Hayatın anlamına yönelik genel kanaat, bunun, ateistler için temellendirilmesi daha zor olduğu yönündedir. Teistik bir Tanrı’ya inanıyorsanız hayatın doğal olarak daha anlamlı olacağına dair varsayım ilk etapta sezgilere daha uygun gelmektedir. Tanrı’ya duyulan sevginin insanın hayatına bir değer kattığı, ona karşı sorumluluklarımızı yerine getirmenin doğal olarak hayatın amacı olabileceği savunulur. Her şey bir yana, Tanrı ontolojik olarak bizden üstün bir varlık olduğu için onun emirleri ve bizi yaratma amacı hayatımızı otomatik olarak amaç ve anlam sahibi yapacaktır. Bir ateist için ise durum zordur: eğer bir ödül sistemi olmayacaksa yaşaması neden gerekir ki? Her şey hiçliğe karışacaksa Hitler mi Gandhi mi olduğunuzun bir önemi yoktur ve nihayetinde yaşamı nasıl yaşadığınızın mutlak bir anlamı olmayacaktır. Tanrı yoksa, her şey mubahtır. Aynı zamanda her yaşam çeşidi de…
Birkaç hatalı düşünceyi gidererek başlamak mühim: öldükten sonra bir adalet sisteminin olmayışı bir ateistin yaşamı anlamsız bulması için gerekçe olmak zorunda değildir. Aksine tek yaşam buysa ve mutlak adalet diye bir şey yoksa bizim dışımızda adaleti sağlayacak bir güç de yoktur. O halde bu dünyanın yaşanabilir olması konusunda sorumsuzluk yapmak gibi bir hakkımız yoktur. Zira biz sağlamaya çalışmadıkça, adalet bize kimse tarafından verilmeyecektir. O halde ölümden sonra yargılanmanın olmayışı şu an yaşamayı anlamsız kılan değil adaletli yaşamayı makul kılan bir görüş olarak da yorumlanabilir.
İkincisi, yaşamın mutlak bir anlamı olmayışı, ona bir anlam atfedemeyeceğimiz anlamına gelmez. Evet, belki de bize dışarıdan verili olan anlam yoktur, ama bu anlamı rasyonel olarak inşa edemeyeceğimizi göstermeyecektir. Anlamın mutlak, değişmez ve nesnel olduğunu varsaymak anlam kavramını yeteri kadar irdelememekten geliyor olabilir. Burada bir temel ayrım yaparsak yazı daha anlaşılır olacaktır:
1. Betimleyici Anlam: Yaşamın “neden” var olduğunu sorgulayarak ulaşmaya çalıştığımız anlam. Bir kalemin anlamı, onun oluşturanın oluşturma hedefinde yatar. Nitekim bu açıdan onun amacı/anlamı yazmaktır. İnsanın anlamı da onun “neden” oluştuğunu söylemekten geçecektir.
2. Normatif Anlam: Yaşamı, yaşamaya değer kılan şeyin ne olduğuna dair verilen cevaplarla ulaşmaya çalıştığımız anlam. Neden intihar etmek yerine yaşamalıyım sorusunu sorduğunuzda aradığınız cevap muhtemelen normatif olarak hayatın anlamı olacaktır.
Bu açıdan bakıldığında betimleyici anlama teizmin daha iyi cevap verebileceğini düşünmek makul olabilir. Diğer noktadansa bunun bir öneminin olmayışı, teizm lehine bir iddia inşa edemeyeceğimizi gösterecektir. Betimleyici anlam, cevaplanıyor olsa bile hem doğru bir cevap vermiyor olabilir hem betimleyici anlam diye bir şey hiç var olmayabilir hem de kişi için bu cevap anlam ifade etmeyebilir. Nitekim evrimsel biyoloji bize betimleyici bir anlam olarak “hayatta kalma ve üreme” betimlemesi yapabilir ve bu bizim “neden” burada olduğumuzu cevaplıyor olabilir. Fakat kişi için bu cevap hayatının bütünlüklü olmasına sebep olmadıkça, bu cevabın ne kadar önemli olduğu sorgulanmaya açıktır. Biz bu sebeplerle bu yazıda betimleyici anlama değil normatif anlama odaklanacağız ve aslında ateizmin normatif anlamı teizmden daha iyi inşa ediyor olabileceğini değerlendireceğiz.
O halde insanın hayatını yaşanmaya değer kılabilecek değerleri veya iyi hayatla iyi olmayan hayatın farklarını inceleyelim. Bunlardan biri içsel huzurdur. Yaptığımız eylem ne olursa olsun onun bizim huzurumuza katkı sağlamasını, sağlamadığı duruma tercih etmemiz makul durmaktadır. Yaptığı işten tatmin olmayan, sürekli şikayet eden ve depresif bir zihin, “iyi yaşam” derken anladığımızın tam tersi gibi durmaktadır. Lakin içsel huzur, anlamlı bir hayatı zorunlu kılmaz çünkü kendimizi kandırıyor olma ihtimalimiz vardır ve kendimize dışardan baktığımızda rasyonel zihne anlamsız gelebilecek bir şeyden huzur duyuyor olabiliriz. Örneğin, oyun bağımlısı olabiliriz ve içimizde herhangi bir huzursuzluk kaynağı olmayabilir. Yine de o kişinin hayatından memnun olduğu söylenebilir, hayatın anlamlı olduğu değil. Zira içsel dürtüler gibi dışsal bakış da mühimdir. Hayatınıza dışardan baktığınızda da anlamlı bir hayata sahip olmanız tercih edeceğiniz şey olacaktır. Nihayetinde dünyayı iyi bir yer haline getirmeye çalışmak bu dışsal anlamı sağlar. O halde dünyayı iyi bir yer haline getirmek ve bunun getirdiği içsel memnuniyete sahip olmak, anlamlı bir hayat için önemli kriterler gibi gözükmektedir.
Peki içsel huzurun kaynağının ne olması, bir hayatı daha yaşanmaya değer kılar? Her ne kadar bedensel arzular ve haz kaynakları bize cazip gelse de aslında bunların içsel huzur için merkezde yer almayacağını söylemek makul gözüküyor. Zira bunlar, huzurunuzun başkasının kontrolüne açılması anlamına gelir. Beden, zarar görebilir ve haz kaynakları ulaşılamaz bir boyuta gelebilir. İnsanlar tarafından övülmek de bir o kadar yetersizdir. Çünkü dünya her zaman, övgünün istikrarsız olduğu bir yer olduğundan bugün övüldüğünüz kadar yarın yerileceksinizdir ve o durumda bile huzurlu kalmayı bilmeniz gerekir. Maddi kaygılar da haz kaynağı olarak merkezde olmamalıdır zira zenginlik de başkalarının çabalarıyla elinizden alınabilir bir şeydir. Hem her zaman zengin olacağınızın garantisi yoktur hem de paranız varken huzurlu olacağınızın. İstediğiniz maddiyata ulaştıktan sonra o maddi duruma alışacağınızı ve artık size haz vermemeye başlayacağını da göz önünde bulundurmak gerekir. Ayrıca zenginlikle beraber huzurun doğal olarak gelmeyeceğini de parası yüzünden hayatı tükenen insanlara bakarak anlamak mümkün. Zenginlik, bir yaşam pahasına elde edilir çoğu zaman ki bu hayatın da yaşanmaya değer olmadığını düşünmek makuldür. Tüm bu huzur kaynaklarının dışsal faktörlere bağlı olduğu ve kişinin elinden kolayca alınma ihtimali olduğu açık gözüküyor. Oysa hiçbir şarta ve koşula bağlı olmayan ve sadece kişinin içsel şartlarına bağlı olan huzur, insanın elinden alınması imkansız bir huzurdur ve bir yaşamı olabilecek en iyi hale getirenin bu olduğu düşünülebilir. Zenginken de fakirken de; güzelken ve çirkinken de; insanlar sizi överken de yerin dibine sokarken de huzurlu olmanın, bir yaşamı daha iyi kılacağını düşünmek akla uygun.
O halde Hitler mi Gandhi mi olduğunuzun bir önemi elbette vardır. Hitler, büyük bir toplum kitlesini kontrol edebilmiştir elbette, ama Gandhi erdemli yaşamanın örneği olmaya çalışarak ve içinde bulunduğu koşuldan bağımsız bir huzura erişmeye çalışarak “iyi bir yaşam” sürmüştür. Bu yaşamın sonsuz olmamasının önemi yoktur elbette. Zira önemli olan ölümden sonra hayatınızın anlamı değil, yaşadığınız sürece hayatınızın anlamıdır. O halde diyebiliriz ki yaşadıkları an içinde, kimsenin elinden alamayacağı bir huzura sahip olan Gandhi’nin hayatı, hayalleri tarafından tutsak edilmiş Hitler’in hayatından daha anlamlıydı. Şu an ikisinin de yaşamıyor olmasının bir önemi yok, tıpkı bizlerin yüz yıl sonra yaşamayacak olmasının şu an bir öneminin olmadığı ve şu anın anlamını azaltmadığı gibi. O halde diyebiliriz ki bir ateist için hayatın anlamlı olması temellendirilebilir. O, her an gerçeklikle uyumlu olmanın, rasyonel olanı anlamanın, erdemli olmanın, bunu eylemlerinde göstermenin ve tüm bunlardan alacağı huzurun peşinde olabilir.
Yazının asıl konusu ise, böyle bir anlamın aslında geleneksel teistik anlam motivasyonlarından daha tercih edilebilir oluşu. Daha tercih edilebilirdir çünkü Tanrı’nın bizim için biçtiği anlam, her şeyden önce aklıma uygun olmayabilir. Gerçekten de Tanrı’nın sizi yarattığını ve yaratırken sizin amacınızın milyonlarca insana aylarca işkence ettikten sonra acı dolu ölümlerine sebep olmak olduğunu söylediğini hayal edin. (Şüphesiz ki bizim aklımız Tanrı’nın aklına ermez. Yoksa biz düşünmeyenlerden miyiz?) Elbette size verilmiş bu anlam, hayatınızı anlamlı görmenizi sağlamayabilir. Zira aklın en önemli özelliği kendisine sunulan her şeyi tartma yeteneğine sahip oluşudur. Tıpkı tüm duyguları, aklın nesnesi haline getirip ölçtükten sonra reddedebileceğiniz gibi Tanrı’nın size atfettiği anlamları da sorgulayıp akla uygun bulmayabilirsiniz. Bir kralın size verdiği bir görev, o görevi yapınca anlamsız bir hayata sahip olacağınızı düşündüğünüz takdirde hayatınızın anlamlı olmasını sağlar mı? Tanrı’nın vereceği emirlerin, hayatı anlamlı kılmayı zorunlu olarak sağlayacağını iddia etmek de fazla iddialı bir yaklaşımdır.
İkincisi, teistik anlam modelleri her ne kadar az önce bahsettiğim hayatın anlamına yakınsatan bir model sunsa da bu sadece anlamlı görünen hayatlara sebep olacaktır. Anlamlı hayatlara değil. Dinler elbette dünyevi zevklerden uzaklaşma dürtüsü vermektedir ve bu açıdan diğer insanların müdahil olamayacağı bir huzur kaynağı işlevi görmektedir. Aynı zamanda kanaat etmeye dair yaklaşımları da olumsuz duyguları uzaklaştırmada önemlidir. Lakin dünyevi arzulara dair bu uzaklaşma, günün sonunda fiili bir uzaklaşma olmasına rağmen zihnen uzaklaşmayı ve o arzulardan arınan, dolayısıyla o arzuların kölesi olmayan bir insana dönüştüren bir süreç değildir. Zira günün sonunda vaat edilen cennet, tam da bu dünyevi arzuların ve bedensel hazların mekanıdır. Kişiler stoa felsefesinde, arzularından, arzularına muhtaç olmadıklarını görmek ve onlar olmadan da yaşayabileceklerini görmek için zihnen uzaklaşmaktayken teistik modellerde sadece ileri bir tarihe ertelemekteler. Hatta bu kişinin kontrolünde olmayan arzu nesnelerini merkezde görmek bile mümkündür. Altından, aslında ona ihtiyaç duymayan bir insan haline gelmek için değer vermemek değil cennette ulaşmak için uzaklaşmak, arzuların kölesi olmayı engellemeyecektir. Bu, dürtüleri gereksiz hale getirmekten ziyade onları bastırmak anlamına gelir ki anlamlı bir hayat, dürtülerin zorla baskılandığı bir hayat olmayacağından teistik modeller bu açıdan da problemlidir.
Üçüncüsü, teistik anlam modelleri içsel huzuru sağlasa bile hayatın anlamının sadece insanın kendi içinde anlamlı bir hayat yaşıyor olma hissine bağlı olmadığını aynı zamanda dışarıdan bakıldığında da anlamlı bir hayat sürmenin anlamlı bir hayat için gerektiğini söylemiştik. Lakin teistik modeller bunu tam olarak sunmakta başarılı olamayabilirler. Zira her dinin öğütlerinin dünyayı iyi bir yer haline getirmeye yönelik olmadığını ya da zaman geçtikçe öğütlerinin dünyayı kötü bir yer haline getirmeye yaradığını iddia etmek zor değildir. Köleliğin olmadığı, toplumsal cinsiyet eşitliğinin yavaş yavaş inşa edilmeye başladığı ve hayvan haklarının insan hakları gibi konuşulmaya başladığı bugünlerde, köleliği meşru gören, kadını aşağı bir varlık olarak gören ve hayvanları insanlar için özel bir varlık olarak gören birtakım teistik dinlerin, mensuplarının hayatlarını dışarıdan bakıldığında o kadar da anlamlı bir hale getirmemiş olabileceğini düşünebiliriz.
Son olarak, insanın hayatının Tanrı tarafından anlamlı hale geliyorsa bile, Tanrı’nın hayatını anlamlı kılan şeyin ne olduğu sorusu sorulabilir. Eğer kendisine bir başkası anlam vermeden kendi hayatı iyi hayatsa ki ideal olan bu, o halde anlam muhakkak bir üst varlık tarafından verilmek zorunda değildir. Ayrıca Tanrı’nın kendi hayatını anlamlandırma şekli, Tanrı düşünülebilecek en mükemmel varlık olduğu için en iyi anlamlandırma şeklidir. Tanrı’nın üstünde bir varlık olmadığı için Tanrı anlamı kendisi ve aklıyla inşa etmiştir. O halde düşünülebilecek en mükemmel anlamlandırma biçimi akılla inşa edilen ve dışarıdan verilmeyen bir anlam olacaktır. Bizim, tıpkı Tanrı’nın yaptığı gibi anlamlı hayatı inşa etmemiz birinin bize onu vermesini beklememizden daha iyidir. Yani teistik açıdan soruyu bir adım geriye çekip soruyu Tanrıya uyarlayabilmemiz mümkün gözüküyor. Eğer Tanrı’nın hayatının anlamı yoksa, hayatının anlamı olmayan bir varlıktan anlam almak makul olmayabilir. Eğer anlamı varsa ve başkası ona vermişse bu onun mükemmel olmadığını gösterir. Eğer varsa ve kendisi bulmuşsa bizim kendi anlamımızı inşa edebileceğimiz anlaşılabilir. Ki bunu yapmalıyız da zira Tanrı’nın hayatının anlamı her ne olursa olsun o anlamın iyi olduğundan emin olamayacağımız için ondan gelecek anlamın da iyi olduğunun garantisi yoktur. Elbette anlamı, Tanrıdan bağımsız olarak değerlendireceğimiz “rasyonalite” ve “erdem” gibi bir ölçütümüz olmadığı sürece.
Site Editörü: Yağız Kaygı