farklı özgürlük türleri birbiriyle çatışma içinde olabilir mi? Özgürlük türlerinden birini benimseyip desteklemek diğer özgürlük türünü sınırlayıp bastırmak anlamına mı gelir? Veyahut insanlar özgürlük adına baskı altına alınabilir mi?

20. yüzyılın etkili siyaset felsefecisi Isaiah Berlin (1909-97) sorduğumuz bu son iki soruya da ‘Evet’ cevabını vermiştir. O, ‘İki Özgürlük Kavramı’ (Two Concepts of Liberty) (1958) adlı makalesinde, negatif özgürlükler ve pozitif özgürlükler adını verdiği iki ayrı özgürlük (veya serbestiyet; Berlin bu kelimeleri birbirlerinin yerine kullanmıştır) tanımı yapmıştır.

Negatif özgürlük, müdahale içermeyen özgürlüktür. Başkaları, eylemlerinizi kısıtlamadığı ölçüde negatif özgürsünüz. Eğer diğer insanlar bir şeyi yapmanıza doğrudan kendi eylemleriyle veya sizin aleyhinize sonuçlanan sosyal ve ekonomik düzenlemeleri destekleyerek dolaylı yoldan engelliyorsa, negatif özgürlüğünüz kısıtlanıyor demektir. Berlin, insanın özgürlüğünü kısıtlayan şeylerin aslında başkaları tarafından dayatılan kısıtlamalar olduğunu vurguluyor. Ancak doğal sebeplerden kaynaklanan kısıtlamalar bu tanımlama dahilinde değildir. Havada asılı duramamam fiziksel bir kısıtlamadır fakat bu özgürlüğüme yönelik bir kısıtlama değildir.

Şayet bir tür kaostan kaçınmak istiyorsak negatif özgürlüklerimize yönelik bazı kısıtlamaları kabul etmemiz gerektiği hususunda çoğu insan hemfikirdir. Tüm devletler, yurttaşlarının, beraberce bir arada yaşayabilmesine ve toplumun sağlıklı işleyişine destek olması adına hazırlanan yasa ve yönetmeliklere uymalarını şart koşar. Özgürlüğümüze yönelik bu kısıtlamaları barış, güvenlik ve refah gibi diğer faydalarla elde etmek adına bir tür takas niyetine kabul ederiz.

Diğer yandan çoğumuz, yaşamlarımızın bası alanlarına devletçe müdahale edilip düzenlenmemesi ve bireylerin %100 olmasa da büyük ölçüde özgürlüğe sahip olması gerektiği konusunda ısrar ederiz. Politik felsefesinin en mühim tartışma başlıklarından biri de işte bu kişisel negatif özgürlük alanının sınırlarıyla ilgilidir. Mesela şunları düşünün; devlet, neleri ifade edebileceğimiz ve neleri okuyabileceğimiz şeylerle veya hangi cinsel eylemlerde bulunabileceğimizle alakalı kısıtlamalarda bulunabilir mi?

Isaiah Berlin (1909-1997)

Negatif özgürlük başkalarının etkisi altındaki özgürlüğümüzle alakalıyken, pozitif özgürlük kişinin kendini kontrol etmesiyle alakalıdır. Pozitif anlamda özgür olmak, kişinin kendi çıkarlarıyla doğrultusunda sorumlulukla hareket etmesi, akılcı davranması ve kendi kendisinin efendisi olmasıdır. Aslında bu negatif özgürlüğün yalın bir ifadesi olarak kavranılabilir; ben, başkalarının beni kontrol etmediği ölçüde kendimi kontrol edebilirim. Ancak şunu gözden kaçırmamak gerekir ki, insanın başkaları tarafından kısıtlanmamasına rağmen kendini kontrol edemediği durumlar (öz denetimsiz durumlar) olabilir, ki bu da pozitif özgürlük ile negatif özgürlük arasında bir uçurum oluşmasına sebep olabilir. Örneğin kendisini gün be gün ölüme çeken uyuşturucu içme alışkanlığını bırakamayan bir bağımlıyı düşünün. Her ne kadar negatif özgürlüğü kısıtlanmıyor olsa da (kimse onu uyuşturucuyu alması için onu zorlamıyor), bu kişi, pozitif olarak özgür değildir (yani şahsi çıkarları doğrultusunda akılcı bir biçimde davranmıyor).

Berlin’e bu gibi durumlarda, iki tür benlikten bahsedebileceğimizi söylüyor: yani irrasyonel ve dürtüsel olan alt benlik ile rasyonel ve ileri görüşlü olan üst benlik. Bu açıdan bir kişinin ancak üst benliği daha baskınsa pozitif anlamda özgür olduğunu söyleyebiliriz. Şayet bu doğruysa, o halde bir kişiyi zorlama yoluyla daha özgür hale getirebiliriz. Mesela, bağımlının uyuşturucuyu almasına engel olursak onun üst benliğinin mevcut kişiliğinin kontrolünü ele almasına yardımcı olabiliriz. Yani, kişinin, negatif özgürlüğünü kısıtlayarak pozitif özgürlüğünü arttırabiliriz. Ancak bu kavrayışın, yanlış yönlendirilmiş eylemler ile kötü niyetli müdahaleleri haklı çıkarmak adına nasıl suiistimal edilebileceğini görmek hiç zor değil.

Berlin, pozitif ve negatif özgürlük arasındaki uçurum ve suiistimal riskinin, üst benliği veya ‘gerçek’ benliği, (bir kabile, bir ırk, bir kilise, bir devlet gibi) bir sosyal grupla özdeşleştirdiğimizde daha da arttığını iddia etmiştir. Çünkü bu durumda bireylerin yalnızca mevcut grupları (daha düşük, sosyal olmayan karakter özelliklerinden kaynaklanan) bireysel arzularını bastırdığında ve kendi arzularını dayattığında özgür oldukları sonucunu çıkarabiliriz. Berlin’i bununla ilgili kaygılandıran şey, bireyleri yalnızca güvenlik ve iş birliği gibi sosyal çıkarlarını güvence altına almak için değil aynı zamanda bireylerin kendilerini özgürleştirmelerinin bir yolu olarak da onları bir şeyleri yapmaya zorlamayı meşrulaştırmasıydı. Buradaki zorlama, zorlama gibi değil de özgürleştirme olarak görülür ve buna karşı olan karşı çıkışlar ile itirazlar da bağımlının uyuşturucu alma isteği gibi daha alt benliğin dışavurumları olarak göz ardı edilebilir. Berlin, iktidardakilerin ‘insanların “gerçek” kişilikleri namına zorbalık yapmalarına, baskı uygulamalarına, onlara işkence etmelerine ve insan veya toplumların gerçek arzularını görmezden gelmelerine’ müsaade eden bu kavrama ‘başkası adına korkunç karakter taklidi yapma’ (monstrous impersonation) adını vermiştir. (Buradaki manzara okuyucuya George Orwell’in, Stalinist bir siyasi partinin kendi hakikat anlayışını bireye nasıl dayattığını ve onu Parti liderini sevmesi için nasıl ‘özgürleştirdiğini’ anlatan 1984 (1949) adlı romanı hatırlatılabilir).

Berlin, özgürlük kavrayışlarının Nazi Almanyası ve Stalinist Rusya totaliter rejimleri tarafından nasıl suiistimal edildiği üzerine kafa yoruyordu ve böylesi kavrayışların tehlikelerini vurgulamakta haklıydı. Fakat bu pozitif özgürlük kavrayışının desteklenmesinin her zaman yanlış olduğu anlamına gelmez. (Berlin de bunu söylemiyor zaten, ayrıca negatif özgürlük kavramının da bu şekilde suiistimal edileceğini söylüyor.) Bazı insanların kendi faydalarına olacak şeyleri tespit edebilmek ve tüm potansiyellerine erişebilmek adına yardıma ihtiyacı olabilir; bu açıdan onlara yardım etmenin devletin sorumluluğu olduğunu düşünebiliriz. Zaten zorunlu eğitimin ana gerekçesi de budur. Çocukları okula göndermeyi zorunlu tutuyoruz (negatif özgürlüklerini büyük ölçüde kısıtlıyoruz) çünkü bunun onlara faydalı olacağına inanıyoruz. Çocukları canları her ne isterlerse yapsınlar diye özgür bırakmak muhtemelen ihmal veya suiistimale sebep olacaktır. Benzer şekilde yetişkinler söz konusu olduğunda da devletin kültür, eğitim ve sağlık programlarıyla vatandaşlarının zengin, doyurucu ve tatmin edici bir yaşam sürmelerine yardımcı olma sorumluluğu bulunduğu tartışılabilir. (Böylesi bir yardımın gerekliliğine dair ihtiyaç, reklamcıların ‘düşük seviyeli’ zevklerimize teslim olmamız için bizi sürekli kışkırttığı serbest piyasa toplumlarında özellikle öncelikli ve acil nitelikte olabilir.) Ayrıca bazı insanlar hayatlarının anlam ve amacı konusunda aradıklarını, feminizm gibi büyük ölçekli sosyal veya siyasi hareketle kendilerini özdeşleştirerek buluyor da olabilir; bu durumda da bu insanların bunu yapmalarına yardımcı olarak onların özgürleşmelerini sağlıyor olabiliriz.

Tabi ki buraya kadar anlattıklarımız beraberinde birçok soruyu gündeme getiriyor. Mevcut eğitim sistemimiz gerçekten çocukların faydasına olacak şekilde mi işliyor yoksa onları sosyal ve ekonomik açıdan kullanışlı bir kalıba mı sokuyor? Zengin, doyurucu ve tatmin edici bir hayatın nasıl olacağına tam olarak kim karar veriyor? Devlet, insanların iyi yaşaması için hangi araçlara başvurduğunda bu meşru olur? Zorlama hiçbir şekilde kabul edilebilir değil midir? Bunlar ne türden ve nasıl bir toplumda yaşamak istediğimizle çok yakından ilişkili olan sorulardır ve yanıtları da o kadar hazır değildir. Fakat yine Berlin negatif ve pozitif özgürlük arasındaki ayrıma işaret ederek tüm bunlar üzerine düşünmek için güçlü bir araç sunmuştur.


Maria Kasmirli – “Tools for thinking: Isaiah Berlin’s two concepts of freedom”, (Erişim Tarihi: 19.06.2025),

Çevirmen: Taner Beyter

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Kapitalistler Hiçbir Zaman Demokrasinin Dostu Olmadı – Dylan Riley

Sonraki Gönderi

Neden Vejetaryen Oldum? – Fevzi Ata Demirtaş

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü