Analitik Felsefe (Felsefe Sözlüğü)

//////
2774 Okunma
Okunma süresi: 3 Dakika

Analitik Felsefe (veya bazen Çözümleyici Felsefe), felsefenin kavramsal kesinliğe/netliğe ulaşmak için mantıksal teknikleri kullanması ve modern bilimin sonuçları ile uyumlu olması gerektiğini savunan bir 20. yüzyıl felsefesidir. Çoğu Analitik Filozof için dil en temel (belki de tek temel) araçtır ve felsefe, dilin nasıl kullanılması gerektiğini açıklamayı kapsar.

Analitik Felsefe aynı zamanda, çağdaş felsefenin Mantıksal Pozitivizm, Mantıkçılık ve Gündelik Dil Felsefesi gibi Kıta Felsefesi başlığı altında yer almayan tüm dallarını kapsayan bir terim olarak kullanılır. Aslında katkı sunanların çoğu Kıta Avrupa’sından gelse bile, bir dereceye kadar bu farklı ekollerin tümü, yüzyılın başlarında, Cambridge Üniversitesi’nde ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki Oxford Üniversitesi’nde yapılan öncü çalışmalardan kaynaklanmaktadır.

Spesifik bir hareket olarak Analitik Felsefe’ye Bertrand Russell, Alfred North Whitehead, G.E. Moore ve Ludwig Wittgenstein öncülük etmiştir. Bu isimler Hegelciliğin o zamanlar egemen olan biçimlerinden giderek uzaklaşıp (bu uzaklaşma esnasında özellikle de Hegel’in İdealizm’ine ve neredeyse kasten böyle yapılmış gibi görünen anlaşılmazlığına/belirsizliğine itirazlar yükselterek), Mantık’taki son gelişmelere dayanan yeni bir tür kavramsal analiz geliştirmeye başladılar ve 20. yüzyılın ilk yarısında da felsefi mantığa ciddi katkılarda bulundular.

Analitik Felsefe’nin üç ana temeli şöyledir:

  • spesifik felsefi gerçeklerin (truths) olmadığı ve felsefenin amacının fikirlerin mantıksal açıklığa kavuşturulması olduğu.
  • fikirlerin/düşüncelerin mantıksal açıklığa kavuşturulmasının ancak ve ancak mantıksal bir sistemin, formel gramer ve sembolizmi kullanmak gibi, felsefi önermelerin mantıksal biçiminin analiz edilmesiyle olabileceği.
  • geleneksel felsefedeki metafizik ve etik iddialarına karşı sağduyu ve gündelik dili savunmanın yanı sıra, geniş ölçekli felsefi sistemleri ve teorileri reddederek daha atomik veya ayrıntıcı bir yaklaşıma eğilimli olmak.

Analitik Felsefe’deki ilk gelişmeler Alman matematikçi ve mantıkçı Gottlob Frege’nin (kendisi yaygın bir şekilde modern felsefi mantığın babası olarak kabul edilir) çalışmalarından ve onun geliştirdiği Niceleme/Yüklemler Mantığı’ndan (Predicate Logic) doğmuştur.

Bertrand Russell ve Alfred North Whitehead, çığır açıcı “Principia Mathematica” (1910-1913) ve geliştirdikleri Sembolik Mantık çalışmalarında, matematiğin temel mantık ilkelerine indirgenebileceğini göstermeye çalışmıştı.

Kabaca 1910’dan 1930’a dek Russell ve Wittgenstein gibi Analitik Filozoflar, felsefi analiz/inceleme için ideal bir dil yaratmaya odaklanmışlardı (İdeal Dil Analizi veya Formalizm olarak bilinir) onlara göre eğer bu başarılırsa, filozoflar sık sık onların başını belaya sokan gündelik dilin belirsizliklerinden kurtulacaktı.

1921 tarihli “Tractatus Logico-Philosophicus” adlı eserinde Wittgenstein, dünyanın, yalnızca birinci derecede yüklemler mantığı dilinde tasvir edilebilen/ifade edilebilen belirli durumların varlığı olduğunu öne sürmüştü; ki böylece de ona göre, atomik gerçekleri atomik önermelerde ifade ederek ve bunları da mantıksal araçlar kullanarak birbirine bağlayıp, kimi zaman Mantıksal Atomculuk olarak adlandırılan bu teori ile, dünyanın bir resmi oluşturulabilirdir.

20. yüzyılın başlarında İngiliz üniversitelerinde egemen Hegelciliğe (ve onun Hegel’in Mutlak İdealizm’ine) muhalefet etme noktasında Bertrand Russell ile birlikte öncü olan G.E. Moore, “sağduyuya” dayalı dünya görüşünü, hem Şüpheciliğe hem de İdealizme karşı savunmaya girişerek epistemolojik sağduyu felsefesini geliştirmiştir.

1920’lerin sonlarında, 1930’larda ve 1940’larda (etkili olan) Russell ve Wittgenstein’ın “Biçimciliği/Formalism” kültür, dil, tarihsel koşullar gibi olumsal faktörlerden ziyade sözüm ona bağımsız/müstakil olan evrensel mantıksal terimlere odaklanan Viyana Çevresi ve Berlin Çevresi (daha sonra Mantıksal Pozitivizm hareketine dönüşmüşlerdir) tarafından (ödünç) alınmıştır. 1940’ların sonlarında ve 1950’lerde, Wittgenstein’ın geç dönem felsefesinin ardından Analitik Felsefe, sıradan insanlar tarafından gündelik dilin kullanılmasını vurgulayan Gündelik Dil Felsefesi’ne doğru bir eğilim yaşadı.

1950’ler ve 1960’larda Analitik Felsefe’ye yönelik ağır eleştirilerin ardından, hem Mantıksal Pozitivizm’in hem de Gündelik Dil Felsefesi’nin modası hızla düşüşe geçti. Tüm bunlarla beraber 1970’lerden sonra İngiltere ve Amerika’daki birçok filozof, dilbilime daha az vurgu yapmalarına ve Post-Modernizm’in artan eklektizm veya çoğulculuk etkisine rağmen, kendilerini hala “analitik” filozoflar olarak tanımlıyordu (bu genellikle spesifik konulara odaklanan açıklık, titizlik ve kesinlik ile karakteriz edilirdi).

Günümüze yakın olan daha çağdaş Analitik Felsefe, Etik alanında Phillipa Foot (1920 – ), R. M. Hare (1919 – 2002) ve J. L. Mackie (1917 – 1981); Siyaset Felsefesi alanında John Rawls (1921 – 2002) ve Robert Nozick (1938 – 2002); Estetik dalında Arthur Danto (1924 – 2013); ve Zihin Felsefesi‘nde Daniel Dennett (1942 -) ve Paul Churchland (1942 -)’da görüleceği üzere, felsefenin diğer alanlarında da geniş kapsamlı çalışmalarla ilgilenmektedir.


Kaynak (Erişim Tarihi: 17.04.2021)

Çevirmen: Taner Beyter

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Antik Roma Felsefesi (Felsefe Sözlüğü)

Sonraki Gönderi

Pozitivizm (Felsefe Sözlüğü)

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü