Ludwig Wittgenstein 100 Yıl Önce Felsefeyi Sonsuza Dek Değiştirdi

//
903 Okunma
Okunma süresi: 7 Dakika

Siperlere yazılmış “Tractatus Logico-Philosophicus” hala şaşıtmaya ve ilham vermeye devam ediyor.

Birinci Dünya Savaşında ortaya çıkan fermuar, poşet çay ve tank gibi icatlar içinde  “Tractatus Logico-Philosophicus” muhtemelen en zarif ve insancıl olanıydı. Savaş başladığında bu kısa inceleme, genç Avusturyalı bir asker ve eski bir felsefe öğrencisi olan Ludwig Wittgenstein’ın kafasındaki bir fikir kargaşasından ibaretti. Versailles Barış Konferansı sırasında esir kampından serbest bırakıldığındaysa bu eser sırt çantasındaki birkaç çamurlu sayfada artık ete kemiğe bürünmeye başlamıştı. Wittgenstein 1921’de bir yayıncı buldu ve felsefe o gün sonsuza dek değişti.

Kitabın basılmış olması bile mucizeviydi. Savaştan önce Cambridge’deki öğrenciliği sırasında Wittgenstein’ın yeteneği akranları tarafından açıkça görülebiliyordu. Öyle ki birçok düşüncesini yazıya dökmesi için ona yalvarıyorlardı. Fakat mükemmel olmayan bir felsefe çalışmasının değersiz olacağına inanan Wittgenstein bunu reddetti. Akıl hocası Bertrand Russell, öğrencisinin zekâsı anılarda kaybolmasın diye ikisi konuşurken notlar almaya başladı. Wittgenstein’ın ise başta intihar hakkında düşünmek olmak üzere başka meşguliyetleri vardı.

Savaş başladığında ailesini ziyaret etmek için Viyana’daydı. Daha sonra 25 yaşında askere çağrıldı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu için savaşmak üzere Doğu Cephesine gönderildi. İngiliz arkadaşlarından büyük ölçüde kopmuş, kendi düşünceleri ve Leo Tolstoy’un İncil’in Kısa Bir Özeti kitabıyla kalmıştı; Tractatus’ta onun yalın, kısa ve keskin yapısını taklit edecekti. Bir arkadaşına “Bu savaşın sonunu görecek kadar yaşayamazsam bütün çalışmalarımın boşa gitmesine hazırlıklı olmalıyım,” diyerek içini dökmüştü. Sonunda eseri yazmaya karar verdi.

Saçma Sapan Laflar

Alman mantıkçı Gottlob Frege’nin çalışmalarından yararlandı. Yine de Tractatus özgünlüğüyle devrim niteliğindeydi. Wittgenstein basitçe “Dil nedir?” diye sordu. İnsanın çıkardığı ciyaklama sesleri ve hayal gücünde çizdiği karalamalar dünyadaki her şeyi neden ve nasıl çağrıştırabilir? İngiliz filozof Anthony Quinton, sorgulamayan insanların aksine taşların neden yere düştüğünü soran ve buna yanıt arayan Sir Isaac Newton’un içgüdüleriyle Wittgenstein’in içgüdüleri arasında benzerlik kuruyordu.

Wittgenstein’ın yanıtı, sözcüklerle gerçek dünya arasındaki ilişkinin saf bir gösterimi olan resim kuramıydı. İnsanların sahip olduğu tüm anlamlı düşüncelerin, dilde “önermeler” olarak ifade edildiğinde başkalarına aktarılabilen resim düzenlemeleri olduğunu savunuyordu. “Kartal kalkar dal sarkar ” ifadesinin karmaşık cümlelerle ortak noktası da budur. En azından kuşlar gibi somut şeyler söz konusu olduğunda bu açıkça görülebilir. Fakat Wittgenstein yeni bir çığır açıyordu. Bu fikir, nispeten yakın bir zamanda yaşanmış bir araba kazasının davası hakkında bir rapor okurken aklına geldi. Bir avukatın çarpışmayı canlandırmak için oyuncak bebeklerle arabalar kullandığını görünce dilin resimsel temelini kavradı.

Bu görüşü binlerce yıldır filozofların kafasını kurcalayan tanrı, ahlak, güzellik gibi temel sorunlara uyguladı. Felsefe çoğunlukla kanıtlanamayan ve bu nedenle resmedilemeyen şeyleri tartıştığı için, önermelerinin çoğunun anlamlı olmadığı sonucuna vardı. Hatta felsefe bir “saçmalıktı”. Dil aracılığıyla anlamlı bir şekilde tartışılabilecek birkaç alana odaklanmayı tercih etti. Bu onu son ve kesin bir önermeye götürdü: “Üzerinde konuşulamayan konuda susulmalı.” Ya da Tractatus’un başka bir bölümünde söylediği gibi, “dilimin sınırları dünyamın sınırları demektir.” Wittgenstein önsözünde felsefenin “sorunlarının nihai çözümünü” bulduğunu iddia etti.

Bu küstahlık, okurları yüz yıl boyunca büyüleyip şaşkına çevirmiştir. Kazandığı cazibe sadece fikirlerin özgünlüğünden değil, aynı zamanda onların içten ifadesinden kaynaklanmıştır. Yüz sayfadan daha kısa olan kitap, “Dünya, olduğu gibi olan her şeydir,” ile başlayan yedi esrarengiz ana önerme etrafında oluşturulmuştur. Bunların devamında ondalık dizi halinde sıralanmış ek maddeler vardır. Wittgenstein çok az gerekçe göstermiş ve neredeyse hiç kanıt sunmamıştır. İfadelerinin tartışılmaz olmasını amaçlamıştır.

Tractatus’un edebi modernizmin ufuk açan üç eserinden (TS Eliot’un Çorak Ülke, Virginia Woolf’un Jacob’un Odası ve James Joyce’un Ulysses adlı eserleri) bir yıl önce yayımlanmış olması tesadüf olmayabilir. İlk eleştirmenler Wittgenstein’ın edebi yeteneğini takdir ederken, felsefesini çoğu kez yanlış yorumlamışlardır. Kahramanı olarak gördüğü Frege bile, bu ince kitabı “bilimsel bir başarıdan ziyade sanatsal bir başarı” olarak değerlendirmiştir.

Fakat eserinin mükemmelliğinden emin olan Wittgenstein için bu yeterli değildi. Frege’in, tıpkı akıl hocası Russell gibi Tractatus’un ayrıntılarını gözden kaçırdığını hissetti. Akademik hayattan ayrılıp Avusturya’ya gitti ve 1920’li yılların çoğunda bir ilkokulda öğretmenlik yaptı. En zeki çocukların üzerinde hayatlarını şekillendirecek bir etkisi vardı. Cehaletleri karşısında onlara sopayla vuracak kadar öfkelenmediği sürece daha az yetenekli olanları görmezden geldi.

Wittgenstein uzaktayken Tractatus’un önemi azaldı. 1929’da Cambridge’e döndüğünde dünyanın en çok övülen filozofuydu. John Maynard Keynes Londra’dan gelirken ona rastladı. Keynes bir arkadaşına Wittgenstein için “Tanrı geldi, onunla 5.15 treninde tanıştım.” demişti. Henüz genç olan Alan Turing onun derslerine katıldı. Wittgenstein’ın yazıları gibi öğretisi de gelenekleri hiçe sayıyordu. Öğrencilerinin arasına oturur ve “Neden mavinin yeşile kırmızıdan daha yakın olduğunu düşünüyor olabiliriz?” ayarında sorular sorardı.

İlkokulda olduğu gibi, daha yavaş kavrayan öğrenciler bocalarken kıvrak zekâlılar ise ona tapardı. Felsefeyi ‘çözdüğü’ iddiasını mantığının sonuna kadar götüren bir öğrenci, konserve fabrikasında çalışmak için Cambridge’den ayrıldı. Bir diğeri alet yapımına yöneldi. Wittgenstein’ın biyografisini yazan Ray Monk, başka hiçbir üniversitenin onun lisans öğrencilerine ders vermesine izin vereceğini düşünmediğini söyledi.

Ölümden Sonraki Hayat

Her şeye rağmen üniversite hayatının “katılığı, yapaylığı, kişisel tatmini” diye adlandırdığı durumdan bıkmıştı. Birkaç yıl sonra Tractatus’un kendi fikirlerine aykırı olduğunu fark etti ve onları küçümsemeye başladı. Kitabın ne kadarını reddettiği ise tartışmalıdır. 1951’de hayatını kaybettikten sonra bazı düşünceleri “Felsefi Soruşturmalar” kitabında derlendi ancak yaşamı boyunca başka bir kitap yayınlamadı. İngiliz Wittgenstein Derneği’nden Constantine Sandis’e göre Tractatus, “bünyesinde yaşamı boyunca tüm düşüncelerini şekillendiren felsefi bir bakış açısının tohumlarını barındırmaktadır”.

Dernek yüzüncü yılını kutlamak için uluslararası bir filozoflar sempozyumuna ev sahipliği yapacak. Viyana’daki Wittgenstein Initiative, Wittgenstein’ın hayatı ve çalışmalarının sergileneceği sanal bir sergi düzenliyor. Wittgenstein’ın öğrencisi olan Luciano Bazzocchi, Almanca ve İngilizce dillerinde yayımlanan yeni baskıların editörlüğünü yaptı. Ancak Tractatus’un etkisi akademinin ötesine uzanıyor. Yazarın hayranları arasında, ilk romanı Tractatus’ta geçen bir satırı konu alan Amerikalı soyut ressam Jasper John, Wittgenstein’ın biyografik filmini yöneten Derek Jarman ve film yapımcısı Coen kardeşler var. Modern okuyucular eseri yeni bir şekilde yorumluyor. Geçenlerde Twitter’da bir hayran, “Wittgenstein kitaplarını tweet atar gibi yazmış,” diyerek bir espri yapmıştı.

Felsefede, Tractatus’un mirası karmaşık bir konudur. Eser, 20. yüzyılın ortalarında İngilizce konuşulan üniversitelerdeki felsefe profesörleri için bir yol göstericiydi. Bir grup insan Wittgenstein’a sadık kalarak hâlâ  onun izinde devam ediyor. Ancak yıllar geçtikçe Wittgenstein’ın felsefenin sonu ve felsefe üzerine tartışmaların çoğunun anlamsızlığı hakkındaki beyanları daha az ikna edici olmaya başladı. Ray Monk, “Wittgenstein’ın terk edileceğini düşündüğü tüm felsefe alanları gelişti” demiştir. Zihin felsefesi, siyaset teorisi ve yakın zamanda ortaya çıkan kamu felsefesi alanındaki ilerlemeler iddialarını zayıflattı.

Esrarengiz Wittgenstein’ın bile bu gelişmelere çok fazla inancı olmamış olabilir. Ray Monk, “Wittgenstein’ın akademideki filozofları tamamen hor gördüğünü” söylemiştir. Onlar tarafından ne kadar saygı duyulduğu onun için önemli değildi.”


The Economist – “A century ago Ludwig Wittgenstein changed philosophy for ever”

Çevirmen: Su Yıldız

Çeviri Editörü: Alparslan Bayrak

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Uygulamalı Etik Nedir? Uygulamalı Etiğin Çalışma Alanları Nelerdir?

Sonraki Gönderi

İğrenç Sonuç – Jonathan Spelman

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü