Tanrı’nın varlığı lehine bilinç argümanı, bilincin fiziksel fenomenlere indirgenemeyeceği ya da fiziksel bir fenomen olamayacağı üzerine kurulur. Bu argümanın temelinde bilincin dualist açıklamasının makul olduğu ve evrende var olan her olgunun fiziksel olduğunu iddia eden fizikalizmin bu sebeple hatalı olduğu iddiası yatar. İçsel deneyimler, iç gözlem, benlik, duygular ve diğer zihinsel durumlar zihinsel töz olarak adlandırılmalı, uzay zamanı aşkın bir yapısı olduğu kabul edilmelidir. Böylesi bir yaklaşımın din felsefesi açısından yorumlarından biri, eğer uzay-zaman dışı bir fenomen mevcutsa bunun en makul açıklaması da uzay-zamana aşkın ve kendisi de zihinsel tözle bağlantılı Tanrı olacağı şeklindedir.
Bu yazıda, zihinsel fenomenlerin fizikalist olası açıklamalarını değerlendirmek ve açıklamak yerine evrende hem uzay-zaman olgularını açıklayan fiziksel töz hem de zihin durumlarını açıklayan zihinsel töz olduğunu iddia eden dualizm lehine ortaya atılan çeşitli, kanaatimce başarısız argümanları inceleyeceğim. Dualizm, dinsel çevrelerin oluşturduğu sezgilerden yana olduğundan dolayı dindarlar, bu görüşe karşı çok sayıda kanıt getirme yükümlülüğünü hissetmişlerdir. Bu çerçevede bu yazı, fizikalizm aleyhine ve dualizm lehine sunulan kanıt çabalarının bir özetini de içerecektir. (1)
1. Bilincin İndirgenemezliğine Dayalı Argüman
İddia: “Bilincin fiziksel bir temelden geldiği savunulamaz. Sonuçta atomlar düşünemez ve beyin atomlar bütünüdür. Hiçbir atom düşünemiyorken beynin düşündüğünü savunmak tutarlı olamaz. Bilinç maddeye indirgenemez. Sonuç olarak madde üstü bir töz olmak zorundadır.”
Bilincin fiziksel olgulara indirgenemeyeceğini söylemek, dualizmin belki de en etkili savlarından biridir. Bilincin neden fiziksel olamayacağını ispatlamak için kullanılan belki de önemli düşünce deneyleri bilincin fiziksel özelliklere indirgenemeyeceğini söylemekten geçecektir. Peki ya indirgemecilik (reduksiyonizm) nedir ve fizikalist görüşü nasıl etkiler? İndirgemecilik; bir sistemin parçalarının tek tek çözümlenmesi ile bütün sistemin anlaşılabileceği düşüncesini kabul eder. Fakat fiziksel olayların tek tek çözümlenmesi ile bir tür bilince ulaşılamaz. Bu sebeple, bilinç maddeye indirgenemediği için, bilinç farklı bir tözden kaynaklanıyor olmalıdır.
Dualizmin bu argümanı, indirgemeciliğin korkunç tuzağına düşmesinden kaynaklanır. İndirgemeciliğin iyi ve kötü olmak üzere iki işlevi olacaktır. Kötü indirgemecilik, bir fenomeni kendisinin en küçük ya da en basit bileşeni cinsinden açıklamaya çalışmaktan ibarettir. İyi indirgemecilik ise bir bilgi alanını diğeri ile yer değiştirme hatasına düşmeden, iki bilgi alanının ilişkisini anlatma çabasıdır. Bir alanın yapısal parçalarının, farklı bir alan tarafından parçalara ayrılıp inceleme çabası ve bu ikisi arasında bağlantı kurma iyi indirgemeciliktir. Steven Pinker’ın deyimi ile “Bir coğrafyacı Afrika’nın sahil çizgisinin neden Güney Amerika’nınki ile uyumlu olduğunu bu iki kıtanın bir zamanlar bitişik olan ama zamanla birbirinden ayrılan jeolojik levhalar üzerinde bulunmasıyla açıklayabilir. Jeologlar ise, levhaların ayrılması problemini magmanın levhaları birbirinden uzaklaştıran itme kuvveti ile açıklar. Magma çok sıcak olduğu için, jeologlar çekirdek ile magma tabakaları arasındaki etkileşimi açıklamak üzere fizikçileri yardıma çağırırlar. Bu silsiledeki hiçbir bilim insanı göz ardı edilemez.” (2) Kısaca indirgenen bileşenle bütünü tamamıyla açıklamaya çalışmak kötü indirgemecilik, indirgenen bileşenlerin bütün ile ilişkisini ortaya koymak da iyi indirgemeciliktir. Bilinç argümanı ve dualizm lehine kullanılan bilincin indirgenemezliği ise bizzat kötü indirgemeciliği kullanmaktadır.
Gilbert Ryle, dualizme “Makinedeki Hayalet Dogması” diyerek bu yaklaşıma karşı tavrını ortaya koyarken söz konusu argümanın kategori hatasına girmiş olduğunu da ileri sürmüştür. Ryle dualizmin bu savını oldukça ciddi bir problem olarak görmüş ve onu “Descartes Miti” olarak adlandırmıştır. Kategori hatası, günlük dilde kullandığımız zihinsel terimlerin bedenin işleyişinden farklı, özel ve gizli olduğuna dair ortaya atılan iddiaların düştüğü temel hatadır. Bu akıl yürütmenin de temelinde kötü indirgemecilik yatmaktadır. Ryle’a göre kategori kategori hataları, özel tür hatalardır; bu hata, zihinsel yaşama ilişkin olguları, aslında belli bir kategoriye aitken bir başka kategoriye aitmiş gibi tasarlamaktan kaynaklanır. Ryle kategori hatasını şu şekilde ifade eder:
Oxford’u ya da Cambridge’i ilk defa ziyaret eden bir yabancıya birçok kolej, kütüphane, oyun sahası, müze, bilimsel bölümler ve idari ofisler gösterilir. O ziyaretçi sonrasında sorar: ‘Ama üniversite nerede? Kolejlerin üyelerinin nerede yaşadığını, kayıt işleri yetkilisinin nerede çalıştığını, bilim insanlarının nerede deney yaptığını ve diğerlerini gördüm. Ancak üniversitenizin üyelerinin yaşadığı ve çalıştığı üniversiteyi henüz görmedim.’ O zaman kendisine üniversitenin diğerlerinin yanında bulunan bir kurum, kendisinin gördüğü ofislere, laboratuvarlara, kolejlere ek bir başka şey olmadığı söylenir. Üniversite tüm bu gördüklerinin belli bir düzenlenişidir. Onlar görüldüklerinde, aralarındaki eşgüdüm anlaşıldığında, üniversite görülmüş olur. (3)
Üniversiteyi, oluştuğu bölümlere indirgemek olanaksız gözükmektedir. Zira üniversitenin oluştuğu hiçbir parça tek başına üniversite değildir. Üniversite, barındırdığı kurumlara indirgenemez. Fakat buradan yola çıkarak üniversiteyi üniversite yapan bir tür farklı cevher olduğu da iddia edilmemelidir. Üniversite, onu oluşturan yapıları içinde barındırdığı farklı bir töz, gizemli bir kapı değildir. O yalnızca belirli kurum ve yapıların bir araya gelmesiyle oluşan kavrama verilen addır. Üniversitenin indirgenememesinden yola çıkarak yapılara “üniversitelik ruhu” eklenmemelidir. Bu kategori hatasıdır. Zira üniversite o yapıların belirli bir düzenlenişinden ileri gidemez.
Kötü indirgemecilik ve kategori hatasına dair farklı bir örnek ise, belirli etkileşimlerin oluşturduğu niteliklerin göz ardı edilmesidir. Örneğin “sıvı olma” özelliği bizzat “H2O moleküllerine” indirgenemez. Gözlemlediğiniz hiçbir H2O molekülü sıvı değildir ama onların oluşturmuş olduğu bir şişe su sıvıdır. Fakat buradan yola çıkarak “Sıvılık özelliğinin fiziksel bir temelden geldiği savunulamaz. Sonuçta H2O moleküllerinin hiçbiri sıvı değildir ve su H2O moleküllerinden oluşan bir bütündür. Hiçbir molekül sıvı değilken suyun sıvı olduğunu savunmak tutarlı olamaz. Sıvılık moleküllere indirgenemez. Sonuç olarak sıvılığın olması için madde üstü bir töz olmak zorundadır” argümanı ileri sürülemez. Sıvılık niteliği moleküllere indirgenemez fakat buradan bu niteliğin fiziksel olmadığı sonucuna da çıkmaz. Sıvılık moleküllerde görülmez, fakat o, fiziksel bir nitelik olup moleküllerin belirli şekillerde etkileşimini ve bir araya gelişini tasvir edecektir. Kötü indirgenmeciliği ele alarak “Ruhsal Sıvı Cevheri” olarak nitelendirilebilecek farklı bir töze ulaşmak anlamsızdır. Bu tür kötü indigemecilik örnekleri bilinç kanıtına sunulan indirgeme argümanını yanıtlama açısında yararlı işleve sahiptir. Zira “üniversite” dediğimiz şeyin aslında bir tür yapılar ve kurumlar dizilimi olması, bir bütün olarak yapılara bakınca üniversiteyi göreceğimizi fakat etkileşimleri ve dizilimi göz ardı edince “üniversite olma” özelliğinin sunulamayacağını doğurur. “Sıvılık olma” özelliği bizzat moleküllere indirgenemez, ama buradan yola çıkarak sıvılık özelliğinin fizikötesi kökene dayandığı çıkarılamaz; sıvılık belirli moleküllerin bir araya gelmesiyle onların kazandığı niteliktir. Bir fizikalist de bilince bu şekilde bakacaktır. Belki de atomları teker teker incelediğimiz zaman bir “bilinç” görülmeyecektir, fakat onları birer etkileşimler bütünü olarak görmek ve sinirsel yapıların özel diziliminden kaynaklanan nitelik olduğunu savunmak fizikalizmi anlamlı kılar. Bilincin atomlara ve maddeye indirgenememesi, onun fiziksel olmadığını göstermez. Bilincin bizzat elle tutulur bir madde olmaması, onun fiziksel temelli olmadığını ve maddenin bir özelliğini anlatmadığını göstermez. Tersini iddia etmek kategori hatasına girer ve üniversiteyi oluşturan yapıların “üniversite tözü” olmadan üniversite olamayacağı gibi saçma sonuçlar üretir. Burada göz ardı edilen şey, birtakım fiziksel niteliklerin, diğer fiziksel niteliklerden doğrudan çıkartılamasa bile o fiziksel özelliklerin etkileşiminden açığa çıkabilmesi/zuhur edebilmesidir. Zuhur eden (emergence) kavramları gösterip fizik üstü varlıkları gerekçelendirmek bu sebeple makul gözükmemektedir.
2. Tümevarım Argümanı
İddia: Bilincin beyinden geldiğini söylemek oldukça yüzeysel bir iddiadır. Çünkü beyin de detayına inildiğinde bir sandalye, bir kitap veya bir tabak dolusu yemek gibi atomların yan yana gelmesiyle oluşmuş bir madde yığınıdır. Bir tahta sandalyede atomların belli bir düzen içinde bir araya gelmeleri gibi, beyinde de atomlar belli bir düzen içinde bir araya gelmiştirler ve aralarında çeşitli bağlar kurularak birleşmiştirler. Sandalyenin atomları düşünemediği gibi, beyninizdeki atomlar da düşünemezler.
Atomlardan oluşan yapıların düşünememesinden yola çıkarak, hiçbir atomik yapının düşünemeyeceğine ulaşmak felsefi niteliği gerçekten düşük bir argümana benzemektedir. Eskiden ateizmin ateşli savunucularından olan yeni deist Anthony Flew de garip bir şekilde bu çıkarım yöntemine başvurduğu için kendisinden de söz etmek istedik. Flew, “Mevcut deneylerimiz üzerinde düşünürken isterseniz bir düşünce deneyi gerçekleştirelim. Bir an için önünüzde mermer bir masa olduğunu düşünün. Bir trilyon yıl veya sonsuz zaman geçse bile bu masanın birdenbire ya da yavaş yavaş sizin gibi bilinçli, çevresinde olup bitenlerin ve kimliğinin farkında olabileceğini düşünebilir misiniz? Böyle bir şeyin gerçekleşeceğini düşünmek imkânsızdır. Aynı şey her türlü madde için geçerlidir.” (4) iddiasını, ateizm aleyhine kullanmıştır.
Elbette milyarlarca yıl geçse bile bir mermer masa düşünmeye başlamaz, bilinç sahibi olmaz (şu an için panpsişizmi göz ardı ediyoruz.) Fakat bunun sebebi, bilincin fizikötesi bir kaynaktan gelmesi değil, bilinci gerçekleştiren etkileşimlerin bir mermerde, sandalyede ve diğer olası maddesel varlıklarda görülmüyor olmasıdır. Örneğin aynı zamanda trilyonlarca yıl beklesek bir mermer masa asla sindirim yapmaya da başlayamaz. Fakat buradan sindirimin maddesel olmayan bir kaynağının olduğu sonucuna çıkabilir miyiz? Sindirim, bir canlının vücuduna aldığı besinleri öğütüp ezmesinden sonra enzimler yardımıyla yapıtaşlarına ayırma sürecini ifade eder. Bir mermer masa sindirim yapmaz, çünkü onun yapısı bu niteliği taşımaya elverişli değildir; mermer masanın ya da sandalyenin sindirim yapmamasının sebebi sindirimin fizikötesi töze sahip olması değil mermer masanın potansiyelidir. Eğer mermer masa, sindirim yapabilecek yapıya sahip olsaydı sindirim yapabilirdi. Aynı şekilde bir mermer masanın düşünememesinin ya da milyarlarca yıl beklesek bile düşünemeyecek olmasının sebebi bilincin maddesel tözün bir niteliği olmaması değil, bu niteliği oluşturacak etkileşimlere ev sahipliği yapamıyor olmasıdır. Eğer herhangi bir insanı tamamen aynı kimyasallar ve fiziksel yapıyla oluşturacak teknik gücümüz olsaydı, ona hiçbir ek nitelik eklememiş olmamıza rağmen o varlık deneyimlere sahip olurdu; çünkü bu tür bir klonun fiziksel yapısı, bilinci oluşturan etkileşimleri barındırırdı. Sonuç olarak bir mermere bakıp bilincin maddesel töze ait bir nitelik olamayacağına karar vermek hatalı bir akıl yürütme olarak görülmelidir.
Ayrıca maddesel ve fiziksel olup bilince sahip olmayan varlıklardan hareket ederek bilincin maddesel tözden kaynaklanmadığını iddia etmek, sınırlı verilerden yola çıkarak hatalı tümevarım yapmaya bir başka örnektir. “X olgusuna çok yerde rastladım o halde X’in olmadığı durumlar olanaksızdır” demek doğru bir akıl yürütme değildir. Şu ana kadar gözlemlediğimiz gezegenlerde hayatın olmadığını göz önünde bulundurup hiçbir gezegende yaşamın bulunmadığına ulaşılamaz. Gördüğümüz tüm kuğuların beyaz olması, siyah bir kuğunun gözlemlenmesini imkânsız kılmaz. Elde edilen çok sayıda ışık hızını geçemeyen maddeleri gösterip ışık hızına yakın hızlarda hareket eden parçacıklar göz ardı edilemez. Tüm bunlar hatalı tümevarım örnekleridir. Aynı şekilde maddesel tözün bilinç niteliğine sahip olmayan formlarını gösterip, bu niteliğe sahip olanları maddesel tözden soyutlamak da hatalıdır.
Ek olarak bazı tümevarımsal argümanlarda tek bir örnek yapılan akıl yürütmeyi çürütmeye yetecektir. Gerçekten de mermerin, sobanın, terliğin, taşın bilincinin olmadığını düşünmek için iyi sebeplerimizin olduğunu varsayalım. Eğer fiziksel olup aynı zamanda bilince sahip tek bir fenomene rastlarsanız bu, tümevarım yapmanızı engelleyecektir. Nitekim, bir fizikalist gerçekten de böyle bir örneğe sahip olduğunuzu savunabilir: Siz! Siz hem fiziksel hem de bilinç sahibi bir varlık olarak tümevarım yapmayı engelleyen bir örneksiniz. Elbette bu bilincin fiziksel olduğuna yönelik lehte bir delil olarak kullanılması zor bir iddiadır lakin hiç değilse fiziksel olup bilinci olmayan varlıklardan genelleme yapmayı engelleyen bir örnek olarak kullanmakta bir problem yok gibi gözükmektedir.
3. Eksiksizlik Argümanı
İddia: Bir insanı ölmeden önce de tartsanız, öldükten sonra da tartsanız onun ağırlığında bir değişim olmadığını görürsünüz. Bu kişiden hiçbir yapı eksilmemesine rağmen ne olmuştur da gülen, ağlayan, konuşan bir canlı cansıza dönmüştür? Elbette ruh, bu canlıyı terk ettiği için bu işlevler artık gerçekleşemez hale gelmiştir. Zira görüldüğü gibi maddi bir kayıp yaşanmamıştır. Ölü bir insanda da göz vardır yaşayan bir insanda da. Fakat ölü olan görmez. Çünkü gören şey ruhtur, göz değil. Ruh gidince görme de sona erdiği için gören şey maddesel olmayan ruh olmalıdır, maddesel olan göz değil.
İki varlığın morfolojik niteliklerine bakıp onların “muhakkak” aynı eğilimlere ve potansiyellere sahip olduğunu düşünmek bir argüman olarak çok sayıda problemi barındırmaktadır. Zira bir maddenin eğilimlerini belirleyen, özellikle karmaşık varlıklarda, ağırlıktan ziyade organizasyondur. Bir maddenin sırf aynı ağırlıkta olmasından yola çıkarak işlevinin gerçekleşmesi gerektiğine ulaşamayız. Bir varlık, herhangi bir maddi kayıp yaşamasa bile, maddi değişimler yüzünden nitelik kaybına ve değişimine tabii tutulabilir. Örneğin elinizin altında tuttuğunuz telefonu paramparça edip tartarsanız maddi bir kayıp olmadığını görürsünüz. Buna rağmen telefonda maddi kayıp olmadığı için onun işlevini yerine getirmesini beklemezsiniz. Çünkü her ne kadar eksilen bir madde olmasa da maddesel formda değişim yaşanmış, organizasyon farklılaşmıştır.
Benzer şekilde eşit sayıda ve aynı atomlardan oluşan glikoz ve fruktoz moleküllerini düşünün. Glikoz molekülünü değişime uğratarak, ona madde ekleyip çıkarmadan fruktoz molekülünü elde etmeniz mümkündür. Glikozda hiçbir ağırlık değişimi, maddesel ekleme/çıkarma olmamasına rağmen ondan yeni özelliklere sahip bir molekül elde edilebilmiştir. Buradan da anlayabiliriz ki önemli olan organizasyondur; herhangi bir maddi kayıp olmasa bile varlıklarda değişim yaşanabilir. Bir ateiste veya fizikaliste göre ölüm de bunlar gibi bir kimyasal yön değişimidir. Bu sebeple herhangi bir maddi kayıp olmasa bile ölü bir insan canlı bir insandan “farklıdır.” Ölünün eğilimleri, vücudundaki kimyasal denge, DNA’sındaki telomer uzunluğu, sinir sisteminin işlevi, enerjisi ve daha birçok farklı niteliği canlılardan farklıdır. Bu da gözü olmasına rağmen görmemesini, beyni olmasına rağmen düşünememesini anlaşılır kılmaktadır. Onun göremiyor olmasının sebebi organizasyonun bozulmasıdır, görmenin fizikötesi bir varlıktan kaynaklanması değil. Bir bilgisayarın organizasyonunun geri dönüşü olmayacak şekilde bozulması durumunda, her ne kadar parçalarında bir eksiklik olmasa bile çalışmaması doğaldır. Çünkü onun çalışmasını sağlayan etmenler değişime uğramıştır. Bu bilgisayarın organize olmuş sistemindeki değişim onun işlevini yapamıyor duruma getirmişse, ağırlıkta herhangi bir değişim olmasa bile o bilgisayar çalışmayabilir. “Her iki bilgisayarın da ağırlıkları aynı… Her ikisinde de ekran kartı, ana kart vs. var. Fakat biri çalışmıyor. Bu çalışmamanın sebebi bilgisayar ruhudur.” denildiğinde, bilgisayarı bilgisayar yapan şeyin sadece makro nesneler olduğu varsayıldığı için sağlam olmayan bir argüman inşa edilir. Aynı şey canlıların ölümü için de geçerlidir. Zira bir ateist, ölümü, organizasyonun muhtemelen geri dönüşü olmayacak şekilde bozulması olarak görecektir. Bu bozulma da maddi kayba gerek duymadan sağlanabilir; yaşamı sağlayan reaksiyonların belli sebeplerle yön değiştirmesi yeterli bir etkendir.
4. Hukuk ve Değer Argümanı
İddia: Ahlak, hukuk, ailevi bağlar, karşı tarafa duyulan bağlılık ve daha nicesi ancak ruh varsa mümkündür. Bilindiği gibi insan altı ayda bir bedenindeki bütün hücreleri değiştirmekte, âdeta yeni bir insan olmaktadır. Beni dünyaya getiren annemin defalarca maddi bedeni değişikliğe uğradı. Beni dünyaya getirdiği andaki vücudundan geriye hiçbir şey kalmadı, tamamen değişti. Benim annem maddi cihetiyle, beni doğurduktan altı ay sonra öldü. Eğer ruhun varlığı kabul edilmezse bu çıkmazdan nasıl çıkılır? (5) Eğer annem maddeden ibaretse ona duyulan bağ anlamsızdır, çünkü onu oluşturan her madde değişmiş ve yenilenmiştir. O halde ona olan bağlılığım ancak ruh ile mümkündür.
Kendisi teist olan John Hick, bilinçli varlıkların aynı psiko-fiziksel birliğe sahip olmalarını, onların aynı atomların sürekliliğinden oluşmasına değil de değişim içinde olan atomların aynı kod diziliminde birleşmesine bağlamıştır. (6) Eğer elinizin altında büyükçe bir ahşap bina bulunuyorsa ve bu binadan her gün 30 tane çürümüş tahta yenisi ile değiştiriliyorsa, tüm tahtalar değiştiği zaman içinde bulunduğumuz bina farklı bir bina olmaz. Bu işlem sonrasında aynı hammaddenin farklı örneklerinden oluşan aynı kod üzerine kurulu binada oturduğunuz varsayılır. Binayı oluşturan hammadde örnekleri değişmiştir, fakat bina kalıbı aynıdır; bu da binayı farklı bir yapı olmaktan kurtarır. Bizleri biz yapan şey, belirli fiziksel yapıların sürekliliği değil, üzerinde hüküm süren kodlar ve kalıplardır. Bu sebeple beni doğuran anneme hala bağlılık hissedebilirim. Belki onun yapısındaki karbon, oksijen ve hidrojen atomları değişti fakat bu değişim, eski kalıba uygun şekilde gerçekleşti.
Elinizde bir aminoasit tutuyorsanız ve bu aminoasitte bulunan her atomu, aynı cins atomun farklı örnekleriyle teker teker değiştirirseniz, elinizdeki aminoasit kodu değişmediği için kalan şey yine aminoasittir. O molekülü aminoasit yapan fiziküstü “aminoasitlik cevheri” yoktur. Bu zorunlu değildir de… Aynı şekilde karşı tarafa duyduğunuz bağlılık da ruhu gerektirmeyecektir; o kişinin fiziksel yapısında, değişim olsa bile ona bağlandığınız zaman fiziksel yapılara değil bu fiziksel yapıların oluşturduğu eğilimlere (davranışlara), hormonların ne zaman ne miktarda salgılanacağını belirleyen kalıplara (duygulara) ve benzeri fiziksel kodlara bağlanırsınız. Canlının metamorfozunda da bu tür kalıplar ve kodlar değişmediği için gerek ailevi bağlar gerek hukuki düzenler hiçbir sorun çıkarmadan işlevini yerine getirebilecektir.
5. Maddi Temas Argümanı
İddia: Bir maddenin hareket edebilmesi için ona maddesel bir dokunuş gerekir. Oysa televizyon izleyen, radyo dinleyen bir insan gülebilir, korkabilir, heyecanlanabilir. Gülen ve heyecanlanan şey maddesel bir şey olamaz çünkü maddesel bir dokunuş gerçekleşmemiştir. Bu eylemler ancak fiziküstü bir ruha ait olabilir.
Maddesel etkileşimin neden yalnızca bir insanın taşı itmesi gibi bir süreç olarak görüldüğü sorulursa, argümanın yapısındaki hata fark edilecektir. Fiziksel bir etkileşim, belirli bir kuvvetin diğer maddelere gözle görülür büyüklükte etki etmesi olarak ele alınırsa iddia anlam kazanır, fakat fiziksel etkileşim bunlarla sınırlı değildir. Televizyondaki görüntü ve sesler de bizatihi fiziksel etkilerdir. Televizyondan yayılan fotonlar gözünüze ulaşıp, gözünüzü uyarır, bu girdi retinadan sinir hücrelerine iletilir. Sinir hücreleri bu iletiyi alıp beyne iletir vs. Benzer bir süreç seslerin kulağa ulaşmasıyla da yaşanır. Sonuç olarak ortada fiziksel bir girdinin var olduğu sonucuna ulaşılabilir.
“Maddenin hareket edebilmesi için ona maddi bir temas gerekir” ifadesi de mutlaka değiştirilmeli ve “Maddenin değişmesi için onu fiziksel bir etken etkilemelidir” ifadesi koyulmalıdır. Zira kuvvetle hareket arasındaki ilişki fiziğin alt dalı olan “mekanik fizik” ile alakalıdır. Fakat fizik, alt dalı olan mekanikten ibaret değildir. Tıpkı mekanik gibi, enerjiyi ve enerjinin madde içerisinde nasıl ilerlediğini inceleyen termodinamik de fizik dalıdır ve fiziksel etkileşimleri inceler. Manyetik maddeler, manyetik alan, manyetik kuvvet ve bunların yarattığı etkileşimleri inceleyen elektromanyetizma dalı da fiziksel etkileşimleri açıklama girişimidir. Çekirdek reaksiyonlarını inceleyen nükleer fizik de fiziksel etkileşimleri ele alır. Fiziksel etkileşimler kuvvet ile hareket arasındaki ilişkiden ibaret değildir. Ayrıca yediğiniz yiyecekler, gördüğünüz olaylar, burnunuza ulaşan kek kokusu, başınıza düşen saksı gibi sayısız örnek “fiziksel etkileşim” sınıfına girecektir. Tüm bunlar zihinsel durumlarımızı muhakkak etkileyecektir. Örneğin yediğiniz yiyecekler, hormonal dengede değişim yaratabilir ve duygu değişimi yaşayabilirsiniz. Gördüğünüz olaylar beyninizde işlendiği bölüme bağlı olarak sizi ağlatabilir. Başınıza düşen saksı davranış bozukluklarına yol açabilir. Tüm bunlar fizikseldir ve bu etkileşimler dualizmden ziyade fizikalizmle uyuşmaktadır.
6. Hatıralardan Kalkan Kanıt
İddia: Bilgilerin depolanması ruhun en önemli kanıtlarından biridir. Örneğin bir şeyi hatırlamaya çalışırsınız, hatırlamayamazsınız. Daha sonra ise aklınıza geliverir. Çünkü o bilgi, ruhunuza kaydedilmiştir. Halbuki beyni açıp bakarsanız, bir et parçasından başka bir şey olmadığını görebilirsiniz. O hatırlamaya çalıştığınız şeyin orada yazılı olmadığını görürsünüz. O halde hatıralar ruhta mevcut olmalıdır.
Öncelikle herhangi bir bilginin “beyinde” olması, o bilginin beyni açtığımız zaman fiziksel bir nesne olarak bulunacağı anlamına gelmeyecektir. Beynimizi açıp üzerinde hatıraları, bilgileri vs. görmeye çalışmak zaten fizikalist bilinç teorilerini yanlış anlamaktan kaynaklanmaktadır. Bir bilginin beyinde olması; beyinde gerçekleşen fiziksel olayların o bilgileri sinirsel bağlamda “kaydettiğini” ve açığa çıkarması için sinirsel elektrik boşalmalarına ihtiyaç duyduğunu belirtir; beyni açtığımız zaman “İşte bak, hatıralar burada!” demeyi gerektirecek bir durumu belirtmez. Bu bağlamda düşünüldüğü zaman hatıralardan kalkan kanıt, ancak reforme edilmemiş indirgemeci fizikalist teoriler için geçerli olabilir. Örneğin zihnin veya bilincin maddenin temel etkileşimlerinden biri olduğunu iddia eden panpsişist teoriler için de zihnin maddi nesnelere değil de maddi süreçlere tekabül ettiğini söyleyen işlevselci teoriler için de bu iddia geçersiz gözükmektedir.
Bununla birlikte hafızanın ve hatıraların sinir hücrelerinden kaynaklandığını iddia etmek, günümüz nörobiyolojisinin bulgularıyla da uyum içerisindedir. Anıların saklanması ve bilincinde olunmayan bir anının açığa çıkması, bir dizi nöral aktivitenin gerçekleşmesini gerektirir. Beynimizin sinapslarında binlerce ayrıntılı hatıra saklanır. Herhangi bir anıyı hatırlamaya çalıştığımızda bir dizi nöron aktif hale gelir. Hatırlama süreci ilerlediği zaman bu aktifleşen nöronlar farklı bir dizi nöronun aktifleşmesine neden olur ve bu böylece devam eder. Bir düşünceye daldığınız zaman, birdenbire yanınızda arkadaşınız belirirse düşünceleriniz de arkadaşınıza doğru kayar ve bu eylem bilinçsiz bir şekilde gerçekleşir. Arkadaşınızı görmeniz beyninizin yeni girdilerle uyarılmasını ve bu uyarılma sonucunda beynin, arkadaşınızla ilgili olan nöron kodlarının ortaya çıkarılmasına neden olur. Bu süreç fiziksel bir süreçtir ve arkadaşınızı gördüğünüz zaman ona dair nöral kodların yeniden ortaya çıkması neokorteksinizin biyolojik oto-çağrışımsal sisteminden kaynaklanır. Arkadaşınızı gördükten belli bir süre sonra onunla ilgili derin anıları hatırlamanız ise, beynin nöronlarında saklanan kalıpların uyarılmasından sonra, bu uyarılan kalıpların ilgili nöronları uyarmasından kaynaklanır. (7)
Buna ek olarak günümüzde sinir hücrelerinin hareketlerini haritalayan görüntüleme teknolojilerini kullanarak beyinde gerçekleşen değişimleri izlemek olanak dâhilindedir. Bu teknolojiyi kullanarak yapılan araştırmalar da hafızanın beyinden kaynaklandığını destekler niteliktedir. Felsefi bir perspektifle bakınca belki hafızanın beyinden “kaynaklandığı” doğrudan söylenemese bile, ikisinin birbiriyle bağlantılı olduğu kaçınılmaz bir gerçek gibi görünmektedir. Scripps Araştırma Enstitüsü Florida kampüsünden bilim insanları bu teknolojik olanaklardan yararlanarak hafıza ve beyin üzerine araştırma yapmış, hafıza oluşumunun meydana geldiği bir kısım nöronun yerini saptamıştır.(8) Bazı kokuları, hafif elektrik şoku gibi kaçındırıcı olaylarla eşleştiren araştırmacılar, sinir hücrelerinin aktivasyonunu inceledikleri zaman anı oluşumunun nerede gerçekleştiğini de belirleyebilmiştir. Bu araştırmaya mukabil, beyindeki hipokampus bölgesinin hafızayla ilişkili olduğunda nörologların büyük çoğunluğu hemfikirdir.(9) Hipokampusta gerçekleşen hasarların, yeni hafıza oluşumunda büyük zorluklara neden olması da hafızanın birebir nöral aktivitelerle gerçekleştiğine dair yeterli ipucu sağlamaktadır. Nöronların sekteye uğramasından kaynaklanan bir hastalık olan Alzheimer hastalığında(10) görülen hafıza kayıplarının da en iyi açıklaması hafızanın beyindeki aktivitelerden kaynaklandığıdır. Elbette bu çalışmalar, sadece davranışlara yönelik çalışmaları ele aldığı ve öznel deneyimi tam olarak belirleyemediği için fizikalist teorileri vazgeçilmez hale getiren bir kanıt sunmaz, lakin hiç değilse hafızanın biyolojik bir fenomen olduğunu destekler.
Eldeki sinir-bilimsel bilgiler ışığında kabul edilmesi en makul görüş hafızanın, nöronların sinaptik bağlantılarında saklandığıdır. Fakat buna rağmen ne kadar uğraşırsak uğraşalım bazı hatıralarımıza ulaşamayabiliriz. Peki ya bunun sebebi hatıraların “ruh” adı verilen düşünen tözde, farklı bir cevherde bulunması mıdır? Bunun hakkında kesin konuşma haddini göstermek istemesem de bunun makul olamayacağını düşünmek için sebeplerimiz var. Bir başka yazıda bahsedeceğimiz maddi olmayan bir tözün maddi olan beyni nasıl etkilediğine yönelik zihin-beden problemi ilk problem olarak karşımıza çıkar. Lakin bunun dışında sinir sisteminin karmaşıklığı da ikinci bir cevap olacaktır. Zira korteksimizde kodlanan çok fazla bilgi bulunmaktadır ve bu sebeple belirli zaman aralıkları içerisinde bu hatıraların sınırlı bir kısmına ulaşmamız olanaklıdır. Tüm hatıralarımıza belirli bir anda, istediğimiz gibi ulaşamıyor olmamızın çok sayıda sebebi bulunabilir olsa da bu sebeplerin temelinde yatan şey, hatırlama eyleminde aktif rol oynayan sinapsların ve nöronların sınırlı sayıda olmasıdır.(11) Sonuç olarak hatıraların varlığı, bilincin fizikalist açıklamasına herhangi bir negatif etki yapmadığını söylemek mümkün.
7. Fikir Çeşitliliğine Dayalı Argüman
İddia: Herkesin beyni aynı şekilde çalışır; ama buna rağmen fikir farklılıkları vardır. İnsanlar arasındaki fikir farklılıklarının sebebi ancak insanlardaki farklı ruhlarla açıklamak mümkündür. Fikir yalnızca beynin ürünü olsaydı farklı düşünceler görmememiz gerekirdi. Sonuçta maddenin sıfatları sabit ve değişmez iken düşüncelerin farklılaşmasını beklemek anlamsızdır. Bu sebeple fikir farklılıkları ruhu kanıtlar.
Dualizme yönelik birçok argüman gibi bu argüman da hatalı öncülleri kabul ederek yola çıkar ve bu sebeple hatalı sonuçlara ulaşır. “Fikir sadece beynin bir fonksiyonu olsaydı, herkesin aynı düşünmesi gerekirdi” iddiası “Eğer insanların dış görünüşü DNA’dan kaynaklansaydı, herkes aynı görünürdü” demeye benzemektedir. Zira dış görünüş DNA’dan kaynaklanıyor olsa bile, görünüşün farklı olmasının sebebi DNA’daki görünümü oluşturan kodların birbirinden farklı olmasıdır. DNA dış görünüşün kodlarını kimyasallarla kodladığı gibi, bu görünüş farklılıklarının da sebebidir. Çünkü her DNA aynı değildir ve bunu oluşturan kodlar farklıdır. Aynı şekilde fikirler beyinden oluşuyor olsa bile buradan yola çıkarak herkeste beyin olduğunu bu sebeple herkesin aynı düşünmesi gerektiğini iddia edemeyiz. Her insanın düşüncesi beyinden kaynaklanıyor olsa bile herkesin beyni aynı çalışmıyor. Bu da farklı fikirlerin varlığına, davranış eğilimlerindeki farklılıklara sebep oluyor. Örneğin bazı insanlarda temporal lob daha baskın olduğundan dolayı, o kişi seslere ve kokulara daha duyarlı olabilir, onları daha iyi algılayabilir. Bazı insanlarda ise frontal korteks daha gelişmiş olabilir ve bu sebeple bu kişilerde neden-sonuç ilişkilerini kurma yetileri daha gelişmiş olabilir. Tüm bunlar insanların zihinsel farklılıklarının gerçekleşmesinde rol oynar.
Ayrıca insan vücudunda salgılanan salgı miktarlarında değişiklik olursa da zihinsel çeşitlilik sağlanabilir. Beynimiz kimyasallardan oldukça etkilenmektedir. Vücuda alınan kimyasal ilaçlar da beynin çeşitliliğini doğal olarak zihinsel olaylardaki çeşitliliğe sebep olacaktır. Fikirsel değişimlerin sebebi, nöronların birebir aynı çalışmıyor olmasıdır; ruha başvurmadan fikir çeşitliliği doğal yollarla açıklanabilir. Beyinleri uyaran girdiler, sinir sisteminin ilk durumu, nöronların karmaşıklığından yola çıkan kelebek etkisi (küçük farklılıkların büyük değişimlere yol açması), kimyasal salgı farklılıkları, sayılamayacak kadar çok çevresel etmen zihinsel yetilerin de farklılıklarına sebep olacaktır. Fikirlerin beyinden kaynaklanması durumunda, herkesin aynı şeyleri düşünmesi gerektiğini söylemek; bilgisayarların aynı temel üzerine kurulu olmalarından yola çıkarak her bilgisayarı açtığımızda aynı şeyleri görmemiz gerektiğini söylemeye benzer. Fakat her bilgisayarda farklı dosyalar ve programlar olduğunu görünce sanıyorum kimse şaşırıp bunun izahını aramayacaktır.
8. Karmaşık Fiillerden Kalkan Argüman
İddia: Beyin açılsa ve parmağı oynatmakla görevli sinir uyarılsa, parmak hareket eder. Fakat bu parmak verilen uyartıyla asla bir düğmeyi ilikleyemez. Çünkü düğmeyi iliklemek kompleks bir harekettir ve hiçbir siniri tahrik etmekle bu eylem gerçekleştirilemez. Buradan anlayabiliriz ki parmağa düğmeyi ilikleten, bedendeki karmaşık hareketlerde sorumlu olan şey maddesel bedenle sınırlı olamaz. O halde fizik üstü bir cevher olmalıdır ki bu cevhere bizler ruh diyoruz.
Bir sinir hücresini uyardığımız zaman, onun yalnızca parmağı hareket ettirmesi fakat bir düğmeyi ilikleyememesi, sinir hücrelerini uyarma şeklinden kaynaklanır. Bir sinir hücresini uyardığımızda parmak hareket ediyorsa fakat düğme ilikleme gibi karmaşık fiiller gerçekleşmiyorsa bunun sebebi sinir hücrelerini yeterli bir bilgi sistemini kullanmadan uyarmamızdan kaynaklanır. Eğer beyne gönderilen girdi, bütün hücresel dinamikleri işin içine katarak, kapsamlı ve yeterli düzeyde olan yöntemlerle gönderilmiş olsaydı, düğmeyi kişiye ilikletebilirdik. Fakat bizler bir sinir hücresini uyardığımızda karmaşık sinirsel aktiviteleri, hücresel dinamikleri, detaylı sebep-sonuç ilişkilerini hesaba katmayız. Bunu yapmış olmamız durumunda kişinin düğmeyi ilikleyeceğine dair teorik açıdan hiçbir engel bulunmamaktadır.
Buna ek olarak, bir sinir hücresine gönderilen uyartı sadece elektriktir. Oysa sinapsların birbirini etkilemesi ve birbirlerini aktif hale getirmesi “nörotransmitter” olarak anılan kimyasallar aracılığıyla gerçekleşir. Sinir sistemi boyunca sinirsel sinyaller bu kimyasal taşıyıcılar yardımıyla iletilir. Normal şartlar altında düğmeyi ilikleyen sinapsların, düğmeyi iliklemesini aktif hale getiren uyartı, bu kimyasallar aracılığıyla sinir hücrelerini etkileyecektir. Bizlerin yollamış olduğu uyartıysa nörotransmitter maddeyi içermez bile. Sonuç olarak diyebiliriz ki bizim dışarıdan verdiğimiz uyartının karmaşık fiillere neden olamamasından yola çıkarak, o karmaşık fiilin fiziksel sebeplerden kaynaklanmadığını göstermez. Kaldı ki fiziksel bağlantıyı kesmemiz durumunda ruhun düğmeyi ilikleyemecek olması da dualizmin bu eleştirisini anlamsız kılacaktır.
Bununla birlikte, teknik yetersizliklerden kaynaklanan çok sayıda fiziksel olay için buna benzer bir argüman kurmak mümkündür. Örneğin “Yalnızca kum, toprak, taş kullanarak bir kum tepesi oluşturabilirsin fakat bir dağ oluşturamazsın. O halde dağı dağ yapan şey fizik üstü süreçler olmalıdır.” demek kesinlikle rasyonel bir akıl yürütme olmayacaktır çünkü teknik olanaksızlıklarımızı temel alarak hatalı bir argüman üretir. Şu an için taş, toprak ve dağı oluşturan yapıları kullanarak dağ oluşturamayız, fakat bu demek değildir ki yeterli teknik şartlar gerçekleştiğinde dağ oluşturmamız olanaksızdır. Elbette oluşabilir. Eğer yeterli basıncı, jeolojik hareketleri, yeterli ısıyı kullanacak teknik desteğimiz olsaydı dağ yapmamızın önünde herhangi bir olanaksızlık kalmazdı. Aynısı, sinir hücrelerini uyararak düğme ilikleme gibi karmaşık hareketler için de geçerlidir. Eğer bu hareketleri sağlayan sinirsel uyartıyı oluşturacak teknik olanaklara sahip olsaydık elbette bir canlıya gönderdiğimiz uyartılarla ona karmaşık hareketler yaptırabilirdik. Salt sinirsel uyartılarla kişiyi mükemmel bir dansçı bile yapabilirdik. Fakat yeterli teknik donanıma sahip değiliz, o kadar.
9. Soyutluk Argümanı
İddia: Bir imgelem kurun ve tüm atomlarınızı, etlerinizi vs. maddesel her şeyinizi bir yerde topladığınızı düşünün. Gözlerinizi, saçlarınızı, derinizi ve diğer tüm maddesel formlarınızı sırasıyla aynı yerde topladığınızı düşünün. Bu toplanan parçalar arasında aşk, sevgi, nefret, duygular ve diğer soyut şeyleri göremezsiniz. Bunlar maddesel bedene ait şeyler olsaydı maddesel parçalarınızı bir yerde topladığınızda duyguları da görmeyi beklerdiniz. Fakat bunu gerçekleştirmediğinize göre tüm bu bahsedilen yetiler madde üstü bir cevhere ait olmalıdır.
Sanıyorum ki bu eleştiri bilincin fiziksel açıklamasının yanlış anlaşılmasından kaynaklanır. Zira bu eleştiri de temelinde bilincin indirgenemezliğine dayanır. Fakat bilincin fiziksel tözden kaynaklandığı söylenirken, yalnızca bilincin fiziksel tözün bir niteliği olduğu söylenmeye çalışılır. Madde fiziksel tözün farklı bir niteliğidir, kütle farklı bir niteliğidir, elektriksel faaliyetler farklı bir niteliğidir, çekirdek içi nükleer etkileşimler farklı bir niteliğidir… Şayet fizikalizm doğru ise hepsi de temelde fiziksel süreçlerden kaynaklanır. Fakat bu demek değildir ki tüm fiziksel tözler madde olmak ve kütle sahibi/hacim sahibi zorundadır.
Daha önce de denildiği gibi bilinç, su gibi oksijen gibi bir varlık olarak değil, sıvılık gibi, yanma gibi bir süreci ve etkileşimi ifade eder. Kısaca beyindeki belirli fiziksel etkileşimleri bir tarafa ayırdığımız anda, doğal olarak bilinç hallerini de bir tarafa ayırmış oluruz. Daha önce sunmuş olduğum örneği bu argümana yorumlarsam şunu diyebilirim: Bir şişe su içerisindeki H2O moleküllerini teker teker ayırdığımız zaman “sıvı” bir şeye rastlamayız. Teker teker moleküller ayrıldığında sıvılık özelliğinin görülmemesinin sebebi sıvılığın, moleküller arasındaki etkileşimden kaynaklanan bir nitelik olmasıdır. Eğer belirli miktarda H2O molekülünü ayırırsanız, onlara hiçbir şey eklemeden “sıvılık” özelliğini de ayırmış olursunuz. Bir su bardağının içindeki tüm maddeleri ayırdığınızda sıvılığı göremiyor olmanızın sebebi sıvılığın belirli maddelerin etkileşiminin sonucu olarak oluşmasıdır; onun fiziksel olmaması değil. Aynı şey bilinç için de düşünülebilir. Her ne kadar duygular, hisler ve düşünceler maddi bir varlığa bürünmemiş olsalar da fizikseldirler. Bu ise akıl yürütmenin yetersizliğini gösterir.
10. Beden Dışı Deneyimler
İddia: Beden dışı deneyimler fiziksel süreçlerle açıklanamaz. Astral seyahat, ölümden dönme deneyimleri, hayalet şeklinde görülen ruhları fiziksel süreçlerle açıklayamazsınız. Bunlar ancak ve ancak fizik üstü bir töz olan ruhla açıklanabilir.
Ölümden dönme deneyimleri gibi beden dışı deneyimler insanlar tarafından sıkça anlatılagelen, kimi anlatıları oldukça tarafsız görülen, yalan söylemesini bekleyemeyeceğimiz kişiler tarafından da yaşandığı iddia edilen tecrübelerdendir. Örneğin Melen Benedict 1982 yılında ölümden dönme deneyimi yaşadığını ifade etmiştir:
“1982 yılında kanserden dolayı öldüm. Ameliyat edilemeyecek durumdaydım ve bana verilecek her kemoterapik ilaç beni daha çok bitkiselleştirecekti. 6-8 ay ömrüm kaldığı söyleniyordu. (…) Bir gün sabah saat 4.30’da uyandığımı hatırlıyorum ve artık biliyordum ki bugün o gündür. Bugün ölecektim. Bazı arkadaşları çağırdım ve onlarla vedalaştım. Uyanıp hasta bakıcımı çağırdım ve onunla özel bir anlaşma yaptım; öldüğüm zaman vücudumu 6 saat yalnız bırakacaktı. Bunu istemekteki nedenim öldüğüm zaman birçok ilginç olaylar olduğunu çeşitli kaynaklarda okumuş olmamdı. Tekrar uykuya daldım. Ondan sonra hatırladıklarım tipik bir ölümden dönme deneyiminin başladığıdır. Aniden tam farkındalığa ulaştım ve ayağa kalktım, fakat vücudum yataktaydı. Etrafımda bir çeşit karanlık vardı. Vücudumun dışında olmam olağan deneyimlerden çok daha canlı idi. O kadar canlı idi ki evdeki tüm odaları görebiliyordum, evin damını görebiliyordum, etrafını görebiliyordum, hatta evin altını bile görebiliyordum Parlayan bir ışık vardı. Işığa doğru döndüm. Işık ölümden dönme deneyimi yaşayan diğer insanların anlattığı gibi idi. Muhteşemdi, somuttu, gerçekti onu hissedebiliyordunuz. Cazipti, çekiciydi; anne ve babanızın kollarına gider gibi ona gitmek isterdiniz. Işığa doğru gitmeye başladığımda sezgisel olarak biliyordum ki eğer ona ulaşırsam artık ölecektim. İşte bu nedenle ışığa doğru gitmeye devam ederken ‘lütfen bir dakika bekle, sadece bir an için orada dur’ dedim. Bana büyük bir sürpriz olarak tüm deneyim aniden durdu. Siz aslında ölümden dönme deneyiminin tam kontrolüne sahipsiniz. Bir lunapark treninin üzerinde kaymıyorsunuz. Talebim onurlandırıldı ve ışıkla bir miktar diyalog yaptım. Işık sürekli değişik şekiller alıyordu örneğin; İsa, Buda, Krişna, Mandalalar (kutsal şekiller), meleksi görüntüler ve işaretler.” (12)
Bu tip beden dışı deneyimler arasında bu anlatılan ilk ve tek değildir. Gerek ciddi bir hastalık sonucunda ölümle burun buruna gelen insanlar, gerek yaşamı tehlikeye atan kazalarda bu tip deneyimlerden bahsedilir. Hindulardan Yahudilere, Müslümanlardan şüphecilere/skeptiklere kadar çok sayıda insan tarafından dile getirilen bu hikâyeler dualizmi kanıtlamakta ve fizikalizmle uyuşmamakta mıdır? Bu deneyimler nasıl açıklanır?
Takdir edilecektir ki bilincin ve deneyimlerin fizikalist bir kökeni olduğunu düşünen bir kişi bu deneyimleri beynin nörokimyasıyla açıklayacaktır. Bir kişinin astral seyahatte veya ölüme yakın deneyimlerde bedeninden ayrıldığı duygusu, beynin nörokimyasını değiştiren ve algı bozukluğuna yol açan sanrılatıcı/halüsinojen ilaçlar yardımıyla ve sanrılarla yenilenebilmektedir. Bu duygunun temel sebebinde beyindeki nörokimyasal değişimler yatar. Örneğin kopuntuya yol açan ketaminler gibi anestezi ilaçları kullanılarak beden dışı deneyimler oluşturulabilir. Bununla birlikte güzelavrat otu (beladon) alkoloitleri ve atropin gibi maddeler insanın uçtuğunu sanmasına neden olur.(13) Charles Wynn ve Arthur Wiggens, beden dışı deneyimlerin beynin nörokimyasal yapısından kaynaklandığına dair olguları şu şekilde açıklıyorlar:
Bunlar, dinsel törenler sırasında, dinsel coşku, havada süzülüş ve harikulade uçuş deneyimlerini tadan Avrupalı cadılar ve Amerika yerlisi şamanlar tarafından yutulurdu. Meskalin ve LSD gibi sanrılatıcıların da çizgili oda ve spiral tünel hayalleri oluşturduğu bilinir. Parlak ışık deneyimi, ışığın retina üzerindeki etkilerine benzeyen etkiler yaratan, merkezi sinir sistemindeki uyarılarla oluşabilir. Ve karanlık bir çevrede görülen parlak bir ışık noktası bir tünel perspektifi yaratabilir. Beyni benzer biçimde nörokimyasal olarak etkileyebilen duygusal ve fiziksel koşullar, benzer deneyimlere neden olabilir. Bazı sıkıntılara yanıt olarak beyin de afyona benzer madde olan endorfinler üretilebilir. Bu doğal ağrı kesiciler, ölüm kıyısındaki deneyimlere bağlı olan huzur ve mutluluk duygularıyla aynı olan duyguları oluşturur. Acıya karşı koymak ve uzun mesafe koşucusunun koşmayı sürdürmesini sağlamak için, beynin yeterince salgıladığı endorfinler, ‘koşucu sarhoşluğu’ denilen doğal keyifli halden sorumludur. Böyle bilgiler, ölümden dönme deneyiminin nörokimyasal bir olay olduğu hipoteziyle tutarlılık içindedir. Ameliyat öncesi ve sırasında verilen lokal anestetikler değil; fakat genel anestetiklerin beyni etkiliyor olması bu hipotezi destekleyen bir olgudur. Kalp durması da beyni, alması gereken normal kan miktarından yoksun bırakarak beyin nörokimyasını etkileyebilir. Kalp durması ve anestezi gibi koşullar, beynin nörokimyasını değiştirerek, beynin, beden dışı deneyimlere karşılık gelen ölümden dönme deneyimleri ve beyin durumları (sanrılar) oluşturan kimyasallar üretmesine neden olabilir.(14)
Bununla beraber beynin, beden dışı deneyimlere dair anılar oluşturmak için birebir olduğunu da vurgulamak gerekir. Geçen yıl doğum gününüzde neler yaptığınızı düşünün. İnsanların çoğu bu sorudan sonra kendilerini doğum günü pastasını yerken gördüğünü hayal etmiştir. Oysa bu insanlardan hiçbiri doğum günlerinde kendilerini pasta yerken görmemiştir. Böyle bir anı hiçbir zaman var olmamıştır. Bu anıyı anlatan kişi adeta kendisini bedeninin dışında tecrübe eder. Kendini yemek yerken görür, kendi hareketlerini izler vs. Bu oluşturulan sahte anıların açıklama gücü şudur ki bu anılar kendini bedeninin dışında gördüren ölüme yakın deneyimler ve astral seyahat deneyimlerine benzemektedir. Beyin aldatılabilir ve kolayca aldatabilir. Fakat o kadar iyi aldatmaktadır ki gerek sahte anılar gerek beden dışı deneyimler hiç olmayacak kadar gerçekçi gözükecektir.
Peki ya beynin nörokimyasından kaynaklanan sanrılar nasıl olur da gerçekle örtüşebilir? Ölüme yakın deneyim yaşayan insanların, çevresindeki insanlara dair tasvirleri, çevresinde konuşulan olaylara dair anlatılar nasıl doğru olabilir? Öncelikle hastanın verdiği kişi tasvirleri olağan yollarla sağlanmış olabilir, örneğin deneyimden önce bahsettiği kişileri zaten görmüş olabilir veya ameliyat olacak bir hasta ameliyattan önce konuyla alakalı araştırmalar yapmış, bunun üzerine düşünmüş olabilir. Ameliyatı yapan personellere dair tasvirler, ameliyattan önce hasta ile tanışmış kişilere ait olabilir. Bununla birlikte anestezi altındayken bile duyular tamamen kapanmaz. Bu da ameliyat sırasındaki hastanın çevresinde gerçekleşen şeyleri, işlem sırasında duyumsayabileceğini gösterir. Özellikle işitme duyusu en geç kapanan duyu olduğu için kişi çevresindeki sesleri algılayabilir. Bu algılar muhtemelen bilinçli şekilde algılanan algılar olmayacaktır, fakat buna rağmen bunlar, daha sonra hatırlanabilecek anılar için potansiyel algılardır. Kişi ameliyatın nasıl yönetildiğini, çevresinde neler konuşulduğunu, yapılan küçük bir şakayı, çevrede yapılan yorumları işitebilir. Bu durum da beden dışı deneyimlere ait anlatıların gerçekle uyuşmasını açıklar.
Ayrıca beden dışı deneyimlerle ilgili söylenebilecek tek şey bunlar değildir. Anlatılan deneyimlere göre kalbi duran ve daha sonra tekrar hayata dönen insanların deneyimlerinde bazı ortak noktalar göze çarpar. Beyaz ışık görmek, tünel görmek, dini kişilikler görmek bu ortak noktaların arasında sayılabilir. Fakat asıl meselenin ortak noktalardan değil farklılıklardan bulunacağını düşünüyorum. Dikkat edilirse beyaz ışıkla beraber görülen imgeler, her insanda çeşitlilik gösteriyor. Yani her deneyim sahibi kişide görülen imge, kişinin inançlarına ve nesnelere verdiği öneme göre farklılıklar içeriyor. Beyaz ışık görmenin neredeyse her insanda ortak bir sembol olduğunu ve beyaz ışık deneyiminin bizzat beyindeki kimyasallarla oluşturulabilecek bir sanrı olduğunu söylemiştim. Yani kişisel deneyimleri ortak noktalar beynin işleyişinden kaynaklanıyor. Tüm bu imgelerin kişiden kişiye göre değişiyor olmasının en iyi açıklaması da belli bir mutlak dinin olmaması ve bu deneyimlerin beyinden kaynaklanması olacaktır. Kişisel deneyimlerin çoğu da böyledir: İsa’yı çoğunlukla Hristiyanlar görür. Aleviler dışında pek kimse rüyasına Ali’nin girdiğini dile getirmez. Diğer tüm kişisel deneyimlerin büyütülme şekli ve inancın ne olduğuyla alakalı olduğunu, deneyim hikâyelerine bakarak da anlamamız mümkün. Sonuç olarak beden dışı deneyimleri açıklayan en iyi görüş de bunların eğer fizik üstü bir tözden kaynaklanıyorsa bile dinleri yollayan bir Tanrı ile uyumsuz olduğu söylenebilir. Bu fizik üstü töz bizi niçin İbrahimi dinlerin tasvir ettiği Tanrı’ya işaret etsin ki?
Sonuç Yerine
Zihnin niteliği ve beden ile ilişkisi kesinlikle zor ve felsefi açıdan ilgi çekici bir problem gibi durmaktadır. Bu alanda Mary’nin Odası/Bilgi Argümanı, Çin Odası Düşünce Deneyi, Solan Öznellik Argümanı gibi çok sayıda nitelikli tartışma olsa da bu alan hakkında ilk düşünmeye başlayan ve çeşitli tartışma platformlarında konu hakkında fikir beyan eden kişilerin daha temel düşünce hataları genelde es geçilmektedir. Bu yazıda, aslında fizikalist kuramların o kadar kolay bir şekilde çöpe atılamayacağını, aslında dualist sezgilerin makul olamayabileceğini ve dualist eğilimlere sahip kişilerin bu alana yönelik giriş yapmasını amaçlamaya çalıştık.
İnanıyoruz ki zihin felsefesi üzerine Tanrı’nın lehine argüman getirmeye çalışacak dualistler, dualizmini karmaşık fiilleri beynin yapamayacağını iddia etmek gibi bilimin iddiası olan konulardan ziyade zihnin öznel deneyimine odaklanan bilincin zor problemine odaklanarak, argümanlarını geliştireceklerdir. Lakin bunu yaparken fizikalist kuramların da ciddiye alınır ölçüde makul fikirler ortaya attığı es geçilmemelidir.
Notlar ve Kaynakça
- Yazının devamında sunulacak olan argümanlar genelde internet sitelerinde dağılan, tartışmalarda sunulan, forum sitelerinde dolaşan, her dualist tarafından savunulduğu için popülerlik kazanan argümanlar listesini oluşturacaktır. Bu sebeple, dilden dile, kopyala-yapıştır yoluyla yayılan ve asıl kaynağını belirleyemediğim bu argümanlar için kaynak belirtilmemiştir.
- Steven Pinker, The Blank Slate-The Modern Denial of Human Nature, Penguin Books, London, 2002, s.69-72.
- Gilbert Ryle, Zihin Kavramı, çev. Sara Çelik, Doruk Yayınları, İstanbul, 2011, s.82.
- Antony Flew, Yanılmışım Tanrı Varmış, çev. Hasan Kaya, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2012, s. 168-169.
- “Ateizmi Yıkan Gerçekler: Yaratılış Delilleri-Ruh Verme Delili”, Nesl-i Cedid, YouTube, 02.10.2013, erişim tarihi 02.01.2016, https://www.youtube.com/ watch?v=zjzClXM5WkA.
- Bu fikrin detaylı savunusu için bkz. john Hick, Death and Eternal Life, Westminster john Knox Press, Louisville, 1994
- jeff Hawkins, Zekâ Beyin Nasıl Çalışır? Nasıl Düşünür?, çev. Zerrin Duran, Yakamoz Yayınları, İstanbul, 2010, s.75.
- Tamara Boto &Thierry Louis & Kantiya jindachomthong & Kees jalink & Seth M. Tomchik, “Dopaminergic Modulation of cAMP Drives Nonlinear Plasticity across the Drosophila Mushroom Body Lobes”, Current Biology, c.24, sayı 8, 2014, 822- 831’den akt. Kadir Büyükyapıcı, “Beyinde Hafıza Oluşumunu Sağlayan Nöronlar Tespit Edildi”, Gerçek Bilim, 04.04.2014, erişim tarihi 01.10.2014, http://www.gercekbilim.com/beyinde-hafiza-olusumunu-saglayan-noronlar-tespit-edildi.
- Örneğin Bkz. W. B. Scoville & B. Milner, “Loss of Recent Memory After Bilateral Hippocampal Lesions”, Journal of Nurology, Neurosurgery and Psychiatry, c.20, sayı 1, 1957, s.11-21
- M. H. Tabert & X. Liu & R. L. Doty & M. Serby & D. Zamora & G. H. Pelton & K. Marder & M. W. Albers & Y. Stern & D. P. Devanand, “A 10-Item Smell Identification Scale Related to Risk for Alzheimer’s Disease”, Annals of Neurology, c.58, sayı 1, 2005, s.155-160.
- Ayrıntılı bilgi için bkz. Hawkins, age, s.71-88.
- “Melen Thomas Benedict’in Ölümden Dönme Deneyimi”, çev. İsmail Ziya, Abuder, erişim tarihi 30.03.2016, http://aybuder.org/wp/download/Ölümdeneyimi.pdf
- Charles M. Wynn & Arthur W. Wiggins, Yanlış Yönde Kuantum Sıçramalar, çev. Aykut Kence, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 2005, s.65.
- Wyyn & Wiggins, age, s.66.
Yazar: Mehmet Mirioğlu
Site Editörü: Taner Beyter