Hakem Değerlendirmesinin Yükselişi ve Düşüşü – Adam Mastroianni

///
11 Okunma
Okunma süresi: 18 Dakika

Son 60 yıldır bilim kendi üzerinde bir deney uygulamakta. Bu deneyin tasarımı çok iyi değildi. Ne randomizasyon vardı ne de bir kontrol grubu. Kimse gerçek anlamda deneyin başında değildi ve kimse gerçek anlamda tutarlı ölçümler yapmıyordu. Yine de her bilim adamını dahil ederek gelmiş geçmiş en büyük deney olmayı başardı.

Bu arkadaşların büyük bir bölümü bir deneyin içinde olduğunu fark etmediler bile. Ben de dahil olmak üzere çoğu deney başladığında doğmamıştı bile. Ne döndüğünü anlayabilseydik en azından az bir seviyede de olsa bilimsel ciddiyet talep edebilirdik. Belki kimse itiraz etmedi çünkü hipotez bariz doğru gibi duruyordu: Bilim, birilerinin bütün makaleleri denetleyip uygun olmayanları reddetmesi ile daha iyi bir noktaya gelecekti. Buna da “hakem değerlendirmesi” dediler.

Bu çok büyük bir değişimdi. Antik çağlardan modern çağlara, araştırmacılar mektuplar yazar ve monograflar yayımlardı ve iletişime geçmelerini engelleyen ana nedenler kâğıdın maliyeti, posta, matbaa veya nadiren de olsa Katolik Kilisesinin yaptığı ziyaretlerdi. Bilim dergileri 1600’lerde ortaya çıkmıştı ama daha çok dergiler ya da haber bültenleri gibi işlev görüyordu ve makale seçimindeki kriterler “elde ne varsa basalım, editör şu arkadaşına ne düşündüğünü sorsun, halka soralım” aralığındaydı. Bazen bültenler yayınlamak için yeteri kadar yazı bulamıyordu, o yüzden editörler arkadaşlarına müsveddeler yollamaları veya boşlukları kendilerinin doldurmaları için yalvarıyordu. Bilimsel yayın yapmak yüzyıllar boyu bir karmaşa halindeydi.

(Bu arada Einstein’ın sadece bir makalesi hakem taramasından geçmiştir hatta buna çok şaşırmış ve üzülmüştü, o yüzden makaleyi başka bir dergide yayımlattı.)

Bütün bunlar 2. Dünya Savaşı’ndan sonra değişti. Hükümetler araştırmalara fon yağdırmaya başladı ve ahmakça tekliflere boşa para yağdırmadığından emin olmak adına “hakem” heyetleri kurdu. Bu fonlar makale seline yol açtı ve önceden makale bulmakta zorlanan dergiler artık hangi makalelerin yayınlanacağını seçmekte zorlanır hale geldi. Makaleleri yayınlanmadan önce incelemek 1960’lara kadar çok nadirken artık yaygın hale geldi. Şimdiyse evrensel nitelikte.

Şimdi neredeyse tüm dergiler makaleleri teftiş etmek için dışarıdan uzmanlar kullanmakta ve bu uzmanları tatmin etmeyen makaleler reddedilmektedir. Halen arkadaşlarınıza bulgularınız hakkında yazabilirsiniz ama işe alım komiteleri ve hibe ajansları sanki var olan tek bilim hakem değerlendirmeli dergilerde yer almaktaymış gibi davranmakta. Altmış yıldır yürüttüğümüz muazzam deney işte bu.

Sonuçları aldık. Başarısız olduk.

Dünya Kadar Para İsraf Edildi

Hakem değerlendirme büyük ve pahalı bir müdahaleydi. Bir hesaplamaya göre, her yıl, araştırmacılar toplu olarak 15 bin yıllık süreyi makalelerinin değerlendirilmesi için harcıyor. Bir makalenin değerlendirme sisteminden geçebilmesi aylar ya da yıllar sürebiliyor, bu da özellikle kanserin çaresini bulmaya veya iklim değişikliğini durdurmaya çalışan insanlar için oldukça büyük bir zaman. Bu araştırmaların çoğunu vergi mükellefleri finanse etmesine ve bu paranın hiçbiri yazarlara ve hakemlere gitmediği halde, üniversiteler hakemli dergilere erişim için milyonlar harcıyor.

Büyük müdahalelerin büyük etkileri olması gerekir. Örneğin eğer bir okul sistemine 100 milyon harcadığınızda sürecin sonunda öğrencileri daha iyi duruma getirmiş olmayı dilersiniz. Eğer birkaç yıl sonra  “Selam, yaptığım 100 milyon yatırımın faydasını alabildiniz mi?” dediğinizde ve onlar da “Şey aslında hiçbir halta yaramadı ve şu an hepimiz sana sinirliyiz.” dese keyfiniz kaçar ve utanırsınız. Benzer şekilde, eğer hakemli dergiler bilimi geliştirdiyse bu apaçık ortada olmalı, eğer geliştirmediyse oldukça üzgün ve utanmış olmalıyız.

Evet, hakem değerlendirmesi bilimi geliştirmedi. Her türlü alanda araştırma verimliliği on yıllardır düşüşte veya duraksadı  ve hakem değerlendirme sistemi de bu trendi değiştirmiş gibi durmuyor. Yeni fikirler eski fikirleri yerinden edemez durumda. Çoğu hakem değerlendirmeli bulgu doğrulanamıyor  ve çoğu yanlış bile olabiliyor. Eğer araştırmacılara fizikteki, tıptaki ve kimyadaki Nobel Ödülü kazanmış keşifleri sorarsanız, hakem değerlendirmesinden önce yapılanlar , sonra yapılanlarla aynı seviyede ya da çok daha iyi. Aslında onlardan 1990’lar ve 2000’lerdeki Nobel ödüllü keşiflerin puanlandırılmasını bile isteyemezsiniz, çünkü yeterli sayıda keşif yok.

Elbette 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana pek çok şey değişti. Bu deneyi yürütmek konusunda berbat bir iş çıkardık, o yüzden her şey karman çorban durumda. Tüm bütün bu büyük akımlardan sonra diyebileceğimiz tek şey hakem değerlendirmesinin yardımcı olup olmadığıyla alakalı tek bir fikrimiz olmaması; tonla zarar vermiş olabilir ve bilimsel literatürün şu anki durumu içler acısı. Bizim meslekte buna tam bir fiyasko deriz.

Otopsi Sonuçları

Nerede hata yaptık?

Basit bir soru soralım: Hakem değerlendirmesi başarması gerekeni başardı mı? Kötü araştırmaları yakalayıp bunların yayınlanmasını engelliyor mu?

Hayır, engellemiyor. Bazı araştırmacılar hakemlerin hataların ne kadarını yakalayabildiklerini test edebilmek için kasıtlı yanlışlar yaptıkları çalışmalar yürüttüler. Hakemler bu konuda çok kötü. Bu çalışmada  hakemler ciddi hataların yalnızca yüzde 30’unu, bu çalışmada yüzde 25’ini ve başka bir çalışmada ise yüzde 29’unu yakalamış. Bu sorunlar ciddi sorunlar; “makale kendisinin randomize deney olduğunu iddia ediyor, ama değil”, “grafiklere baktığında bir farklılık olmadığı açık”, “yazarlar veriler tarafından desteklenmeyen çıkarımlar yapıyorlar” şeklinde. Hakemler genelde fark edememişler.

Gerçekte, hakem değerlendirmesinin işe yaramadığına dair en gerçekçi veri ise şu: sahte makaleler sürekli yayınlanıyorlar. Eğer hakemler işini yapsa, “Profesör Celal Sahtekaroğlu bir bilimsel yayına sahte makale yollamaya çalıştığı için işten çıkarıldı” tarzı haberler okuyor olurduk. Ama bu tarz haberleri hiç duymuyoruz. Onun yerine, hemen hemen her sahtekarlık hikayesi bir makalenin değerlendirmeyi geçmesi ve yayımlanması ile başlıyor. Sonra bir tane doğrucu Davut çıkıyor, o da genelde yazarın kendi laboratuvarından biri oluyor ve çalışmada garip bir şey fark ettiği için incelemeye karar veriyor. Bu akademide sahtekarlığı inceleyen bir makalenin verilerinde yakalandı   (ironik), bu kişiler düzinelerce, hatta yüzlerce sahte makale yayımlatmışlar, tabii bu rezalet de var:

Bir saniye, bunlar gerçek hata sütunları değil ki … yazar bildiğin sütun grafiklerinin üstüne “T” harfi koymuş ya 😭

 Neden hakemler basit hataları ve bariz sahteciliği yakalayamıyor? Bir nedeni genelde inceledikleri makalelerin tam da hataların ve sahteciliğin olma ihtimali en fazla olduğu veri kısmına neredeyse hiç bakmamaları. Hatta çoğu dergi verilerin halka açılmasını bile zorunlu tutmaz. Bunları “eğer istenirse” vermen gerekir fakat çoğu vermez . Bu, “genetik makalelerinin yaklaşık %20’si  gereksiz veriye sahiptir çünkü Excel gen isimlerini ay ve yıl olarak otomatik olarak düzeltmiştir” şeklinde sit-com dizisi tadında absürtlüklerle baş başa kalmamıza neden olmuştur.

(Bir editör yazarlara makalelerini dergiye yolladıklarında ham veriyi de eklemelerini sormaya başladığında, yazarların yarısı bunu reddedip gönderilerini geri çekmişlerdir. Bu, editörün söylemiyle, “ham veri hiç var olmamış demek olabilir” anlamına geliyor.)

Hakem değerlendirmesinin icadı kötü araştırmacılığı teşvik bile etmiş olabilir. Eğer, örneğin, köpek yavrusu videoları izlemenin insanlarda STK’lara daha fazla bağış yapma eğilimine yol açtığını söyleyen bir makale yayınlatmaya çalışıyorsanız ve Hakem 2 de “Bu sadece, kedi videoları için de geçerli olursa hoşuma gider” derse kedi videosu araştırma çalışması da yapmak için kendinizi baskı altında hissedersiniz. Belki sayılarla biraz oynarsınız, ya da birkaç uç örneği atarsınız, ya da çalışanını bulana kadar eldeki kedi videolarını denersiniz ve çalışmayanlardan hiç bahsetmezsiniz. 🎶 Az sahtekarlık yap // makaleyle yayın yap // akşama ortamlara ak 🎶

Eyy Hakem Değerlendirmesi, Seni Ciddiye Almıyoruz Bile

Hakem değerlendirmesinin işe yarayıp yaramadığını anlamanın bir yolu daha var: gerçekten bilim insanlarının güvenini kazanmış mı?

Bilim insanları genelde hakem değerlendirmesini çok ciddiye aldıklarını söylerler. Ama insanlar gerçekten demek istemedikleri çok şey söylerler, “Seni tanımak güzeldi” ve “Seni asla bırakmam, Ali” gibi. Eğer bilim insanlarının gerçekte neler yaptığına bakarsanız, hakem değerlendirmesinin gerçek bir niteliği olduğunu bile düşünmedikleri açıktır.

Öncelikle: bilim insanları hakem değerlendirmesine gerçekten değer verseydi, makaleleri incelenip reddedildiğinde geri bildirimi dinlerler, daha çok deney yaparlar veya makaleyi yeniden yazarlardı, vs. Onun yerine aynı makaleyi başka bir dergiye yollarlar. Bu, genç bir psikolog olarak ilk öğrendiğim şeylerden biriydi; lisans danışmanım yayıncılıkta “büyük bir stokastik öge” bulunuyor demişti (çeviri: “kaynak götüm”). Eğer ilk dergide yayınlanmazsa diğerini denerdik. Bana yayın yapmanın lotoyu kazanmak gibi olduğunu ve kazanmanın yolunun bilet alıp durmak olduğunu söyledi. Son derece ciddi ve başarılı araştırmacılar bu sözüm ona bilimsel teyit sisteminin şansa bağlılıktan hallice olduğunu söylüyorsa bu bayağı iç karartıcı.

İkinci olarak: bir makale yayınlandığında gelen incelemeleri çöpe atıyoruz. Birkaç dergi değerlendirmeleri yayınlasa da çoğu bunu yapmıyor. Kimse hakemlerin ne dediğini veya yazarların makaleyi buna cevap olarak nasıl değiştirdiğini umursamıyor, bu da herkesin değerlendirmelerin en başından beri çok önemli olmadığını düşündüğünü gösteriyor.

Üçüncü olarak: araştırmacılar değerlendirilmemiş çalışmaları üstüne düşünmeden ciddiye alıyor. “Ön baskıda” olan, onaylanmamış ön çalışmaları ve blog gönderilerini hiçbiri hakem değerlendirmeli dergilerde yayımlanmadığı halde okuyoruz. Pew’den, Gallup’tan ve hükümetten gelen verileri de değerlendirme olmadan kullanıyoruz. İnsanların iyice incelenmemiş projeler hakkında konuşmalar yaptığı konferanslara gidiyoruz ve dönüp de birbirimize, “Ne kadar ilginç! Hakem değerlendirmesinden geçince doğru olduğunu anlamak için sabırsızlanıyorum!” demiyoruz.

Onun yerine, araştırmacılar üstü kapalı olarak hakem değerlendirmesinin hiçbir şey eklemediğini kabul etmişlerdir ve kararlarını metodoloji ve sonuçlara bakarak verirler. Bazen insanlar örtülü kısmı açık açık söylüyorlar, mesela Nobel ödüllü Sydner Brenner’ın da dediği gibi:

“Hakem değerlendirmesine inanmıyorum çünkü son derece çarpıtılmış ve dediğim gibi, sadece bir ortalamaya doğru regresyon. Bence hakem değerlendirmesi bilime engel oluyor. Hatta bence tamamen çarpık bir sistem haline gelmiştir.”

Düzeltebilir miyiz? Hayır, Düzeltemeyiz

Eskiden hakem değerlendirmesini geliştirebilecek yöntemler üzerine düşünürdüm. Hakemler verileri incelemeli! Dergiler makalelerin sahte olmadığından emin olmalı!

İşlerin daha iyi olabileceğini düşünmek kolaydır. Ben ve arkadaşım Ethan tamamen bu konu üzerine odaklanan bir makale yazdık ama bu işleri daha iyi hale getirmek kolaydır anlamına gelmiyor. Hakem değerlendirmesi hakkındaki şikayetlerim her yıl 35 bin Amerikalının trafik kazasında hayatını kaybettiğini görüp “insanlar arabalarını çarpıştırmamalı” demek gibi. Tamam da nasıl?

Sorun çaba göstermememiz değil: şu anki sistemimizin her yıl 15 bin yıllık emek gerektirdiğini hatırlatırım ve hâlâ berbat bir iş çıkarıyor. Hakemlere ödeme yapmak onları daha iyi hale getirmiyor. Onları eğitmek de bir işe yaramıyor. Belki uçlardaki bazı şeyleri düzeltebiliriz ama hatırlatırım ki şu an hata sütunları yerine büyük harfle T yazılan makaleleri yayınlıyoruz, o yüzden gidecek daha çok yolumuz var.

Peki hakem değerlendirme sürecini daha katı yapsak ne olurdu? Kulağa hoş geliyor, ama bu hakem değerlendirmesiyle alakalı diğer sorunları daha kötü yapardı.

Örneğin, eskiden bilimsel bir makaleyi kendi tarzınızla yazabilirdiniz. Şimdi, hakemleri tatmin etmek için yasal bir sözleşme gibi yazmanız lazım. Makaleler eskiden, “Yardım edin! Gizemli bir sayı bana zulmediyor” diye başlayabiliyorken şimdi ise makale yazıcılığı şöyle: “İnsanların farklı zamanlarda ve mekanlarda var olduğu söylenir ve çeşitli vasıflara, veya boyutlara, yahut onlar hakkında doğru olan şeylere sahiptir, ama elbette bu ek çalışma gerektirmektedir (Zamazingo & Hedehödö, 1978; Saçmasapan, 2002; Sahtekaroğlu ve diğerleri, 2018b)”.

Bu iş artık can sıkıcı bir hale gelmeye başladı ve sonucunda kimse gerçekten bu makaleleri okumuyor. Bazıları 100 sayfa kadar uzun ve 200 sayfa kadar da ilave içeriğe sahip ve bütün bunlar sanki okuyucudan nefret ediliyor ve bir an önce okumasını bırakması için yazılıyor gibi hissettiriyor. Geçenlerde, bir arkadaşım bana ne zaman bir makaleyi başından sonuna kadar okuduğumu sordu; hatırlayamadım, o da hatırlayamadı. “Ne zaman biri bana makalemi beğendiğini söylese, okumadıklarını bildiğim halde onlara teşekkür ederim” dediğini söylüyor. Daha katı hakem değerlendirmesi daha beter sıkıcı makaleler demektir, bu da çok daha az insanın onları okuyacak olması anlamına gelir.

Hakem değerlendirmesini daha katılaştırmak en büyük sıkıntıyı alevlendirecektir: fikirlerinizin hakemler beğenmediği sürece değerli sayılmayacağı bilmek, düşünme kabiliyetinizi köreltir. Sanki yeniden ergen olmak gibi: bir şey yapmadan önce, kendinize “İNSANLAR HAVALI OLDUĞUMU DÜŞÜNÜR MÜ?” diye sorarsınız. İş bulmak ve bu işi korumak popüler fikirler üretmeye bağlıyken, popüler olmayan veya garip olan hiçbir şeyi düşünmemek için kendinizi düşüncelerinizi baskılıyor halde bulabilirsiniz. Bu daha az devrimsel fikirlere sahip olmamızla neticelenir ve eğer her şeyin çok mükemmel olduğunu düşünmüyorsanız, devrimsel fikirlere ciddi anlamda ihtiyacımız var.

Bir ihtimal de olsa daha kötü hale getirmeden hakem değerlendirmesini geliştirmenin bir yolunu bulsanız, sihirli metodunuzu uygulamak üzere her yıl 4,7 milyon makale yayımlayan neredeyse 30 bin bilimsel dergiyi bu konuda ikna etmeyi deneyebilirsiniz. Bol şans!

Hakem Değerlendirmesi Hiç Yoktan İyidir

Hakem değerlendirmesi işe yaramıyor ve muhtemelen bunu düzeltmenin de bir yolu yok ama biraz çeki düzen vermek hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir, değil mi?

Hiç de bile diyorum.

FDA’nın dana etini ‘inceleme’ metodunun sadece Gary adında bir adamın gönderilip eti koklaması olduğunu ve Gary’nin kokusunu beğendiği etlere “FDA tarafından incelenmiştir” etiketi yapıtırıldığını hayal edin. Oldukça öfkeli olurdunuz. Evet, Gary birkaç kötü dana eti yığını bulabilirdi, ama bariz ki tehlikeli etlerin büyük bir bölümünü gözden kaçıracaktır. Bu ciddi anlamdaki berbat sistem, hiç olmamasından daha kötüdür çünkü insanları öyle olmadığı halde güvendeymiş gibi zannetmesine yol açacaktır.

Şu anki hakemli dergi sistemi de bunu yapıyor, bu tehlikeli. Şu çürütülmüş olan, aşıların otizme yol açtığı teorisi dünyanın en prestijli dergilerinden birinden, hakem değerlendirmesini geçmiş makaleden gelmektedir ve geri çekilmeden önce on iki yıl orada boyunca durmuştur. Kaç çocuk aşılarını, bilimsel onay damgası vurulmuş ve hakem değerlendirmesini geçmeyi başarmış çürük bir makale yüzünden olmadı?

Eğer Amerika’da şişeyle C vitamini hapları satmak isterseniz, şişedeki hiçbir içeriğin FDA tarafından incelenmediğine dair bir bilgilendirme koymanız gerekmektedir. Belki dergiler de her makaleye buna benzer bir ifade koymalıdır: “KİMSE BU MAKALENİN DOĞRU OLUP OLMADIĞINA BAKMADI. BELKİ UYDURULMUŞ DA OLABİLİR.” Bu en azından insanlara eser miktarda güven verecektir.

Bilim Özgür Olmalıdır

Neden hakem değerlendirmesi başta mantıklı gibi duruyordu?

Bence bilimin nasıl çalıştığının modellemesini yanlış yaptık. Bilime gelişmenin en kötü çalışmanın kalitesine bağlı olduğu zayıf halka problemi gibi yaklaştık. Eğer zayıf halka bilimine inanıyorsanız, doğru olmayan fikirleri elemenin çok önemli olduğunu düşünürsünüz, ideal olan da bunların yayınlanmasının en baştan engellenmesidir. Arada birkaç iyi fikrin de elenmesini önemsemezsiniz çünkü kötü şeyleri ortadan kaldırmak çok daha önemlidir.

Ama bilim bir güçlü halka problemidir: gelişim elimizdeki en iyi işin kalitesine bağlıdır. Daha iyi fikirler her zaman anında galip gelmez, ama eninde sonunda galip gelirler, çünkü daha işlevlidirler. Ay’a Aristo fiziği ile gidemezsiniz, kendiliğinden gelişim ile çamuru kurbağaya çeviremezsiniz, filojistondan bomba yapamazsınız. Newton’un fizik kanunları hala kullanıyor; ama Felsefe Taşı tarifi değil. Yanlış fikirleri baskılamak için bilimsel bir kuruma ihtiyaç duymadık. Bilime ihtiyaç yeni fikirlerin eskilerinin tahtını sarsması içini ihtiyaç duyduk, kötü fikirleri ayıklama işini ise zaman yaptı.

Eğer zayıf halka problemi sizi endişelendiriyorsa bunu tamamen anlıyorum. Eğer insanlara istediği her şeyi söylemesine izin verirsek, bazen yanlış şeyler söyleyecekler ve bu kulağa korkunç geliyor. Ama şu anda da biz aslında insanları yanlış şeyler söylemekten alıkoyamıyoruz; sadece öyleymiş gibi davranıyoruz. Aslında şu an zaman zaman “HAVALI BİR DERGİ TARAFINDAN İNCELENMİŞTİR” diye dev etiketler yapıştırılan yanlış şeyleri kutsuyoruz ve bu etiketleri sökmek çok zor. Bu daha korkutucu.

Zayıf halka düşüncesi bilimsel sansürü mantıklı kılıyor gibi gözüküyor, ama bütün bu sansür eski fikirlerle baş etmeyi zorlaştırıyor. Eskiden Dünya’nın evrenin merkezi olmasının bariz bir şekilde doğru olduğunu hatırlayın ve eğer bilimsel yayınlar Kopernik’in zamanında var olsalardı, dünya merkezci hakemler onun makalesini reddederdi ve kendilerini dezenformasyonu önledikleri için överlerdi. Öjeni bilimde popüler bir şeydi. Bir grup ırkçının siyahilerin beyazlar kadar zeki olduğunu söyleyen bir makaleyi onaylayabileceğini düşünebiliyor musunuz? Ya da siyahi bir yazardan çıkan herhangi bir makaleyi? (Eğer bu geçmişte kaldı diyorsanız bu dinamik halen geçerli.) Halen evrenin temel gerçeklerini anlayamıyoruz ve bugün inandığımız çoğu fikir bir gün çürütülecek. Hakem değerlendirmesi sansürün her formu gibi sadece gerçeği yavaşlatır.

Oley Be, Başaramadık

Hakem değerlendirmesi deneyimizin başında kimse yoktu, yani kimse deney bittiğinde de bu haberi vermek kimsenin sorumluluğunda değil. Kimse yapmıyor diye sanırım ben yapacağım:

Millet, bitti! Şampanyalar patlasın! İyi iş çıkardınız, tebrikler. Hakem değerlendirme sürecini denedik ve işe yaramadı.

Dürüst olmak gerekirse çok rahatladım. Bok gibi bir sistemdi! Sadece bir editörün makalenizin değerlendirmeye alınmaya değmeyeceğini söylemesini duymak için aylarca beklemek mi? Niyeyse evrendeki her kötülükten siz sorumluymuşçasına yazılan, hakemlerden gelen upuzun tuğla gibi yazıları okumak mı? Bütün bir günü derginin birine, her zaman sebepsiz yere “y” yazmak yerine “yıl” yazabilmek için yalvarmak adına email atarak geçirmek mi (bu ciddi ciddi başıma geldi)? Bunların hiçbirini bir daha yapmak zorunda değiliz.

Bu kadar zaman kaybettiğimiz için hepimiz hayal kırıklığına uğradık biliyorum, ama başarısız bir deneyden utanmaya gerek yok. Evet, hakem değerlendirme sürecini tüm dünyada uygulamadan önce bir deneye sokmamız gerekirdi. Ama sorun değil—o dönem iyi bir fikir gibiydi ama şimdi öyle olmadığını biliyoruz. Bilim budur! Araştırmacıların birbirlerinin fikirlerine yorum yapması her zaman onlar için önemli olacak elbette. Sadece bunu bu şekilde yapmak işe yaramadı.

Peki ne yapalım? Yani, geçen ay bir makale yayınladım, yayınlamak derken PDF’yi internete yükledim. Herkes anlayabilsin diye normal bir dilde yazdım. Hiç kendimi kısıtlamadım—hatta çalışmalardan birini yürütmeyi unuttuğumu bile itiraf ettim. Espriler koydum çünkü kimse bana koyamazsın demedi. Bütün materyalleri, verileri ve kodu herkesin görebileceği bir yere yükledim. Tam bir salak gibi gözükeceğimi ve kimsenin umursamayacağını düşündüm, ama en azından eğleniyordum ve doğru olduğunu düşündüğüm şeyi yapıyordum.

Eğlenceli ve gerçek bilim böyle olurdu! Saat sabah 6:30’da yatakta uzanırken okuyup bitirebildiğim bir makale olabileceğine inanamıyorum – eğer yardımı olacaksa, bu çalışmanın ne kadar etkileyici olduğunu gösteriyor. Kesinlikle öneririm!
Öff neden makaleleri böyle yazmıyoruz ki? Ortalama birisinin samimiyeti ile bütün çalışmalarımı çok hızlı bir şekilde yazabilirdim. Anlaması çok kolay ve okuması gerçekten eğlenceli!

Hiç tanımadığım insanlar bana düşünceli yorumlarını ilettiler. Görevli profesörler bana fikirlerini ilettiler. NPR bir röportaj talep etti. Şu anda makale yayınladığım son hakem değerlendirmeli makaleden daha çok görüntülenmeye sahip ki o prestijli Proceedings of the National Academy of Sciences’ta yayınlanmıştı. İçimden bir ses çok daha fazla insan bu makaleyi sonuna kadar okudu diyor, çünkü son birkaç paragraf özellikle çok fazla yorum içeriyor. Yani bilemiyorum, sanırım bilim yapmanın iyi bir yolu bu?

Bilim gelecekte nasıl olacak bilmiyorum. Belki Metaverse’te interaktif makaleler yapacağız, kafamıza veri setleri indireceğiz veya bulgularımızı çılgın tekno partilerinde dans pistinde birbirinizin kulağına fısıldayacağız. Ne olursa olsun altmış yıldır yaptığımızdan daha iyi olacak ve oraya gelebilmek için en iyi yaptığımız şeyi yapacağız: deneyler.


Adam Mastroianni – “The rise and fall of peer review

Çeviri: Hakkı Kılıç

Not: Bu içerik, entelektüel bir ortaklık içinde olduğumuz sevgili Mürekkep ekibi ile işbirliğimizin ürünüdür. İçeriklerinden haber olmak ve takip etmek için tıklayınız.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Marx’ın Yabancılaşma Teorisi’ne Başlıca Katkıları – Marcello Musto

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü