Basit bir anlaşmazlık durumuna birinin nasıl tepki vermesi gerektiğini düşünün. Frank bahçede bir kuş görür ve bunun bir ispinoz olduğunu düşünür. Yanında duran Gita da aynı kuşu görür, fakat o gördüğü kuşun serçe olduğuna emindir. Burada Frank ve Gita’dan nasıl bir tepki beklemeliyiz? Frank’ın cevabı “Ben gördüm o bir ispinozdu, yani yanılıyor olmalısın.” olsaydı bu onun adına mantıksızca inatçı ve rahatsız edici bir cevap olurdu. (Aynı şey Gita için de geçerli elbette.) Bunun yerine, bu durumda her ikisi de yargıları konusunda şüpheye düşmelidir. Bir anlaşmazlığa bu şekilde uzlaşmacı bir yanıtlar istenmesinin nedeni, açık fikirlilik ve entelektüel alçakgönüllülükle ilgili ideallerde kendini gösterir: açık fikirli ve entelektüel olarak alçakgönüllü olan bir kişi, diğerleriyle fikir ayrılıklarını öğrendiğinde fikrini değiştirmeyi düşünmeye isteklidir.
Toplumsal düzeyde anlaşmazlıklarımız çok daha karmaşıktır ve farklı bir yanıt gerektirebilir. Özellikle zararlı bir anlaşmazlık biçimi, sadece Frank ve Gita’nın durumunda olduğu gibi bireysel gerçekler hakkında anlaşmazlık yaşamakla kalmayıp aynı zamanda bu gerçekler hakkında inançları nasıl oluşturacağımız, yani delilleri nasıl toplayıp değerlendireceğimiz hakkında da anlaşmazlık yaşadığımızda ortaya çıkar. Bu, derin bir anlaşmazlıktır ve toplumsal anlaşmazlıkların çoğu bu biçimdedir. Bu anlaşmazlıkları anlamak, bir fikir birliğine varma konusundaki yeteneğimize dair iyimserlik uyandırmayacaktır.
Derin bir anlaşmazlık örneği düşünün. Amy, belirli bir homeopatik tedavinin yüksek ateşini düşüreceğine inanıyor. Ben ise buna karşı çıkıyor. Ancak Amy ve Ben’in anlaşmazlığı burada bitmiyor. Amy, güvendiği tecrübeli homeopatlardan edindiği bilgilerin yanı sıra, iddiası için homeopatinin temel prensiplerine dayanan somut bir kanıtın var olduğuna inanıyor ki bu kanıt suda neredeyse sonsuz kez çözünmüş patojenik maddelerin hastalıkları iyileştirebileceğini iddia ediyor. Ben ise her tıbbi müdahalenin rastgele kontrollü çalışmalarda test edilmesi gerektiğine inanıyor ve fizik ve kimya prensipleriyle yanlışlığı kanıtlanmış olduğundan homeopatik ilkelerden herhangi bir geçerli çıkarım yapılmayacağını savunuyor. Ayrıca homeopatlar tarafından sunulan görünürde başarılı tedavilerin kendi etkinlikleri adına sağlam herhangi bir kanıt ileri sürmediğini düşünüyor.
Amy tüm bunları anlıyor fakat bunun sadece Ben’in insan doğasıyla ilgili kendisinin hiç de onaylamadığı natüralist bakış açısını yansıttığını düşünüyor. İnsanlarda ve hastalıklarında indirgemeci ve materyalist yaklaşımlara dayanan Batı bilimsel tıbbı tarafından tam olarak anlaşılabileceğinden daha fazlası var. Aslında, hastalık ve iyileşmeye bilimsel bir bakış açısı uygulamak, homeopatik tedavinin işe yaradığı koşulları çarpıtacaktır. Ben için bu noktayı aşmak zordur: Ben, Amy’ye karşı bu durumu yok sayarak kendi yaklaşımının üstünlüğünü nasıl savunabilir? Aynı şey Amy için de geçerlidir. İtirazlarının yapısı açıkça ortaya konduğunda, sanki Amy veya Ben’in diğerini ikna etmek için sunabileceği başka bir argüman yokmuş gibi bir durum oluşur çünkü her ikisinin de üzerinde anlaşabileceği bir araştırma yöntemi veya prosedürü yoktur. Derin bir anlaşmazlık içinde sıkışıp kalırlar.
En tedirgin edici toplumsal anlaşmazlıklarımızdan bazıları derin anlaşmazlıklardır ya da en azından derin anlaşmazlıkların belirli özelliklerini paylaşırlar. İklim değişikliğini içtenlikle inkâr edenler ayrıca ilgili metot ve kanıtları da görmezden gelirler ve iklimin değişmekte olduğunu söyleyen bilimsel kuruluşların otoritesini sorgularlar. İklim şüphecileri aksi durumda mantık çerçevesinde zorlayıcı olacak her türlü kanıttan kendilerini izole etmişlerdir. Aşıların ve genetik olarak değiştirilmiş ürünlerin güvenliği konusundaki sosyal anlaşmazlıklarda, ayrıca derin anlaşmazlıkların aşırı örnekleri olan komplo teorilerinde, bilimsel kanıtlar ve kurumlara yönelik seçici güvensizliğin benzer örneklerini bulabilir.
Derin anlaşmazlıklar, bir bakıma, çözülemezdir. Bu Amy’nin Ben’in argümanlarını takip etmekten aciz olduğu veya çoğunlukla kanıtlara duyarsız kaldığı anlamına gelmez. Amy’nin, ona yanıldığını gösterebilecek türdeki önemli kanıtlardan izole eden bir inançlar dizisi vardır. Ben’in içtenlikle sunacağı hiçbir argüman veya akıl yürütme mantıksal olarak Amy’i ikna etmeyecektir. Öyleyse bu durumda tepkileri ne olmalıdır? Anlaşmazlığa, anlaşamamalarının mantık çerçevesinde birinin hata yaptığına dair bir kanıt olduğu gerçeğini kabul eden Frank ve Gita’nın entelektüel alçakgönüllülüğüyle mı yaklaşmalılar?
Hayır. Ben’in Amy ile olan anlaşmazlığının, bir serçeyi ispinoz sanmak gibi bir hata yaptığını gösterdiğini düşünmesi için hiçbir neden yoktur. Amy’nin homeopatiye güveniyor olması da Ben’in doğa bilimlerinin genel ilkelerine olan güveninin yanlış olduğunu düşünmesi için bir neden değildir. Amy’nin bütün bu ilginç prensipleri desteklediği gerçeği neden natüralist bir yaklaşımın yetersiz ve hatalı olduğunu düşünmeye sebep olsun ki? Eğer bu doğruysa, o zaman Frank ve Gita’nın durumunun aksine, anlaşmazlık Ben’i akılcı bir şekilde fikrini değiştirmeye zorlamamalıdır. Aynı şey Amy için de geçerli olabilir.
Bu şaşırtıcı bir sonuçtur. Zekâsı ve samimiyeti şüphe götürmeyen diğer insanların görüşlerine saygılı bir şekilde yaklaşmanın, bizim tarafımızdan bir ölçüde ılımlılık gerektirdiği fikrine alışkınız. Görünüşe göre, basitçe “fikir ayrılığını kabul etmek” dışında hem başkalarına tamamen saygı göstermek, onları akıllı ve samimi olarak görmek hem de tamamen haklı olduğumuza ve onların tamamen haksız olduğuna inanmak mümkün değildir. Fakat nihayetinde bir karar verilmesi gerektiğinden, toplumsal düzeyde bunu yapamayız.
Derin anlaşmazlıkların nasıl ortaya çıktığını incelemek konunun ciddiyetini ortaya koyacaktır. Hepimiz aynı dünyada yaşarken, aşağı yukarı aynı bilişsel yeteneklere sahipken ve en azından Batı dünyasında çoğu insan yaklaşık olarak aynı bilgilere oldukça kolay erişebilirken geçerli, bilinebilir gerçekler konusunda neden birbirimizle anlaşmazlığa düşüyoruz?
Çünkü bilişimizi, özellikle kimliğimizin tehdit altında olduğunu hissettiğimiz durumlarda, kimliğimize merkez olan inançları veya değerleri desteklemek için kullanıyoruz.
Bu, bizi, dünyaya bakış açımızı destekleyen kanıtları aramaya yöneltiyor, destekleyici kanıtları daha iyi hatırlıyor ve çok daha az eleştirel yaklaşmaya itiyor. Karşı kanıtları ise, ya şiddetli bir eleştirel incelemeye tabi tutuyor ya da tamamen göz ardı ediyoruz. Bu nedenle, gerçeğe dair inançlar kültürel kimlikler için belirleyici işaretler haline gelebiliyor: iklim değişikliğinin bir efsane olduğuna dair inancınızı dile getirerek belirli bir ahlaki, kültürel ve ideolojik topluluğa bağlılığınızı gösterirsiniz. Bu, bir bakıma, iklimle ilgili kutuplaşmayı körükleyen psikolojik dinamiklerden biri olabilir ve benzer mekanizmalar diğer politikleşmiş toplumsal anlaşmazlıklarda da rol oynuyor olabilir.
Bu, toplumsal gerçekler üzerindeki anlaşmazlıklarla nasıl makul bir şekilde tepki verebileceğimizi etkiler. Gerçekleri savunmak basit değildir: genellikle daha geniş dini, ahlaki veya politik bağlılıkları işaret etmenin yoludur. Bu da gerçek konularda anlaşmazlığa düştüğümüzde diğerlerine tamamen saygı duymamızı zorlaştırır.
Siyasi filozof John Rawls’un Politik Liberalizm (1993) adlı eserinde belirttiği gibi, liberal bir toplum, büyük ölçüde bilgi akışını ve vatandaşlarının zihinlerini kontrol etmeye çalışma çabasından vazgeçer. Bu nedenle, anlaşmazlıklar kaçınılmaz olarak yaygın olacaktır (her ne kadar Rawls, gerçeğe dair anlaşmazlıkları değil, dini, ahlaki ve metafiziksel anlaşmazlıkları kastetmiş olsa da). Bazı toplumsal anlaşmazlıkları özellikle rahatsız edici kılan şey, politik kararlarla ilgili olmakla beraber, çözmek için üzerinde anlaşılmış hiçbir yöntem olmadığından çözülemez olma eğiliminde olan faktüel meselelerle ilgili olmalarıdır. Genel olarak, liberal demokrasiye dair teorileştirme, üstü kapalı şekilde önemli faktüel anlaşmazlıkların olamayacağını varsayarken, büyük ölçüde ahlaki ve politik anlaşmazlıklar üzerine odaklanmıştır. Gerçekler konusunda sonunda anlaşacağımız ve demokratik süreçlerin, değerlerimiz ve tercihlerimizdeki farkları nasıl yargılayacağımızla ilgili olacağı varsayılmıştır. Ancak bu varsayım artık yeterli değildir, belki de hiç yeterli olmamıştır.
Klemens Kappel – “There is no middle ground for deep disagreements about facts“, (Erişim Tarihi: 18.12.2024)
Çevirmen: Rabia Bayram