Karl Popper: Cehalet İçin Vakti Olmayan Filozof – Charlie Connelly

Popper, insanların gulag kamplarını ya da Holocaust’u bilmediği fikrini hiçbir zaman kabul etmedi. Ona göre insanlar bilmemeyi seçmişti. Popper için bilgi, ahlaki bir zorunluluktu.

//
2054 Okunma
Okunma süresi: 6 Dakika

25 Ekim 1946’da saat 20:30’da Cambridge’de, King’s Koleji’nin Gibbs Binalarındaki sigara dumanıyla buğulanan bir odada, tamamı tüvit ceket ve gömlek giymiş yaklaşık 30 adam şöminenin yanındaki iki boş koltuğa dönük şekilde oturmuş, Cambridge Ahlak Bilimleri Kulübü’nün haftalık toplantısının başlamasını bekliyordu. Bu toplantılar genelde bu sayının ancak yarısı kadar olurdu fakat o hafta biraz özel bir durum söz konusuydu.

Bu toplantılar aynı düzeni takip etme eğilimindeydi: Konuk bir konuşmacı çekişmeli felsefi bir argümanı, -20. Yüzyılın önde gelen felsefi zihinlerinden biri olan- kulüp başkanı Ludwig Wittgenstein’a tartışmaya sunacak ve o da bunun hiç de argüman olmadığını, yalnızca sunulan dilin başarısızlığı olduğunu kanıtlayacaktı.

O sonbahar gecesi konuk konuşmacı Karl Popper’dı. O, Londra Ekonomi Okulu’nda mantık ve bilimsel metot okuyucusu olarak İngiltere’ye yeni gelen bir Viyanalıydı. 1938 Anschluss’tan önceki dönemde, Avusturya’dan ayrıldıktan sonra, savaş yıllarını Yeni Zelanda’da geçirmişti. Popper, adının duyulmasını; -Almanya’nın Avusturya’yı işgal ettiği gün başladığı- totaliter devletlerin ve rejimlerin kapsamlı bir felsefi yıkımı olan: Açık Toplum ve Düşmanları adlı kitabına borçluydu. Bu, O’nun ileri görüşlülüğünü kanıtlayacaktı. Zira Popper İngiltere’ye vardığında, soğuk savaş çoktan batı ile doğu arasındaki ilişkileri bozmaya başlamıştı.

Kitap, sırf filozofların –özellikle Platon ve Hegel’in- güçlü eleştirileri için değil; kitabın yazarının, Wittgenstein ile zıtlaşma beklentilerini arttırdığı için bile akademi çevrelerinde heyecan yaratmıştı.  Unutulmaz bir akşam olacağı açıktı, ancak muhtemelen katılımcıların beklediği nedenlerden dolayı değildi bu.

Avukat bir baba ve filozof bir amca ile Viyana aydınları arasında dünyaya gelen Popper, etrafı babasının 14.000 kitaplık kütüphanesiyle çevrili olarak büyümüştü. Avusturya-Macaristan imparatorluğunun çöküşü dolayısıyla 16 yaşında okulu bıraktı. Fakat Viyana’da üniversitedeki derslerine katılarak kendini eğitti. Ringstrasse kafelerindeki entelektüel tartışmaların bir parçası oldu ve Marksist Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne katıldı. Nitekim Marksizmin öne çıkan bir eleştirmeni olmaya devam edecekti.

Popper kalifiye bir marangoz olmuştu ve öğretmen olmak istiyordu. Zaten daha sonra 1928’de psikoloji alanında doktorasını tamamladı ve 1934’te yayınlanan Bilimsel Araştırmanın Mantığı haline gelecek olan araştırmasını başlattı.

Kitap, Popper’ın kariyerini tanımlayacak meseleyi ele almaktaydı: Bilimsel bilgi ile Freud ve Marx’ın benzerleri tarafından ifade edilen, kendisinin temelsiz retorik olarak gördüğü şey arasındaki farkı. Bilim yasalarının “doğrulanabilirlik” ilkesine değil, “yanlışlanabilirlik” ilkesine dayandığını savundu. Freud’un psikanaliz alanında kullandığı teoriler gibi teoriler, doğru dürüst çürütülemeyecek kadar karışıktı, diye yazdı Popper, oysa örneğin, Einstein’ın görelilik teorisi, aslında temellendirildiği için, prensipte çürütülebilirdi. Bu tezatlığa karşı olan kırılganlık, Popper için; bilimin, -Marksizm’den astrolojiye kadar- metafizik alanlar üzerindeki üstünlüğünü pekiştirmiş oldu.

Popper’ın Yahudi geçmişi, onun Avusturya’yı, malum Alman işgalinde terk etmesine yol açtı. 1937’de karısı Josefine ile akademik bir görev için Yeni Zelanda’ya gitti. Orada Açık Toplum ve Düşmanları’nı yazdı, tarihin katı ve hızlı yasaları olmadığını ve her zaman değiştiğini savunarak, özellikle faşist ve komünist devletlerde bu tür katılıkta planlı toplumları şiddet ve baskı olmadan yaşayamaz hale getirdiğini gösterdi. “Kahinler gibi davranmak yerine,” diye yazdı, “kendi kaderimizin yaratıcıları olmalıyız.”

Popper için gerçek bir açık bir toplum, değişimi kabul eden ve bireylerinin fikirlerini ve seçimlerini tanıyan bir toplumdu. Bir toplumun kusurlarını bilmemek mazeret değildi; İnsanların Holocaust’u veya gulag kamplarını bilmediği fikrine asla izin vermedi veya bunu kabul etmedi, [ona göre] aksine insanlar bunları bilmemeyi seçti. Bilgi, demişti Popper, ahlaki bir zorunluluktur.

Açık Toplum, taze, inatçı ve put karşıtıydı; Platon’u, Hegel’i ve hatta Marx’ı “mide bulandırıcı”, “aptal”, “okuma yazma bilmeyen” ve “embesil” olarak reddetmekteydi. Kendisini ana akım düşünceden uzaklaştırmak, Popper’ı daimî bir muhalif, bir ölüm ilancısının sözleriyle “agresif bir reddetme makinesi” yaptı. Bu rolü sevdi ve “Filozoflar, iddialı bilgelikleriyle karakterize edilirler; oysa bize minimum rasyonel veya eleştirel argüman sunarlar” yazmaktan zevk aldı. Bu, Wittgenstein ile yaptığı tartışma için tam garanti vermişti. Anlaşıldığı üzere, karşılaşma zar zor on dakika sürebildi.

Felsefe tarihinde karşımıza, eşit derecede parlak düşmanlar, çağdaş olan ilerici beyinler çıkar -Platon ve Aristoteles, Bacon ve Descartes, Kant ve Hegel. Yine de, gerçekten büyük iki düşünür nadiren bir münazara odasında birbirleriyle karşı karşıya gelmiştir. Bu, durumu tanımlayan dönem olabilirdi, ancak hiç kimse, hatta – Bertrand Russell dahil – orada bulunanlar bile tam olarak ne olduğu konusunda hemfikir olamazdı. Wittgenstein’ın odadan dışarı fırladığı ve işin içine şömineye ait bir maşanın dahil olduğu tartışılmaz, ancak bunun ötesinde, hikayenin neredeyse her versiyonu farklılık gösterir.

Popper’ın otobiyografisine göre, hırçınlığıyla ün salmış iki kişi, öfkeli iki ünlü figür, felsefenin temelindeki doğa konusunda hemen şiddetle anlaşmazlığa düşmeye başlamıştı. Çok geçmeden Wittgenstein şöminedeki maşayı aldı ve onu “iddialarını vurgulamak için bir vagon görevlisi sopası gibi” salladı. Konuğuna bir ahlaki yasa örneği bulması için meydan okuduğunda Popper yanıtladı: “Misafir öğretim görevlilerini maşayla tehdit etmemek!”

Popper’ın hesabına göre Wittgenstein maşayı hemen yere fırlattı ve cübbesi havada uçuşarak kapıyı arkasından çarparak dışarı çıktı.

Bu karşılaşmanın yansımaları onlarca yıl sürdü ve hatta Cambridge’deki eski püskü, havasız bir üniversite odasında o on fırtınalı dakikaya adanmış kitaplar bile üretildi. Gerçekte ne olmuş olursa olsun, Popper’ın modern düşüncenin önemli bir figürü olarak ününü mühürlemeye yetmişti. Popper iki yıl içinde LSE’de profesörlüğe yükseldi ve kariyerinin geri kalanında sunması için yığınla konferans hazırlamış oldu.

Karmaşık bir adam olan Popper’ın, doğru bilginin yanılabilirliği savunusu genelde kendisininkini kapsamazdı ve argümanlarına karşıt argümanlar sunulduğunda her zaman nezaketle yanıt vermezdi. Başkalarını hızlıca intihalle suçlardı ve bir biyografi yazarına göre, “istediğini alamayınca öfke nöbetleri geçiren şımarık bir çocuk olarak kaldı”.

Kusurlarına rağmen, Popper’ın çalışması komünizmin çöküşü sırasında yeni bir ivme kazandı ve Ryszard Kapuściński daha sonra şunları hatırlattı: “Bu kitaplar bize, Doğu Avrupa’daki entelektüellere, aydınlara ve muhaliflere neredeyse bir vahiy olarak geldi. İfade ettikleri görüşler, yetkililerin korktuğu kadar büyük bir teselli kaynağıydı. Her şeyden önce bize eleştirel olmayı öğrettiler.”

Popper hiçbir zaman dizginlenemez bir serbest piyasanın savunucusu olmadı ve buna rağmen siyasi sağ tarafından şımartılmaya başladı –örneğin Margaret Thatcher da bir takipçisiydi. Popper, büyük hükümete karşı temkinli ve eleştirel olmakla birlikte, hoşgörüyü açık bir toplumun temel ilkesi olarak benimsedi ve ekonomik olarak savunmasız olanları koruyan merkezi sosyal kurumlardan yana oldu.

“Bireysel özgürlükle birleştirilmiş sosyalizm diye bir şey olsaydı,” dedi Popper, “yine de sosyalist olurdum.”


Not: İçerik başlığını, orjinal başlık esas alındığında “Karl Popper: Cehalet İçin Vakti Olmayan Avusturyalı-İngiliz Filozof” olarak çevirmek daha doğru olmasına rağmen okunuş açısından “Karl Popper: Cehalet İçin Vakti Olmayan Filozof” olarak çevirmeyi tercih ettik.


Charlie Connelly – “Karl Popper: The Austrian-British philosopher who had no time for ignorance”, (Erişim Tarihi: 16.10.2022)

Çevirmen : Cansu Altay

Çeviri Editörü: Musa Yanık

Öncül Analitik Felsefe Dergisi, 19 Ocak 2018 tarihinde kuruldu. Sunum, söyleşi, makale, çeviri, canlı yayın gibi içerikler üreterek Analitik Felsefe’ye dair Türkçe veritabanını genişletmeye devam ediyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

“Analitik Felsefe Nedir?” – Osman Baran Kaplan & Taner Beyter

Sonraki Gönderi

Pop Müzik Sanat Mıdır? Theodor Adorno ve Modern Müzikle Savaşı – Sam Murphy

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü