Neden Vejetaryen Oldum? – Fevzi Ata Demirtaş

/
152 Okunma
Okunma süresi: 14 Dakika

Vejetaryenizme duyduğum ilgi felsefe ile ilgilenen bazı dostlarımın ahlaki ve felsefi gerekçelerle vegan veya vejetaryen olduğunu öğrenmemle başladı. Felsefe ile ilgilenen biri olarak çoğumuzun üzerine pek de düşünmediği ve oldukça sıradan görülen fakat hayatımızın merkezinde yer alan bir şeyin –beslenme tarzımızın ahlaki sonuçlarının olabileceği ve bunun felsefi olarak incelenebileceği düşüncesi ilgimi çekmişti. Ayrıca konunun hayvanlar gibi gündelik yaşamımızın önemli bir parçası olan canlılarla ilgili olması ve yediğim her bir yemekte –eğer veganizm veya vejetaryenizm doğruysa- ahlaki bir yanlış yapıyor olma ihtimalim beni endişelendirmiş ve bu konuya kayıtsız kalmamın önüne geçmişti. Sonuç olarak hayvan etiğiyle ilgilenmeye başladım ve vegan/vejetaryen filozofların -özellikle Peter Singer- argümanlarını oldukça başarılı bulmamdan dolayı vejetaryen olmaya karar verdim.

Bu yazıda kısaca vejetaryen olmamdaki ahlaki ve felsefi gerekçelerden bahsedeceğim. Ardından vejetaryenizme yöneltilen belli başlı itirazları ele alarak neden başarısız olduklarını göstermeye çalışacağım. Fakat öncelikle bu yazının vejetaryenizmin kapsamlı bir savunusunu içerme amacı gütmediğini ve sunacağım gerekçelerle bütün vejetaryenleri temsil etmediğimi belirtmemde yarar var. Daha çok vejetaryen olmamda beni kişisel olarak en çok etkileyen gerekçelerden bahsedeceğim.

Vejetaryenizm kısaca ve kabaca, hayvansal et tüketmemektir. Etik vejetaryenizmin temel iddialarından biri ise ‘‘diğer şartlar eşitken ve alternatifler mümkünken hayvan eti yemek ahlaken yanlıştır’’ şeklinde anlaşılabilir. Alternatiften kasıt insanların hayatta kalması ve sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için tüketebileceği hayvan harici besinlerdir. Bugün ise insanların – istisnai kişiler hariç- hayatlarını sağlıklı bir şekilde sürdürmeleri için hayvan yemelerine gerek yoktur (buraya tekrar döneceğiz).

Alternatiflerin mümkün olması halinde hayvan yemeyi ahlaken yanlış kılan 3 husus vardır:

  1. Hayvanlara gereksiz acı çektirmek.
  2. Hayvanların yaşam haklarını ellerinden almak.
  3. Hayvanların potansiyel haz ve mutluluklarını engellemek.

Hayvanlar yenmek için öldürüldüğünde çok şiddetli fiziksel ve zihinsel acı çekerler ve yaşamlarını kaybederler. İnsanların bu acılara sebep olmaktan kaçınma imkanı olmasına rağmen (hayvan dışı ürünlerle sağlıklı bir şekilde yaşayabilmelerine rağmen) et yemelerinin en büyük gerekçelerinden biri gastronomik zevklerdir ve zevk için hissedebilen canlıları öldürmek onlara ‘‘gereksiz acı’’ çektirmek, onların ‘‘yaşam haklarını ellerinden almak’’ ve ‘‘potansiyel haz ve mutluluklarını engellemek’’ anlamına geldiğinden ötürü bunu yapmak ahlaken yanlıştır.

Damak zevkimizin ne hayvanların çektikleri acıyı gerekçelendirebileceğini (bu acıları gerekli kılacağını) ne hayvanların yaşam haklarına kıyasla daha ağır basacağını ne de potansiyel mutluluklarına tercih edilebileceğini düşünüyorum.

Bu görüşümün arkasında da Peter Singer’ın eylem faydacılığı yatıyor. Peter Singer şöyle diyor:

Değinmek istediğim bir sonraki noktaysa, kötü bir şeyin olmasını engelleme gücüne sahipsek ve bunu yaparken o şeye kıyasla ahlaki açıdan önem taşıyan başka herhangi bir şeyi feda etmiyorsak, ahlaki açıdan bunu yapmak zorundayız. [1]

Taner Beyter, Singer’ın eylem faydacılığını şu şekilde açıklıyor: ‘‘Singer’a göre ‘ahlaki açıdan önem taşıyan başka bir şey feda etmemek’  ile kast edilen: Daha kötü bir şeye neden olmamak, yanlış bir şey yapmamak ve iyi olan bir şeyi teşvik etmekten geri kalmamaktır. Acıdan kaçınma eğilimi ve yaşama devam etme arzusu olan hissedebilen canlıların öldürülmesi “kötülüğünü” engelleme gücüne sahipsek (vegan veya vejetaryen olmak) ve bunu yaparken büyük bir iyiliği kaybetmiyor veya büyük bir ahlaki kötülüğe sebep olmuyorsak ahlaken doğru olan bu eylemi yapmamız gerekir. Singer’ın yaklaşımını açalım:

X (örneğin bir ineği yemek), öyle bir eylem olmalı ki, alternatifi olan bu X eyleminin (alternatif: vegan diyeti tercih etmek) alternatifini tercih ettiğimiz için büyük bir iyiliği kaybetmiyor ve büyük bir kötülüğe sebep olmuyorsak, o halde alternatifini tercih etmekle ahlaken sorumluyuzdur. Eğer bunu bile bile, yani alternatifin mümkün olduğunu bile bile X eylemini tercih etmeye devam ediyorsak, dolaylı olarak büyük bir iyiliği kaçırıp, büyük bir kötülüğe sebep oluyoruzdur. [2]

Sonuç olarak damak zevkimizin, hayvan yemeyerek, Singer’ın tanımındaki ‘‘ feda ettiğimiz ahlaki açıdan önem taşıyan’’ o şey olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca damak zevkimizi bir miktar feda etmenin de çok büyük bir iyiliği ortadan kaldırmayıp bir başka deyişle büyük bir zarara yol açmayıp aksinin (hayvan yemenin) karşı tarafa ciddi zararlar verdiğinden dolayı hayvan yemeyi ahlaken doğru bulmuyorum.

Bazı İtirazlar

1. ‘‘Hayvanlar acı çekmiyor’’

Hayvanlar, bazı insanların sandığının aksine basit ve mekanik varlıklar değillerdir. Aksine birçok kişinin zannettiğinden daha karmaşık ve bilinç düzeyi yüksek canlılardır. Birçok hayvanın anıları var, rüya görebiliyorlar, akıl yürütebiliyorlar. Dahası, favori oyunları bile var. Ayrıca hayvanlar, acı ve onun göstergeleri söz konusu olduğunda biz insanlara fazlasıyla benzerler. Peter Singer’ın dediği gibi:

Diğer insanların acısını çıkarsamamıza neden olan hemen hemen bütün dışsal göstergeler diğer türlerde de gözlenir. Özellikle de memeliler ve kuşlar gibi ‘üstün’ hayvanlarda. Kıvranma, viyaklama ve diğer seslenme biçimleri; acının kaynağından kaçınma çabaları ve daha bir sürü davranışsal gösterge bu hayvanlarda mevcuttur. Şunu da biliyoruz ki bu hayvanlar, bizimkine çok benzer işlevlere sahip sinir sistemleri olması bakımından da bizimle ciddi bir biyolojik benzerlik arz ederler. [3]

Hayvanların acılarına dair daha kapsamlı bir inceleme için şu yazıya bakabilirsiniz:

2. ‘‘İnsan ve hayvan eşit değildir’’

Bu itiraz insanların çeşitli özelliklerinden dolayı hayvanlardan farklı olduğunu ve bu farkların onlara karşı ahlaki yükümlülüğümüzü ortadan kaldırdığını iddia etmektedir. Bu türcülüğün tipik bir örneğidir. Elbette insanları hayvanlardan ayıran çeşitli özellikler vardır. Hatta ben bir vejetaryen olarak, çoğu insanın, ahlaki fail olmalarına yetecek kadar gelişmiş bilişsel yetilere sahip olması ve dolayısıyla evrene daha fazla değer katma potansiyeline sahip olmasından dolayı, hayvanlardan daha değerli olduğunu düşünüyorum. Ancak etik vejetaryenizm insanın hayvanla eşit olduğunu iddia etmez. Daha ziyade, belli hakları (acıdan kaçınma, yaşama arzusu, potansiyel mutluluk ve haz elde etme) olan varlıklara karşı ahlaki sorumluluklarımızın olduğunu ve hayvanlarda mevcut olan belirli türden niteliklerin bizi onlara karşı sorumlu kıldığını düşünüyorum. Hayvanların insanlardan ayrıldıkları özelliklere ve bu farklı özelliklerin bizim onlara karşı sorumluluğumuzu ortadan kaldırmaya yetip yetmeyeceğine bakalım.

İnsanlar ve hayvanlar arasındaki en belirgin fark tartışmasız tür farkıdır. Tür farkını sağlayan şey ise insan ve hayvanların DNA’sının (hücredeki molekül diziliminin) farklı türde oluşudur.  Ancak bu fark neden ahlaki bir farkı da beraberinde getirsin ki? Aradaki ilişkiyi sağlayan şey nedir? Zira ırk farkını sağlayan şey de bir noktada hücredeki molekül dizilimindeki farktır. Lakin bu fark nasıl ki başka ırktan insanların acılarına duyarsız kalmamızı gerektirmiyor, onların haklarına karşı ahlaken sorumluluk sahibi olduğumuz gerçeğini ortadan kaldırmıyorsa aynısı tür farkı için de geçerli olmalıdır.

İnsan ve hayvanlar arasındaki bir diğer fark ise zeka düzeyidir. Çoğu insan, hayvanlardan daha zekidir. Hatta pek çok insanın zekası, onları daha güçlü ve ahlaki fail kılacak düzeydedir. Hayvanlar ise bu zeka eksikliğinden dolayı birçok açıdan güçsüzdür ve ahlaki anlayıştan yoksundur. Ancak bu farklar da hayvanların haklarını yok sayıp hayvanlara karşı ahlaki sorumluluğumuzu ortadan kaldırmak için yeterli değildir. Zira bebekler ve zihinsel engelli bazı insanlar da yüksek zeka ve ahlaki kavrayıştan yoksundurlar. Hatta birçok hayvan bile bu insanlardan bilişsel kapasite olarak üstündür. Fakat bebekler ve zihinsel engellilerin diğer insan ve hayvanlar ile aralarındaki bu farkın onları kendi çıkarlarımız uğruna kullanmamızı haklı çıkarmadığı, onların belli haklara sahip olup onlara karşı ahlaki sorumluluklarımızın olduğu yaygın kabul edilen bir gerçektir. O halde aynı standartları hayvanlar için de uygulamamamızın önünde bir engel yok gibi duruyor.

Hem tür hem de zeka farkının ortadan kaldıramadığı ve bizi hayvanların haklarına karşı sorumlu kılan, yukarıda bahsettiğim özellikler nedir? Cevap çok basit: ‘‘hissedebilme kapasitesi’’ ve ‘‘acıdan kaçınma eğilimi’’. Jeremy Bentham’ın meşhur ifadesiyle,

Sorulması gereken soru ‘Onlar düşünebilir mi?’ veya ‘Onlar konuşabilir mi?’ değil. Onlar ‘acı hisseder mi?’ olmalıdır.

Öte yandan Jean-Jacques Rousseau ise  ‘‘doğal haklara sahip olmayı -o zamana kadar hukuk teorisyenlerinin yaptığı gibi- akla sahip olmaya değil ‘hem insanda hem hayvanda bulunan ve en azından birinin diğerine gereksiz yere kötü muamelede bulunmamasını sağlayan özellik olan’ hislere sahip olmaya dayandırılmasını teklif etmiştir.’’ [4]

Dolayısıyla insanı hayvandan ayıran diğer özelliklerin bizim eylemlerimizi yönlendirme noktasında söyleyeceği bir şey yoktur. Başka varlıklara karşı eylemlerimize yön verecek olan şey onların hissedip hissetmediği/acı çekip çekmediğidir. Çünkü başka varlıklar ancak acı çekebiliyorsa gereksiz acı çekmeme hakkına; hissedebiliyorlarsa yaşam, potansiyel mutluluk ve haz elde etme hakkında sahip olurlar.

Bu itirazı ayrıca bir düşünce örneği üzerinden yanıtlamak istiyorum:

Başka bir gezegende bizimle etkileşime geçebilen, kendilerini bizden üstün gören ve bizden katbekat zeki, başka bir tür olsun. Ayrıca bu türün bireylerinin yaşamlarını sürdürmek için herhangi bir hissedebilen canlıya zarar vermek zorunda olmadığını, alternatif besin kaynakları olduğunu varsayalım. Bu türün sırf bizimle olan tür ve zeka farkından ötürü bizim acıdan kaçınma, yaşama arzusu, potansiyel mutluluk ve haz elde etme haklarımızı görmezden gelme ve bizleri zevkleri uğruna diledikleri gibi kullanma haklarının olduklarını, bizi evlatlarımızdan ayırıp hem bizi hem onları dar alanlara hapsederek (tıpkı bizim bugün hayvanlara yaptığımız gibi) yemek için öldürmelerinin meşru olduklarını savunabilir miydiniz?

3. ‘‘Et yememek sağlığa zararlıdır’’

Bu itirazın temelinde insanın kendine karşı da ahlaki yükümlülüğünün olduğu ve bunun hayvanlardan önce geldiği, sağlığına zararlı olan bir şeyi yapmasının da kişinin kendine olan bu ahlaki yükümlülüğünü ihlal etmek yani bir başka ahlaki yanlış olacağından hayvan yemenin ahlaken yanlış olmadığı düşüncesi vardır. Her şeyden önce vegan veya vejetaryen bir beslenme tarzının sağlığa zararlı olduğu, et tüketmenin sağlıklı yaşamın vazgeçilmez bir parçası olduğu iddiası yanlıştır. Zira vegan bir beslenmeye dünyanın çok sayıda seçkin sağlık kurumları tarafından onay verilmektedir. İşte onlardan bazıları:

Ancak farz edelim ki veganizm/vejetaryenizm sağlığa zararlı. Bu durumda ne yapmamız gerektiği zarardan kastımızın ne olduğuna bağlı gibi duruyor. Hayvan yememe sonucu göreceğimiz zarar eğer çok az olacaksa, bu durumda hayvan yiyerek çok sayıda canlıya fiziksel ve manevi hasarlar vermek yine tercih edilebilir bir seçenek olmayacaktır. Şu senaryoyu düşünelim: düşüp kırılan bir bardağın parçalarını temizlemenin tek yolu ellerimizi kullanmak olsun. Temizlediğimiz takdirde parmağımızda ufak bir kesik oluşacak ancak temizlemezsek çok sayıda hayvan üzerlerine basıp çok daha şiddetli acılar çekecek. Muhtemelen burada yapacağımız ahlaki açıdan doğru olan seçeneğin bardak kırıklarını temizlemek olacağı hepimizin malumudur. Vegan/vejetaryen beslenmenin kişilerin sağlığına radikal ölçüde zarar vermesi mümkün gözükmüyor. Düzgün planlanmış ve çeşitlilik içeren bir vegan/vejetaryen beslenmenin en kötü senaryoda dahi kişiye vereceği zarar hayvan yemeye kıyasla karşılaştırılamayacak ölçüde hafif ve yok denecek kadar az olacaktır. Durum böyle olunca yukarıdaki örnekle benzer şekilde hayvan tüketmemek en makul pozisyon olacaktır. Zira hayvan tüketmenin diğer canlılarda meydana getireceği zarar çok daha fazla. Ancak zaten et yememenin çoğu durumda çoğu kişinin (istisnalar elbette var) sağlığı açısından bir dezavantajı yok.

4. ‘‘Bitkiler de canlıdır’’

Bu itirazın da temelinde bitkilerin de tıpkı hayvanlar gibi canlı olup, onların da belli haklara sahip oldukları ve bizim onlara karşı da ahlaki bir yükümlülüğümüz olduğu vardır. İnsanların ne sebze ne de et yemeden yaşaması pek mümkün olmadığından, bu itiraza göre, kendimize olan ahlaki yükümlülüğümüzü sağlamak adına başka canlılara olan ahlaki yükümlülüğümüzün ortadan kalktığı ve bu canlılar arasında -çeşitli gerekçelerden dolayı- hayvanların da olduğu gösterilmeye çalışılmaktadır.

Evet bitkiler canlı. Ancak bir varlığın sadece canlı olması o varlığı belli hak sahibi ve bizleri de o varlığa dair ahlaken yükümlü kılmamaktadır. Hayvanları bitkilerden onları belli hak sahibi yapıp, bizleri de onlara karşı yükümlü kılması bakımından ayıran unsur hayvanların ‘‘hissedebilen’’ canlılar olmalarıdır. Bitkiler ise hissedemeyen canlılardır. Bitkilerin hissetmelerine ve acı çekmelerine neden olacak sinir sistemleri, acı reseptörleri ve beyinleri yoktur. Dolayısıyla onlar hiçbir şey hissedemezler, olumlu ve olumsuz deneyimler yaşayamazlar ve kendi yaşamlarının öznesi değildirler. Kısacası bizi bir varlığa karşı yükümlü kılan özellikler (hissetme ve acı çekme) bitkilerde mevcut değildir. Vejetaryenlerin davası canlılara değil, hissedebilen canlılara yöneliktir.

5. ‘‘Hayvan yemek yaşam döngüsüdür’’

Bu itiraz, bir eylemi (hayvan yemeyi) doğada birçok canlının gerçekleştirmek zorunda olmasının bizi de o eylemi gerçekleştirmede haklı kılacağını ima eder gibidir (çünkü insanın hayatta kalması için diğer hayvanlar gibi et yemek zorunda olmadığı bariz). Ancak hayvan yemek, insanların değil, insan dışı etçil hayvanların yaşamlarının bir döngüsüdür. Çünkü onlar için vejetaryen felsefenin temel şartı olan alternatif (besin)ler mevcut değildir. Onlar hayatta kalmak için başka hayvanları yemek zorundadırlar. Dahası hayvanlar ahlaki fail de değildirler, çoğunlukla içgüdüleriyle hareket ederler dolayısıyla eylemlerinden sorumlu değildirler. Fakat bizlerin yaşamımızı sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek için hayvana alternatif besinleri vardır ve bizler birer ahlaki failizdir. Yani bizler eylemlerimizden sorumluyuz. Dolayısıyla eylemlerinin sorumluluğunu üstlenemeyen varlıkların sergilemek zorunda oldukları davranış sistemlerinin (yaşam döngüsünün) bizim diğer hayvanlara dair yükümlülüklerimizi elimizden alacağını söylemek alakasız olacaktır.

Bu itirazın benzer başka bir formu ise kendi türümüzün bireylerinin tarih boyunca belli dönem ve koşullarda hayvan yemek zorunda olduğunu ve türümüzü bugünkü haline getirdiğini söyleyerek bizim bugünkü hayvan haklarına karşı sorumluluğumuzun ortadan kalktığını göstermeye çalışır. Ancak az önce bahsettiğim gerekçeler bu itiraz için de geçerlidir. Alternatifler mevcut değilse hayvan yemenin ahlaki bir yanlış olduğundan söz edemeyiz. Öte yandan bir eylemin geçmişte yapılıyor olması hatta o insanlara ve dolaylı olarak bize fayda sağlıyor olması aynı eylemlerin bugün de meşru olacağı anlamına gelmez. Zira her şeyden önce şartlar değişti (artık alternatifler var) ve geçmişte yapılmak zorunda olan şeylerin, geçmiş ile bugün arasında, bugünkü eylemlerimize gerekçe sunması bakımından zorunlu bir ilişkisi yoktur. Eğer böyle olsaydı, bugünün şartları gereği açıkça ahlaki olarak yanlış gördüğümüz bazı eylemleri geçmiş zamanların zorunlu kılıcı şartlarından dolayı bugün de ahlaken doğru görmemiz gerektiği gibi absürt bir sonuçla karşılaşırdık.


Kaynakça

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Düşünme Araçları: Isaiah Berlin’in İki Özgürlük Kavramı – Maria Kasmirli

Sonraki Gönderi

2025 TYT Felsefe Sorularını Değerlendiriyoruz – Ömer Aygün & Tufan Kıymaz & Taner Beyter

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü