Direniş, bir insan hakkıdır. Bu yüzden, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin giriş kısmında, insan haklarına saygı gösterilmediği takdirde, insanların ‘son çare olarak isyan etmeye zorlanacakları’ belirtilmiştir ve Birleşmiş Milletler’in birçok kararı, sömürgeciliğe ve apartheid’e (ırk ayrımı) karşı direnişi savunmaktadır. Başka türlü olamazdı. Haklarınız ihlal edildiğinde, başvurabileceğiniz bir yol olmalıdır. Normalde bu, yasa ve mahkemelerde bulunur, ancak ciddi ve inatçı bir adaletsizlikle karşılaşıldığında direniş bu başvuru yoludur. Ama başkaları direniş gösteriyorsa ve biz onların amaçlarına sempati duyuyorsak ne yapmalıyız? Cevap şaşırtıcıdır.
2018 sonbaharından itibaren yaklaşık bir yıl boyunca “Extinction Rebellion” (XR) adlı grup Birleşik Krallık’ta, Londra köprülerinde ve birkaç şehir merkezinde bir dizi yıkıcı protesto düzenledi ve trafik akışını durdurdu. Protestocular, iklim acil durumu konusunda hemen harekete geçilmesi gerektiğine dikkat çekiyorlardı. Onlar açısından bu eylemler adaletsizliğe ve hareketsizliğe karşı direniş gösterileriydi. Bu amaçla ve bu eyleme sempati duyan birinin ne yapması gerekir? Mümkünse hiçbir şey yapmamalıdır. Ama hiçbir şey yapmanın da farklı yolları vardır. ‘Hiçbir şey yapma’nın doğru bir şekilde ve doğru sebeplerle yapılması önemlidir. Bunu açıklayayım.
Haklar, yükümlülükleri beraberinde getirir. Bir şeye hakkınız varsa, diğer insanların size karşı belirli yükümlülükleri vardır. Direniş hakkından doğan en az üç negatif yükümlülük vardır: müdahale etmeme, engellememe ve işbirliği yapmama.
Bunlardan en basiti müdahale etmeme yükümlülüğüdür. Eğer bir kişinin bir şeyi yapma hakkı varsa, onu engellememe temel bir yükümlülüktür. Yani, bir kişi direnme hakkını kullanıyorsa, o zaman gözlemcilerin bu eyleme müdahale etmeme ve engellememe yükümlülüğü vardır. Bu oldukça açık bir şey gibi görünüyor, fakat Londra’daki XR protestoları sırasında, bu yükümlülüğün göz ardı edildiği oldukça şok edici bir durum yaşandı. Ekim 2019’da, protestocular Londra’daki trenlerin çalışmasını engellemek için vagonların üstüne çıkarak protesto yaptılar. Doğu Londra’daki Canning Town’da, bir protestocu vagonun çatısından sürüklenip indirilerek, yolcular tarafından saldırıya uğradı. Bu, müdahale etmeme yükümlülüğünün ihlalidir. İnsanlar, günlerinin kesintiye uğramasından dolayı sinirlenmiş olabilirler, ancak bu, davranışlarını haklı çıkarmaz. Bu durum sinir bozucu olabilir ancak yine de hiçbir şey yapmama yükümlülüğümüz vardır.
Fakat yalnızca bireylere müdahale etmeme yeterli değildir. Adaletsizliğe karşı direnme genellikle örgütlü bir şekilde yapılır. Bireylere müdahale etmeme yükümlülüğünün yanı sıra, örgütlere karşı engellememe yükümlülüğü de vardır. Bu genellikle göz ardı edilir, ancak insanlar örgütlü direnişi istemeden engelleyebilecek pek çok şekilde hareket edebilirler. 1849’da Henry “Box” Brown, Virginia’dan Pennsylvania’ya bir kutuya posta yoluyla gönderilerek kölelikten kaçtı. Bu olay medya tarafından büyük bir sansasyon haline geldi, ancak köleliğe karşı mücadele eden Frederick Douglass, bu durumdan üzüntü duydu çünkü bu yöntem kölelikten kaçış yolunu fiilen kapattı: Eğer gazeteciler daha dikkatli olsaydı, daha fazla insan posta yoluyla kölelikten kaçabilirdi. Bugünün Twitter, Snapchat, Facebook ve TikTok çağında ise, adaletsizlikle savaşan örgütlere istemeden engel olmak oldukça kolaydır. Bir video veya fotoğrafın sosyal medyada paylaşılması, bir protestocunun polis tarafından tanınmasına ya da kaçış yollarının kapanmasına neden olabilir. Direniş gösterenlerin yapmaya çalıştığı işlerin önüne geçmekten kaçınmalıyız. Engellememe yükümlülüğünü yerine getirmek, iletişim şekillerimize daha dikkatli ve sorumlu bir şekilde yaklaşmamızı gerektirir.
Son negatif yükümlülük, direnişi baskı altına alan kurumlarla işbirliği yapmamaktır. Eğer direnişi istemeden engellememeniz gerekiyorsa, o zaman onu aktif bir şekilde bastırmaya da yardımcı olmamalıyız. Direnişi baskı altına alan kurumlar, genellikle üçüncü şahısların yardımına ihtiyaç duyarlar. Akademisyen Juan Espíndola, 1949-1990 yılları arasında Almanya Demokratik Cumhuriyeti üzerine yaptığı araştırmada, Stasi’ye karşı olan muhalifleri ihbar eden ve lojistik destek sağlayan geniş “resmi olmayan işbirlikçi” ağına, devletin “solunum organları” denildiğini ortaya koydu. İşbirliği olmadan, haksız rejimler boğulur. Bugün böyle bir işbirliği yapmamız için baskı altında olmadığımızı düşünebiliriz, ancak 2019’da Apple’ın, Hong Kong’daki demokrasi yanlısı protestoculara polislerin hangi bölgelerde toplandığını ve biber gazı kullandığını gösteren bir uygulamayı kaldırma kararına bakılabilir. Bu tür baskıların, iklim değişikliğiyle mücadele arttıkça ‘liberal demokratik’ devletler tarafından da uygulanması mümkün olabilir. Kural basittir: ispiyonculuk yapma.

Yani, en azından bu üç yükümlülüğümüz var: bir şey yapmamamız gereken yükümlülükler. Peki, yapmamamız gereken başka bir şey var mı? Bir seçenek, 1846’da Henry David Thoreau’nun örneğini izlemek olabilir. Thoreau, ABD hükümetinin Meksika ile başlattığı gerekçesiz savaşa ve köleliğe devam etmesine tepki olarak vergilerini ödemeyi reddetti. Thoreau, adaletsizlikle bu kadar iç içe geçmiş bir devleti desteklemeyi reddetti. Acaba biz de iklim acil durumu ile ilgili olarak aynı şekilde hareket etmeli miyiz? Şu aşamada, hayır derim. Demokratik devletler hâlâ insan haklarını yeterince koruyor ve bu da bir miktar destek vermemizi haklı kılıyor, ancak bu durum iklim acil durumu ilerledikçe eriyebilir.
Artık “hiçbir şey yapmama” yükümlülüğünü nasıl yerine getireceğinizi bildiğinize göre, buna (yapmamaya) başlamalısınız. Şüphesiz, şimdiye kadar insanlık çağının (Antroposen) yeni bir on yılına girmişken, dünya genelinde kuraklık nedeniyle ve sıcaklıkların artmasıyla daha da kötüleşen ve neredeyse İngiltere’nin büyüklüğünde bir alanın yanması gibi birçok durum meydana gelicektir. Son olarak, dünya gözlerini Avustralya’ya çevirdi çünkü bu, iklim acil durumundan ciddi şekilde etkilenen ve bunu kontrol altına alamayan ilk ileri derecede sanayileşmiş post-endüstriyel devlet oldu. Dünyadaki hükümetlerin bu varoluşsal tehditle yüzleşeceği düşünülüyor, ancak birçok gelişmiş ülkede COVID-19 pandemisine verilen tepkiyi karakterize eden erteleme, hiddet ve düşüncesiz iyimserlik, pek fazla umut uyandırmıyor. Kontrolsüz bırakıldığında, iklim değişikliğinin etkisi yayılmaya devam edecek ve 2020 Ocak ayında sokağa dökülen binlerce Avustralyalı, acil durum devam ettikçe direniş eylemleriyle başkalarına ilham verecek. Eğer protestoculara katılamıyorsak, yine de onlara bilinçli eylemsizliklerimizle destek olma yükümlülüğümüz var. Önemli olan sadece ne yaptığınız değil, aynı zamanda ne yapmadığınızdır.
Gwilym David – “Sometimes the most powerful act of resistance is to do nothing“, (Erişim Tarihi: 14.02.2025)
Çevirmen: Çağnur Erdoğan
Çeviri Editörü: Efe Aytekin