Marx ve Sömürgecilik – Lucia Pradella

/
1198 Okunma
Okunma süresi: 7 Dakika

Yaygın kanıya göre Marx, sömürgeciliğin sermaye birikim sürecindeki rolünü sistematik bir şekilde ele almamıştır. David Harvey, Marx’ın esas çalışmasının kendisini kapatmış ulusal bir ekonomiye odaklandığını söyler. Her ne kadar Kapital’in birinci cildinin ilkel birikim denilen şey hakkındaki sekizinci bölümünde sömürgecilikten bahsetse de, bu sermayenin gündelik gelişimine değil yalnızca onun tarih öncesine aittir. Benzer bir varsayıma dayanan bazı post-kolonyal düşünürler Marx’ı Avrupa merkezci olmakla, hatta Batı emperyalizminin Avrupalı olmayan halkların özneliğini görmezden gelen bir destekçisi olmakla eleştirirler.

Komünist Manifesto’daki bazı pasajları okuduğumuzda onların haklı olduklarını düşünebiliriz. Marx ve Engels’in burjuvaziyi en barbar ulusları bile medeniyete çektiği için övmesini veya sömürgeleştirilmiş halkların kurtuluşunun Avrupa’da olacak bir devrime bağlı olduğunu düşünmelerini başka nasıl açıklayabiliriz ki?

Başlamadan önce kısa bir ön açıklamada bulunmama izin verin. İlk kitabımda Marx’ın Kapital’ini onun İrlanda, Rusya, Çin, Hindistan ve Amerikan İç Savaşı üzerine yazdıkları ve makaleleri ışığında okudum. O zamanlar Marx’ın sömürge meselesi üzerine Toplu Yazılar’ında ve Marx&Colonialism gibi derlemelerde bulunanlardan ibaret olan önemli ama yine de sınırlı miktarda yazılar yayınladığına inanıyordum. Ama sonrasında 2007 yılında Berlin-Brandenburg Academy of Sciences and Humanities’de çalışıp Marx ve Engels’in yazılarının tamamını kapsayan bir baskıya katkıda bulundum. Bu vesileyle Marx’ın 20,000 basılı sayfa uzunluğundaki defterlerinin bir kısmını “keşfettim”(bir fikir vermek gerekirse, tek başına o basılı defterlerden yeni bir Toplu Yazılar çıkardı). Bu yazılar Marx’ın Manifesto’yu yazdığı zaman da dahil tüm hayatı boyunca sömürgecilikle ilgilendiğini gösteriyor.

Okumalarımdan ne sonuç çıktı? Marx’ın Kapital 1. Cilt’teki analiz alanı meselesiyle başlayayım. Sermayenin yeniden üretimini “bütünlüğü içerisinde, tüm rahatsız edici tali durumlardan azade bir şekilde” çözümlemek için, Marx ticaret dünyasını tek bir ulus olarak ele alır(1976: 727) ve kapitalist üretim tarzının tüm dünya üzerinde tam bir tesisini varsayar. Bu, Harvey’in ve diğerlerinin düşündüğü gibi, Marx’ın “kendi kendini çevrelemiş ulusal bir ekonomi”yi analiz ettiği manasına mı gelir? Benim kanaatimce, bu soyutlama tam aksi bir manaya gelir. Marx’ın ulusal ve küresel düzeyler arasında bir örtüşme ortaya atması, katılan bütün ulusların hem iç hem dış pazarlarını içeren dünya pazarını kavramsallaştırmaya yarayan bir öncüldür. Bu soyutlama, genişlemeciliği sermaye birikiminin analizine dahil etmeyi mümkün kılar. Bu çerçevede, bir ülkenin ekonomisi ulusal sınırlara sıkışmış olmayıp sömürgeler ve bağımlı ekonomiler de dahil olmak üzere sermayenin serbestçe aktarılabilir olduğu üretim dallarının tümünden müteşekkildir.

Sermaye Birikimi Uluslararası Düzeyde Gerçekleşir

Marx için birikim, büyük şirketler ve mali sermayenin yükselişi yoluyla da olmak üzere sermayenin uluslararası olarak yoğunlaşması ve merkezileşmesine yol açar. Doğrudan üreticilerin şiddet yoluyla mülksüzleştirilmesi, zorla pazar genişlemesi ve sömürgeleştirme süreçleri yalnızca sermayenin tarih öncesine ait değildir ve küresel ölçekte sermaye birikim sürecini oluşturur. Ancak “ilkel birikim” dönemini müteakiben, sermayenin gücünün devlete bağlı olmasındansa devletin gücü sermayeye bağlı olmuştur. Rekabetçi sermaye birikim süreci; bağımlı ülkeleri daha düşük katma değerli sektörlerde uzmanlaşmaya zorlayarak, bu ülkelerde elde edilen sermayeyi kaynak ülkeye geri döndürerek ve farklı üretkenlik seviyesine sahip uluslar arasında eşitsiz mübadele biçimlerine yol açarak, daha yüksek katma değerli üretimi ve sermayeyi sistemin en rekabetçi merkezlerinde yoğunlaştırma eğilimi gösterir.

Daha az gelişmiş ülkelerin kapitalistleri, kayıplarını telafi etmek adına işçi sınıfından kopardıkları mutlak artık değer miktarını artırırlar. Bunu da iş gününü uzatıp yoğunlaştırarak ve, çok mühimdir ki, ücretleri emek gücünün değerinin altına ittirerek yaparlar. Marx’ın kendisi de Hindistan’daki ücretlerin işçinin mütevazı ihtiyaçlarını bile karşılamayacak bir seviyeye baskılandığını ortaya koyarken(CW31: 251) bu “üst-sömürü”(super-exploitation) süreçlerini kast ediyordu.

