Facebook Aldatmacası: Kim, Nasıl, Niye? – Talha Gülmez

/
1021 Okunma
Okunma süresi: 6 Dakika

Bir süredir sosyal medyayla daha entelektüel olarak ilgilenmeye başladım. Bundan kastım; sosyal medyanın işleyişi, grupları, sosyal medya içerisindeki davranışların analizi üzerine düşünmeye ve okumaya vakit ayırmaya karar verdim. Bunun temel nedeni sanırım internetle -belki de sağlıklı olmayacak kadar- haşır neşir olmam, ikincisi ise bilişsel bilimlerin ve ekonominin sosyal medya için çok güzel bir uygulama sahası olduğunu fark etmem.

Facebook’un kullanıcı kitlesini ikiye ayırabiliriz:

(1) Arkadaş listesi gerçek hayatta tanışıp oradan eklediği insanlardan oluşanlar. Elimde bir veri olmasa da Facebook profillerinin çoğunu bu grup oluşturuyordur sanıyorum, okuldaki arkadaşlarınızdan tutun ailenize kadar çoğu kullanıcı bu tarz bir kullanıcıdır. Çok aktif değillerdir, aktiflerse bile herhangi bir ayırt edici özellikleri yoktur. Burada işleyiş kısaca gerçek hayat->Facebook şeklinde.

(2) Arkadaş listesinin çoğu sanalda tanıştıği kişilerden oluşanlar. Bunlar (içine benim de dahil olduğum) grup. Sanıyorum azınlıkta. Genellikle bir arkadaşın profili veyahut dahil olunan bir Facebook grubu aracılığıyla tanışılır. Burada da işleyiş sanal->sanal. (Sanaldan tanışıp gerçek hayata geçmeyi esgeçiyorum ve bu gruba dahil ediyorum.)

Benim üzerine yoğunlaşmak istediğim grup (2) numaralı olan. İki grup arasında bariz bir epistemik asimetri var ve iki grup arasındaki davranış farklarını bununla açıklamak uçuk olmaz sanırım. (1) numaralı grubun mensuplarının birbirlerine dair bilgileri öncedendir, önce birbirlerine dair bilgiler edinirler ve sonra ekleşirler. Yani halihazırda o kişi hakkında izlenimleri, bilgileri, yargıları vardır. Bunun aksine (2)’de bilgiler sonradan oluşur ve kişiyi tanıma Facebook’ta paylaştıklarıyla ve beğenileriyle sınırlıdır.

Bu noktada bir itiraz gelebilir. Biz gerçekte tanıştıklarımızı da zamanla tanıyoruz ve bildiklerimiz karşımızdakinin paylaştığı kadar, internet üzerinden tanışanlar ile aralarında neden bir fark olsun? Makul ve cevaplanması gereken bir soru. Cevap kelimelerde değil, kelimelerin kaynağında yatıyor. Beden dilimiz bizim hakkımızda en az sözlerimiz kadar şey söyler, bir şeyi nasıl söylediğimiz, söylerkenki hareketlerimiz, sesimizin tonu gibi birçok faktör karşımızdakinin çözebileceği sinyallerdir. Bu sinyaller duyguları ve anlamları okumayı kolaylaştırdığı gibi yalan söylemeyi ya da karşımızdakini kandırmayı zorlaştırır. Reel hayatta birini kandırmadan önce kendimizi kandırmamız gerekir ve beynimiz gerçekten bunu yapacak biçimde evrilmiştir. Yine de bu kendini-kandırma eğilimimizin etkisi kısıtlıdır, zira beynimizin ardında bir yerlerde gerçeği yine de bilmekteyizdir ve sinyaller yine oradadır. İnternet fiziksel bir ortam olmadığı için bu sinyallerin çoğunu ortadan kaldırır. Birinin kişiliğini ve mesajını çözmek için sinyal verisi yetersiz kalabilmektedir, dahası bu sinyal eksikliği kandırmayı ve fabrikasyonu gerçek hayattan çok daha mümkün kılmaktadır.

Bu ne demek? Şu: (1) numaralı gruba dahil olanların kendini gösterdikleri kişilikle (self-presentation) gerçek kişiliklerinin uyuşmasını bekleyebiliriz. Robert Wilson, Samuel Gosling ve Lindsay Graham’ın Facebook üzerine araştırmalara dair literatür taramalarında çalışmaların Facebook kullanıcılarının kendilerini genel hatlarıyla doğru olarak insanlara sunduğunu gösterdiğini söyler ve şunu eklerler:

“Kullanıcı profillerinin verdiği bilgilerin dürüstlüğü kısmen arkadaşlık oluşumu sırasıyla açıklanabilir. Bireyler genellikle internet dışında arkadaş olduktan sonra Facebook arkadaşı olmaktadır. Diğer birçok sosyal medya sitesinin (Badoo, Habbo gibi) aksine Facebook ilişkisine götüren internet dışı ilişkidir, tersi değil (Lampe et al., 2006; Ross et al.,2009). Bu nedenle eğer bir kullanıcı hatalı ya da abartılmış bir bilgi paylaşırlarsa kişiyi internet dışı bağlamlardan da tanıyan online arkadaşları gerçeği söylemediğini fark edebilir.”

Bu basit bir teşvik ilişkisidir, bireylerin kendilerini olduğu gibi göstermek için nedenleri vardır. Fakat (2) için bunun geçerli olduğu söylenemez. Tam aksine, kişilerin kullanıcıya dair önbilgisinin yokluğu abartılmış bir profil sunmaya teşvik etmektedir. Kendini olabildiğince iyi göstermek ve kusurlarından söz etmemek için yeterli nedeni vardır. Kendini olduğundan daha entelektüel, birikimli, zeki, yardımsever vb. kısaca istenir göstermenin maliyeti olmadığı için (2)’de böyle davranışların çok daha sık görülebileceğini söyleyebiliriz. (Maalesef bunu desteklemek için elimde veri yok, sözüme güvenmek zorundasınız. Eğer akıl yürütmem doğruysa -ki çoğu zaman doğrudur- dediğime güvenmemek için pek neden yok sanıyorum.)

Bununla alakalı ikinci bir nokta da sosyal her alan gibi Facebook’un da rekabet alanı olduğudur. Kazanılabilecek saygınlık ve popülerlik sayısı sınırlı olduğu ve herkesin bunlara ulaşmayı hedefliğini varsayabileceğimiz için (2) içerisindeki rekabetin az önce bahsettiğimiz kendini olduğundan farklı gösterme davranışını tırmandırabileceğini söyleyebiliriz. Sizi reelden tanıyan kişi sayısı azsa ve belirli bir grup içerisinde saygınlık kazanmayı arzuluyorsanız kendinizi (a) o grubun istediği şekilde gösterebilme ve (b) olduğunuzdan daha iyi gösterebilme (bunların birbirlerini dışlamadığını ekleyelim) fırsatınız daha çok olacaktır ve rasyonel bir bireyseniz bu fırsatları seve seve kullanırsınız.

Bundan ne gibi bir sonuç çıkarılabilir? (2) numaralı gruba kullanıcılarının ekseriyetle yalancı ve şerefsiz olduğu mu? Bana göre sonuç bundan biraz daha az radikal. Evet, internette kendini olduğundan farklı gösterebilmek kolaydır, fakat baştan sona yalan söylemek doğruları söyleyip onları biraz abartmaktan çok daha zordur, hem söylediğiniz yalanları sürekli takip etmek durumundasınızdır hem de sürekli yalan üretmek zahmetlidir. Eğer şimdiye kadar söylediklerimiz doğruysa insanlar tamamen yalan bir profil oluşturmak yerine kendilerine ait bilgilerin kısmen doğru ve yer yer abartılmış, bazen de yalan/yanlış olduğu bir kendini sunuş gerçekleştirme eğilimde olmaları daha olasıdır. Yani Facebook üzerindeki davranışları kendilerini gerçekten -kısmen- isabetli olarak tanıcı niteliktedir. Tam bir düşmanlık ve suçlayıcılık hali yerine daha şüpheci yaklaşmak, ecnebilerin deyimiyle paylaşılanları “bir tutam tuzla almak” daha makul bir seçenek.

İnternette kendini yanlış tanıtma durumuna dair Elizabeth Wright et. al’in bize sunduğu önemli bir bulgu şu; internette kendini yanlış tanıtma ile psikolojik refahın doğrudan ilişkisi var. Çalışmada bireyin kendini yanlış tanıtımına etki eden iki faktör inceleniyor: Özgüven ve strateji.

Özgüven kısmı daha basit. Özgüveni yüksek kişiler kendini olduğu gibi gösterme eğilimindeyken özgüven sorunu yaşayanlar kendini yanlış tanıtmaya daha çok meyilli. Özgüven açığını diğer insanların bireyi olumlaması üzerinden kapatmaya çalışmak öngörülebilir ve anlaşılır bir davranış.

Strateji kısmı ise şöyle işliyor: İnsanların kendini tanıtma ile ilgili bazı stratejileri var, bunlardan biri diğer insanları etkilemek için kullandığımız kendini yükseltme (self-enhancement) stratejisi. Bireylerin başkalarını etkilemek için kendini yükseltme stratejilerine başvurması, kendini yanlış tanıtmayı da beraberinde getiriyor.

Kendini tanıtmaya dair bu çalışmanın sonucu da ilginç. Kendini yanlış tanıtma ile psikolojik refah arasında pozitif korelasyon olduğu ortaya çıkıyor. Depresyon, anksiyete ve stres de kendini yanlış tanıtmayla alakalı. Yani kendini yanlış tanıtma ile zihinsel/psikolojik sağlık arasında doğrudan bir ilişki kurmak mümkün.

Şimdiye kadar gördüğümüz kadarıyla kendini yanlış tanıtmanın birkaç farklı sebebi var; ama hayatlarından daha memnun kişilerin daha az diğerlerini aldatma eğiliminde olduğunu söylemek mümkün gibi geliyor. Bunun dışında yazı boyunca anlattıklarımın bize ne söylediği tartışmalı, aslında bir mesajım bile yok. Bir fenomeni anlamaya çalışıyorum, bunun yanında salt entelektüel meraktan öte kişisel hayatımla da ilişkilendirme, kendimi tanıma ve gerekli yerlerde değiştirme çabasındayım. Kişinin kendini dürüstçe incelemesi zor, fakat kendine benzeyenleri tahlil etmesi ve oradan ders çıkarması görece kolay gibime geliyor. Oradan yürüyorum.

Öncül Analitik Felsefe Dergisi, 19 Ocak 2018 tarihinde kuruldu. Sunum, söyleşi, makale, çeviri, canlı yayın gibi içerikler üreterek Analitik Felsefe’ye dair Türkçe veritabanını genişletmeye devam ediyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Ateistler Doğaüstüne İnanabilir mi? – Berat Mutluhan Seferoğlu

Sonraki Gönderi

Zamanın A Teorisi’nin Fenomenolojisi – Quentin Smith

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü