100 yıl önce Amerika’da yaşayan bir ekonomist olsaydınız “Quarterly Journal of Economics” adlı bir dergiye üye olmuş olabilir ve Ekim 1888’de bir gün posta kutunuzda baş yazısı James Bonar tarafından yazılmış derginin son sayısını bulabilirdiniz. Baş yazının başlığı “Avusturyalı İktisatçılar ve Değer Anlayışları” idi. 100 yıl önce bu ay Avusturya iktisat okulunun ilk detaylı İngilizce açıklaması yayınlandı.
Menger ve Böhm-Bawerk’in bir hayranı olan James Bonar bu açıklamada, İngilizce konuşanlara Avusturyalıların değeri nasıl gördüklerinin, nasıl değer kavramından fiyatların ve piyasa süreçlerinin oluştuğunun ilk sistematik, ayrıntılı, metodik anlayışını aktardı. Bonar, Amerika ve İngiltere’deki okurlara, Avusturyalıların ekonomik süreçle ilgili farklı bir anlayış geliştirdiklerini görmelerine olanak sağladı. Bununla beraber, Bir Emek-Değer Teorisyeni olarak Karl Marx da dahil olmak üzere, klasik ekonomistlere, gerçek dünyayı anlamamız için ekonomik teorinin nasıl oluşturulması gerektiğine dair meydan okuyan yeni bir vizyon sundu.
Böhm-Bawerk yazılarında pozitif bir teori sunmaktan fazlasını yaptı; kendi zamanına kadar olan iktisadi literatürde uzmanlaşmış parlak bir ekonomistti ve kendi pozitif teorisini sunmadan önce karşıtlarını eleştirirdi. Hatta, Avusturyalıların sosyalistlerle olan ilk çatışmasını Böhm-Bawerk başlattı.
20. yüzyılda Avusturyalıların sosyalistlerle olan çatışmasına ilk olarak Ludwig von Mises’in yazılarıyla aşina olduk, sosyalistlere meydan okuması şuydu: planlayıcıların üretim araçlarında özel mülkiyeti ve bununla birlikte fiyat mekanizmasını yok ettikleri bir yerde merkezi planlama sistemi nasıl çalışabilirdi? Eminim çoğunuz aşinasınızdır ki Mises , özel mülkiyetin olmadığı yerde alıp satılacak bir şey olmadığını, alıp satılacak bir şey olmadığında teklif yapılacak bir şey olmadığını, teklif yapılacak bir şey olmadığında üzerinde anlaşılmış ticaret koşulları olmadığını, ticaret koşulları olmadığında fiyatların olmadığını ve fiyatlar olmayınca piyasadaki kişilerin üretim araçlarına bireyler tarafından ne kadar değer verildiğini kestiremeyeceklerinden kaynakları sınırlı olan bir toplumda bu araçların alternatif kullanımlarının ne kadar etkili ve verimli olabileceğine dair hesaplama yapılanamayacağını savundu.
Bu aslında ikinci meydan okumaydı, birincisi Böhm-Bawerk’inkiydi. Bu eleştirisini faiz teorilerinin eleştirisinin ve tarihinin bulunduğu, 1884’te Marx öldükten bir yıl sonra çıkan “Sermaye ve Faiz” kitabının birinci cildinde yaptı. Kitabında sömürü teorisi üzerine yazılan bölümünde Marx’ı ve Rodbertus adlı başka bir almanı eleştirdi.
1886’da Das Kapital’in üçüncü cildi Marx öldükten kısa bir süre sonra çıkınca eleştirisini açıklamak ve kapsamını genişletmek için fırsat buldu. Böhm-Bawerk’ten Alman bir iktisatçı onuruna yazılacak bir kitaba katkıda bulunması istendi. Katkısı “Marx ve Marksist Sistemin Bitişi” adlı 100 sayfalık bir monografiydi. Burada ikinci ve üçüncü cildi inceledikten sonra eleştirisini güncellemeyi denedi ve Marx’ın sisteminde çözülemez problemler olduğunu gösterdi.