Marx’a göre sermayenin azalan kar oranına karşı gitmek için yaptığı ana şeylerden biri, “eylem alanını” genişletmek ve yedek işçi ordusu saflarını şişirmektir. Bu süreç Britanya’nın İrlanda’ya tahakkümü sürecinde özellikle göze çarpar. ABD’de kölelerin yetiştirdiği pamukla birlikte, yoksullaştırılmış İrlandalı çiftçilerin birincil üretimi İngiliz sanayisinin taşıyıcı kolonlarından biriydi. Üstelik mülksüzleştirilmiş İrlandalı köylüler daha iyi koşullar arayışıyla ülkeden kaçarak Britanya’nın sanayi merkezlerindeki işsizlerin ve yeterince istihdam edilmeyenlerin saflarını genişlettiler. Dolayısıyla İrlanda’daki sömürgeleştirme ve yoksullaştırma süreçleri hem maddi hem ahlaki açıdan İngiltere’deki işçi sınıfının durumunu da etkiledi. İngiltere’deki işçiler yalnızca birbirlerine karşı rekabet etmedi. İngiliz egemen sınıfının başını çektiği İrlandalı karşıtı ırkçılık, İngiliz ve İrlandalı işçiler arasında ikincisinin ilkini İngilizlerin İrlanda üzerindeki tahakkümüne suç ortağı olarak gördüğü bir çatışma halini mayalandırdı. Marx’a göre bu çatışma, “kapitalist sınıfın iktidarını muhafaza etmesinin sırrı”ydı.

“Marx Sermayenin Yeniden Üretiminde Irkçılığın Oynadığı Rolün Farkındaydı”

Britanya’ya emperyalist bir ekonomi olarak bakarak, sermaye birikim sürecini küresel bir ölçekte kavramsallaştırarak, Marx işçilerin emeğiyle uluslararası yaşam koşulları arasındaki iç bağlantıları kavradı. Emperyalist genişleme süreçleri emperyalist ülkelerdeki işçi sınıfının durumuna dışsal değil karşılıklı olarak bağlantılıdır. Marx, sermayenin yeniden üretim sürecinde ırkçılığın oynadığı rolün de farkındaydı.

Birinci Uluslararası İşçiler Birliği (Birinci Enternasyonal), Amerikan İç Savaşı’nın ve Avrupalı işçilerin köleliğin kaldırılması mücadelesiyle dayanışmasının akabinde doğdu. Projenin kendisinin ortaya çıkma sebebi işçilerin ve sendikacıların yalnızca uluslararası bir şekilde örgütlenerek patronların onların örgütlenmelerini kırmak için kullandıkları vasıtalara karşı gelebileceklerini anlamalarıydı: üretimi ücretlerin daha düşük olduğu ülkelere taşımak, ya da işçileri birbiriyle rekabete sokmak için dışarıdan göçmen işçi “ithal etmek”. Tabi ki o dönemde tüm bunlar daha küçük bir ölçekte oluyordu, çünkü sanayi üretimi Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yoğunlaşmıştı.

Eğer durum buysa, Marx ve Engels Manifesto’da öne sürdükleri argümanları bugün de tekrarlar mıydı? Mesele şu ki Marx’ın bu mevzulardaki pozisyonu zaman içerisinde değişti. Yıllar içerisinde emperyalizmi politik ekonominin eleştirisine dahil etti ve sahip olduğu tek yönlü uluslararası devrim görüşünü aştı. Emperyalist ülkelerdeki işçilerin durumlarındaki maddi iyileşmelerin uluslararası dayanışmayı zorlaştırabileceğini fark etti. Ve sömürgeleştirilmiş halklar Avrupa’daki endüstriyel proletaryanın uyanıp kapitalizmi devirmesini bekleyecek pasif özneler değillerdi. Kendi inisiyatiflerine sahiplerdi.

1850 yılının hemen başında Marx ve Engels, Çin’deki toplumsal ayaklanmayı selamladılar: Çin devrimi, Avrupa’daki kriz etkenlerini büyüterek Avrupa’nın kendisindeki bir sosyal devrimin kıvılcımını ateşleyebilirdi. Marx ayrıca Hindistan’da İngiliz sömürgeciliğine karşı gerçekleşen Sepoy ayaklanmasını da destekledi ve isyancıların bilincinden bağımsız olarak ayaklanmanın ulusal bir karakter taşıdığında ısrar etti. Üstelik 1960’ların sonunda İngiltere’deki proleter mücadele ile İrlanda’nın kurtuluşu arasındaki ilişkiye dair fikrini değiştirdi. İngiltere’deki işçi sınıfı, İrlandalıların bağımsızlık mücadelesini insani bir mesele olarak değil kendi kurtuluşlarının bir önkoşulu olarak desteklemeliydiler. İngiltere’de gerçek bir işçi sınıfı birliği inşa etmenin şartı da buydu. “İrlanda’da kaldıraç çekilmelidir”.

Dolayısıyla Marx sömürgeciliğin sermaye birikim sürecindeki rolü hakkında söyleyecek şeylere sahip olmakla kalmaz, bu aynı zamanda işçi sınıfı iktidarının “sırrı” ile yakından alakalıdır.


Lucia Pradella – “Marx and Colonialism”, (Çeviri Tarihi: 30.09.2022)

Çevirmen: Ege Aydın

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Matematik Felsefesi Nedir? – Ahmet Çevik

Sonraki Gönderi

Kitap Analizi: Analitik Felsefe Nedir? – Taner Beyter

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü