- Yazar: Hans-Johann Glock
- Çevirmen: Osman Baran Kaplan
- Basım Tarihi: Ekim 2021
- Basım Dili: Türkçe
- Orijinal Dil: İngilizce
- Sayfa Sayısı: 428
- Barkod: 9786257312493
- Satın Alma Bağlantısı: Amazon
İncelemeye Başlamadan Önce…
Felsefede ne gibi yaklaşım ve gelenekler vardır? Bu, epey zor ve geniş kapsamlı bir yanıt gerektiren sorudur. Antik Yunan’dan bugüne birçok felsefe hareketi ve geleneği olduğunu söylemek mümkündür. Bu gelenekler, belirli coğrafya ve kültürlerde entelektüel olarak kısmen daha baskın hale gelmiştir: Alman İdealizmi’nin Batı ve Orta Avrupa’da etkili olması gibi. Bu, bir anlamda oldukça beklendik bir durumdur; en nihayetinde felsefenin toplumsal koşullardan tümüyle bağımsız olduğunu iddia etmek epey hatalı olurdu. Bu anlamda Analitik Felsefe ve Kıta Felsefesi geleneklerini bu türden coğrafi ve toplumsal koşullar etrafında ele almak yararlı olacaktır.
Batı felsefesinde genel anlamda dört felsefe geleneği olduğu iddia edilir:
- Kıta Felsefesi,
- Analitik Felsefe,
- Pragmatik Felsefe ve
- Geleneksel Felsefe
Elbette Stoacılık, Aristotelesçilik veya Neoplatonizm gibi bu türden geleneksel ayrımlara tümüyle dahil edilmesi zor yaklaşımlar da mevcuttur. Fakat en temelde bilime bakış, yazım tarzı, kullanılan dilin açık ve titiz olması, başvurulan felsefi yöntemin ne olduğu, mantık ve argümantasyon kullanma, belli başlı ilgi alanlarına görece daha çok eğilmek gibi birçok konu başlığında analitik ve kıta felsefesi arasında kimi farklılıklar var gibi durmaktadır.
Analitik felsefe veya kıta felsefesinin ne olduğunu sormaya başlamadan önce, bir felsefe geleneğini “felsefe geleneği” yapan şeyin ne olduğunu sormak gerekir. İncelemeye başlayacağımız bu kitap, bu türden öncelikli soruları da ele alarak geniş kapsamlı sorular sormakta ve bu sorulara yanıt vermeye çalışmaktadır. Yazar, Analitik felsefeyi anlamak adına Aile Benzerliği Kuramı ve Tarihsel-Genetik Soy Ağacı yaklaşımına başvursa da bu türden bir projeyi kıta felsefesini veya başka bir geleneği anlamak için de kullanabiliriz.
“Analitik Felsefe Nedir?” Kitabını Neden Okumalısınız?
İlk olarak, analitik felsefe üzerine Türkçe bir kitap okumak istiyorsanız neden bu kitabı okumanız gerektiğine dair bazı gerekçeler sunmakta fayda görüyoruz. En nihayetinde emek/zaman maliyeti açısından ilgi alanımıza uygun doğru metinleri seçmek birçok açıdan çok önemlidir.
Kapsam, Çeşitlilik ve Güncellik
Metafelsefe bağlamında Analitik felsefenin ne olduğuna dair (bizim tespit edebildiğimiz) toplamda beş Türkçe kitap vardır. Bunlar sırasıyla:
- Jean-Gerard Rossi’nin Bilgi Kültür Sanat Yayınları’ndan çıkan “Analitik Felsefe“,
- John Hospers’in Adres Yayınları’ndan çıkan “Analitik Felsefeye Giriş“,
- Aaron Preston’ın İdea Yayınevi’nden çıkan “Analitik Felsefe-Bir Yanılsamanın Tarihi“,
- Sara Çelik’in Retro Basım Yayın’dan çıkan “Analitik Felsefe: Çözümlemeci Felsefeye Bir Giriş” ve
- birazdan inceleyeceğimiz, Hans-Johann Glock’un alBaraka Yayınları’ndan çıkan “Analitik Felsefe Nedir?” adlı kitabıdır.
Tüm bu kitaplar içerisinde kapsam, çeşitlilik ve güncellik açısından Glock’un bu kitabı en doyurucu olanıdır (analitik felsefenin neliğine dair yabancı literatürde de bu kitap epey önemli bir yer tutuyor gibi durmaktadır). Bu nedenle analitik felsefe öğrenmek isteyen birine öncelikle bu kitabı önermeyi tercih ediyoruz.
Bu, elbette diğer kitapların önemsiz olduğunu göstermez. Analitik felsefeye dair isimlerini andığımız tüm bu kitapları okumanızı öneririz; bunlarun her birinin doldurduğu apayrı bir boşluk vardır. Diğer yandan Sara Çelik’in kaleme aldığı kitap, bir Türk felsefeci tarafından kaleme alınması açısından epey değerlidir ve oldukça iyi bir kitaptır; başka bir inceleme yazımızda onu da konu edineceğiz.
Objektiflik
Yazar, kendisini bir Analitik felsefeci olarak tanımlıyor ve diğer felsefe geleneklerine burun kıvırmak yerine epistemik erdemlerle hareket etmek adına objektif olma kaygısı güdüyor. Bunu ne kadar başardığına, kitabı okuyunca siz karar verebilirsiniz. Bu inceleme yazısını kaleme alan kişi olarak ben de kendimi bir analitik felsefeci olarak tanımladığım için, taraflı bir değerlendirme yaptığım izlenimine kapılmanızı istemem. Kitabı edindikten sonra bu inceleme yazısına tekrar dönerek değerlendirmenizi yapabilirsiniz.
Burada asıl değinmek istediğimiz şey ise, analitik felsefeyi, bir analitik felsefeciden okumanın mühimliğidir. Fakat analitik felsefeyi diğer felsefe geleneklerini yok saymadan, yer yer farklılıklar ve aynılıklar noktasında karşılaştırarak okumak çok daha önemlidir. Yazarın hem analitik felsefenin tarihi ve güncelliğine dair derinlikli bilgi sahibi olması hem de diğer felsefe gelenekleri hakkında fikir sahibi olması konuya dair daha geniş çerçeveli bir bakış yakalamanıza katkı sunabilir.
Güncellik
Analitik felsefe üzerine kısıtlı Türkçe literatür ne yazık ki istisnalar hariç 1960 veya 1970’lerde sonlanmaktadır. Fakat bu kitabın 2008 yılında Cambridge Press’ten çıktığı göz önüne alındığında, günümüze daha yakın olmasının avantajını taşıyor.
Konuya Hakimiyet ve Anlaşılırlık
Çevirmenin Analitik felsefeye vakıf olması, çevirinin niteliğini epey arttırmış gibi görünüyor. Çağdaş analitik felsefeye dair kimi terimlerin henüz Türkçeye taşınmadığı göz önüne alındığında okuyucunun işini kolaylaştıran ve yer yer çevirmen notları ile zenginleştirilmiş bir metin görüyoruz.
Derinlik ve Güvenilirlik
Felsefe nedir? 19. ve 20. yüzyılda felsefede ne gibi değişimler olmuştur? Felsefe ile mantık, dil, bilim ve matematik arasında nasıl bir ilişki vardır? Frege’den Russell’a, Quine’dan Lewis’e dek önde gelen analitik filozofların çalışmaları, bu soruları anlamanın yanı sıra bir felsefe geleneğinin doğuşuna nasıl katkı sağladıklarına da yakından değinmesi adına değerlidir. Yazar doğrudan birincil kaynaklara atıf yaparak öncelikli ve kurucu sorular ile problemler etrafında bir metin kaleme almış gibi duruyor. Bu hem bir metafelsefe hem de felsefe tarihi çalışmasında eşine az rastladığımız bir durum.
Kapsam ve Tarihi Arkaplan
Bir felsefe geleneğini anlatmak ve değerlendirmenin epey potansiyel sorunu vardır. Bunlardan biri, yazının başında sözünü ettiğimiz tarihsel, toplumsal ve kültürel koşullardır. Yazar, II. Dünya Savaşı nedeniyle Viyana Çevresi filozoflarının ABD’ye göç etmesinden tutun da analitik felsefedeki kurucusu isimlerin Avusturya-İngiliz kökenli olmasına değin birçok konu başlığından söz etmektedir. Bu açıdan filozofların öğretileri çevresinde kümelenen kuru bir felsefe tarihi kitabı değil felsefi yöntem, bilimin etkisi, felsefi doktrinler, siyasi atmosfer, akademinin durumu, kültür, kişiselleşmiş tartışmalar vb. birçok konuya temas eden epey geniş kapsamlı bir içerik mevcut.
Açık, Titiz, Anlaşılır Metin
Yazar Analitik felsefecilerin, Kıta felsefecilerine karşı salladıkları bir sopa olan “açık, titiz ve anlaşılır yazmanın” önemini gösteren bir metin kaleme almış. Kullanılan dil bu açıdan okuyucu zorlamayacaktır; fakat birkaç alt bölümde az bir miktar da olsa analitik felsefeye aşina olmak kitabın anlaşılırlık düzeyini epey artıracaktır. Bu açıdan şayet ilk kez analitik felsefe üzerine bir kitap okumanın yanı sıra ilk kez analitik felsefe tarihi üzerine bir metin okuyorsanız, bazı noktalarda internete girip ilgili problem, kavram, tema veya filozofu araştırmanız iyi olacaktır. Bu açıdan Evrim Ağacı ve Öncül Analitik Felsefe Dergisi işbirliğinin ürünü olan Felsefe Ağacı yazı dizisi kapsamındaki “Analitik Felsefe Nedir? Kıta Felsefesi Nedir? Aralarındaki Farklar Nelerdir?” adlı yazıya veya Öncül Analitik Felsefe Dergisi’nin web sitesine göz atabilirsiniz.
Ekolleri Tanımak
Şayet çağdaş felsefe hakkında daha derin bilgi sahibi olmak istiyorsanız ilgi duyduğunuz veya benimsediğiniz felsefi ekolün dışındaki ekolleri de öğrenmeniz gerekir. Daha açık konuşursak, felsefenin felsefe tarihinde olup bitmiş bir şey olmadığı ve güncelliğini ne anlamda ve nasıl koruduğunu merak ediyorsanız, en az diğer felsefe gelenekleri kadar analitik felsefeye dair de bilgi sahibi olmanız tutarlı olacaktır (aynı şey, Analitik felsefeciler için de geçerli). Nasıl ki bir felsefe geleneği veya bir filozofun yaklaşımında boğulup kalmak felsefi bir intihar anlamına geliyorsa, çağdaş felsefenin New York, Cambridge, Oxford, Princeton gibi saygın üniversitelerdeki mevcut durumunu anlamak için de analitik felsefeye gözlerinizi kapamanız hata olacaktır; çünkü bu üniversitelerde baskın olan felsefe geleneği hala Analitik Felsefe gibi görünmektedir. Bunun tam tersine, Almanya veya Fransa’daki bir başka üniversitede durum, kıta felsefesi lehine olabilir elbette; bu ülkelerde de epey prestijli üniversiteler mevcut.
Geniş Yelpaze
Ne yazık ki Analitik felsefe denilince akademisyen olsun veya olmasın birçok felsefecinin aklına hemen Viyana Çevresi, metafizik düşmanlığı, pozitivizm ve dil felsefesi geliyor ve Analitik felsefe bugün de yalnızca bu konu başlıklarından ibaret sanılıyor. Bir felsefe hareketi veya geleneği nasıl evrim geçirir yakından görmek ve fikirler tarihine dahil bilginizi arttırmak istiyorsanız muhtemelen bu kitap doğru seçim olacaktır.
Tarihe Boğulmama
Bu kitap kuru bir felsefe tarihi kitabı olmayıp bir felsefe geleneği ve tümüyle felsefenin geleceği hakkında da birtakım sorular sormakta ve yanıtlar bulmayı amaçlamaktadır. Böylesi bir soruşturmaya eşlik etmek Türkçe felsefenin ihtiyacı olan bir şeydir.
Entelektüel Tartışmaya Katkı
Sosyoloji, edebiyat veya tarih ile ilgili tesadüf edeceğiniz ortalama bir entelektüel tartışmada pozitivizm ve postmodernizm terimlerini duymanız oldukça muhtemel. Bu terimlerin ne anlama geldiğini daha iyi anlamak için söz konusu kitapta epey ilginç anlatımlar mevcut.
Bir Sorun: Kadın Felsefecilerin Eksikliği
Analitik felsefenin tarihinde Elizabeth Anscombe, Linda Zagzebski, Victoria Welby, Emmy Noether, Patricia Churcland, Rose Rand, Susan Stebbing, Ruth Barcan Marcus, Helen Knight, Dorothy Emmet ve Margaret Masterman gibi çok önemli kadın filozoflar yer almaktadır. Yazarın bu isimlerden veya başka bir analitik kadın filozoftan pek söz etmemesi gerçekten büyük bir talihsizlik. Örneğin Anscombe’nin Wittgenstein üzerine ve etik alanında normatiflik üzerine çalışmaları, Zagzebski’nin erdem epistemoloji yaklaşımının iki kurucusundan biri olması veya Churcland’ın eşiyle birlikte nöro-felsefe ile eleyici materyalizmin kurucularından biri olması göz ardı edilemeyecek önemde çalışmalardır.
İçindekiler
1. Bölüm: Giriş
- Soru Neden Önemlidir?
- Soruya Nasıl Yaklaşılmalıdır?
- Kitabın Yapısı ve İçeriği
2. Bölüm: Tarihsel Araştırma
- Tarih Öncesi
- İlk Parıltılar: Matematik ve Mantık
- İdealizme Karşı İsyan
- Dilbilimsel Dönemeç
- Mantıksal İnşacılık ve Kavramsal Analiz
- Mantıkçı Pozitivizmin Çöküşü
- Metafiziğin Rehabilitasyonu
- Dilden Zihne
- Değer Konuları
3. Bölüm: Coğrafya ve Dil
- Kanalda Sis – Kıtayla İrtibat Kesildi
- Vorsprung Durch Logık: Analitik Felsefenin Almanca-Konuşulan Dünyadaki Kökleri
- İngiliz Emprisizmi vs Alman Romantizmi
- İngiliz-Avusturyalı Eksen
- Jeo-Dilbilimsel Anlayışların Günümüzdeki Başarısızlıkları
4. Bölüm: Tarih ve Tarih Yazımı
- Historiofobiye Karşı İçkin Tarihselcilik
- Araçsal Tarihselciliğe Karşı Zayıf Tarihselcilik
- Anakronizme Karşı Antikitecilik
- Hermenötik Eşitlik
5. Bölüm: Doktrinler ve Konular
- Metafiziğe Karşı Savaş
- Dil, Bağlamsalcılık ve Anti-Psikolojizm
- Felsefe ve Bilim
- Konusal Tanımlar
6. Bölüm: Yöntem ve Tarz
- Analizi Analitik Felsefenin Temeline Yerleştirmek
- Bilimsel Ruh
- Parçalara Ayırmak
- “Netlik” Yetmez!
- Aklın Sesi
7. Bölüm: Etik ve Politika
- Analitik Felsefe Etik ve Siyaset Teorisinden Uzak mı Durur?
- Analitik Felsefe Ahlaki Açıdan Tarafsız ve Muhafazakar mıdır?
- Analitik Felsefe İlerlemeci ve Özgürleştirici midir?
- Singer Olayı
- İdeoloji Bir Panzehir?
8. Bölüm: Tartışmalı Kavramlar, Aile Benzerlikleri ve Gelenek
- Esasen Tartışmalı Bir Kavram?
- Bir Aile Benzerliği Kavramı Olarak Analitik Felsefe
- Tarihsel ve Genetik Bir Kategori Olarak Analitik Felsefe
- Analitik Geleneğin Hudutları
9. Bölüm: Günümüz ve Gelecek
- Üçkağıtçılar, Beceriksizler ve Rölativistler
- (Eğer Varsa) Analitik Felsefenin Sorunu Ne?
- Analitik Felsefe Nereye Doğru Gidiyor?
İnceleme ve Değerlendirme
Kitap içerik açısından epey doyurucu ve geniş kapsamlı, bu nedenle bu inceleme yazımızda atlamak zorunda kaldığım bazı içerikler ve temalar olabilir. Kendimce önemli gördüğüm ve kitap hakkında fikir verebilecek bölümler üzerinde durmayı tercih ettim. Okurken lütfen bunu göz önüne alın. Ayrıca görebileceğiniz gibi, bu şahsi bir inceleme yazısı olacağı için, Evrim Ağacı‘nda hâkim olan birinci çoğul şahıs dili yerine birinci tekil şahıs dili kullanacağım. O halde ilk bölümle başlayalım.
1. Bölüm: Giriş
Yazar bu bölümde Analitik felsefenin geçmişten günümüze evrildiği noktaya dair Putnam, Hintikka, Dummett gibi ünlü filozoflardan alıntılar yaparak söze başlıyor ve ardından Analitik felsefe üzerine yapılmış diğer metafelsefe çalışmalarını hızlıca gözden geçirerek kendi çalışması ile söz konusu bu çalışmalar arasındaki farklardan söz ediyor. Ardından ise “Analitik felsefe nedir?” ve “Analitik felsefenin kökenini araştırmak niçin önemlidir?” gibi soruların öneminden söz ediyor. Bu başlıkta dönen asıl tartışma, felsefe dahilindeki bir -izm’in yani akım, hareket veya ekolün felsefenin doğası ile ne tür bir ilişki içinde olduğu ve bir felsefe hareketinden söz ettiğimizde aslında tam olarak neyden bahsettiğimizle ilgilidir. Bu temalar etrafında yazarın dile getirdiği şu düşünceler oldukça dikkate değerdir:
(…) Öte yandan sınıflandırmalar insan düşüncesi için vazgeçilmezdir. İster maddi fenomenler isterse entelektüel eserler olsun, şeyleri anlamlandırabilmemiz için onları ilgili özelliklerine göre ayırt etmemiz gerekir.
Bu alıntı, “Analitik felsefe nedir?” sorusuyla birlikte niçin felsefi sınıflandırmalar yaptığımıza dair de bir yanıt niteliğindedir. Felsefi sınıflandırmalar yapıyoruz, felsefi gelenekler söz konusu olduğunda bile; çünkü anlamak istiyoruz!
Ülkemiz felsefecileri arasında da bolca gözlemlediğim bir durum var. Buna “Felsefe topluluklarının birbirine yabancılaşması” diyorum. Örneğin x üniversitesinde İslam felsefesi, y üniversitesinde Fransız-Alman Kıta filozofları, z üniversitesinde de Analitik temalar veya filozoflar üzerine çalışan felsefecilerin bir süre sonra birbirine bir miktar yabancılaşması bizi şaşırtmamalı. Yaşamı boyunca Farabi üzerine çalışan bir akademisyen ile Heidegger veyahut da Frege çalışan bir akademisyen arasında makasın açılması oldukça beklenildiktir. Bunu birey özelinde değil de bir akademi çatısındaki farklı felsefi eğilimli topluluklar olarak düşününce resim daha net görülebilir. Ve her ne kadar bu durumun bir takım olumsuz sonuçları olsa da mevcut manzarayı kendi başına kötücül bir durum olarak görmüyorum çünkü uzmanlaşmanın ve belirli temalar üzerine belirli tarzlarda yoğunlaşmanın doğal bir sonucu tam da böyle bir şey olurdu. Belki de bu yabancılaşmanın yarattığı kopukluktan şikayet etmek yerine felsefede çoğulculuğun avantajlarını arttırmaya daha çok odaklanmalıyız. Elbette Analitik-Kıta felsefesi ayrımı bu topluluk yabancılaşmasının en görünür kısmıdır. Yazar bu manzaraya dair ünlü filozof Dummett’ten bahis açarak şöyle bir alıntı yapıyor:
… Ve Dummett analitik/kıta ayrılığı arasında bir köprü kurmaya çalışsa da, sonuç olarak bu hırs vaktiyle Anglo-Amerikan (Analitik) felsefe ile Kıta felsefesi arasında manasız bir uçurumun açıldığına dair gözlemlere dayanmaktadır; gerçekten de “sanki farklı konularda çalışıyormuş gibi bir noktaya geldik”.
Bu durum arzu edilerek erişilen veya asla değişmez olan bir durum değildir. Yazarın da belirttiği gibi ilerleyen zamanlarda hangi geleneğin daha doğru yolu izlediği ayyuka çıkabilir veya yeni bir felsefe hareketi doğabilir.
Yazar devam eden sayfalarda kitabının içeriğini özetlemekte ve Analitik felsefenin baskın olduğu coğrafyadan tutun da Analitik felsefenin sahip olduğunu varsaydığımız açık ve net yazmak, argümantasyon, bilime yakınlık gibi konu başlıklarını incelemektedir.
2. Bölüm: Tarihsel Araştırma
Bu bölümde analitik bir felsefi yöntemin ilk nüvelerini borçlu olduğumuz Aristoteles, Leibniz, Mill, Kant gibi filozofların felsefi çalışmalarından söz edilerek başlanıyor. Bilhassa Kant’ın a priori-a posteriori ayrımının ön-Analitik felsefenin doğuşunda önemli bir kırılma noktası olduğundan güçlü gerekçelerle söz ediliyor. Fakat bu bölümün bana göre en önemli pasajları “Matematik ve Mantık“ alt başlığında yer alıyor. Gerçekten de Analitik felsefenin kökeni üzerine derinlikli bir araştırma yapmak istiyorsanız Bolzano, Tarski, Quine, Frege ve Russell gibi isimlere temas etmek zorundasınız. Biçimsel mantık, mantıksal doğruluk, Öklid-dışı geometrinin keşfi, Cantor’un sonlu-ötesi (transfinite) küme teorisi ve nihayetinde matematiğin mantığa indirgenebilir olup olmadığı kurucu analitik temalardır. Öyle görülüyor ki analitik felsefenin buraya kadar ki asli öğeleri matematik, mantık ve epistemolojiyle ilgilidir.
Dummett gibi birçok filozof için Analitik felsefenin asıl kurucusu Frege’dir (Şahsi görüşüm de büyük oranda bu yönde). Elbette buna katılmayıp farklı değerlendirme yapanlar mevcut fakat Frege ismini Analitik felsefenin kökenine dair kaleme alınmış ciddi bir çalışmada görmemeniz mümkün değildir. Frege’nin matematiği mantıktan türetmek yoluyla matematiğe güvenli bir zemin sağlama projesi kapsamında matematiğin kavramlarını mantıksal terimlerle tanımlama ve matematiksel önermeleri mantıksal ilkelerden türetme çabası, gerçek anlamıyla Analitik felsefenin devrimci bir anına denk düşüyordu. Yazarın da söz ettiği gibi, önermeleri Aristoteles mantığındaki gibi özne-yükleme göre değil de fonksiyon ve argümana göre analiz etmek Mantıkçılık yaklaşımının doğuşuna katkı sağmakla kalmamıştır matematik disiplini ve Analitik felsefe açısından da bir dönüm noktası yaratmıştır. Burada başarıya ulaşmış bir projeden söz etmiyoruz; denenen şeyin yepyeni ve devrimci olmasından bahsediyoruz. Yazar bu devrimci süreci Frege’nin Platonizm’inden de söz ederek ayrıntılı bir şekilde tahlil ediyor. Açıkçası benim gibi Matematiksel Platonculuk’a veya Realizm’e sempati duyan bir felsefeci için tekrar tekrar okunası pasajlar mevcut.
Bu bölümün en ilgici çekici yanlarından biri, Analitik felsefenin doğuşunda etkili olmuş olan diğer kanala, yani Frege’ci olmayan devrimci sürece dairdir; Russell ve Moore’un Britanya’da etkili olan Alman İdealizm’ine karşı isyanları! Tabi ki bu tema işlenirken Russell’ın Tipler Kuramı ve Frege eleştirisi bağlamında Russell Paradoksu’ndan da söz edilmektedir. Öyle ki Russell da mantıksal bir sistem inşa etme sürecindeyken Frege’nin hatasını keşfetmişti.
Demin sözünü ettiğimiz Alman İdealizm’ine karşı isyan konusu önemli. Çünkü bu ekol, Kıta felsefenin uzun bir süre çekirdeğinde olan bir hareket veya gelenektir ve bu isyan Kıta Avrupası felsefesinden entelektüel bir kopuşu temsil etmektedir. Russell’ın şu alıntısı dikkate değer:
1989’in sonlarına doğru Moore’la birlikte hem Kant’a hem de Hegel’e başkaldırdık. Moore başı çekti ve ben de onun adımlarını yakından takip ettim…
Moore ismi önemli, çünkü bu filozof kavramsal analiz aracılığıyla Analitik felsefenin ilk klasiklerini kaleme alanlardan biridir. Argümantasyona verdiği önem, titiz, açık ve net yazma konusundaki hassasiyeti, sağduyaya dayalı analizleri, İyi’nin tanımı üzerine soruşturması, İdealizm’e karşı Realizm eğilimi birleşince Analitik felsefedeki etik çalışmaları uzun bir süre meşgul eden Analitik metaetik alt disiplininin kurucusunun da Moore olması şaşırtıcı olmasa gerek.
İlerleyen sayfalarda işlenen konular ise şunlar:
- Frege ve Russell’ın mantıksal analizi,
- Moore’un kavramsal analizi,
- meşhur “Fransa’nın şimdiki Kralı Keldir” meselesi,
- dilbilimsel dönemeçle birlikte Wittgenstein ve Tractatus,
- Viyana Çevresi, Carnap’ın “Bilimlerin Birliği” tezi,
- Ryle ile birlikte dil felsefesinden zihin felsefesine doğru kayışın izleri,
- Quine’ın Analitik felsefede gerçek bir kırılmayı temsil eden “Emprisizmin İki Dogması” çalışması (bu metni Öncül Analitik Felsefe Dergisi’nde Emre Can Özuslu çevirisi ile yayınladık),
- Quine, Kripke, Putnam ile metafiziğin tekrar doğuşu.
Diğer yandan Wittgenstein’ın Özel Dil Argümanı, zihin felsefesinde qualia probleminin doğuşu, nöro-felsefenin gelişimi, Churcland gibi eleyici materyalistlerle birlikte çağdaş materyalist filozofların pozisyonu ve Moore’un sözünü ettiğimiz sağduyaya dayalı metaetik çalışmaları gibi oldukça önemli Analitik felsefe temalardan da bahsedilmektedir.
3. Bölüm: Coğrafya ve Dil
Analitik felsefe doğuşu ve gelişimini büyük oranda İngiliz ve Avusturyalı filozofların çalışmalarına borçludur. Bu iddia Frege, Russell, Moore, Wittgenstein, Carnap, Quine ve diğer isimlere odaklanmamız gerektiğine işaret eder. Çok kaba bir değerlendirme yaparsak Analitik felsefe bugün İngiltere, Avustralya, Yeni Zelanda, ABD, Kanada gibi Anglo-Sakson veya İngilizce-konuşan dünyadaki baskın felsefi ekoldür. Elbette bu ülkeler Analitik-felsefe dışı gelenek ve ekoller de mevcuttur fakat ön planda olanın veya vitrinde duranın Analitik felsefe olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Diğer yandan tam tersi bir durum Kıta felsefesi veya Gelenekselci felsefe lehine Fransa, Almanya, İtalya gibi Kıta Avrupası anakarası için geçerli görünmektedir. Fakat bu ülkelerde de Analitik filozofların olduğunu biliyoruz. Örneğin Avrupa Analitik Felsefe Derneği ve dergisi mevcuttur. Fakat böylesi jeo-dilbilimsel bir ayrımın sebebi nedir? İşte bu yanıtlanması zor bir soru.
Yazar bu bölümde Naziler’in iktidara gelmesi ile kurucu veya ilk kuşak denilebilecek Analitik filozofların Almanca-konuşan bölgelerden ABD’ye zorunlu göçünün sözünü ettiğimiz coğrafi manzara üzerindeki etkisinden söz ederek yola koyuluyor. Ayrıca Husserl’in ilk dönem çalışmalarında Frege ile ortaklaştığı ve ayrıştığı temaları da konu ediniyor ve Analitik felsefenin Almanca-konuşan bölgelerdeki köklerini ele alıyor. Mantık ve matematikteki Alman etkisi ve Frege ile birlikte Viyana Çevresi filozoflarının çoğunlukla Alman olması göz önüne alındığında şu alıntı daha da anlam kazanmaktadır:
Quine’ın bir sohbette bana, doktora çalışmasının Almanca çevirisi eline geçtiğinde “Şimdi oldu” dediğini anlattı.
Bahsettiğimiz jeo-dilbilimsel ayrımın kökenlerini belki de felsefe tarihinde yani İngiliz Emprisizmi ile Alman Romantizmi arasında karşıtlıkta aramak gerek. Yazar da tam olarak böyle bir yola girişiyor ve Analitik felsefeye işaret eden “empirik-bilimsel” ile Kıta felsefesine işaret eden “hermenötik-romantik” düşünce alışkanlığına parmak basıyor.
4. Bölüm: Tarih ve Tarih Yazımı
Kimi Kıta filozofları fikir, problem ve kavramların tarihsel yolculuğu veya toplumsal kökenlerini oldukça önemsemektedir. Öyle ki çoğu Kıta felsefecisi felsefe tarihini tekrar tekrar keşfetme iddiasındadır. Felsefe yapma tarzlarında böylesi tarihsel ve dolayısıyla toplumsal koşulları öncelemeleri fikirlerin, problemlerin ve kavramların hangi şartlar altında doğduğunu önemsediklerini göstermektedir. Fakat çoğu Analitik felsefeci için durum pek böyle değildir, onlar bir fikrin veya kavramın hangi tarihsel-toplumsal koşullar altında doğduğundan ziyade doğrudan doğruluk değeri ve çözümlemesine yönelmektedir. Elbette bu genel eğilimin (yazımızda iddia ettiğimiz her ifade için geçerli bu) birçok farklı istisnası mevcut. Fakat tarihe, özellikle de felsefe tarihine böylesi bir bakış Analitik ve Kıta felsefesi arasındaki en belirgin farklılıklardan biridir diyebiliriz.
Yazar bu bölümde, sözünü ettiğimiz noktaları da göz önüne alarak “felsefeyi tarihsel şekilde yapmanın” ayrıntılarından da söz etmektedir. Bu çerçevede İçkin tarihselcilik, Araçsal tarihselcilik ve Zayıf tarihselcilik gibi perspektiflerden felsefe tarihini ele almanın ne anlama geldiğini açıklamaktadır.
Kıtacı-pragmatist bir perspektife sahip olan Rorty, Analitik felsefeyi “tarihten kaçma teşebbüsü” olmakla suçlamasına karşı, çoğu Analitik filozof da Kıta filozofları felsefe tarihini ısıtıp ısıtıp aynı şeyleri usanmadan tekrar tekrar (ama görünürde farklı şekillerde) servis etmekle itham eder. Yazar, Analitik felsefecilerin historiofobik olmadığını ve anakronizme düşmediğini iddia ederek genellikle bir tür Zayıf tarihselciliğe eğilimli olduğunu savunmaktadır.
Bu bölümde Russell’ın Leibniz’den; Ayer’in Berkeley ile Hume’dan ve Quine’ın Russell’dan ilham almasına dikkat çekilmekte ama bir yandan da felsefe tarihinin “hatalı, yanlış fikirler tarihi” olduğunu da göz önüne almamız gerektiği üzerinde durulmaktadır. Felsefeyi, felsefe tarihinden ibaret görmenin ne kadar vahim olduğuna dair özellikle sayfa 160 ile 163 arasında oldukça güzel argümanlar öne sürülmekte ve şu soru sorulmaktadır: “Bilim tarihi, bilimin bir parçası mıdır?” Bu soruya vereceğiniz yanıta “Bilim tarihi, bilim yapmanın merkezinde mi?” şeklindeki başka bir soru eklenebilir ve akabinde de “Bilim ile felsefe arasında bir analoji yapmak doğru mu ki?” şeklinde daha köklü bir soru yükselebilir. Belki de Hacker’in “felsefe tarihine mektup arkadaşı yaklaşımı” üzerine yazdıklarını daha çok düşünmemiz gerekir.
Fakat, kitaptan bağımsız olarak, bu noktada birçok farklı tartışmaya dahil olmuş biri olarak felsefenin filozoflar değil problem ve temalar etrafından kümelenerek yapılması gerektiğini, düşünürler tarihi değil düşünceler tarihine odaklanmanın önemli olduğunu ve düşünür ve öne sürdüğü düşünce arasında her zaman için keşfedilmeyi bekleyen derin hakikatler olmayabileceğini iddia ediyorum. Felsefe tarihi ve tarihsel felsefe yapmak önemlidir, ciddi bir iştir, titiz bir çalışma ve beceri gerektirir ama felsefe yapmanın merkezinde her zaman için böylesi bir yaklaşımı benimsemek zorunda olmadığımızı, felsefe tarihine gerektiği ölçüde başvurabileceğimizi ve problemlerin bizi bir noktada kendiliğinden “tarihe” götüreceğini düşünüyorum. Kimileri benim gibi Analitik felsefecilerin, felsefeye matematik gibi yaklaştığını ve matematikçilerin de matematik yaparken matematik felsefesini ikinci plana ittiğini iddia edebilir ve belki de bu haklı bir “eleştiri”dir. Bu konuda ne felsefe tarihi karşıtlığı ne de felsefe tarihi fetişizmi olmayan “ortada” bir yaklaşımın doğru olduğunu düşünüyorum.
Yazarın Passmore, von Wright ve Kenny gibi Analitik felsefe tarihçilerinden söz etmesi, Analitik felsefecilerin de bu yöndeki eleştirileri göz önüne alarak ne gibi girişimlerde bulunduğunu anlamak adına önemli. Bu bölüm başka bir çok soru ile birlikte bu konuyu derinlemesine ele almaktadır.
5. Bölüm: Doktrinler ve Konular
Analitik felsefenin kabaca 1960’lardan sonra geçirdiği evrim veya Analitik felsefenin yeni dalgalarından habersiz olan kimi felsefeciler, Analitik felsefeyi Viyana Çevresi, Mantıkçı Pozitivizm ve Dil felsefesinden ibaret sanmaktadır. Bu, ülkemizdeki kimi akademisyenler arasında da sık sık karşılaştığımız çok vahim bir bilgisizlik örneği ne yazık ki. Quine, Lewis, Plantinga gibi çağdaş Analitik filozoflardan tutun da zaman felsefesi, özgür irade veya nedensellik tartışmaları veya neo-Fregecilik, Ahlaki Platonizm veya Nitelik Düalizmi gibi yaklaşımlara dek şöyle geniş çerçeveli bir bakış yakalamaya çalıştığımızda anlıyoruz ki Analitik metafizik artık Analitik felsefenin kalbinde bulunan çalışma alanlarından biri haline gelmiştir. Yazar bunu “Metafiziğin Rehabilitasyonu” başlığı ile ayrıntılı bir şekilde ele almaktadır.
Yazar Analitik felsefedeki temel yaklaşım, teori veya doktrinlerini Metafiziğin Reddi (ve Rehabilitasyonu), dilbilimsel dönemeç, felsefe ile bilim arasındaki işbölümü ve Doğalcılık (Natüralizm) çerçevesinde, dört farklı başlıkta ve tarihsel birçok örnek vererek ele almaktadır.
Yazarın iddiası o ki, belki de Metafizik’e bakıştaki temel ayrım Analitik ve Kıta felsefesi arasında değil, Analitik felsefe ile Gelenekselci felsefe arasında olabilir. Evet kurucu Analitik filozoflar, metafizik ve metafizik içerimli önermelere dair bir antipati taşıyordu ve bunun en belirgin örneği ilk dönem Wittgenstein etkisindeki Viyana Çevresi filozoflarında görülebilir. Ancak çağdaş Analitik felsefeyle ilgilenen birçok felsefeci Putnam’ın şu ifadesine katılacaktır:
Bir zamanlar (mantıkçı pozitivizm döneminde) (analitik felsefe) metafizik-karşıtı bir hareket ile son zamanlarda dünya felsefe sahnesindeki en metafizik yanlısı hareket haline geldi.
Bu başlıkta işlenen diğer başlıklar felsefenin bilimin hizmetkarı mı yoksa kraliçesi mi olduğu, nöro-felsefeciler ile Quine ilişkisi, natüralizmin biçimleri ve iddiaları, dil felsefesi, anti-psikolojizm, önermelerin doğası, Kant aleyhtarlığı ve Heidegger, Gadamer ve Ricouer gibi Kıta filozoflarının çalışmalarındaki dil teması üzerinedir.
6. Bölüm: Yöntem ve Tarz
Çoğu Analitik felsefeci açık, anlaşılır, net ve titiz bir yazım tarzı ile argümantasyon ve mantığa önem veren bir felsefi yöntemi önemsemekle övünür. Hatta Kıta filozoflarını böyle olmamakla da eleştirirler. Fakat Analitik filozofların hepsinin sahip olduğu böyle bir ortak nokta var mıdır? Öyle ki görülüyor ki Sellars ve Anscombe gibi kimi Analitik filozoflar kapalı ve zor yazmaktadır. İşte bu durum bir Analitik felsefeciyi “Analitik felsefeci” yapan şeylerin ne olduğu üzerine ciddi tartışmalara sebep olmaktadır.
Yazar felsefi bir yöntemin ne olduğuna da yanıt vermek ve Analitik felsefeyi tanımlamak için “Analitik felsefenin özü, sonucun dayanıklılığından ziyade, sürecin değeridir.” ifadesi üzerinde durmaktadır. Şayet kesin yanıtlar bulmayabileceğimizi epistemik erdemlerimize dayanarak seziyorsak belki de hakikate ulaşma sürecinin kendisini doğru, makul ve güvenilir bir temele oturtmanın önemini göz önüne almalıyız. Bu varsayım, Analitik felsefenin bilime eğilimli ve bilimsel bir ethos ile hareket ederken Kıta felsefesinin sanat ve beşeri bilimlere eğilimli olması şeklinde klasik sınıflandırmanın niçin birçok insana doğru göründüğünü de anlamamıza yardımcı olabilir. Analitik felsefeciler fizik, matematik, nöroloji, kimya, biyoloji, antropoloji gibi bilim dallarında doktora çalışması yapmak veya bu alanlardaki güncel çalışmalardan haberdar olmak açısından oldukça duyarlı görünmektedir. Analitik felsefenin bilim-tapar olmak veya felsefeyi bilimin hizmetkarı yapmak gibi suçlamaları pek hak etmediğini düşünüyorum ve bilim eleştirmeni birçok Analitik filozofun da olduğunu unutmamayı öneriyorum. Eğer felsefeciler ile bilim insanları kimi zamanlar benzer yönlere bakarak benzer problemleri konu edinmekte ve benzer sorular sormaktaysa, o halde epistemik sorumlulukları gereği birbirlerinin yanıtları veya yaklaşımlarından haberdar olmaları gerekir. Bir felsefecinin çalıştığı alanla ilgili bu türden epistemik sorumluluklarını ihlal etmesi oldukça vahim ve korkunç derecede bilgisizliğe dayalı sözümona bilim-karşıtlığına savrulmasına da sebep olabilmektedir. Örneğin zaman felsefesi çalışan bir felsefeci Einstein’ın Görelilik Kuramı, Newton fiziği veya Kuantum çalışmalarından bir miktar haberdar olmalıdır; buna tenezzül bile etmemek bir tür küstahlık veya en iyimser şekilde ifade edersek kendi felsefi yönteminden gereğinden fazla emin olmasının olumsuz bir sonucudur. Bu iddiamız aynı zaman bilim insanlarının felsefeden yararlanmasının da yolunu açacaktır. Nihayetinde karşılıklı etkileşim için birbirimizden haberdar olmalıyız! Ne yazık ki çoğu felsefe karşıtı katı bilimci, “felsefe öldü” veya “felsefenin sorularını artık bilim yanıtlamaktadır ve felsefe gereksizdir” gibi vahim iddialarını “felsefe bilmemek” ve “felsefeyi, felsefe tarihinden ibaret görmek” gibi içinde düştükleri hatalara borçludurlar.
Bu bölümün kalan sayfalarında Russell, Strawson, Wittgenstein, Ryle, Moore, Carnap, Rorty, Wang, Putnam, Neurath, Lewis, Davidson, Price, Ayer, Hare, Tarski, Austin, Reichenbach, Hempel, Frege, Follesdal, Cohen ve daha birçok çağdaş Analitik filozofa atıf yapılarak Analitik felsefedeki “analiz etme” yöntemi, mantıksal atomculuk, kavramsal analiz, bilime bakış, rasyonalizm, Oxford Gündelik Dil Felsefesi ekolü, sistematik felsefe yapmak ve diğer konu başlıkları ele alınmaktadır.
7. Bölüm: Etik ve Politika
Analitik felsefenin apolitik veya muhafazakar bir pozisyonu benimsediği uzun bir süre Kıta felsefesine eğilimli sosyalist ve Marksistlerce dile getirildi. Hala günümüzde birçok Liberal, Liberteryen, Anarko-Kapitalist veya Minarşist Analitik filozofun olması üzerinden kimileri Analitik felsefeyi bir ideolojinin hizmetkarı olmakla itham etti. Fakat bu epey büyük bir önyargı ve bilgizlikten kaynaklanmaktadır. Öncelikle Viyana Çevresi gibi ilk kuşak Analitik filozofların (bir-iki ismi hariç) neredeyse tamamı sosyalistti! Bu ifademiz, kurucuların sosyalist olup daha sonraki kuşakların liberalizme evrildiği şeklindeki bir yanlış anlamayı beslememeli çünkü ilerleyen kuşaklardan Elster, Cohen, Wright veya Roamer gibi birçok Analitik Marksist olduğunu veya günümüze yakın dönemde de Peter Singer gibi sol cenahtan başka isimlerin olduğunu görüyoruz! Bu konuda en makul yaklaşım Analitik filozofların bir kısmının muhafazakar bir kısmının liberal bir kısmının solcu olduğu ve siyasi yelpazenin birçok noktasından simaya ev sahipliği yaptığı şeklinde olacaktır.
Analitik siyaset felsefesinin uzun bir süre sonra doğması (veya geç doğması) yönündeki eleştiriler Kıta felsefesinin içkin politik kavrayışı göz önüne alındığında haklı bir eleştiri olabilir. Özellikle 1971 yılında yayınlanan Rawls’ın Bir Adalet Teorisi’nin yarattığı muazzam etki ve akabinde, 1974’te Nozick’in Anarşi, Devlet ve Ütopya’yı kaleme alması, ardından ise 1978 yılında Cohen’in Marx’ın Tarih Teorisi’ni kaleme alması bu farklı siyasi yaklaşımlar arasında çok ateşli tartışmaların doğması ve bununla birlikte Analitik siyaset felsefesinin bu yıllarda altın çağını yaşamasına sebep olmuştur. Diğer yandan son 20-30 yıldır Analitik siyaset felsefesinde güçlü kuramların doğmuyor olması da bir diğer ilginç konu başlığı olsa gerek.
Konu ahlak felsefesine gelince ise Analitik felsefede Moore’un etkisi ile görece ilk olarak meta-etik ile ilgilendiğini ve normatif ile uygulamalı etik disiplinlerinin ikinci plana itildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Fakat çevre etiğinden cinsel etiğe, hayvan etiğinde ötanazi tartışmalarına dek bugün uygulamalı etik disiplininde muazzam bir Analitik felsefe literatürü olduğunu görmek mümkün! Aynı şey normatif etik için de geçerli, farklı türden Sonuççu/Faydacı yaklaşımların daha çok tartışıldığına, Kant’ın çalışmalarının tekrar gözden geçirildiği ve başka türden deontolojik yaklaşımların geliştirildiği ve özellikle son yıllarda Erdem Etiği’nin tabiri caiz ise tekrar keşfedildiği ve epistemoloji disiplininden veganizme dek başka alanlara uygulandığına tanık oluyoruz. Öyle görülüyor ki bugün Analitik felsefe, ahlak felsefesinin neredeyse her alanıyla çok yakından ilgilenmektedir.
Yazar Frankuft Okulu’ndan filozoflar ile Viyana Çevresi filozoflarının sol kimliklerinden Russell’ın savaş karşıtlığına, Dummett’ın ırkçılık karşıtlığından Dworkin, Hart, Rawls, Nagel, Raz, Cohen gibi düşünürlerin hukuk, demokrasi, hoşgörü, fedakarlık, eşitlikçilik yönünde yaklaşımlarına dek birçok başka konudan örnekler vererek Analitik felsefedeki politik, kamusal ve etik tartışmaları özetlemektedir.
“Singer Olayı” başlığını taşıyan konu başlığında ise Peter Singer gibi bir Analitik filozofun ötanaziye dair yaklaşımdan dolayı Kıta Avrupa’sı gezisinde çok yoğun protestolara maruz kalması; Kıta ve Analitik felsefe arasındaki iletişim kopukluğu, entelektüel iklim, kültürel kalıpların ayyuka çıkması olarak görülüyor ve etkileşimin artması adına bir kırılma noktası olarak tanımlanıyor.
Bununla birlikte yazarın, Analitik felsefenin ideolojiye bir panzehir olup olamayacağına dair soruları bölümün son sayfalarında epey düşündürücü öneriler içermektedir.
8. Bölüm: Tartışmalı Kavramlar, Aile Benzerlikleri ve Gelenek
Kitabın en can alıcı bölümlerinden biri burada olabilir. Bir felsefe geleneğini nasıl tanımlarız? Bu metafelsefe kapsamında epey zor bir sorudur. Yazar, Aile Benzerliği kuramı ve Genetik-Soy Ağacı kuramı çerçevesini tanıtmakta ve bu çerçevelerin birleştirilmiş bir halinden Analitik felsefenin bir felsefe geleneği olarak tanımlanabileceğini ileri sürmektedir.
Aile Benzerliği kuramını büyük oranda Wittgenstein’a borçluyuz. Bu kuramı, bir felsefe geleneğini tanımlamak için kullanmayı denediğimizde ilk varsayımımız şu şekildedir: Nasıl ki bir x ailesinin tüm üyeleri aynı boy, aynı saç ve göz rengi, aynı ten rengi, aynı ses tonuna sahip olmak gibi kesin, değişmez özelliklere sahip olmasalar bile bu özelliklerin bir veya büyük kısmını sahip olmaları ile aynı ailenin üyesi olabiliyorsa; bu yaklaşımı Analitik felsefeye de uygulayabiliriz. Tüm Analitik felsefeciler açık ve titiz yazım tarzı, bilime eğilim, dilbilimsel yaklaşımı benimsemek, argümantasyon ve mantıksal izleğe uymak vb özelliklerin hepsine sahip olmasa daha, kimileri bu özelliklerin bazılarına kimileri ise diğerlerine sahip olabilir veya bazı Analitik felsefeciler kesişen ortak özellikler bazılarını ise kesişmeyen farklı özellikler üzerinden Analitik felsefe başlığı altında sınıflandırabiliriz.
İkinci öneri olan Genetik-Soy Ağacı kuramı ise belirli felsefi özelliklerin sanki evrimsel bir süreçte olduğu gibi genetik olarak diğer kuşaklara aktarıldığı, bu genetik felsefi özelliklerin bir kısmının hayatta kaldığı bir kısmının ise değiştiği ve Analitik felsefecileri birbirleriyle tartışan, etkileşime giren, birbirlerinin öğrencilerine sınava sokan veya birbirlerinden haberdar olan bir felsefeci popülasyon olarak görmekte ve Analitik felsefeyi böyle tanımlayabileceğimizi iddia etmektedir. Bu çerçevede Franz Brentano, Bernard Bolzano, Frege, Russell, Carnap ve Schlick gibi Viyana Çevresi filozofları , Moore, Anscombe, Wittgenstein, Quine ve Kripke gibi Post-Pozitivistler, Austin, Grice ve Strawson gibi Cambridge Dil filozofları ve günümüze yakın dönemde David Lewis, Alvin Plantinga, Donald Davidson ve Dummette’ dek uzan felsefeci popülasyonlarının genetik/evrimsel yolculuğu üzerine odaklanabiliriz. Yazar bu iki teoriye yönelik eleştirileri de ele almakta ve haklı olarak Husserl ile Kant gibi filozofların etkilerini göz ardı etmememiz gerektiğini savunmaktadır.
9. Bölüm: Günümüz ve Gelecek
Benim için kitabın bir diğer en ilginç bölümü ise buradaydı. Felsefenin gelecekte nereye evrileceği veya çağdaş dünyadaki felsefenin krizi birçok kez işlenmiş bir konudur. Fakat yazar bu tartışmaları postmodernizm ve kültür savaşları bağlamında ele almakta ve meşhur Sokal Olayı’nı bir başlangıç noktası olarak kullanmaktadır (Çok zekice!). Sokal Olayı’nı hatırlayalım.
Social Text adındaki kültürel çalışmalar yayınlayan bir Amerikan dergisi 1996 yılında Amerikalı fizikçi Alan Sokal tarafından gönderilen “Sınırları Aşmak: Kuantum Kütleçikiminin Dönüştürücü Bir Hermenötiğine Doğru” adlı makaleyi yayınladı. Makale yayınlandıktan sonra Sokal kaleme aldığı bu metinin aslında bir kandırmaca olduğunu söyleyip bilimi suiistimal ederek derin görünen ama aslında hiçbir anlama gelmeyen felsefi ve kültürel temalar kaleme alınabileceğini ve bunun bir dergide de yayınlanabileceğini kanıtlamış oldu! Makale bilimsel suiistimal içeren cümlelerin yanı sıra gaflar, saçma ve yersiz ifadeler ile doluydu ama yine de yayınlamıştı!
Bu durum bize Batı entelektüel ikliminin içinde bulunduğu krizi ve bunun felsefe dünyası için de olumsuz etkileri ve sonuçları olacağını göstermektedir. Belki de felsefenin bugünkü halini tam da bu entelektüel-kültürel bağlamda ele almalıyız.
Fakat kendi payımıza düşeni alma cesareti gösterirsek Sokal; Lyotard, Lacan, Kristeva, Irigaray, Deleuze ve Guattari gibi önde gelen Kıta veya postmodern filozoflarından alıntı yapmış veyahut onların ifadelerinden türetilmiş ifadeler kullanmıştı. Bu epey ciddi bir tartışma konusu gibi görünüyor; kimi Kıta filozofları matematik ve pozitif bilimlere görece ilgisiz olmaları ve anlaşılmaz-kapalı-mantığa başvurmayan yazım tarzlarından dolayı eleştiriyi hak ediyorlar mı? Yoksa bu yersiz bir eleştiri mi?
Yazarın postmodernizme karşı savaşı, Rölativizm ve İnşacılığa karşı savaştan ayırarak incelemesi ve konunun entelektüel-kültürel bağlamı konusunda hassas olması oldukça önemlidir.
Son sayfalarda ise Analitik felsefenin güncel durumu ve geleceği hakkında etraflı dizi bir değerlendirme yapılarak kökenler tekrar yorumlanmaktadır. Farklı felsefe gelenekleri arasındaki etkileşim ve diyaloğu arttırmak adına bu geleneklerin sembolik temsilcileri arasındaki iletişimi güçlendirmek gerektiğini önerilmektedir ve bu gelenekler arasındaki çatışma veya ayrışmaya işaret eden yedi farklı kırılmaya dikkat çekilmektedir:
- Ryle’ın Heidegger’in Varlık ve Zaman’ı hakkındaki yorumu,
- Carnap’ın Heidegger’in “Hiç Hiçler” sözünü eleştirmesi,
- İngiliz ve Fransız filozoflar arasındaki 1958 Royaumone karşılaşması,
- Bar-Hillel’in Habermas’ın söz-edimleri teorisini kendisine mal etmesini eleştirmesi,
- Searle ile Derrida arasındaki Austin’in söz edimleri teorisi ve her şey hakkında yazıyor olma durumuyla ilgili ağız dalaşı
- Derrida’nın Cambridge’ten aldığı fahri diplomaya karşı (analitikçilerin yaptığı) protestolar,
- Sokal Olayı
Bu kırılma ve tartışma noktalarının niçin gerçekleştiğine ve nasıl bir seyir izlediğine daha yakından bakmak çoğulcu felsefenin değerini anlamak ve farklı gelenekler arasındaki diyaloğu arttırmak açısından anlamlı olabilir.
Bitirirken
İlgi alanıma uygun olması ve kapsamlı/bilgi dolu bir içerik taşıması açısından son zamanlarda okuduğum en doğru kitaplardan biri olan Analitik Felsefe Nedir?i ilgili herkese öneririm. Kitabın yayınlanmasına emek sunan herkesi ve çevirmen Osman Baran Kaplan’ı yürekten kutlarım, Türkçe felsefe ve özellikle de Türkçe Analitik felsefe literatürü açısından önemli bir boşluk dolmuş gibi görünüyor!