İlginç olan şey ise, Marx’ın sosyal sistemine, ekonomik sistemine ve sosyal düzen anlayışına bakıldığında, çoğu Marx savunucusunun onun sömürü teorisini, onun yabancılaşma teorisini, onun üstyapı kavramını, Leninist yorumuyla piyasaların emperyalist bir biçimde ele geçirilmesini sunarlar. Ancak bugün geçiştirdikleri, Marx’ı sunarken çok az ilgilendikleri bir şey var ve bu da “Emek-Değer Teorisi”dir. Genellikle bu kavrama pek az zaman ayırırlar, üstünkörü geçerler, Marx’ın sisteminin önemli bir parçası olduğunu söyleyip, bu konuyu geçiştirmekle yetinirler. Marx’ın kapitalist düzenle ilgili diğer eleştirilerini anlatmaya devam ederler. Bu, 20. yüzyılın başındaki anlayışa, Emek-Değer Teorisinin Marx’ın sisteminin merkezinde olmasına ters düşen bir tavırdır. Kapitalizmin özünde sömürgeci bir sistem olduğunu açıklayabilmek için yapılabilecek bilimsel analizin sadece Emek-Değer Teorisi ile mümkün olduğu öne sürülmekteydi. Peki, neden Emek-Değer Teorisi artık arka planda? Neden tartışmanın merkezinde olan bir kavram yerine üzerinden hızlıca geçilen bir utanç kaynağına dönüşmüştür? Bunun nedeninin Böhm-Bawerk’in 100 yıl önce yaptığı eleştirisi olduğunu öne sürmek istiyorum.
Bu eleştiride Böhm-Bawerk Emek-Değer Teorisinin mantığı ve gerçek piyasaların ampirik süreciyle olan tutarsızlığı ile ilgili sorular sordu. Marx’ın eleştirilerini anlamadan önce, Marx’ın sisteminin kendisini özetleyelim.
Marx birinci cildi hiçbir metanın kullanım değeri olmadığı sürece, biri tarafından bir amaç için istenmediği sürece değişim değeri olamayacağını vurgulayarak başlar. Başka bir deyişle, kullanım değeri yoksa değişim değeri olamaz. Bir metanın değişim değeri olması için kullanım değeri olması yeterli değildir der, metalar arası değişim değerlerinin nereden türediğini anlamak için kullanışlılığı dışında başka bir şeyi bulmamız gerektiğini savunur. Kullanım değerinin nitel ve doğasının çeşitli olduğunu, bu yüzden karşılaştırma yapılamayacağını, değerlendirmek için bakılabilecek bir ortak payda olmadığını söyler. Kullanım çok çeşitli olduğu için metalarda bunun haricinde ortak olan özellikleri bulmamız gerektiğini belirtir. Bunu sorguladığımızda, tüm metaların ortak özelliğinin hepsinin emek tarafından üretildiği olduğudur. Bu sebeple metaların kullanım özelliklerinden soyutlanmamız ve daha genel özelliği olan, hepsinin bir miktar emeğin sonucu olduğuna odaklanmamız gerekir. Sadece emeğin metaların üretimindeki fiziksel biri girdi olarak anladığımızda dönüp neden kullanışlı şeylerin piyasada değişim değeri olduğunu anlayabiliriz. Bu nedenle Marx tüm metalar arasında bir ortak payda arayışındadır ve bulduğu özellik tüm metaların emek tarafından üretilmiş olmasıdır.
Hangi tür emek? Marx, metaların bazı amaçlar için kullanışlı yapan somut özelliklerinden arındırıyorsak, bunların üretiminde kullanılan somut emek tiplerini de arındırmamız gerektiğini ve emeği soyut bir biçimde emek miktarı olarak anlamamız gerektiğini savunur. Buradan da metaların spesifik formlarında değerini belirleyen şeyin, genel özellikleri olan soyut tip bir emeğin sonucu üretilmiş olmaları sonucuna ulaşır. Peki bir meta üzerinde harcanmış emek miktarını ve metaların birbiriyle olan değer ilişkisini nasıl ölçebiliriz? Marx ölçüm biriminin üretim için gerekli olan emek süresi olduğunu söyler.
Bununla birlikte Marx, somut emek süresinin değil, “toplumsal olarak gerekli emek miktarı” yani bir malı üretmek için normal üretim koşullarında ve söz konusu zamanda mevcut olan ortalama derecede yeteneğe göre gereken emek miktarının kullanılması gerektiğini vurgular. Sınıfın ortalaması olarak belirlenmiş bu değerler emeğin ölçü birimini belirler. Bir metaya harcanan toplumsal olarak gerekli emek miktarı, yani süresi başka bir soruya yol açar. Emekler arasında büyük miktarda tip ve kalite farklılıkları, vasıflı ve yalın, kompleks ve basit emek olduğu gerçeğiyle nasıl başa çıkarız? Marx bunun önemli bir sorun olmadığını söyler. Vasıflı emeğin, yalın emeğin sadece bir katı olduğunun farkına varmamız gerekir; örneğin bir doktorun emeği kazı yapan basit bir işçinin emeğinin on katıdır.
Bundan sonra Marx, bu temel konseptlerle daha soyut olan toplumsal olarak gerekli emek miktarı ilkesinde vasıflı emeğin, yalın emeğin bir katı olduğunu rahatça anlayabileceğimizi ve bireylerin, metaları emek değerleri cinsinden takas ettiklerini kolayca görebileceğimizi söyler. Bu da onu, işçi ve içinde yaşadığı sosyal sistem arasındaki ilişki anlayışına götürür. Sonrasında da “gerekli emek” ve “artı emek” arasındaki farka değinir.
“Gerekli emek” bir bireyin, kendisi ve ailesinin hayatını sürdürebilmesini sağlayacak kadar yeterli meta üretimi ya da yeterli ürün değeri için harcaması gereken emek miktarıdır. Artı emek ise, emek sahibinin kendi hayatını sürdürmek için gereken miktardan daha fazla meta veya meta değeri üretmek üzere fazladan harcanan emektir ki, bu da Marx’ı kendi sömürü konseptine götürür. Kapitalist bir sistemde işçilerin hayatta kalmak için gerekli olan üretim araçlarına doğrudan erişimi olmadığını, bu araçların üretim araçları sahiplerinin ellerinde tekelleştiğini ve işçilerin üretim araçlarının sahiplerine gidip, hayatlarını sürdürebilmek üzere yapmaları zorunlu olan işi yapmak için gerekli olan araçlara ulaşabilme amacıyla araç sahipleriyle pazarlık yapması gerektiğini söyler. Marx’ın sömürü konsepti tam da burada devreye girer.
Kapitalistin üretim araçları üzerinde tekel kontrolü olduğu için, istenilen şartlarda çalışılmadığı takdirde işçileri üretim araçlarına erişimi izin vermemekle tehdit ederek, emekçiyi yaşaması için gerekli olandan daha fazla çalışmaya zorlama ve bu artı emek için bireye para ödememe gücüne sahip olduğunu söyler. Başka bir deyişle, işçiye sadece hayatını devam ettirebilmesi için gerekli olan miktar kadar para ödenir, değerin geri kalanı üretim araçları sahiplerine gider.
Marx bu metotla işçilerin sömürüldüğünü söyler. İşçi ürettiği değerin sadece bir parçasını ücret olarak alır ve sırf üretim aracı sahibi olmak bu sahiplere çaba sarf etmeden yaşama fırsatı tanır, bu da sistemin adaletsizliğini gösterir.
Marx sonra ekonomik sistemin çalışma şeklini analiz etmeye çalışır, bir yandan Emek-Değer Teorisini baz alarak metaların emek değerlerine göre takas edilmesi gerektiğini savunur ama öbür yandan piyasada her zaman bunun doğru olmadığını hatta kapitalist bir ekonomide bunun genel olarak doğru olmadığının farkına varır. Fark ettiği başka bir şey ise metaların artı değer yüzdeleri türünden değil, kâr oranlarının eşitlenmesi ile takas edildiğidir ve bunu bir anomali olarak görür; ama neden? Marx bir kapitalistin ya da üreticinin kullandığı sermayenin iki tür olduğunu söyler, bu türler “değişen sermaye” ve “değişmeyen sermaye”dir . Değişmeyen sermaye kapitalistin diğer üreticilerden satın aldığı sermaye teçhizatıdır, değişen sermaye ise herhangi bir verimli iş amacıyla bu teçhizatla uğraşması için işe aldığı emek miktarıdır. Marx kapitalistin değişmeyen sermaye için tam değerini ödediğini söyler. Neden tam değerini öder? Bunun nedeni metaların tam değerlerinde takas edildiği beklentisidir. Bir üretici olarak teçhizatını başka bir kapitalistten almıştır, bu diğer kapitalist kendi işçilerini sömürmüştür ama sattığı ürün için başka kapitalistlerden tam emek değerinin fiyatını ister ve bu yüzden satılan teçhizattan bir sömürü kazancı yoktur. Artı değerin tek kaynağı üretim araçlarıyla çalışması için iş verdiği ve ürettiği değerin bir kısmını kapitalistin aldığı işçilerdir. Marx burada bir anomali olduğunu gösterir; bu anomali ise bir endüstrideki birçok şirketin aynı artı değeri ama farklı kâr oranları olduğu bir durumun mümkün olmasıdır. Marx piyasanın getiri oranlarını eşitleme eğiliminde olduğunun farkındadır, bu eğilim metaların değerlerini belirleyen emek teorisiyle aynı anda nasıl var olabilir?
Marx’a göre, aynı artı değer varken farklı kâr oranları olabilmesinin nedeni, artı değerin sadece yatırılmış değişen sermayenin artanının yüzdesi olmasıdır. Başka bir deyişle, bir işçinin geçimi için gereken miktar 20 ise ve 40 üretiyorsa, artı değer %100’dür. Buna karşın kâr, sadece artı değer değil, değişmeyen ve değişen olmak üzere tüm yatırılan sermayeye göre hesaplanır. Değişmeyen sermaye oranı ne kadar fazlaysa, toplam yatırımdan elde edilen kâr o kadar düşük olur. Marx bunun üstesinden nasıl gelmeye çalışır? Rekabetin bunu halledeceğini söyler. Rekabetin, kapitalistlerin ürettiği mal çeşitlerini değiştirip, farklı üretim dallarına yönlendirerek aynı kâr oranlarına sahip olmasını sağlayacağını söyler ama bu metaların emek girdilerine göre takas edilmesini iddia eden Emek-Değer Teorisiyle nasıl uyuşabilir? Marx bunu piyasanın “üretim fiyatları” yaratarak hallettiğini savunur ve piyasanın şunu yapacağını söyler: piyasa tüm sektörlerdeki artı değer oranının ortalamasını alır. Değişmeyen sermaye ortalaması hesaplandığında, ortalama artı sermayeyi buluruz bu da bize ortalama artı değer oranını verir ve piyasa rekabet ile bunun eşitlenmesini sağlar. Buna Böhm-Bawerk’in eleştirisine baktığımızda geri döneceğiz. Marx bunu birçok nümerik örnekle savunmaya çalıştı ama özet olarak açıklaması şudur, değerin kaynağı emektir, emek bazlı metalar emek girdilerine göre takas edilmelidir, emek girdisi ise toplumsal olarak gerekli emekle ölçülür, kompleks emek basit emeğe indirgenir ve piyasada artı değer oranı ve kâr oranı arasında anomaliler olsa da piyasa rekabet ile getirilerin ortalamasını alır ve metalar doğrudan olarak emek değerlerinde takas edilmese de dolaylı olarak edilmesini garanti eder.
Böhm-Bawerk buna iki eleştiriyle yaklaşmak ister: Birincisi, Marx’ın teorisi gerçeklerle uyumlu mudur? İkincisi, değer teorisinin temeli nedir? Bunu anlatmadan önce Böhm-Bawerk’in farklı yaklaşımından bahsetmek isterim. Böhm-Bawerk, Marx eleştirisi, değer ve fiyat hakkında uzun bir bölümü olan, “The Positive Theory of Capital” adlı kitabında piyasa fenomenlerini incelerken göz önünde tutulması gereken 2 başlangıç prensibi olduğunu söyler; bunlar “metodolojik bireycilik” ve “metodolojik sübjektivizm”dir.
Metodolojik bireycilik der ki, eğer sosyal fenomenlerin doğasını, yapısını ve ortaya çıkışını anlamak istiyorsak tüm sosyal fenomenlerin ortaya çıkma nedeninin bileşenleriyle başlamalıyız, bu da toplumu oluşturan bireylerdir. Eylem yapanlar, karar verenler, seçim yapanlar bireylerdir, Böhm-Bawerk açıkça tüm ekonomik sürecin insan ve amaçlarıyla başladığını, metaların değerlendirmelerinin bunlardan ortaya çıktığını ve eylemlerinin piyasa fenomenini yarattığını söyler. Metaların değerinin olmasının, sadece bireyler aktör oldukları için değil, tam olarak aktörlerin sosyal dünyada oluşan her şeyi değerlendirmelerine, karar vermelerine, anlamalarına, belirlemelerine, algılamalarına bağlı olarak gerçekleştiğini ifade eder. Başka bir deyişle eğer sosyal fenomenleri, özellikle de ekonomik fenomenleri anlamak istiyorsak eylem yapanın bakış açısından bakmalıyız. Böhm-Bawerk’e göre, metaları eylemcinin algıladığı kullanım değerinin özelliklerinden soyutlamamalıyız, tam olarak bu somut niteliklerinden dolayı bireyler metalara değer biçer ve onu yaratmak için çeşitli verimli aktiviteler yapar.
Bu yüzden, bireyle ve onun kendi değerlendirmeleriyle başlamalıyız ve kullanım değerinden soyutlaşmayıp bireyin zihnindeki ürünü elde etme nedeni olan spesifik amaçlar biçiminde düşünmeliyiz
Bunun üstüne, Böhm-Bawerk Marx’ın değer teorisine bakmaya başlar. Böhm-Bawerk’n ilk olarak söylediği şudur; Marx metaların değer temelinin ne olduğunu tuhaf bir tarzla anlamaya çalışarak yola çıkmış ve bu tuhaf tarzla metaları tam olarak öyle bir şekilde tanımlamıştır ki, kendi analizinde sadece emeğin ortak payda olabileceği ön kabulünden başka bir şeye yer bırakmamıştır. Mesela Marx, bize doğa tarafından bahşedilen ve değerli olan şeylerden veya tekrardan üretilemeyen metalardan söz etmez. Böylece Marx tam olarak istediği sonucu elde etmeyi garantileyecektir, çünkü metaları öyle tanımlar ki, tüm metaları tek bir ortak paydaya indirgediğinde, kalan tek ortak payda aradığı şey olacaktır.
Aynı problem vasıflı emeğin yalın emeğe indirgenmesinde de ortaya çıkar. Metalar nasıl somut amaçlar ve kullanışlılık bazında bireyler tarafından değerlendiriliyorsa, emek de aynı şekilde değerlendirilir. Soyut bir emek kavramıyla ilgilenmeyiz, belirli tür, kalite, özellik ve yeteneklere sahip emekle ilgileniriz çünkü bu tip emekler sayesinde arzuladığımız ürünleri yaratırız.
Ayrıca döngüsel bir akıl yürütme de mevcuttur. Marx vasıflı emeğin, yalın emeğin sadece bir katı olduğunu savunur, peki bunu nasıl kanıtlar? “Piyasaya bakın” der.
Vasıflı emekçiye, yalın emekçiye sunulan maaşın birkaç katı sunulur, vasıflı emeğin piyasa değerinin yalın emeğin değerinin katı olması, vasıflı emeğin yalın emeği katı olduğunu gösterir.
Başka bir deyişle, yalın emeğin nasıl vasıflı emeğe katlandığını gösterip, neden piyasanın ücret farklılıkları türettiğini analiz etmek yerine kanıtlayacağı şeyi varsayar. İş karşılığı alınan ücretlerin farklılığının varlığı ve ne kadar olduğu öncülünü doğruladığını söyler.
Böhm-Bawerk, Marx’ın değer teorisi, artı değer teorisi ve kâr oranlarının eşitlenmesinin tutarsızlığının analizine karşıt olarak fikirlerini şöyle ortaya koyar: Marx’ın metodolojik bütüncüllükten muzdarip olduğunu söyler. Marx kendi zihninin ürünü olan soyut bir kavramı, gerçek dünyayı anlamak için kullanılabilen teorik bir yapının ifadesi olduğunu zanneder.
Böhm-Bawerk neden bunu ileri sürmüştür? Marx endüstriler arası kâr oranlarının eşitlenişini açıklamaya çalışırken şuna benzer bir şey söyler:
Ekonominin tek bir şirket olduğunu hayal edelim ve her bölümün sahip olduğu getirilerin ortalamasını alalım, bunu hesapladıktan sonra getiri, eşit orantıda ekonominin her bölüme geri dağıtılır ve böylece her sektörün getirisi eşitlenmiş olur
Böhm-Bawerk’in cevabı ekonominin yekpare bir birim olmadığıdır. Tekil parçaların davranışlarıyla, ekonomi tek bir tek bir şirketmiş gibi bir planlamacının her bölümün ne kadar kazandığını hesaplaması, ortalamasını bulması sonra da bileşen parçalarına dağıtması arasında bir bağ olmadığını söyler. Rekabetin ekonomideki sektörler arasında kâr oranlarını nasıl eşitlediğini açıklamak yerine Marx, ekonomi istediği şekilde işleseydi nasıl çalışacağının yapısını kurmuştur zihninde. Bu rekabete ya da teşviklere bireylerin nasıl cevap verdiğinin ve kaynakları çeşitli şekilde yönlendirdiğinin teorisi değil Marx’ın istediği sonuca ulaşmak için yarattığı bir yapıdır. Marx rekabetin istediği şekilde çalışıp çalışmadığını görmek için basit bir metot uygulayabilirdi. Bu metot ise, herhangi bir bireyin var olan amaç ve fırsatlara göre kısıtlı imkanlar altında nasıl davranacağına dair içgözlemsel unsurla başlamaktır.
Böhm-Bawerk eski terminolojiyi kullanarak, sosyal analist olan her bireyin kendi zihninde sınırlı kaynaklar, arzuları ve kâr fırsatlarıyla karşı karşıya geldiğinde nasıl davranacağını hayal etme psikolojik metodunu takip edebileceğini söyler.
Marx’ın sırt çevirdiği bu yöntem, farklı sektörler arası getiri eşitliği, kaynakların sektörler arası düzenlenmesi ve dağılımını açıklayan bir piyasa teorisi için tek makul zemindir. Diğer klasik ekonomistler gibi Marx, talebi görmezden gelinemeyecek bir element olduğunu fark etmiş ama daha detaylı bir şekilde incelememeyi tercih etmiştir.
Son olarak Böhm-Bawerk, Marx’ın kâr ile faizi karıştırdığını söyler. Marx’ın karıştırdığı şey geçici olanla kalıcı olandır. Marx sunları sorar: “Bir üretici nasıl bir takım işçiyi işe alır, onlara bir ücret öder, bu işçiler ham maddeleri ürüne çevirir ve iş veren bu ürünü üretim araçları için ödediği fiyattan daha yüksek bir fiyata satabilir?” Eğer iş istihdam edilen kişiler tarafından yapılıyorsa bu durum iş verenin, işçilerden çalmış olmasından başka bir şekilde nasıl açıklanabilir?
Böhm-Bawerk, Marx’ın tüm insanların karar mekanizmasının ayrılmaz önemli bir unsurunu dikkate almadığını söyler, bu unsur ise zamanın değerlendirilmesidir. Hâlihazırda var olan şeylerin ve gelecekte olacak şeylerin değerlendirmesi arasında fark vardır. İşçi, gelecekte değer kazanacak olan mallar üzerinde çalışmak karşılığında, kendi başına ürünü üretmek ya da gelirini elde edeceği zamanı ürün gelecekte hazır olana kadar ertelemek yerine mevcut malı alır. İşçi ve iş veren zamanlar arası bir takas yapar, işçi ürün satılana kadar beklememeyi seçer. İşçi, şimdiki ücret için, gelecekte ürünün satılacağı fiyattan az bir fiyata şimdi çalışmaya razıdır. Karşılığında iş veren, mevcut mallarını kullanmaktan vazgeçtiği için hak ettiği gelirle, ürünü gelecekte satma fırsatı olacağını anlayarak işçinin şimdiki geçimi için mevcut malı sunar.
Kâr geçicidir, değişen piyasa şartlarında ortaya çıkar ve rekabetin amacı onu elemektir ama faiz piyasadan ayrı tutulamaz. Faiz geçici değil, piyasadaki diğer fiyatlar gibi bir fiyattır. Özelliği ise zamanın fiyatı olmasıdır. Mevcut armutlara karşın mevcut elmaların fiyatı değil, mevcut elmalara karşın gelecekteki elmaların fiyatıdır yani zamanlar arası bir takastır. Bu yüzden, zaman ve zamanın değerlendirilmesinin insanların piyasadaki tercihini etkileyen bir faktör olmadığını söylemediğimiz sürece işçi emeği için ücret alırken ürettiği ürünün değerinden düşülmesini göz ardı edemeyiz. Böhm-Bawerk açıkça tüm eylemin geleceğe yönelik ve geleceğin bugüne kıyasla muhakemesi olduğunu belirtir.
Bana göre kimse Böhm-Bawerk’in eleştirisini aşmamıştır. Marx’ın savunucuları bu problemlerin etrafından dolaşmayı denediler. “Marx gerçekten bunu demek istemedi”, “piyasadaki değişim değerlerini açıklamaya çalışmıyordu”, “Emek-Değer Teorisi için başka amaçları vardı” gibi savunmalar sundular. Marx’ın, Das Kapital’de Emek-Değer Teorisini geliştirmek için başka gayeleri olsa bile, işlevlerinden bir tanesi ekonomideki göreceli fiyatları anlamak ve açıklamak olduğu gerçeğinin etrafından dolaşmak mümkün değildir. Böhm-Bawerk’in, Marx’ın rekabetin nasıl çalıştığına dair bakışına eleştirisini anladığınızda fark edersiniz ki, rekabet ve piyasa süreçlerinin doğası böyle değildir ve Marx kendi değer Emek-Değer Teorisi bazında fiyatların ve takas oranlarının piyasada nasıl oluştuğuna dair bir teori sunmamıştır. Hatta Marx’ın ortak payda olarak kalan tek şeyin emek olmasını garantilemek için kendi savını nasıl bulandırdığını eleştirel olarak incelediğinizde, bunun sahte bir evrensel ilke olduğunu fark edersiniz; çünkü hiç de evrensel değildir. Metaların değerlendirilebileceği birçok farklı zemin vardır. Elbette, Böhm-Bawerk değerin istekler, amaçlar ve onlara göre sınırlı olan araçlar arasındaki ilişkiden kaynaklandığını savunan Avusturya okuluyla aynı fikirdedir.
Avusturyalılar sosyalistlerle 2 kere çatışmışlardır ve bu 2 çatışmanın sonucu sosyalizm ve Marksizm’in ölümüdür. 100 yıl önce Böhm-Bawerk Emek-Değer Teorisinin doğuştan hatalı ve tutarsız olduğunu ve ne piyasa sürecini ne de ürünlerin değerini anlamak için bir yol olduğunu göstermiştir. 20. Yüzyılda bu eleştiri Ludwig von Mises tarafından tamamlanmıştır. Mises, Böhm-Bawerk’in bıraktığı yerden devam ettiğinin farkındadır, eğer Mises’in “Sosyalizm” adlı kitabını okursanız görürsünüz ki Emek-Değer Teorisinin problemlerinden kısaca bahseder ve üzerinde çok durmaz çünkü Böhm-Bawerk tartışmanın bir seviyesini bitirmiştir. Mises piyasanın diğer elementlerini elediğinizde ekonominin işlemesinin imkansız olduğunu göstermiştir. Yüzyılın başında insanların aklında belli bir şey varsa o da sosyalizmin kaçınılmaz ve planlamanın geleceğin ekonomik sistemi olduğuydu. Kapitalizm ölecekti, sömürücü olduğu için istenilmemeliydi, verimsiz ve müsrifti. Merkezi planlamanın kapitalizmin verimsizliğini, istismarını, sömürüsünü değil; takdir edilen olumlu özelliklerini bulunduran metot olduğuna inanıldı. 20. yüzyılı sosyalizmin ağzımızda bıraktığı kötü tatla bitiriyoruz. 20. Yüzyıldan, Avusturya okulunun iktisadi fikirler sahnesine çıkışından 100 yıl sonra Böhm-Bawerk’in ve Mises’in katkılarıyla çıkalım isterim.
Bireylerin ürünleri değerlendirişi dışında bir değer türü yoktur ve bu değerlerin ekonomide fiyatlar ve piyasalar olmadan bireylerin iktisadi amaçlarını yansıtmalarının ve karşılıklı etkileşim sağlamalarının başka bir yolu yoktur. Bu da demektir ki, 21. Yüzyıl Avusturya okulunun domine ettiği bir yüzyıl olacaktır.
Teşekkürler.
Richard Ebeling- “Eugen von Boehm-Bawerk’s Critique of Karl Marx” (Erişim Tarihi: 08.07.2020), Erişim Kaynağı: https://mises.org/library/eugen-von-boehm-bawerks-critique-karl-marx
Çevirmen: Kaan Dişli
Çeviri Editörü: Talha Gülmez