Schopenhauer’ın Yaklaşımı Orta Yaş Krizini Nasıl Aydınlatabilir? – Kieran Setiya

/
1663 Okunma
Okunma süresi: 6 Dakika

Filozoflar, 2.500 yıldan uzun bir süredir iyi yaşam üzerine düşünmelerine rağmen, orta yaş hakkında fazla bir şey söylememişlerdir. Benim için 40’a yaklaşmak, yaygın bir kriz dönemi demekti. Akademik kariyer yolundaki engelleri aştıktan sonra, kadrolu bir felsefe profesörü olduğum için şanslı olduğumu biliyordum. Fakat yine de hayatın yoğunluğu ve işlerin koşuşturmacasından şöyle bir adım geri çekilip baktığımda kendimi meraklanırken buldum, tamam peki şimdi ne olacak? Yerine bir diğerinin ve daha fazlasının geçmesi için tamamlanan projelerin bir tekrar-etme ve boşunalıktan ibaret olduğunu hissettim. X makalesini bitirip, Y sınıfına ders verirdim ve sonra da tüm bunları tekrar yapardım. Bu her şeyin değersiz göründüğü anlamına gelmiyordu. En kötü ve zayıf hissettiğim anda bile, yaptığım şeyin bir anlamı olmadığını hiç hissetmedim.

Yalnız biri değilim. Belki siz de, sizin için anlamlı ve değerli olan amaçların peşinde koşarken bir boşluk hissine kapılmışınızdır. Bu şey, hem çok tanıdık hem de felsefi olarak şaşırtıcı olan bir orta yaş krizi biçimidir. Ve önümüzdeki paradoks, başarının başarısızlık gibi görünmesidir. Herhangi bir paradoks gibi, bu da felsefi bir yaklaşım ve muamele gerektirir. Orta yaş krizinin yarattığı boşluk, kişiye hiçbir şeyin değerli görünmediği mutlak bir boşluk değilse başka nedir ki Düşünüyorum da, benim hayatımda yanlış olan şey neydi?

Bu soruya bir yanıt ararken, 19. yüzyılın pesimist filozofu Arthur Schopenhauer’u buldum. Schopenhauer arzu (tutkuların) yararsızlığını öğütlemesiyle meşhurdur. İstediğin bir şeyi elde etmenin seni mutlu edememesi onu hiç de şaşırtmazdı. Ama diğer yandan, arzuladığın bir şeye sahip olmamak da aynı derecede kötüdür. Schopenhauer’a göre, arzu ettiğiniz bir şeyi elde etseniz de etmeseniz de lanetlisinizdir. Eğer arzuladığın bir şeyi elde ederseniz, onun peşinden koşmaya devam edersiniz. Yani nihayetinde amaçsızsınızdır, İsteme ve Tasarım Olarak Dünya (1818) adlı kitabında da söylediği gibi, “korkutucu bir boşluk ve ve can sıkıntısı” ile dolup taşarsınız. Yaşamın bir istikamete ihtiyacı vardır: Yani şimdiye değin ulaşılmamış arzulara, projelere ve amaçlara. Fakat bu da kaçınılmaz bir şekilde sonludur. Çünkü (henüz) sahip olmadığın şeyi arzulamak ve istemek acı doğurur. Yapacak şeyler bularak boşluğu savuşturmak ile, kendinizi acıya ve sefalete mahkûm etmişsinizdir.

Arthur Schopenhauer

Schopenhauer’in insan hayatına dair tasviri, size gereğinden fazla kötümser görünebilir. Orta yaş genellikle, arzulanan ve hedeflenen projelerde başarısızlık veya başarıyı da beraberinde getirir: Almak için uzun yıllar boyunca uğraştığınız işe, tanışmayı umduğunuz eşe, kurmak istediğiniz aileye sahipsiniz – veyahut değilsinizdir. Her iki durumda da, yeni istikametler ararsınız. Fakat amaç ve hedeflerinize ulaşmanın veya onlardan vazgeçmenin yanıtı apaçıktır: Yerlerine yenilerini koymak. İstediğin şeyin peşinde koşmak pür acı çekmek anlamına gelmez; amaçlarınızı yenilemek eğlenceli olabilir.

Yine de ben, Schopenhauer’ın amaçlarımızla olan ilişkimize dair pesimist kavrayışında doğru bir şeyler bulunduğunu ve bunun orta yaş karanlığını aydınlatabileceğini düşünüyorum. Ne de olsa yeni projelere girişmek, problemin üstünü örter değil mi? Gelecekteki bir amacı hedeflediğinizde, doyum ertelenir: Çünkü başarı henüz elde edilmemiştir. Fakat başarı geldiğinde ise, “başarınız” artık geçmişte kalmıştır. Bu arada, planlarına yönelik meşguliyetiniz alt üst olur. Bir amacın peşinden koşarken ya başarısız olursunuz ya da başarıyı elde ederken o amacın hayatınıza yön verme gücüne son verirsiniz. Hiç şüphe yok ki başka planlar formüle edebilirsiniz. Buradaki problem, projelerinizin son bulması (Schopenhauer’in can sıkıntısının amaçsız durumu/gayesizliği dediği şey) değil, sizin için en önemli olanlarla ilişki kurma şeklinizdir; onları tamamlamaya çalışmak ve böylece onları hayatınızdan çıkarmak yani. Bir amacın peşinde düştüğünüzde sanki elveda etmek için arkadaş edinecekmişsiniz gibi, meşguliyetinizi iyi olan bir şeye harcarsınız. son verirseniz.

Tüm bunlardan dolayı, orta yaş krizinin karakteristiktik figürlerinden biri: Gündelik yaşamın boşunalıklarını bırakmayan, işleri halletmeye kafayı takmış, yüksek başarı peşinde koşan kişidir. Amaçlara takıntılı bir şekilde bağlı olduğunuzda ve durmadan bir öncekini bir sonraki ile değiştirip durduğunuzda, doyum ile memnuniyet her zaman için gelecekte bir yerde öylece duracaktır. Veya geçmişte bir yerde. İpotek altına alınıp arşivlenirler, fakat asla elde edilemezler. Amaçların peşinde koşarken, bu uğraşın olanaklarını ortadan kaldıran şeyleri hedefler ve yaşamınıza dair anlam kıvılcımlarını söndürürsünüz.

Problem de tam olarak bu konuda ne yapılacağına dairdir. Schopenhauer’a göre bundan kurtuluş yolu yoktur: Orta yaş krizi dediğim şey tümüyle bir insanlık durumudur. Fakat Schopenhauer yanılıyordu. Onun içine düştüğü hatayı görmek için değer verdiğimiz faaliyetler arasında ayrımlar yapmamız gerekiyor: Tamamlamayı amaçladığınız ve amaçlamadığınız şeyler arasındaki ayrımdan söz ediyoruz.

Dilbilimden yardım alarak başvuracağımız terminolojiye göre diyebiliriz ki, ‘telic’ faaliyetler “nihai tamamlanma” ve “ulaşıp son verme” durumlarını hedefleyen faaliyetlerdir (‘Telic’, Yunanca ‘amaç ” anlamına gelen ‘telos’tan türemiştir). Ders vermeniz, evlenmeniz, bir aile kurmanız ve zam almanız gibi. Ancak tüm faaliyetler böyle değildir. Bir takım diğer faaliyetler de ‘atelic’tir: Hedefledikleri herhangi bir son veya bitiş noktası, veya ulaşıldıklarında tamamlandıkları (veya yerlerine yapacak başka bir şeyin olduğu) nihai bir nokta yoktur. Müzik dinlemeyi, ebeveynlik yapmayı veya arkadaşlarınızla vakit geçirmeyi düşünün. Bu faaliyetler gerçekleştirmeyi bırakabileceğiniz şeylerdir, fakat onları bitiremez veya tamamlayamazsınız. Onların var oluşları, nihai hedefi olan bir planın parçası üzerine değil, sınırsız bir sürecin üzerine kuruludur.

Schopenhauer tarafından teşhisi yapılan bu kriz, nihai planlara aşırı yatırım yapılmasına sebep oluyorsa, o halde çözüm sürece daha fazla yatırım yapmak ve sonu olmayan faaliyetler aracılığıyla hayatınıza anlam kazandırmaktır: Son bulmayacakları ve tamamlanamayacakları için, onlarla olan meşguliyetiniz çok zahmetli ve kapsamlı olmayacaktır; kendilerini alt üst etmeyeceklerdir. Bu, Schopenhauer’ın doyurulmamış arzu olarak hor gördüğü düş kırıklığı duygusuna da davetiye çıkarmaz; kişinin hedefinden uzakta olduğu hissi söz konusudur, yani “yerine getirme/tamamlama” her zaman için ya gelecekte ye da geçmişte bir yede kalmıştır.

Değerli hedeflerimizden vazgeçmemeliyiz, onları elde etmeye veya başarmak önemlidir. Fakat sürecin değeri üzerine de düşünmemiz gerek. Gençlerin ve yaşlıların, orta yaştakilere göre, genellikle yaşamdan daha fazla memnun olmaları bir tesadüf değildir. Genç erişkinler henüz yaşamı-tanımlayan (veya yaşama-anlam katan) projelere girişmediler; ama yaşlıların arkalarına dönüp baktıklarında bu türden bir başarıları zaten mevcuttur. Bu durum, yaşlıların “şimdiyi” yaşamasını daha olağan ve doğal kılar: Yani meşguliyetle tüketilmemiş veya geleceğe ertelenmemiş olan, burada ve şuan da gerçekleştirilen “atelic” aktivitelerde değer bulmak. Orta yaştayken “telic” ile “atelic” arasında bir denge bulmak adına projelerin yüküne direnmek zordur. Fakat boşluğun kasvetinden ve kendini-engellemekten kurtulmayı istiyor ve orta yaş krizini aşmayı umuyorsak yapmamız gereken şey budur.


Kieran Setiya – “How Schopenhauer’s thought can illuminate a midlife crisis“, (Erişim Tarihi: 24.01.2022)

Çevirmen: Taner Beyter

Ankara Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi, Felsefe master eğitimine ise ara verdi. Etik, epistemoloji, din felsefesi ve metafelsefe ile ilgilenir. Evli olup öğretmenlik mesleğine devam etmektedir.   

1 Yorum

  1. Değerli dost.yaşamının en tatlı yıllarında esen yel,gülümseyen güneş bile senden yanadır. Faust ‘ta geçtiği üzere, “dur zaman geçme” demek, ancak yokuş aşağı yuvarlanan dr.Faust gibi yaşamının hasılasının sıfır olduğunu fark edenlere özgüdür. Gençliğinizde uçarcasına bir hazla ,koşarsınız varacağınız hedefin, mahzun bir çocuk gibi sizi dört gözle bekleyen “kabriniz”olduğunuz olduğunu hiç aklınıza getirmeden. Anlamda, en büyük yalanı insanın kendine söylediği. 23 milyar ışıkyılı yarıçapı olan bir evrende,hele oturduğunuz evin 13,5 milyar yaşında olduğunu bir düşünün hele. Kaosa düzenin anlamsızca birbirini kovaladığı bir evrende, anlam aramak ancak biz zavallı insancıkların.omuzlarına çökmüş bir yük. İdrakin iflas ettiği yerde bilime olan inanç da bir anda buharlaşıyor. Çıplak gerçekle o an yüzleşiyorsunuz. İnsanlık ideali,insanlık onuru, bunlar hep o aynı kandırmacanın türevleri. Eğer bir yaratıcı yoksa, o kainatın sahibiymişçesine yeryüzünü vakur-yahut-mağrur adımlarla arşınlayan homo sapiensin badıp geçtiği küçücük bir karıncadan bir farkı yoktur. Kendimizi kandırmayı bırakacağız. Tanrıyı da tıpkı anlam gibi bizim bilincinin yahut bilinç altımız yaşattıysan, inanın mastürbasyon yapan bir primattan farkımız yoktur. Sıkalım kafamıza gitsin. Yahut bize başka şans bırakmadığından, bir an önce bir tanrı edindim. Ya çıkarsa?

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Et Yiyenler Veganlık Hakkında Aslında Ne Düşünüyor: Yeni Araştırma! – Chris Bryant

Sonraki Gönderi

Sansür Kültürünün Yükselişi – Lee Jussim

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü