Felsefe Röportajları #19 Umut Eldem

/
213 Okunma
Okunma süresi: 7 Dakika

Felsefe Röportajları serimizin 19.’sunda Doğuş Üniversitesi’nde çalışmalarına devam Umut Eldem hocamız bizimle.


Taner Beyter (TB): Hocam öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkürler; kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Umut Eldem (UE): Merhaba, beni konuk ettiğiniz için ben teşekkür ederim. 41 yaşındayım, evliyim ve 2 yaşında bir oğlum var. Doktoramı Kant’ın vicdan kavramı ve reflektif yargı üzerine yaptım, Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde, danışmanım da Kenneth Westphal’di. Çalışma alanlarım etik, siyaset felsefesi, teknoloji felsefesi ve felsefe tarihi, özellikle de Kant, Hegel ve Heidegger diyebilirim.


(TB): Bildiğiniz gibi ülkemizde 80 civarında felsefe bölümü mevcut, ortaya konulan işlere baktığımızda akademik anlamda Türkiye’de felsefenin durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bizden filozof çıkar mı veya çıktı mı?

(UE): “Filozof çıkarmak” enteresan bir kavram esasen. Günümüzde artık klasik anlamda (Kant gibi, Descartes gibi) filozoflar çıkıyor mu emin değilim. Kıstaslarımız ve felsefe yapma biçimimiz değişti diye düşünüyorum. Bir kere eski kuşak filozoflar kendi eserlerinde başka filozoflara detaylıca yer vermiyorlardı, oysa bugün yapılan felsefenin önemli bir kısmı geçmiş felsefi metinlerin incelenmesi ve onlardan günümüz meselelerine ilişkin bazı fikirlerin çıkarsanmasına dayanıyor. Hegel gibi sistem felsefesi yapan da artık kalmadı çünkü uzmanlık alanlarında kendini göstermek ve ilgili literatürlere hâkim olmak artık imkansız. Yani Hegel doğa bilimlerinden, mantığa, sanattan tarihe, politik ekonomiden epistemolojiye kadar pek çok konuda kendi dönemi için “yetkin” sayılabilecek bir yere gelebilirken, bugün bu alanlardan birinde bile uzmanlaşabilmek için senelerinizi vermeniz gerekiyor. Bilgi birikiminin çok artmış olmasıyla ilişkili bir mesele bu.

Günümüzde isim yapmış bazı filozoflara bakınca da kitaplarının çok sattığını veya makalelerinin çok atıf aldığını görüyoruz. Dünyada bu iş biraz yüksek indeksli dergilerde yayın yapabilme ve atıf alma yarışına döndü. Bu yarışı kazanan da Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı olmuş gibi görünüyor =) Ama bu bir sistem felsefesi değil elbette, bilim felsefesi gibi belirli bir konudaki başat eserlerden birisi. O yüzden filozof çıkacaksa bile ancak belirli bir çalışma alanında çıkabilir gibi görünüyor.

Bizde bu anlamda başarılı akademisyenler var elbette ama oran olarak epey az. Literatürü takip etme ve özgün iş üretme konusunda da kat etmemiz gereken çok mesafe olduğunu düşünüyorum. Biz henüz klasik felsefe metinlerinin önemli bir kısmının iyi Türkçe çevirilerini de ortaya koyabilmiş değiliz, dolayısıyla onların hakkını verecek şekilde bir kavrayışa ve eleştiriye de henüz erişemedik gibi görünüyor. Bu önemli bir çaba, çünkü çağdaş literatürü ancak böyle yakalayabiliriz diye düşünüyorum.

Dolayısıyla meseleye filozof çıkarmak anlamında bakmıyorum ben, çünkü o iş sanki biraz geride kaldı. Daha ziyade felsefenin belirli bir alanı ile uğraşan uluslararası kamuoyunun dikkatini çekebilecek nitelikte eserler üretip üretemediğimize bakıyorum. Bunu yapabilmek için de az önce bahsettiğim eksikliği kapatmamız şart. Burada da iş yalnızca akademisyenlere düşmüyor elbette, bu çalışmaların teşvik edilmesi, yurtdışındaki konferanslara katılımların desteklenmesi (ki buradaki hem ekonomik dezavantajlar hem de vize almaya yönelik zorluklar çok büyük bir mesele), ders yüklerinin azaltılması gibi pek çok sistemsel ve ekonomik kısıtlar var, bu kısıtlar aşılmadan da nitelikli iş üretmek çok zor.   


(TB): En çok ilgilendiğiniz alanlarının teknoloji felsefesi ve etik gibi alanlar olduğunu görüyoruz. Bu alanları sizin için daha çekici kılan şeyler nelerdir?

(UE): Benim felsefeye merak salmama yol açan şey en başta siyaset idi. 2000’li yılların başında epey köşe yazısı okudum ve gündemi takip ettim. Ancak sonra gördüm ki burada bir ilke meselesi var, doğru siyasi ilkelerin neler olduğunu nasıl belirleyeceğiz? Bunlar keyfi şeyler mi yoksa nesnel mi? Sonra Platon’un Devlet’inden bir başlayayım bakayım dedim, gerisi otomatikman geldi zaten =) Etik doğrudan kendi yaşamımıza nasıl yön vereceğimiz, ahlaki ikilemler hakkında nasıl düşünmemiz gerektiği gibi pek çok soruna cevap veren bir alan. Ancak benim açımdan daha da önemlisi etik ilke ve kuralların nasıl gerekçelendirileceği meselesi. Teknoloji ise hem şu an hem de gelecekte bütün insanlık için çok belirleyici olacak, dolayısıyla orada karşılaşacağımız sorunlar üzerine ciddi olarak düşünmemiz gerekiyor ve bunu da interdisipliner bir biçimde ancak yapabiliriz. Ayrıca teknoloji üzerine düşünmek de insanın en belirleyici özelliklerinden birini düşünmek anlamına geliyor. Yani yapay zekâ çalışırken aslında insan zekasını da zorunlu olarak çalışıyor hale geliyoruz. Bir de ağırlıklı olarak Alman İdealizmi geleneğini çalıştığım için felsefenin pratiğe nasıl döküleceği hususu çok merkezi bir öneme sahip benim için.


(TB): Kant meselesine gelelim istiyoruz. Felsefe tarihinin en etkili ve belki de tartışmalı filozoflarından birinin Kant olduğu konusunda pek şüphe yok. Size göre Kant’ın projesi neydi? Kant’ın bir filozof olarak kavrayışını nasıl duyumsuyorsunuz?

(UE): Kant aynı anda pek çok proje birden yürütmeye çalıştı diye düşünüyorum. Birincisi modern bilimin epistemolojik temellerini ortaya koyma çabası elbette, bunu da Saf Aklın Eleştirisi ile yapmaya girişecek. Ancak orada politik bir proje de var, o da akıl sahibi varlıkların farklılıklarına rağmen nasıl bir arada yaşayacağı, yani kozmopolitan bir toplumsallığın nasıl kurulacağı meselesi. Bunu da hem etik hem de siyaset bakımından kategorik, zorunlu, evrensel ilkeler üzerinden temellendirmeye çalışıyor. Bu genel çerçeve bana çok makul görünüyor, aklın bir pusula işlevi görmesi şart zira bütün farklılıklarımıza rağmen iletişim kurmamızı, anlaşmamızı, iş birliği yapmamızı sağlayan yetimizin bu. Birbirimizi davranışlarımızdan sorumlu tutmamızın gerekçesi de bu. Yani ben şu dine, şu millete, şu cinsel yönelime, şu ideolojiye sahip bir insan olarak değil, akıl sahibi bir insan olarak davranışlarımdan sorumlu oluyorum. Hukukun ve hakların temelini de ahlaki yükümlülüklerimizin temelini de buradan kurmamız gerekiyor o yüzden. Ve nasıl yaşayacağımız konusunda farklı düşünsek bile her insan kendi yaşamını özgürce yaşamak ister diye düşünüyorum, yani başkasının boyunduruğu/dayatması altında değil de kendi seçtiği gibi yaşamak çok temel bir insani özellik bana kalırsa. Kant’ın savunduğu da bu zaten. Bu anlamda klasik bir aydınlanmacıya yakın düşünüyorum. Ancak tabii aydınlanma eleştirilerini de önemsemek gerekiyor, fazla soyutlayıcı ve işlevselci/ölçümcü bir akıl anlayışından sıyrılıp eleştirel ve esnek bir akıl anlayışını kurmak lazım. Karşı karşıya olduğumuz küresel sorunlar (yapay zeka, bölüşüm sorunu, iklim değişikliği vb.) da ancak ortak bir zeminde küresel bir işbirliği yoluyla çözülebilecek sorunlar. Kant’ta da böyle bir perspektif buluyoruz. Ama o perspektifi ilerletmek ve sorunlu yanlarını düzeltmek de gerekiyor. Dolayısıyla söylenmesi gereken şeyleri Kant söyledi zaten gibi bir noktada asla değilim, yapılacak çok iş var.


(TB): Hem Türkiye Kant Topluluğu hem de Pratik Felsefe Topluluğu’nun kuruluşunda yer aldınız. Bu iki oluşum hakkında okurlarımıza bilgi verir misiniz?

(UE): Elbette, Türkiye Kant Topluluğu’nun aslında ilk kuruluşunda değil de sonradan oluşturulan yönetim kurulu ve akademik kurulunda yer aldım. Burada amacımız Kant felsefesi üzerine çalışanları buluşturmak ve bu düşünceyi yaygınlaştırmak elbette. Bunun için konferanslar, konuşmalar, blog yazıları, çeviriler ve hatta kitap projeleri oluşturuyoruz. Ayrıca Kant üzerine Türkçe yazılmış olan eserlerin bir dökümünü de yapan bir ekibimiz var. Yakında Kant’ın Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi metni üzerine bir eleştirel kılavuz çıkaracağız, bu Cambridge ve Oxford’dan çıkan “critical guide” modelinde olacak ve devamı gelecek. Yukarıda sözünü ettiğim klasik metinlere dair eksikliğin giderilmesi de bizim çabamızın bir parçası diyebilirim.

Pratik Felsefe ise Boğaziçi Felsefe bölümünden arkadaşlarla kurduğumuz bir oluşum, orada da online konferanslar gerçekleştirdik ve bir de Youtube kanalımıza pratik felsefeye ilişkin içerikler üretiyoruz, Teknoloji serisi yapıyoruz şu ara, daha öncesinde kurgu eserlerin yorumuna ilişkin bir seri yaptık, iyi yaşam sorusu üzerine yaptık. Oradaki amacımız da bu meselelerin tanınması ve tartışılmasına vesile olmak diyebilirim.


(TB): Öncül Analitik Felsefe Dergisi olarak çalışmalarınızı bir süredir yakından takip ediyoruz ve dergimiz hakkında ne düşündüğünüzü merak ediyoruz açıkçası. Bize yönelik eleştiri ve tavsiyeleriniz nelerdir?

(UE): Bence Türkiye felsefe kamuoyunda çok önemli bir eksikliği tamamlıyorsunuz, Türkiye’deki felsefe bölümlerinin bir kısmı analitik felsefe ağırlıklı olsa da basılan kitaplar ve kamuoyunda felsefeye ilişkin genel algı ağırlıklı olarak kıta felsefesi geleneğine ait gibi geliyor bana. Özellikle bazı temel makalelerin ve Stanford Felsefe Ansiklopedisinden yaptığınız çevirileri yayınlamanız her seviyeden felsefe ile uğraşan kişiler için son derece önemli katkılar. Ayrıca Arda Denkel’in düşüncesine de özel bir alan açmış olmanız çok değerli. Belki akademik etkinlikleri yaygınlaştırmayı ve üniversite bölümleriyle iş birliği yapmayı deneyebilirsiniz, mesela lisansüstü öğrencilerin çalışmalarından oluşan bir konferans iyi bir fikir olabilir.



Umut Eldem’in çalışmalarına daha yakından bakmak için tıklayınız.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Immanuel Wallerstein: Kapitalizmin Yaşamı Ve Ölümü (Gregory P. Williams İle Söyleşi) – Daniel Finn

Sonraki Gönderi

Çevre Etiğindeki 3 Temel Fikir – Luke Dunne

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü