Bir grup uluslararası halk sağlığı uzmanı geçtiğimiz günlerde prestijli bir tıp dergisi olan The Lancet’te, Covid-19 salgınından sorumlu patojen olan Sars-CoV-2 virüsünün kökenleri hakkında bir açıklama yayınladı. Bu açıklamada, farklı ülkeden birçok bilim insanı virüsün genomlarının mevcut açıklaması ve analizine dayanarak etken maddenin vahşi yaşamdan kaynaklandığı konusunda çoğunluk esasıyla ortak bir sonuca ulaştı. Söz konusu bu açıklamanın esas maksadı, virüsün Çin ordusunun kendi laboratuvarında biyomühendislik ile üretildiği yönündeki iddia ile “Covid-19’un doğal bir kökene sahip olmadığı” yönündeki komplo teorilerini çürütmektir. Bu teorinin bazı farklı türlerine göre virüs, mevcut rakip ekonomilere zarar verme niyetiyle kasıtlı olarak küresel bir pandemiye dönüştürülmüş olabilir. Hatta bu teorinin daha ılıman bir türüne göre virüs, bir kaza sonucu laboratuvardan sızmış ve Çinli yetkililer bu kazanın üstünü örtmeye çalışmış olabilir. Bahsettiğimiz bu teori münferit bir fenomen değildir; tam aksine, Covid-19 salgınının henüz yeni yeni ortaya çıktığı zamanlarda bu komplo teorileri büyük ölçüde arttı. Başka bir örnek vermek gerekirse, muhtemelen salgın ile yeni teknolojiler arasında nedensel bir ilişki olduğuna ikna olmuş insanlar tarafından İngiltere ve Hollanda’da pek çok 5G kulesi bugün itibariyle ateşe verilmiş durumda.
Bu kadar çok insanın bu türden komplo teorilerine epey kararlı bir şekilde inanması, hatta bu inançlar doğrultusunda hareket etmeye başlaması, felsefe de dahil olmak üzere birçok farklı disiplinden akademisyenin dikkatini çekmiştir. Çoğunlukla dikkatlerini bahsettiğimiz fenomene yöneltmiş olan filozoflar, bu fenomenin normatif boyutunu araştırmak amacıyla hareket etmektedirler: Yani bu komplo teorilerinin savunucuları ile tüketicilerinin yaygın olarak iddia edildiği gibi tanımı gereği eleştirilebilir olup olmadıklarını (tenkit edilmeyi hak edip etmediklerini) anlamak ve eğer öylelerse, hangi bariz kusur nedeniyle bu kadar eleştirilebilir (belki de kınanabilir) olduklarını anlamak için. Bu yolda ilerlemiş olan ilk filozoflardan K. Popper, büyük tarihsel olayların her zaman için etkili bireylerden oluşan küçük bir grubun gizli saklı girişimlerinin sonucu olarak açıklanabileceği yönündeki metodolojik varsayımı, “toplumun komplo teorisi” olarak tanımlamıştır. Popper apaçık bir gerçeğe karşı kör olan bu varsayım ile aşırı derecede basit olduğu için alay ediyor:
Toplum, ortalama komplo teorileri tarafından öne sürülen şeylerde amaçlandığı gibi olmak için, yani herhangi bir geniş ölçekli plan için epey eklektik ve karmaşıktır.
Fakat yine de bu Popper’ın söz sözü değil. Çünkü insanlık tarihinin tamamı, kesintisiz bir komplo dizisinin gerçekleşmesi olarak görülemeyecek olsa dahi, tarihteki bazı komploların başarılı olduğunu biliyoruz. O halde, sonuç olarak bazı komplo teorilerinin doğru olduğunu ve belirli bir noktada da bu komploların gerçek olduğuna inanmamızın bizim için mantıklı olduğunu kabul etmeliyiz.
Elbette, tüm komplo teorilerinin yanlış ve mantıksız olduğuna dair hiçbir a priori (deneyime dayanmayan) garantimiz bulunmamaktır. Çoğu filozof, bu tür teorilerde ya da bu teorileri öne süren ve destekleyenlerde epistemik olarak meşru olmayan bir şey olduğu konusunda ısrarcı: Komplocular. Q. Cassam ikinci yaklaşımı savunanlara, yani komplo teorilerinin epistemik olarak meşru olmadığını savunanlara, bir örnek. Yakın zamanda yayınlanmış bir kitapta Cassam, komplo teorileriyle ilgili olağan endişeleri kabaca şöyle açıklamayı önerdi:
Komplo teorilerini kabul edenler tipik olarak çabuk kanma, dogmatizm, kapalı fikirlilik ve özensizlik gibi eleştirilebilir olan bir dizi epistemik ahlaksızlıklar sergilemektedir.
Farklı bir yaklaşım ise bundan ziyade bizzat teorilerin kendisine ve epistemik kusurlarına odaklanır (elbette bu “çatışma yok”* anlamına gelir: yani epistemik açıdan kusurlu olan teorileri kabul etme eğiliminin epistemik kusurları ortaya çıkarmasını bekleriz). Örneğin pek çok filozof, komplo teorilerinin kendilerinin aksini gösteren kanıtlar ile patolojik bir bağlantısı olduğunu gözlemlemiştir. Bir komplo teorisi aksi bir kanıt ile karşı karşıya kaldığında veya açıkça eldeki teoriyi desteklemeyen bir kanıt ile karşı karşıya geldiğinde, teori, kendi temel iddiası olan bir komploya başvurabilir ve kanıtların sahte olduğu iddia edilerek söz konusu aksi delilin komplo teorisini doğruladığı şeklinde tekrar yorumlayabilir.
Komplocuların kendilerinin çürütülmesine yönelik bağışıklık kazanma ve aksi kanıtlardan yeni destek üretme konusundaki mevzubahis bu dahili kapasiteleri, pek meşru görünmeyebilir. Ne de olsa bu onları yanlışlanamaz kılıyor ve bu, Popper’ın da söylediği gibi, bize epistemolojik bir ölümcül günahın söz konusu olduğunu söylüyor. Fakat öte yandan, aksi kanıtın sahte olması gerektiği, bir komploya dair genel inancınızın sizi rasyonel olarak inanmaya mecbur ettiği bir şeymiş gibi görünmektedir. Komplocular, sonuç olarak, gizli kalmak ve güç sahibi olmak ister. Öyleyse, varlıklarını herhangi birinin epistemik erişiminin ötesine taşımak için delil ortamını kirletmeleri, tam olarak da onlardan beklemeniz gereken şeydir.
Her iki tepkide bir miktar doğruluk payı olduğunu düşünüyorum. Komplocular haklı: Bir komploya inandıktan sonra, aksi kanıtları teoriyi destekleyen olumlu kanıt olarak yorumlamaya rasyonel olarak bağlı olursunuz. Fakat aynı zamanda yanılıyorlar da: Kanıtları yeniden tanıtılacak şekilde yorumlamak, çoğunlukla epistemik eleştiriye açıktır. Bir komploya başlamak için her şey, komplocuların inandıkları gerekçelere bağlıdır. Açıklamama müsaade edin. Diyelim ki bir komplo iddianız (P) olsun ve bu (P), örneğin, şu anki salgının biyolojik bir savaşın sonucu olduğu iddiası olsun. (P)’den (Q), yani küresel bir komplonun var olduğu sonucu çıkıyor. Son olarak ise, konuya dair elimizdeki tek kanıtın, (E) Lancet’teki rapor olduğuna işaret eden bir kanıt olduğunu varsayalım. Yüzeysel olarak; (E), (P)’nin yanlış olduğunu gösteriyor. Ama açıkça görüldüğü üzere, (Q)’ya yönelik inancınız Lancet raporunun doğru olmadığını şeklindeki okumanıza izin vermektedir. (“Lancet raporunu yayınlayan bilim insanları da komplonun bir parçasıdır”); öyleyse (E), (P)’yi doğrulayan bir kanıt olarak okunur. Ama dikkat!: E, P’ye istenen desteği verecek şekilde meşru olarak yorumlanacaksa, Q’ya olan inancınız P’den bağımsız olarak gerekçelendirilmelidir. Q’ya inanmak için tek gerekçenizin P, P’ye inanmak için de tek gerekçenizin E olduğunu varsayalım. Bu durumda, tüm akıl yürütmeniz eleştiriye açık bir döngüsellik sergileyecektir: P, yalnızca Q gerekçelendirilir ise E’ye dayanılarak gerekçelendirilebilir; fakat Q, ancak ve ancak E, P’yi ve P de, Q’yu gerekçelendirirse gerekçelendirilebilir.
Günümüz epistemolojisine göre (örneğin J. Pryor, C. Wright), şüpheci itirazlar da benzer bir biçimde ele alınabilir. Duyularımızın yargısı (bir şüpheci ile tartışıyormuş gibi), iki elimizin var olduğu gibi sıradan algısal inançlar, ancak ve ancak bir dış dünyanın gerçekten var olmasına ve o dünyaya uygun bir şekilde bağlı olduğumuza dair önceden bir gerekçeye sahip olmamız halinde gerekçelendirilebilir. Fakat bu tür şeylere haklı olarak inanabilmemizin tek yolu, iki elimizin var olması gibi inançlardan çıkarım yapma yoluyla olabilir. Dolayısıyla bu şüpheciye göre, bir döngünün içine hapsolmuş ve epistemik felakete mecbur edilmiş durumdayız.
Eğer şüphecinin epistemik çıkmazını yeniden inşa etme girişimim doğru yoldaysa, komplocu biraz daha iyi bir pozisyondadır ve manevra yapmak için biraz alan kalmıştır. İlk olarak, bir komplo teorisinin doğrudan kanıtlarla desteklenemeyeceğinin, yani ilk bakışta olumlu kanıt olarak yeniden yorumlanan aksi kanıtlarla desteklenmemesinin ilkesel bir nedeni yoktur. Dahası, bir komplonun devam ettiğine dair bazı bağımsız kanıtları biriktirmeyi başarırlarsa, bu arka plan inancını, aksi kanıtları kendi teorilerinin kanıtı olarak, artık karakteristik hale gelmiş olan, yeniden yorumlamalarını motive etme girişiminde kullanmalarına, epistemik olarak konuşursak, izin verilir.
Watergate gibi başarılı komplo teorileri, tartışmalı olarak bu epistemik özellikleri sergilerler. Çoğu komplo teorisindeki sorun, doğru türden kanıtların normalde mevcut olmaması ve bu kanıtları bulmanın çok zor olmasıdır. Daha da kötüsü, bu kanıtlar nadiren aranır veya kanıtlara nadiren ihtiyaç duyulur.
Tommaso Piazza– “The epistemic predicament of the conspiracy theorist”, (Erişim Tarihi:30.12.2020)
Çevirmen: Taner Beyter
Çeviri Editörü: Çağan Fırtına
* Çatışma Yok (there’s no real conflict): Bu itiraza göre ahlaki cümleler dışavurumcu ya da emredici olarak sınıflandırılırsa ahlaken doğru veya yanlış olanın ne olduğuna dair ortada ahlaki bir çatışma/tartışma yoktur.
Çoğunluğun bir şeyi doğru kabul etmesi o şeyin %100 doğru olduğunu göstermez. Şu anda Sars Cov-2 ile ilgili açıklamalr acele, özensiz ve kolayca açıklanmış olabilir veya olmayabilir. Çoğunluk bir Tanrının varlığına inanıyor diye bu iddayı sorgulamak ta komplo teorisidir o zaman..