Tanrı ve Kötülük: Michael Tooley’in Olasılıksal Argümanı – Musa Yanık

/
1794 Okunma
Okunma süresi: 67 Dakika

Öz

Bu makalede, Michael Tooley’in kötülükten gelen delilci argüman versiyonlarından olasılıksal olanını irdelemeye çalıştım. Öncelikle giriş bağlamında bu argüman versiyonlarına değindim ve ardından argümana hazırlık için birkaç bilgiye yer verdim. Sonrasında argümanı bütün öncülleriyle beraber ortaya koyarak, argümanın bazı yönlerden güçlü bazı yönlerden ise belirli problemleri beraberinde getirdiğini iddia ettim.

“Çünkü şüphe, yalnız, bir sorunun bulunduğu yerde var olabilir; yalnızca bir soru, bir yanıtın bulunduğu yerde, bu da ancak bir şeylerin bulunduğu yerde vardır.”

(Wittgenstein, Tractatus, 6:51)


1. Giriş

Kötülükten gelen argümanların delilci versiyonları, mantıksal versiyonun aksine, kötülüğün, Tanrının varlığıyla beraber düşünüldüğünde, ona duyulan inancın tutarsız olduğunu göstermek yerine, kötülüğün miktarı ya da olgusunu ön plana çıkartarak, Tanrının varlığının imkansız ya da olası olmadığını göstermek üzerine kuruludur. Teistik perspektiften bakıldığında bu argümanlara verilen yanıtlar, kötülüklerin amaçsız olmadığını göstermek, teodiseler üzerinden yanıtlar vermek ve bilişsel yetilerimizin yetersiz olduğu vurgusunu ön plana çıkartarak, şüpheci teistik hipotezler üretmek üzerine kuruludur.

Delilci kötülük problemine dair en çok bilinen ve tartışılan argümanlar William Rowe’a aittir.[1] W. Rowe, ileri sürdüğü argümanlardan özellikle birisinde tümevarımsal bir evrensel genelleme ilkesini ön plana çıkartırken, ikincisinde ise Bayes teoreminin bir versiyonunu kullanmaya çalışır. Bu argüman ailesine benzeyen bir başka formülasyon örneğini ise yakın sayılabilecek bir dönemde Alvin Plantinga ile karşılıklı münazara formatında ele aldıkları “Knowledge of God”[2] isimli eserde Michael Tooley’de görebilmek mümkündür. Bu makale içerisinde, bahsi geçen argümanı, ayrıntılarıyla beraber ele alıp irdelemeye çalışacağız ve kötülüklerin somut varlığının teistlerin var olduğunu iddia ettiği Tanrının var olma olasılığını imkansız kılıp kılmadığı sorusunu tartışmaya açacağız.

2. Argüman Öncesinde Verilen Birkaç Açıklama

M. Tooley, öncelikle kötülükten gelen argümanların en umut verici versiyonlarının, somut, tümevarımsal ve deontolojik olanlar olduğunu ileri sürer ve kendi argümanın, bazı nesnel ahlaki değerlere ilişkin iddiaları içerdiğini ifade eder. Ayrıca, delilci kötülük problemine dayanak sağlayan ve dünyada fiilen örnekleri bulunan kötülüklere ilişkin çoğu ayrıntının soyutlanabileceği ya da küçük ama önemli olmayan detaylar olduğu fikrinin makul olmadığını ve kötülükten gelen argümanın somut bir versiyonu formüle edilirken, pekala başvurulabilecek bazı istenmeyen durum türleri olabileceğini de belirtir.[3] Bu istenmeyen durum türlerinin çoğu ve hatta neredeyse hepsi, somut bir olgu durumuna karşılık gelen ve sonuçlarının acı verici durumlara neden olduğu şeylerdir. Dahası bu durumlar, birçok noktada, argümanın öncüllerine karşılık gelen, olgusal durumları ifade ederler.

Peki “somut bir formülasyon” içerisine dahil edilecek, istenmeyen durum türleri nelerdir? Görünüşe bakılırsa, Tooley’in buna dair örnekleri epey fazladır. Zira, Hitler ve Stalin gibi, kötü niyetli politikacıların neden olduğu acı ve ölümler ve soykırım girişimleri; din savaşları da dahil olmak üzere, büyük savaşlar, engizisyon mahkemeleri, cadı avları ve benzerleri gibi aşırı ahlaki kötülüklerin yanında; dünyanın pek çok yerinde ortaya çıkan gıda yetersizlikleri, doğuştan gelen vücut bozuklukları, lösemi, serebral palsi vb. hastalıklar ve canice işlenen cinayetler gibi korkunç vakalar da dahil olmak üzere; yetişkinler tarafından çocuklara uygulanan istismarlar nedeniyle çekilen acılar; kanser, akıl hastalığı, alzheimer gibi korkunç hastalıklar sonucu katlanılan acılar; hayvanların çektiği acılar ve doğal afetler nedeniyle çekilen acılar bu listede yer alırlar.[4] Bununla beraber Tooley, bu listede yer alan bazı istenmeyen durum türlerine ilişkin, ilk bakışta verilen yanıt olarak, “yetişkinlerin yanlış davrandıkları için acı çekmeyi hak ettikleri fikrinin, bir kişinin hayatının, ahlaki kalitesine ilişkin olarak genellikle çok makul yargılar oluşturulabileceği ve temelde iyi olan pek çok insanın, yaptığı yanlış eylemlerle tamamen orantısız bir şekilde acı çektikleri”[5] şeklinde yanıt verilebileceğini söylemesi, altını çizmemiz gereken bir detaydır. Çünkü ilk bakışta bu yanıt, her ne kadar teodiselere karşı verilen bir savunma şeklini alsa bile, bu yanıtta çok daha fazlası söz konusudur. Nitekim bu yanıt, “amaçlı” gibi görünen acıların, “amaçsız” olma imkanını gösterdiği gibi, tanrının ahlaki karakterine[6] ilişkinde, bize çok şey söylemektedir. Elbette bu husus, başka bir çalışmanın konusu olacak derinliktedir. Zira “ahlaki karaktere” sahip olmakla, “ahlaki fail” olmak arasında bile bariz bir fark vardır. Biz şimdilik bununla yetinelim.

Tahmin edileceği gibi, Tooley’in bu kabarık listesi, ilk bakışta bazı yanıtları da beraberinde getirir. Nitekim, bilebildiğimiz kadarıyla, yani en azından teistlerin iddia ettiği üzere, burada geçen bütün kötülük türleri, çok güçlü ve bilgili bir varlık tarafından önlenebilecek şeylerdir. Dahası, teistlerin iddia ettiği gibi Tanrı, yalnızca bu kötülüklere müdahale etme gücüne sahip bir varlık değildir; iddia edildiği gibi tanrı, aynı zamanda var olan ve diğer her şeyi yaratan bir varlıktır. Tooley’e göre, bu son husus, yani tanrının her şeyi yaratan olma özelliği, beraberinde, insanın acı çekmesine ve mutsuzluğuna büyük ölçüde katkıda bulunan veya hiçbir faydasının olmadığı ya da olumsuz etkileri dengelemeye yetecek kadar faydasının olmadığı, bir dizi ‘tasarım hataları’nı da ortaya çıkarır.[7] Doğrusu teistlerin iddia ettiği gibi, evreni, içindekileri ve daha birçok şeyi yaratan veya bunları tasarlayan ve ayrıca her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen bir varlık söz konusu olduğunda, Tooley’in de gösterdiği gibi birçok tasarım hatası söz konusudur. Tooley’in listelediği şekliyle bazıları şunlardır:

  • (1) İnsan vücudunda bulunan sinüsler, yanlış tasarlanmıştır: Alt sinüsler yukarı doğru açılır ve bu nedenle düzgün bir şekilde boşalmazlar ve sonuçta enfekte olabilirler. Böylelikle bazı durumlarda, şiddetli baş ağrılarına neden olabilirler.
  • (2) Sinüsler örneğinde olduğu gibi, insan omurgası da hatalıdır: Dört ayaklı hayvanlar söz konusu olduğunda tasarım çok kötü olmasa da iki ayaklı hayvanlar söz konusu olduğunda çok yetersiz bir mühendislik eseri söz konusudur. Bu kötü tasarım, birçok insanın, oldukça acı verici olan sırt problemlerinden mustarip olmasına neden olur.
  • (3) Kolayca düzeltilebilir bir ‘tasarım hatası’ gibi görünen bir başka örnek, yirmilik dişlerin varlığıdır. Günümüzde, gelişmiş toplumlardaki çoğu insan, yirmilik dişlerini çektirmektedir. Bu operasyonun sinüs enfeksiyonları ve alt dudak ve dile giden sinir yollarında hasar gibi komplikasyonlara yol açma riski vardır. Ancak yirmi yaş dişlerinin varlığının çok daha kötü sonuçlar doğurduğu bir durumla karşılaşmak için, on dokuzuncu yüzyıla geri dönmek yeterlidir; çünkü gömülü yirmi yaş dişleri enfeksiyon kaparak, sadece ciddi ağrılara değil, septisemiye ve ölüme de yol açabilen bir rahatsızlıktır.
  • (4) Dördüncü bir örnek olarak doğum verilebilir. Doğum kanalının boyutuna göre insan kafasının büyüklüğünün üç talihsiz sonucu vardır. Birincisi, insanlar diğer türlerin yenidoğanlarına kıyasla çok daha az gelişmiş ve dolayısıyla daha savunmasız bir durumda doğarlar. İkinci olarak, doğum genellikle çok acı verici bir deneyimdir. Üçüncüsü, doğum, kadın için potansiyel olarak çok tehlikeli bir olaydır. Elbette günümüzde, özellikle daha gelişmiş ülkelerde, örneğin, sezaryenle doğum yönteminin kullanılması ve ayrıca kadınların eskiye oranla çok daha az çocuk sahibi olma eğiliminde olmaları nedeniyle, kadınların çok daha az bir kısmı doğum sırasında hayatını kaybeder. Ancak geçmişte pek çok kadın, doğum sırasında ölmüştür ve daha az gelişmiş ülkelerde de pek çoğu ölmeye devam etmektedir.
  • (5) Bir başka çarpıcı acı kaynağı da yaşlandıkça azalan hormon seviyeleridir. Bu durum, kadınları olduğu kadar, erkekleri de etkilemektedir, ancak östrojen seviyesindeki düşüşün, kadınlar söz konusu olduğunda etkileri, özellikle daha dramatiktir. Bunlardan en bilineni, kolayca kırılan kemikler nedeniyle, genellikle önemli acılara ve hareket kaybına yol açan ve özellikle kalça kırıkları durumunda, daha erken ölüme yol açabilen osteoporoz olasılığının artmasıdır. Bununla birlikte, daha yeni araştırmalar, östrojenin, beyin üzerinde bir dizi önemli etkisi olduğunu da göstermiştir: (a) beyne giden kan akışını ve dolayısıyla beynin çalışması için ihtiyaç duyduğu oksijen ve glikoz tedarikini artırır; (b) hafızada çok önemli bir rol oynayan asetilkolin ve iyi bir ruh halinin korunmasına yardımcı olan serotonin de dahil olmak üzere, çeşitli beyin kimyasallarının miktarını artırır; (c) hafızanın bulunduğu hipokampusdaki sinir hücreleri arasındaki sinaps sayısını artırır; (d) nöronların büyümesine ve yenilenmesine yardımcı olur; ve (e) iltihap oluşumunu azaltır ve böylelikle yaşlanmayı hızlandırdığı görülen bir süreci engeller. Östrojenin beyin üzerindeki bu etkileri nedeniyle, östrojen seviyesindeki bir düşüş, genel olarak zihinsel işlevlerde bozulma olasılığını ve özellikle de bir kadının Alzheimer hastalığına yakalanma olasılığını artırır.
  • (6) Vücut, yaralanmayı tespit eden ve acı verici hisler yoluyla bedensel hasarın varlığını duyuran sensörlerle donatılmıştır. Bu yaralanma algılayıcıları, en az dört açıdan kötü tasarlanmıştır. İlk olarak, yaşamı tehdit eden birçok bedensel değişikliğin varlığına karşı hassas değillerdir. Özellikle kanserin varlığı, genellikle, ancak bu konuda bir şey yapmak için çok geç kalındıktan sonra tespit edilir. İkinci olarak, bu yaralanma dedektörleri, birey için ciddi bir sağlık riski oluşturan bir durum olmadığında, genellikle yüksek düzeyde ağrı üretir. Örneğin migren baş ağrılarını düşünelim. Bunlar, insanı gerçekten de çok perişan hale getiren şeylerdir. Üçüncüsü, bireye, bedensel hasar konusunda faydalı bir uyarı sağlamak yerine, devam eden ağrı hisleri üreterek, kişinin acısına katkıda bulundukları durumlarda, bu yaralanma dedektörlerini kapatmanın bir yolu yoktur. Dördüncü olarak, yaralanma tespit sistemi, genellikle dayanılmaz derecede yoğun ve kişiyi bedensel hasara karşı uyarma amacına hizmet etmek için, hiçbir şekilde gerekli olmayan ağrı seviyeleri üretir. Dolayısıyla, bir kişiyi kanserin erken varlığı konusunda uyarmakta başarısız olan yaralanma algılayıcıları, çok geç olduğunda harekete geçer ve bu noktada ölmekte olan kişinin son haftalarını dayanılmaz bir acıyla doldururlar.
  • (7) Vücudun hasar tespit mekanizmalarıyla ilgili daha radikal bir nokta da Hume tarafından dile getirilmiştir; yani bu, bedensel hasara karşı uyarmak için, acının kullanılmasının kendisinin bir tasarım hatası olduğu. Hume’un kendi önerisi, kişinin bunun yerine, hazda bir azalma ile motive edilebileceği fikridir. Bana öyle geliyor ki bu öneri, her arzu ya da tercihin ya hazza yönelik bir arzu ya da acıdan kurtulmaya yönelik bir arzu olması gerektiği şeklindeki, sağlam olmayan düşünceyi yansıtmaktadır. Ancak alternatif ve daha cazip bir öneri hemen elimizin altındadır. Vücudun bir kısmı zarar gördüğünde, yaralanma algılayıcıları, vücudun o kısmıyla ilişkili acıya yol açmak yerine, mümkün olan yerlerde derhal otomatik bir geri çekilme tepkisi oluşturabilir ve bunun mümkün olmadığı yerlerde, bunun yerine vücudun belirli bir kısmının zarar gördüğüne dair bir inanca ve daha fazla zararı önleyecek bir eylemde bulunmak için güçlü bir arzuya yol açabilirler.
  • (8) İnsanlar, aşırı kilolu olduklarında, iştahlarında bir azalma olmadığı gibi, depolanan yağın kullanılmasını sağlayan mekanizma da etkili ve iyi tasarlanmış bir mekanizma değildir. Vücut, işlediği gıdalardan, yağlar gibi kalori açısından zengin bileşikleri çıkarmayı ve depolamayı da bırakmaz. Sonuç, bir kez daha insanlar aşırı kilolu olduğu için, çok büyük acılar çekiyor olmasıdır; aşırı yemek yemenin çoğu, stres altındayken yiyeceklerin rahatlık sağlayabileceği gerçeğinden kaynaklanmaktadır.
  • (9) Vücut, bakteriler, virüsler, toksinler vb. yarattığı tehditlerle başa çıkmak için, çeşitli savunma mekanizmaları içerir. Ancak virüsler, çoğu zaman, vücudun savunma mekanizmalarını boşa çıkarmalarını sağlayan, bazen oldukça sofistike türden karşı önlemler alabilmektedir. Daha iyi tasarlanmış bir savunma sistemi, bu tür karşı önlemlerle engellenemez.
  • (10) Sıtma, çok sayıda ölüme neden olan bir hastalıktır. Bununla birlikte, sıtmaya karşı etkili bir savunma sağlayan ve sıtmaya neden olan parazit, protozoa türlerinden herhangi biri tarafından işgal edilmiş alyuvarları yok ederek, çalışan bir gen vardır. Buraya kadar her şey yolundadır. Ancak, eğer kişi, ilgili geni hem anne hem de babasından miras almışsa, bunun sonucu, orak hücreli anemidir; bu durumda, orak hücreler, alyuvarların içinde kristalleşerek, onları bozar ve böylelikle kan damarlarını tıkayarak, yoğun acılara yol açar.
  • (11) İnsanlar, belirgin bir duygusal olgunluk sergilemeden bir süre önce, cinsel açıdan olgunlaşırlar; bunun sonucunda, oldukça genç yaşta kızlar, çocuklara tatmin edici bir şekilde bakmak için gereken duygusal sorumluluk ve bağlılığı geliştirmeden çok önce çocuk sahibi olabilirler.
  • (12) Vicdan, oldukça kırılgan bir şey gibi görünmektedir ve pek çok insan doğru ve yanlış konusunda çok zayıf bir duyguya sahip gibi görünmektedir. Kişinin, doğru ve yanlış bilinci, çok daha net ve güçlü olabilir, böylece insanlar yanlış olanı değil, doğru olanı yapmak için daha güçlü bir şekilde motive olabilir. Böylesine güçlü ve net bir doğru ve yanlış duygusu dünyayı daha iyi bir yer haline getirebilir.
  • (13) İnsanlar, yaşlanmaya maruz kalırlar ve böylelikle fiziksel işlevlerde bir gerileme söz konusu olur. Bu gerilemeler, kendi başına istenmeyen bir durum olmasının yanı sıra, genellikle artrit gibi rahatsızlıklardan kaynaklanan acılarla ve kişinin zihinsel kapasitelerinin bozulmasıyla, bazen de kişiyi, kişi yapan bu kapasitelerin tamamen yok olmasıyla birlikte görülürler.
  • (14) Zihin, yalnızca yaşlanmayla bağlantılı süreçlerden değil, felçler ve beyindeki diğer yaralanmalardan da zarar görebilir. Bir kişinin, zihninde bu tür ciddi hasar olasılıkları, son derece istenmeyen bir durum gibi görünmektedir.
  • (15) Daha radikal olarak, fiziksel bir bedene sahip olan kişiler, daha dayanıklı bir maddeden inşa edilebilirlerdi ve böylelikle tüm bedensel yaralanmalar ortadan kaldırılabilirdi.
  • (16) Son olarak, insan hayatının kısalığı ve bedensel ölümün kaçınılmazlığı vardır. İnsan yaşamının bu özelliği, hem kişisel gelişim ve entelektüel gelişim olanaklarına ciddi bir sınırlama getirdiği hem de insanlar arasında genellikle derin ve kalıcı olan ilişkileri sona erdirdiği için, ahlaki açıdan hiç de tatmin edici görünmemektedir.[8]

Görünüşe bakılırsa Tooley’in listesi, “istenmeyen acı durumlar” söz konusu olduğunda, tekrardan kabarık bir hal alır. Peki Tooley bu örneklerinde haklı mıdır? Buna yanıtımız, her ne kadar bazı örnekler dolaylı olarak insanlardan kaynaklı olsa bile, yaratılışımızın ya da daha doğrusu hatalı tasarım ürünleri olmamızın bir sonucudur. Doğrusu buradaki önemli ayrıntı, “yaratılış” konusuyla alakalıdır. Zira evrim söz konusu olduğunda, hem iyi “tasarım”ın hem de kötü “tasarım”ın açıklaması verilidir. Örneğin sinüslerimiz, iki ayaklı hayvanlar yerine dört ayaklı hayvanlar olsaydık ya da öyle evrimleşseydik daha iyi olabilirdi. Yani evrim söz konusu olduğunda bu olasılık, oldukça açıktır. Ancak böyle bir verili açıklama, yaratılışçılığı savunan bir teist için söz konusu değildir. Dahası, Tooley’in de ifade ettiği gibi, eğer yaratılışçılığı savunmayan (buradaki diğer olasılık, evrimi savunan olabilir) bir teist, bu fikre başvurmaya çalışırsa, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve ahlaki açıdan mükemmel bir varlığın, neden farklı türleri tasarlamanın bir yolu olarak evrimi kullandığını, en azından bize açıklaması gerekir.[9] O halde haklı bir şekilde şu soruyu sorabiliriz: Tanrı, neden her şeyi, tahmin edilebileceği gibi, bir takım kötü sonuçlara yol açmış, ahlaki açıdan yönlendirilmemiş bir sürecin insafına bıraksın? Sözüm ona bazı canlı türlerinin yok oluşu gibi, oldukça kötü sonuçlara yol açan bir süreç, tasarımın çok da harika bir durumu yansıtmadığını bize göstermektedir. Elbette teistin buna yanıtı, teleolojik olarak bakıldığında, bunun bir amacı olmasına ilişkin olacaktır. Tanrının, homo sapiens için neanderthalleri ve ona gelinceye kadar birçok türü, evrimsel amaçları doğrultusunda yok edebileceği fikri, ilginç ama bir o kadarda duyarsızca ve büyük ihtimalle de mükemmel iyiliğine yakışmayacak bir tavırdır. Öyleyse teist, buna nasıl yanıt vermelidir? Belki de evrimin tamamlanmamış, yani devam eden bir süreç olduğu düşünüldüğünde, burada listelenen acı verici durumların, biraz daha azalacağını öne sürebilir. Ama bu durumda bile, her şeye gücü yeten bir varlıktan daha iyisini ya da en azından ilerisi, yani devam eden süreç (evrim) adına, bunca acı verici istenmeyen duruma izin vermemesini beklemek haklı bir gerekçedir ve bunun olasılığının onun gibi bir varlığa açık olması, önemli bir detaydır.

Tekrardan Tooley’de dönelim. O, yukarıda listelediğimiz ‘tasarım hataları’nın insanlarla sınırlı olmadığını da ifade eder ve insanlar ya da diğer hissedebilen varlıklar tarafından acı çekilmesine büyük ölçüde katkıda bulunan dünyanın özelliklerinin de birer tasarım hataları olduğunu öne sürer. Bununla alakalı olarak Tooley, dünyanın hem insanlar hem de hayvanlar için muazzam acılara ve can kayıplarına yol açan doğal felaketler söz konusu olduğunda, birçok yönden yanlış tasarlanmış olabileceğini belirtir.[10] Elbet bunlar arasında, doğal ya da fiziki kötülükler dediğimiz, yani depremler, volkanik patlamalar, kasırgalar, hortumlar, seller, tsunamiler ve salgın hastalıklar yer almaktadır.

Bu noktada da Tooley’in elinde, yine oldukça fazla materyal söz konusudur: 1970 yılında Bengal’de yaşanan ve şimdiye kadar deneyimlemiş olduğumuz en büyük tropikal kasırga olan felaket neticesinde en az 200.000 kişinin, 2004 yılında Hint Okyanusu’nda meydana gelen tsunami sonucu 225.000’den fazla kişinin hayatını kaybetmesi buna verdiği örneklerdir. Bunların yanı sıra, 1556 yılından bu yana gerçekleşen depremlerin dördünde 200.000’den fazla insanın ölümü (ki en kötüsü 1556 yılında Çin’de meydana gelmiş ve 800.000’den fazla insan hayatını kaybetmiştir), kaydedilen üç volkanik patlamada 50.000 insanın hayatını kaybetmesi ve geriye dönük olarak Orta Çağ’ın büyük veba salgınları ve 1918’de Amerika Birleşik Devletleri’nde 500.000’den fazla insanın ölümüne neden olan İspanyol gribi gibi büyük salgınlar, çok büyük acılara ve ölümlere neden olan durumlar olarak onun listesinde yer alır. Elbette daha fazlası da söz konusudur: bakteriler ve virüslerin neden olduğu ölümler, HIV virüsü nedeniyle çocuklar da dahil olmak üzere çok sayıda ölümler vb.[11]

İçimizi karartmak konusunda son derece kararlı olan Tooley, elbette meselenin duygusallığını bir tarafa bırakacak olursak, istenmeyen acı verici durumlara dair verdiği örneklerde son derece haklıdır. Ama listeyi bitirmeden, belki de daha dikkat çekici iki örnekten ilki, etobur hayvanların varlığından kaynaklanan muazzam acılardır. Zira, etoburların yeryüzünde dolaştığı son derece uzun zaman dilimi göz önünde bulundurulduğunda, bu “tasarım özelliğinden” kaynaklanan acıların miktarı, gerçekten de olağanüstü derecede korkunçtur. İkinci olarak ise dünyanın, var olan kaynakların doğal oranlarda büyüyen insan ve diğer hayvan nüfusunu karşılayamayacak kadar sınırlı bir yer olmasına ilişkindir.  Gerçekten de burada sıralananların çoğu, doğa yasaları olduğu gibi kabul edildiğinde, dünyanın, insanların ya da hayvanların tasarımında yapılacak bir değişikliğin, söz konusu kötülükleri önleyebileceği anlamında, hatalı mühendislik meselesi olarak sınıflandırılabilmesiyle alakalıdır. Buradaki kritik husus, her şeye gücü yeten bir varlığın, farklı doğa yasalarını seçebilmesine ilişkindir; yani, doğrudan ya da dolaylı olarak, insanların ve diğer duyarlı varlıkların, şu anda olduğu gibi, dünyada deneyimleyebilecekleri olağanüstü yoğun acı seviyelerine yol açmayacak olan yasalar.[12]

Öte yandan “doğa yasaları” söz konusu olduğunda, teistin kendisini avantajlı olarak gördüğü, sözüm ona “hassas ayar” meselesine ilişkinde bir şeyler söylememiz gerekir. Kısa ve basit bir soru soralım: Tanrı, evren konusunda, iddia edildiği gibi, bu kadar matematiksel hesabı (elbette o her şeyi bilen olduğu için), istatistiği ve olasılığı göz önünde bulundururken ya da “hassas” davranırken, insan ve insan dışı türler hakkında da aynı “hassasiyeti” göstermiş midir? Yukarıda sıralanan birçok örnek ister yaratılış ister evrim yoluyla olsun, bize bunun pek öyle olmadığını gösterir. Varsayalım ki bir çocuk sahibi oldunuz, her sorumlu birey gibi, çocuğunuz büyüyene kadar ve şartlarınız el verdiği ölçüde, ona güvenli, huzurlu ve rahat bir ortam yarattınız (iddia edildiği gibi evrendeki hassas ayarı düşünelim), ancak, keskin ve yanıcı maddeleri onun ulaşacağı yerde bırakmak (depremler, tsunamiler, volkanik patlamaları düşünelim), balkon kapısını açık bırakmak (dünyamızın, meteor yağmurları, güneş patlamaları, karadelik hadisesi gibi dışarıdan gelen etkilere açık olmasını düşünelim) ve bazı sağlık taramalarını ihmal etmek gibi (evrenin bazı bölgeleri kuraklık ve kıtlık yaşarken, diğer bölgelerin daha avantajlı olması) bazı şeyleri (dikkatli bir okuyucu, yukarıdaki sıralanan birçok örneğin, hassas ayarın, iddia edildiği gibi insan yaşamına elverişli olarak oluşturulduğu iddiasını sorgulayacaktır) ise unuttunuz, bu durumda her şey bir yana, sizin bilinçli ya da bilinçsiz bir takım ihmalkarlığınızın, çocuğunuzun onarılamaz derecede acılar yaşamasına neden olması neyi gösterir?

Şimdi, bu analojiye bir yanıt, özgür iradeyi ön plana çıkartır. Ama bildiğimiz kadarıyla hiçbir teistik din, bebekleri birer ahlaki fail olarak görmez. Bir başka yanıt, can sıkıcı teodiselere başvurmaktır. Ama bu ailenin ihmalkarlığı nedeniyle çocuklarına korkunç acılar yaratacak olması, diğer insanların ahlaki gelişimine, dersler çıkaracak olmasına ve bahsi geçen ailenin imtihanı olmasına, ne türden bir hassas ve duyarlı anlamında “hassas” ayarlar yapan bir varlık seyirci kalabilir? Buna yanıt olarak teist, varsaydığımız ailenin, aksine, çocuklarını her türlü ihmalkarlıktan uzak ve gayet güvenli bir ortamda yetiştiren ve büyüten aile örneklerini verebilir. Ancak bildiğimiz kadarıyla, hassas ayar söz konusu olduğunda, en azından doğa yasaları, sürekli aynı sonucu veren şeylerdir. Öyleyse neden her ailede aynı sonucu beklemeyelim? Buradaki kritik nokta, dikkat ederseniz ailenin ahlaki failler olması ve sorumlu tutulması değildir; çocuğun, öyle ya da böyle onarılamaz acılar yaşamasıdır.

Elbette teist, bu tarz örneklerin, “büyük resme” bakıldığında, pek de önemli olmadığını söyleyebilir ve şöyle ya da böyle yaşanan “hassas acı”ların sorumluluğunu ahlaki faillere yükleme konusunda ısrarcı olabilir. Ama durum böyle midir? Büyük resme bakıldığında evren, insan yaşamına uygun, rahat ve güvenli bir şekilde tasarlanmış ya da “ayarlanmış” mıdır?

Doğrusu yukarıdaki örnekler, durumun pek de öyle olmadığını gösterecektir. Zira bir ebeveynin, keskin bir bıçağı çocuğunun yanında unutması bir yana, her şeye gücü yeten bir varlığın, doğal afetleri ihmal etmesi ciddi bir tasarım kusuru gibi görünmektedir. Dahası, dünyanın henüz erken yaşlarında birçok canlı türünün yok olması, buzul çağı, yoğun meteor yağmurları gibi yaşanan kitlesel felaketler ve yalnızca günümüzde bildiğimiz şekliyle “insan türünün” ortaya çıkması için diğer canlı türlerinin ki buna insana en yakın tür de dahil yok oluşu, insan yaşamı için bir amacı ya da bir hassas ayarı göstermek yerine, oldukça tecrübesiz bir mühendisin, temellerini sağlam atmadığı ya da inşa ederken bazı şeyleri şöyle ya da böyle ihmal ettiği eseri gibi görünür. Dolayısıyla “büyük resim”e bakıldığında durum pek, de teistin lehine değildir. Hayvanların ya da insan dışı canlı türlerinin ahlaki failler olmaması ya da iddia edildiği gibi acı eşiklerinin veya hislerinin, insanlara oranla daha düşük olması, [13] bahsi geçen hassas ayarı açıklama noktasında yeterli değildir. Zira, sizin ya da benim, bütün olasılıkları gündeme alırken ve mükemmel iyi bir varlığın özelliği olarak mükemmel iyi kararları beklememiz göz önüne alındığında, Tanrının böylesi küçük ama mide bulandırıcı detayları görmezden gelmesi ya da bir amaç doğrultusunda buna göz yumması, iyi bir Tanrının gerçekleştirmek istemeyeceğini düşündüğümüz bir şey olacaktır.

Öyleyse teistin elinde bir olasılık daha kalır. O, her ne amaçla olursa olsun, hatta bizim “hatalı tasarım” özelliklerimiz de dahil, yaşanan bütün acıların nedenini bilemeyeceğimizi ve bunu bilemiyor oluşumuzun, bunların bir nedeninin olmadığını göstermediğini öne sürebilir. Elbette teistik bakış açısından bakıldığında, bizlerin, “zorunlu varlık” olan Tanrının karşısında, “olumsal” varlıklar ve pek tabi ki yetersiz bilişsel kapasitelere sahip olmamız, buradaki açıklamanın gerekçelerinden birisini oluşturacaktır. Bu yanıt tatmin edici midir? Felsefenin, bazen duygularımıza hitap etmemek, yani bir takım hakikat gibi görünen açıklamalara sahip olmak gibi bir huyu vardır. Nitekim, “Sokrates ölümlüdür” önermesi, belki de Sokrates’in pek üzerinde durmayacağı bir şey olsa bile, Platon adına üzücü bir hakikat olacaktır. Benzer şekilde, “bütün babaların insan olduğu için ölecek olması”, babasını seven ve felsefeyle ilgilenen birisi için, buz gibi bir hakikat halini alacaktır. Dolayısıyla teistin bu yanıtı, bana öyle geliyor ki böyle bir şeye karşılık gelir. Burada şüpheci teizme verilen, “tanrının kötülüğe dair nedenlerini bilmiyor oluşumuzun, onun hiçbir ahlaki konuda ve biraz daha ileri giderek kendisi hakkında bir şeylerde bilemeyeceğimize” dair yanıtı gündeme alacak kadar yerimiz yok. Bu tartışmaya girişmek, yazımızın amaçlarını arka plana itecektir. Elbette şüpheci teistik sav, delilci kötülük problemine verilen önemli ve ilgi çekici bir yanıttır. Ancak bizim amacımız, Tooley’in argümanıyla sınırlı kalmaya devam edecektir.

3. Argüman

O halde Tooley’e geri dönelim. Argümanı için, ön hazırlık bağlamında verdiği bu uzun kötülük listesinden sonra, deontolojik formülasyondaki bu argümanının merkezinde, doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özelliklerine dair kavramların yer aldığını ifade eder ve bunları, kendi deyimiyle, “örtük olarak tanımlayan” bir teori de ortaya koyar:

İki özellik vardır (yani, doğru olanı yapma özelliğine sahip olma özelliği ve yanlış olanı yapma özelliğine sahip olma özelliği). Eğer bir eylem, en az bir yanlış olanı yapma özelliğine sahipse, o eylem, doğru olanı yapma özelliğine sahip değildir ve dolayısıyla o eylem, ahlaki olarak yanlıştır. Diğer taraftan bir eylem, doğru olanı yapma özelliği olan en az bir özelliğe sahipse ve yanlış olanı yapma özelliği olmayan bir özelliğe sahipse, o halde o eylem, ahlaki olarak zorunludur veya en azından ahlaki olarak izin verilebilir bir eylemdir.[14]

Tooley’in yukarıdaki açıklamaları, niteliksel doğru yapma ve yanlış yapma özelliklerini ön plana çıkardığından, bir ahlaki ontoloji fikrine kapı aralar. Ancak böylesi bir fikir için, bundan daha fazlasına, yani niceliksel eylemlere de ihtiyaç vardır. Zira Tooley’de bu tür eylemlerin, belirli bir ahlaki statüye sahip olmasının gerekliliğinin, nicel doğru yapma ve nicel yanlış yapma özelliklerinden geçtiğini ifade eder.[15] Bu durumda, söz konusu özelliklerin ahlaki ağırlığını veya ciddiyetini temsil eden, doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özellikleriyle ilişkili sayılara ihtiyacımız vardır. Dahası, nicel olarak doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özellikleri verildiğinde, bir eylem hem doğru alanı yapma hem de yanlış olanı yapma özelliklerine sahip olduğunda, onun ahlaki statüsünün çeşitli özelliklerin ahlaki ağırlıklarına bağlı olduğunu da söylememiz gerekir. O halde, örneğin, birlikte ele alındıklarında, yanlış olanı yapma özelliklerinin ağırlığı, doğru olanı yapma özelliklerinin ağırlığından daha fazlaysa, o zaman o eylem, her şey dikkate alındığında, ahlaki olarak yanlıştır. Tersi söz konusu olduğunda, yani doğru olanı yapma özelliklerinin ağırlığı, birlikte ele alındıklarında, yanlış olanı yapma özelliklerinin ağırlığından daha fazlaysa, o zaman o eylem, her şey dikkate alındığında, ya ahlaki olarak izin verilebilir bir eylemdir ya da ahlaki olarak zorunludur. Öyleyse bu kavramlar göz önüne alındığında, bir eylemin, ilk bakışta yanlış ya da ahlaki olarak yanlış olduğu fikrini, Tooley’in açıklamalarına dayanarak şöyle ifade edebiliriz:

Bir eylemin, doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özelliklerine ilişkin bilgilere dayanarak, o eylemin, yanlış olanı yapma özelliklerinin ağırlığı, birlikte ele alındıklarında, doğru olanı yapma özelliklerinin ağırlığından daha büyükse veya fazlaysa, o eylem ilk bakışta yanlıştır.[16]

Bu nokta itibariyle Tooley, deontolojik formülasyonunda yer alan temel fikrin şu şekilde olduğunu ifade eder:

Dünyanın belirli durumları içerdiği ve bu durumlardan herhangi birinin gerçekleşmesine izin veren herhangi bir eylemin, eylemin sahip olacağı bilinen doğru olanı yapma özelliklerinin toplamından daha ağır gelecek bir veya daha fazla bilinen yanlış olanı yapma özelliği içereceği iddia edilir. Eğer bu doğruysa, o zaman bu tür herhangi bir eylem, eylemin doğru ve yanlış olanı yapma özelliklerine ilişkin şu anda sahip olunan toplam bilgiye göre, ahlaki olarak ilk bakışta yanlış olacaktır. Ayrıca, kişiyi böyle bir eylemin ilk bakışta yanlış olduğu sonucundan, o eylemin, her şey göz önünde bulundurulduğunda, olasılıkla yanlış olduğu sonucuna götürecek, sağlam bir tümevarımsal argümanın varlığı da önemlidir. Eğer böyle bir argüman varsa, o zaman kötülükten hareketle delilci argümanın, ‘tümevarımsal olarak sağlam’ bir versiyonuna sahip olunur. [İtalikler bana aittir.][17]

Bana öyle geliyor ki Tooley’in açıklamalarında, yapılacak herhangi bir ahlaki eylemin, kötü ya da ahlaki olarak yanlış bir sonuca ulaşmasından hareketle, bu tür her eylemin aynı sonucu vermesinin, yani ahlaki olarak her zaman yanlış bir durumla sonuçlanmasının, malum sonucun bizi bir tür argümana ulaştıracağı fikri yer alır. Dahası bu eylemler, normatif olarak deontolojiktir ve gerçek dünyanın birer olguları ya da durumlarıdır. Böylelikle bu tümevarımsal argümandan hareketle ulaşacağımız sonuç ise, Tanrının var olma olasılığının epey düşük hatta neredeyse hiç olmadığı şeklinde olacaktır.

Buradan hareketle Tooley, Voltaire’in pek felsefi olmasa bile edebiyat açısından ustaca kullandığı, 1755 yılında Lizbon’u yerle bir eden, Güney Fransa ve Kuzey Afrika’ya kadar hissedilen ve yaklaşık 60.000 erkek, kadın ve çocuğun ölümüne neden olan depreme odaklanan delilci bir versiyonunun ana hatlarını çizmeye çalışır. Argümanın ilk kısmının sonucu, kendi tabiriyle biraz mütevazı bir sonuca sahiptir: yani, söz konusu zamanda, Tanrının var olmama olasılığı daha yüksektir.[18] Öyleyse argümanın dayanak noktası, olasılıksal iddiadan ileri gelir ve bizi, Tanrının varlığının son derece olası olmadığı sonuca götürür.

Bu noktada Tooley’in de ifade ettiği gibi, şu şekilde bir gerekliliğe ihtiyaç vardır:

t zamanında bir S durumu vardır ve S durumunun var olmasına izin vermenin ahlaki olarak yanlış olması, mantıksal olarak t zamanında Tanrının var olmamasını gerektirir.[19]

Buradaki temel fikir, bu önermeyi, daha sonrasında tümevarımsal mantığa başvurarak ve ortaya koyulacak ilgili olasılıksal bir iddia ile birleştirerek, nihai sonuca ulaşmaktır. Artık argümana geçebiliriz. Tooley’in ilk öncülü ya da genel iddiası şudur:

(1) Herhangi bir mümkün S durumu için, S durumunu önlememeyi seçme eylemi ahlaki olarak yanlışsa, o zaman her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve ahlaki olarak mükemmel bir varlığın bu eylemi gerçekleştirmemesi mantıksal olarak zorunludur.

Anlaşılacağı üzere, burada “S” durumu yerine gelmesi gereken şey, “Lizbon depremi”dir. Ancak Tooley’in de haklı bir şekilde ifade ettiği gibi, modal (kipli) bir bağlamda böyle bir değiştirime[20] başvurmak sorunludur. Yapılması gereken şey, koşullu bir kanıta müracaat etmektir. Yani:

(2)* Lizbon depremi meydana gelmiştir ve Lizbon depremini önlememeyi seçme eylemi, her şey göz önünde bulundurulduğunda, ahlaki açıdan yanlıştır.

Ardından, (1)’deki modal ifade aşağıdaki modal olmayan ifadeyi gerektirir:

(3) Herhangi bir mümkün S durumu için, S durumunun önlememeyi seçme eylemi, her şey düşünüldüğünde ahlaki olarak yanlışsa, o zaman her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve ahlaki olarak mükemmel bir varlık bu eylemi asla gerçekleştirmez.

(2)* varsayımından hareketle, (3) ile birlikte şu sonuca varılır:

(4)* Her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve ahlaki açıdan mükemmel bir varlık, Lizbon depremini önlememeyi seçme eylemini asla gerçekleştirmez.

Tooley’in sonrasında, ilgili zamanda her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen olma özelliğini, Lizbon depremini önlememeyi seçme eylemine bağlayan bir öncüle ihtiyaç vardır:

(5) Eğer Lizbon depremi meydana geldiyse ve Lizbon depreminin başlangıcında her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen bir varlık varsa, o zaman bu her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen varlığın depremi önlememeyi seçmiş olması, mantıksal olarak zorunludur.

Ancak bu durumda (4)*, (5) ile birlikte şunu gerektirir:

(6)* Eğer her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen bir varlık Lizbon depreminin başlangıcında varsa, o zaman bu her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen bir varlık ahlaki açıdan mükemmel değildir.

Koşullu delillde ihtiyaç duyulan son zorunlu doğru, kullanılan “Tanrı” tanımından ileri gelir ve Tooley’e göre bu tanım şöyle bir şeydir:

(7) Herhangi bir P varlığı için, eğer P varlığı t zamanında Tanrı ise, o zaman P varlığının t zamanında her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve ahlaki açıdan mükemmel olması, mantıksal olarak zorunludur.

Tooley, (6)* ve (7)’den şu sonuca ulaşır:

(8)* Lizbon depreminin başlangıcında Tanrı mevcut değildir.

Bu noktada Tooley, (2)*’de ortaya konan varsayımı ortadan kaldırarak, argümanın koşullu delil kısmını şöyle tamamlar:

(9) Eğer Lizbon depremi meydana geldiyse ve Lizbon depremini önlememeyi seçme eylemi ahlaki açıdan yanlışsa, her şey göz önünde bulundurulduğunda Tanrı, Lizbon depreminin başlangıcında var olmamıştır.

Tooley’in öne sürdüğü gibi, koşullu delilde kullanılan tüm öncüllerin ya mantıksal olarak zorunlu doğrular olduğuna ya da bu doğrulardan türediğine dikkat edilmesi gerekir. Bu nedenle de (9)’da zorunlu bir doğru statüsüne sahip olmalıdır. Öyleyse:

(10) Eğer Lizbon depremi meydana geldiyse ve Lizbon depremini önlememeyi seçme eylemi ahlaki olarak yanlışsa, o zaman her şey göz önünde bulundurulduğunda, Lizbon depreminin başlangıcında Tanrının var olmaması mantıksal olarak zorunludur.

Bu da hemen şunu gerektirir:

(11) Lizbon depreminin var olması ve Lizbon depremini önlememeyi seçme eyleminin ahlaki açıdan yanlış olması, her şey göz önünde bulundurulduğunda, mantıksal olarak Lizbon depreminin başlangıcında Tanrının var olmamasını gerektirir.

Tooley’in argümanının ilk aşaması bu kadardır. Ancak bununla sınırlı değildir. Analitik din felsefesinin derinliklerine inmişken, argümanın ikinci aşamasına geçebiliriz. Tooley’in uyarılarını hatırlatmakta yarar var: Burada önemli bir olasılıksal iddia ortaya atılmaktadır. Bu kısım aşağıdaki gibidir:

(12) 50.000’den fazla sıradan insanın ölümüne neden olacak bir olayı önlememeyi seçme özelliği, bu eylemi yanlış olanı yapma özelliği yapar ve bu çok ciddi bir özelliktir.

(13) Lizbon depremi yaklaşık 60.000 sıradan insanın ölümüne neden olmuştur.

Dolayısıyla, (12) ve (13)’ten:

(14) Lizbon depremini önlememeyi tercih eden herhangi bir eylem çok ciddi bir yanlış olanı yapma özelliğine sahiptir.

Halihazırda Lizbon depremi ve bu depremle ilgili ahlaki bilgimiz hakkında bir iddia ortaya atılmaktadır. Yani:

(15) Lizbon depremini önlememeyi seçme eyleminin doğru olanı yapma özelliğine sahip olması ve bu özelliklerin ilgili yanlış olanı yapma özelliğini dengeleyecek kadar ciddi olduğuna inanabilmemiz için, bildiğimiz hiçbir doğru olanı yapma özelliği yoktur.

Argümanın bu noktasından sonra Tooley, formülasyonlar için bir kısaltma yoluna gider ve şunların altını çizer:

* Dengeleyici olduğu bilinen hiçbir doğru olanı yapma özelliği yoktur.

* Hem söz konusu eylemin bu doğru olanı yapma özelliklerine sahip olduğuna hem de bu özelliklerin herhangi bir ilgili, bilinen, yanlış olanı yapma özelliğini (veya özelliklerini) dengeleyecek kadar ciddi olduğuna inanabilmemiz için, hiçbir doğru olanı yapma özelliği yoktur.

Bu ek açıklamaların ardından, (15)’inci öncül daha derli toplu bir şekilde formüle edilebilir:

(15) Lizbon depremini önlememeyi tercih eden herhangi bir eylemin, bilinen bir yanlış olanı yapma özelliği vardır ve dengeleyici olduğu bilinen hiçbir doğru olanı yapma özelliği yoktur.

Tooley’e göre bir sonraki adım, çok tartışmalı olan, ancak kötülükten gelen argümanın mevcut formülasyonunun merkezinde yer alan olasılıksal bir önermenin eklenmesini içerir:

(16) Herhangi bir eylem için, eylemin bildiğimiz bir yanlış olanı yapma özelliğine sahip olduğu ve dengeleyici olduğu bilinen hiçbir doğru olanı yapma özelliği bulunmadığı göz önünde bulundurulduğunda, eylemin toplam yanlış olanı yapma özelliklerinin, toplam doğru olanı yapma özelliklerinden (bilgimiz olmayanlar da dahil olmak üzere) daha ağır gelmesinin mantıksal olasılığı yarıdan daha fazladır.

Bu öncülden sonra Tooley, doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özellikleri fikrini, her şey göz önünde bulundurulduğunda, bir eylemin, ahlaki açıdan yanlış olduğu fikriyle birleştiren bir öncülü öne sürer:

(17) Herhangi bir C eylemi için, eylemin toplam yanlış olanı yapma özellikleri, toplam doğru olanı yapma özelliklerinden daha ağır geliyorsa (bilgimiz olmayanlar da dahil olmak üzere) o zaman C eyleminin, her şey göz önünde bulundurulduğunda ahlaki olarak yanlış olması, mantıksal olarak zorunlu bir doğrudur.

Tooley’in bir sonraki adımı, Lizbon depremini önlememeyi seçme eyleminin genel ahlaki durumu hakkında bir sonuç çıkarmayı içerir. Tooley’in istediği sonuca giden yol ise, mantıksal olasılık teorisi yoluyla, aşağıdaki önermeyi gerektirir:

(18) Eğer p verildiğinde q’nun mantıksal olasılığı yarıdan fazlaysa ve q mantıksal olarak r’yi gerektiriyorsa, o halde p verildiğinde r’nin mantıksal olasılığı da yarıdan fazladır.

O halde (16), (17) ve (18)’den şu sonuç çıkar:

(19) Herhangi bir eylem için, eylemin bildiğimiz bir yanlış olanı yapma özelliğine sahip olduğu ve dengeleyici olduğu bilinen hiçbir doğru olanı yapma özelliği olmadığı göz önünde bulundurulduğunda, eylemin ahlaki olarak yanlış olmasının mantıksal olasılığı yarıdan fazladır.

Dahası bu sonuç, (15) ile birlikte şu anlama gelir:

(20) Lizbon depremini önlememeyi seçmenin, bildiğimiz bir yanlış olanı yapma özelliğine sahip olduğu ve dengeleyici olduğu bilinen hiçbir doğru olanı yapma özelliği bulunmadığı göz önünde bulundurulduğunda, Lizbon depremini önlememeyi seçme eyleminin ahlaki olarak yanlış olma olasılığı yarıdan fazladır.

Sonuç olarak Tooley, (11)- (18) ve (20) ile birlikte şu sonuca ulaşır:

(21) Lizbon depremini önlememeyi seçmenin, bildiğimiz bir yanlış olanı yapma özelliğine sahip olduğu ve dengeleyici olduğu bilinen hiçbir doğru olanı yapma özelliği olmadığı göz önüne alındığında, Lizbon depremi sırasında Tanrının var olmama olasılığı yarıdan fazladır.[21]

Bu argümana dair söylenilecek ilk şey, onun kötülükten gelen olasılıksal argümanların kusursuz bir örneğini oluşturduğudur. Zira tüm öncüller, tümdengelimsel olarak geçerli ve sağlam gözükmektedir. Buna göre (1)’inci öncül, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve ahlaki olarak mükemmel bir varlığın, ahlaki açıdan yanlış bir eylemde bulunamayacağı iddiasının bir örneğini ileri sürer. (5)’inci öncül, her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen bir varlığın hem depremleri önleme gücüne sahip olacağını hem de bir depremin ne zaman başlayacağını bileceğini savunarak desteklenebilir. Öyleyse böyle bir varlık, herhangi bir depremi önleyebileceği gibi, onun bunu yapmaması, bir tercih meselesi olacaktır. (7)’inci öncül, Tanrı kavramı üzerinden doğruluğa sahip olduğu için, önemsiz olsa bile analitiktir. (12)’inci öncül, ahlaki bir iddiada bulunur, ancak bu iddia, ahlaki olarak problemli olmayabilir. (13)’üncü öncül, tarihsel bir iddiada bulunur ve bu iddianın doğruluğu için elbette kanıtlar mevcuttur. Öte yandan (13)’üncü öncül yanlışlansa bile, (12) ve (13)’üncü öncüller, kolaylıkla biraz daha farklı ifadelerle değiştirilebilirler. (15)’inci öncül, kötülük argümanına teodise sunarak yanıt veren filozofların karşı çıkacağı bir iddiada bulunmaktadır. Bununla beraber sahip olduğumuz ahlaki bilgiyle birlikte, dünya hakkındaki ilgili gerçekler göz önüne alındığında, bu iddia oldukça makul görünmektedir. Çünkü şu soru anlamlıdır: Lizbon depremine izin vermek gibi bir eylem durumunda, mevcut olacağına inanabilmemiz için iyi bir nedene sahip olunan ve 50.000’den fazla sıradan insanın öldürülmesine izin vermenin yanlış olanı yapma özelliğini dengelemek için yeterince ciddi olan hangi doğru olanı yapma özelliklerine işaret edilebilir? Bilebildiğimiz kadarıyla böyle bir özellik mevcut değildir. En azından aklın ve duyguların sınırlarını zorlamadıkça, bu iddia makul olarak kabul edilecektir. (16)’ıncı öncül, ifade edildiği gibi, hem kötülük argümanının mevcut formülasyonunun tam merkezinde yer alan hem de çok tartışmalı olan bir önermeyi ortaya koymaktadır. Son olarak (17)’inci öncül, doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özelliklerini, kavramları ile birlikte, bir eylemin “yanlış olması” kavramı sayesinde öne sürerken, (18)’inci öncül, mantıksal olasılık teorisinden kaynaklanmaktadır. O halde her iki öncül de sorunsuzdur. Sonuç olarak argüman tümdengelimsel olarak geçerlidir ve ciddi şekilde itiraz edilebilecek tek öncülün (16)’ıncı öncül olduğu açıktır. Dolayısıyla argümanın bu adımda ileri sürülen önemli olasılıksal iddia ile ayakta durduğu ya da geçersiz kalacağı görülmektedir.

Tekrar hatırlayacak olursak (16)’ıncı öncülün iddiası şudur:

Herhangi bir x eylemi için, eğer x eyleminin bildiğimiz bir yanlış olanı yapma özelliğine sahip olduğu ve dengeleyici olduğu bilinen y gibi hiçbir doğru olanı yapma özelliği bulunmadığı göz önünde bulundurulduğunda, eylemin toplam yanlış olanı yapma özelliklerinin, toplam doğru olanı yapma özelliklerinden (bilgimiz olmayanlar da dahil olmak üzere) daha ağır gelmesinin mantıksal olasılığı yarıdan daha fazladır.

Bunu daha iyi anlayabilmemiz için, bir analojiye başvurmamız gerekir. Depreme dayanıklı bina inşa etmeme eylemi, depreme dayanıklı bina inşa etme eylemi gibi, bildiğimiz hiçbir doğru eyleme sahip değildir. Dahası depreme dayanıklı bina inşa etmeme eylemi, bunun sonucunda yaşanacak bir deprem nedeniyle, oldukça fazla can kaybına yol açacakken; depreme dayanıklı bina inşa etme eylemi sonucunda ise, olası hiçbir can kaybı yaşanmayacaktır; yani yapılan ikinci eylemin sonucunda yaşanmayacak olaylar ile karşılaştırıldığında, ilk eylem can kaybına yol açacağı için, yanlış eylemin sonucu, ikinci eyleme göre daha ağır gelecektir. Ayrıca bir diğer husus ise, depreme dayanıklı bina inşa etmeme eylemini dengeleyecek bir eylemin bulunmamasıdır. Yani depreme dayanıklı bina inşa etmeme eyleminin her koşulda karşıt eylemi, depreme dayanıklı bina inşa etme eylemidir. Tooley’in öne sürdüğü şey böyle bir şey midir? Herhalde olasılıksal bir önermeyi gerekçelendirmenin en iyi yollarından biri, onu bir analoji üzerinden değerlendirmektir. Öyleyse Tooley’in öne sürdüğü şekliyle, (16)’ıncı öncülün kendisini ele almak yerine, özellikle Lizbon depremine izin verme eylemine atıfta bulunan ilgili bir önermeyi ele alalım:

(*) Lizbon depreminin meydana gelmesine kasıtlı olarak izin verme eyleminin toplam yanlış olanı yapma özelliklerinin, Lizbon depreminin meydana gelmesine izin vermenin bildiğimiz bir yanlış olanı yapma özelliğine sahip olduğu ve dengeleyici olduğu bilinen hiçbir doğru olanı yapma özelliğinin olmadığı göz önüne alındığında, bunu yapmanın toplam doğru olanı yapma özelliklerinden (bilgimiz olmayanlar da dahil olmak üzere) daha ağır gelmesinin mantıksal olasılığı yarıdan bir fazladır.[22]

Yani burada:

p: Lizbon depreminin meydana gelmesine kasıtlı olarak izin verme eyleminin, bildiğimiz bir yanlış olanı yapma özelliği vardır ve dengeleyici olduğu bilinen hiçbir doğru olanı yapma özelliği yoktur.

q: Lizbon depreminin meydana gelmesine kasıtlı olarak izin verme eyleminin, toplam yanlış olanı yapma özellikleri, bu eylemin toplam doğru olanı yapma özelliklerinden daha ağır gelir (bilgimiz olmayan doğru olanı yapma özellikleri de dahil olmak üzere).[23]

Dolayısıyla sonuç olarak:

(*) p verildiğinde, q’nun mantıksal olasılığı, yarıdan fazladır.[24]

Ama (*)’ın şunun gibi bir gerekçeye de sahip olması gerekir:

r: Lizbon depreminin meydana gelmesine kasıtlı olarak izin verme eyleminin, bildiğimiz en az bir yanlış olanı yapma özelliği vardır ve söz konusu yanlış olanı yapma özelliğini dengeleyecek hiçbir doğru olanı yapma özelliği (bilgimiz olmayan doğru olanı yapma özellikleri de dahil olmak üzere) yoktur. [İtalikler bana aittir.][25]

Öyleyse şu iddia öne sürülebilir:

(**) p verildiğinde, r’nin mantıksal olasılığı, yarıdan fazladır.[26]

Ancak bu durumda r, q’yu gerektireceğinden (*)’ı da takip edecek ve bu durum, (**) ile birlikte (*)’ı da gerektirecektir. Bu nedenle Tooley’in (**) için bir çözüme ihtiyacı vardır. Keza o da bunun farkındadır ve iki çözüm yolunu bize sunar: İlk olarak, p’den r’ye doğru giden bir çıkarımın, aşağıdaki gibi bir mantıksal biçime sahip olduğu gösterilebilir:

(1) Bilinen tüm P’ler, Q’dur.

O halde şu mümkündür:

(2) Tüm P’ler, Q’dur.[27]

İkinci olarak ise, tam olarak belirli, standart, günlük, tümevarımsal çıkarımların sergilediği biçime başvurulabilir. Keza (1) ve (2) numaralı öncüllerde “P” yerine “doğru olanı yapma özelliği” ve “Q” yerine ise “Lizbon depreminin sahip olduğu belirli bir yanlış olanı yapma özelliğini dengelemeye yetmeyen doğru olanı yapma özelliği” konulursa, sırasıyla “p” ve “r” önermelerine, mantıksal olarak eşdeğer görünen aşağıdaki iki önerme elde edilir:

(1*) Bilinen tüm doğru olanı yapma özellikleri, Lizbon depreminin sahip olduğu, belirli bir yanlış olanı yapma özelliğini dengelemek için yeterli olmayan doğru olanı yapma özellikleridir.

(2*) Tüm doğru olanı yapma özellikleri, Lizbon depreminin sahip olduğu, belirli bir yanlış olanı yapma özelliğini dengelemek için,yeterli olmayan doğru olanı yapma özellikleridir.[28]

Bu durumda Tooley, belirli bir standart, gündelik, tümevarımsal çıkarım türünü reddetmek zorunda kalmadan, p’nin r’yi olası kıldığı ve dolayısıyla (**)’ın gerekçelendirildiği olduğu sonucuna varmakta haklı mıdır? Henüz değildir. Zira (*) önermesi için sunulan gerekçe ile bu akıl yürütmenin basit bir genellemesi, (16)’ıncı önermede ifade edilen ilgili, genel, olasılıksal iddia için bir gerekçe değildir.

Bu açıklamanın neden henüz işlevsel olmadığını görmek için, Tooley’in de farkında olduğu şu hususa dikkat edelim:

Aşağıdaki iki tümevarımsal çıkarım arasında ayrıma gidelim:

  • Bilinen tüm P’ler Q’dur.
  • Bu nedenle büyük bir olasılıkla;
  • Tüm P’ler Q’dur.
  • Bilinen tüm P’ler Q’dur.
  • Bu nedenle büyük bir olasılıkla;
  • Sonrasında gelen P bir Q’dur.[29]

Bu tümevarımsal çıkarımlar, bize, yeterli sayıda P’nin gözlemlenmesi ve bunların hepsinin Q olması durumunda, gözlemlenen bir sonraki P’nin de Q olmasının muhtemel olduğunu söyler. Tooley’e göre bu husus, tüm P’lerin Q olmasının muhtemel olması durumu olmaksızın da böyle olabilmektedir. Örneğin, bir kişinin hepsi Q olan bir dizi P’leri gözlemlediğini ve bunun sonucunda rastgele seçilen bir sonraki P’nin de Q olma olasılığının 0,99 olduğunu varsayalım. Bu durumda örneğin, rastgele 75 P’yi seçmeye devam edilirse, bunların hepsinin Q olma olasılığı yalnızca 0,99 olmakla kalmayacak, aynı zamanda yarısından daha az olacaktır. Bu nedenle tüm P’lerin Q olma olasılığının, kesinlikle yarısından daha fazla olması gerekmemektedir.[30] Öyleyse sonuç olarak, yukarıdaki tümevarımsal çıkarım modellerinden ikincisi, önemli ölçüde daha güçlü bir iddiayı içerir ve bu nedenle de gerekçelendirilmesi daha zor gözükmektedir.

Tooley’in burada kast etmeye çalıştığı şey tam olarak nedir? O, tombala torbasından rastgele seçeceğimiz her numaranın, bize aynı çift sayı sonucunu vermek istediğini mi söylemek istemektedir? Belki de Tooley’in amacı, çok bilinen bir örnekte olduğu gibi, “tüm kuğuların beyaz olması” gibi bir şeydir. Tooley bunu mu demek istiyor? Bana öyle geliyor ki Tooley, (16)’ıncı öncülde ileri sürülen olasılıksal iddiayı gerekçelendirebilmek için, yukarıdaki girişimde hangi tür tümevarımsal çıkarıma ihtiyaç duyulduğunu aramakta ve yanıtın ikincisi olduğunu söylemeye çalışmaktadır. Buna göre ikinci tür çıkarımın, hangi koşullar altında gerekçelendirildiği, altını çizmemiz gereken bir husustur.

Tooley, bu noktayı, “Tüm P’ler Q’dur” şeklindeki genelleme yoluyla, “Q” yükleminin mantıksal genişliğinin, bir sayısına sonsuz derecede yakın olmaması koşuluyla, söz konusu olasılığın potansiyel örneklerinin sayısı arttıkça, sonsuz bir şekilde sıfıra yaklaşıldığını ve bunun, kişinin delil tabanının ne kadar büyük olduğuna bakılmaksızın böyle olduğunun iddia edilebileceğini söyleyerek açıklamaktadır.[31] Ancak burada, bir evrensel genelleme söz konusudur. Peki Tooley bu genellemeyi nasıl gerekçelendirir? Onun buna yanıtı: “Eğer yasalar, salt düzenliliklerden daha fazlasıysa (ve özellikle de evrenseller arasında ikinci dereceden ilişkilerse), o zaman bir yasanın ve dolayısıyla onun gerektirdiği düzenliliğin elde edilmesi, oldukça küçük bir kanıtlar bütünü üzerinde bile çok yüksek bir olasılığa sahip olduğu”[32] şeklindedir. Öyleyse evrensel genellemeler, altta yatan yasalar sayesinde elde edildikleri takdirde gerekçelendirilmiş olurlar.

O halde buradaki r önermesi, bir yasayı mı yoksa bir yasanın sonucunu mu ifade etmektedir? Zira gözlemlenmemiş olan, ahlaki açıdan ilgili herhangi bir özelliğin, Q özelliğine sahip olma olasılığının yüksek olduğunu düşünmek doğru olsa bile, tüm gerekçelendirilmiş özelliklerin, Q özelliğine sahip olma olasılığının düşük olduğu pekala söylenilebilmektedir. Ama burada Q özelliğine sahip olmayan bazı gerekçelendirilmiş özelliklerin olması daha olasıdır. Bununla beraber Tooley için sayı az olsa bile, r, bir yasayı ya da bir yasanın sonucunu ifade etmese bile r olasılığı yine de yüksek olabilmektedir. Ayrıca, çok sayıda bilinmeyen, ahlaki açıdan önemli özellik olmasının pek olası olmadığını savunmakta mümkün olduğundan, görünüşe bakılırsa, bu sonuca varabilmek için yapılacak herhangi bir girişimin, bir ya da daha fazla tartışmalı meta-etik iddiayı içermesi çok muhtemel gözükmektedir. Ancak Tooley bu tartışmalara girmediği için, bizde yalnızca bu hususun altını çizmekle yetineceğiz.

Geldiğimiz nokta itibariyle, kötülüğe ilişkin delilci argümanın yukarıdaki formülasyonunda, (16)’ıncı önermede ortaya konan önemli olasılıksal iddianın gerekçelendirilmesine ilişkin çok doğal bir açıklamanın tatmin edici olmadığını görmüş oluruz. Öyleyse bu husus, bu önermenin kabul edilebilir bir gerekçesinin olmadığını ve kötülükten gelen delilci argümanın, en azından yukarıda formüle edildiği şekliyle, basitçe sağlam olmadığını gösterir mi? Hayır. Elbette bu sonuç, Tanrının varlığının arzu edilirliği göz önüne alındığında, teist için mutlu bir sonuç olacaktır. Ancak ne yazık ki durum böyle değildir. Çünkü birazdan ifade edebileceğimiz gibi, Tooley’in (16)’ya giden ve sağlam görünen alternatif bir yolu daha vardır.

Şimdi, bir A eylemini düşünelim. Tooley’in ifadesiyle bu eylem:

Var olan, bilinmeyen ve ilgili doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özelliklerinin, A eylemini gerçekleştirmenin, bilinen doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özelliklerine göre ahlaki açıdan mevcut olduğundan çok daha kötü olmasını sağlaması kadar, A eylemini gerçekleştirmenin, her şey göz önünde bulundurulduğunda, ahlaki açıdan izin verilebilir bir şey olmasını sağlaması da muhtemeldir.[33]

Bu açıklamaya binaen, her şey göz önünde bulundurulduğunda, A eylemini gerçekleştirmenin ahlaki açıdan yanlış olmama olasılığı nedir? Basitçe, A eylemini gerçekleştirmenin, her şey göz önünde bulundurulduğunda, ahlaki açıdan yanlış olma ihtimalinin, olmama ihtimalinden daha yüksek olduğu söylenebilir. Zira yukarıda, her şeyden önce, belirli bir miktarın daha büyük bir ahlaki yanlışlık yönünde ağır gelmesi, eşit miktarın daha az ahlaki yanlışlık yönünde kayması kadar olasıdır ve bilinen doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özelliklerine ve ilgili ahlaki olmayan bilgiye göre değerlendirildiğinde, bu eylemi gerçekleştirmenin ilk bakışta çok ciddi bir şekilde yanlış olduğu bir eylemle, yani A ile başladığımızı tekrar hatırlatalım. İkinci olarak ya bilinmeyen, ilgili, doğru olanı yapma ya da yanlış olanı yapma özellikleri olmadığı için, ya da olsa bile birbirlerini tam anlamıyla olumsuzladıkları için, hiçbir kayma olmaması da mümkündür. Dolayısıyla, ilk bakışta Tooley şöyle bir sonuca ulaşır:

(C1) Eğer A, bilinen doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özelliklerine göre değerlendirildiğinde, ilk bakışta çok ciddi şekilde yanlış olan bir eylemse, o zaman A eyleminin ahlaki açıdan yanlış olma olasılığı hem bilinen hem de bilinmeyen tüm ilgili doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özellikleri dikkate alındığında, yarıdan fazladır.[34]

Ama bu durum, ilgili tüm hususlar göz önünde bulundurulduğunda, A eyleminin ahlaki açıdan çok ciddi şekilde yanlış olma olasılığı için de geçerlidir ve bunun nedenleri, (C1) durumunda olduğu gibidir. Dolayısıyla:

(C2) Eğer A, bilinen doğru ve yanlış olanı yapma özellikleri ve ilgili ahlaki olmayan bilgiler ışığında değerlendirildiğinde, bu eylemi gerçekleştirmek ilk bakışta çok ciddi bir şekilde yanlış olan bir eylemse, o zaman A eyleminin çok ciddi bir şekilde yanlış olma olasılığı hem bilinen hem de bilinmeyen tüm ilgili doğru ve yanlış olanı yapma özellikleri dikkate alındığında, yarıdan fazla olmalıdır.[35]

Daha önce ortaya konan argüman için Tooley’in bu iki sonuçtan ihtiyacı olanı, yalnızca (C1)’dir. Zira (C1)’in kendisi, gerekçelendirmeye ihtiyaç duyan, şu önemli olasılıksal iddiayla eşdeğerdir:

(16) Herhangi bir eylem için, eylemin bildiğimiz bir yanlış olanı yapma özelliğine sahip olduğu ve dengeleyici olduğu bilinen hiçbir doğru olanı yapma özelliğinin bulunmadığı göz önüne alındığında, eylemin toplam yanlış olanı yapma özelliklerinin, toplam doğru olanı yapma özelliklerinden (bilgimiz olmayanlar da dahil olmak üzere) daha ağır gelmesinin mantıksal olasılığı yarıdan fazladır.[36]

Diğer taraftan (C2)’de Tooley’in amaçlarına hizmet edecek yeterliktedir. Zira bu önermede, kötülükten hareketle delilci argümanın biraz değiştirilmiş ve güçlendirilmiş bir versiyonunda kullanılabilir gözükmektedir. Öte yandan daha dikkatli bir şekilde bakıldığında Tooley, söz konusu eylemi, yani Lizbon depremine izin verme eylemini, bilinen doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özelliklerine göre değerlendirildiğinde, yalnızca ilk bakışta yanlış değil, ilk bakışta çok ciddi şekilde yanlış olan bir eylem olmasına rağmen, yukarıda belirtilen argümanda bu son gerçeği hiç kullanmamaktadır. Bununla birlikte yukarıdaki argüman, (C2) kullanılarak, bu bilgiden yararlanacak şekilde değiştirilebilir ve sonuç, ilgili zamanda var olan her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen herhangi bir varlığın olası ahlaki karakteri hakkında, daha da zarar verici bir sonuç üreten bir argümana dönüşür.

Bu durumda Tooley, (C3)’e ulaşır:

(C3) Eğer S1, S2, S3, S4,…,Si,…,Sn,’lerden tümü, belirli bir zamanda önlenebilir olan durumlar ise ve her t zamanında Si için Si’yi engellememeyi seçmek bilinen doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özelliklerine göre değerlendirildiğinde, ilk bakışta yanlış olan bir eylem ise (ilgili, bilinmeyen doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özellikleri dahil olmak üzere), her şey dikkate alındığında, S1, S2, S3, S4,…,Si,…,Sn, gibi durumların 1/(n+1)’den küçük olmasına izin vermek ahlaki olarak yanlıştır.[37]

Tooley, (C3)’ün türetilmesi sayesinde, var olan ve ahlaki açıdan önemli olan, bilinmeyen özelliklerin sayısı hakkında hiçbir ek bilginin, olasılığı 1/(n+1)’den büyük yapmaya hizmet edemeyeceği sonucuna ulaşır. Ama Tooley’in, her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen herhangi bir varlığın, herhangi bir zamanda önlenebilecek n kötülüğüne başvurma olasılığını da göstermesi gerekir. Yani:

(G1) Eğer S1, S2, S3, S4,…,Si,…,Sn,’lerden tümü, belirli bir zamanda önlenebilir olan durumlar ise ve her t zamanında Si için Si’yi engellememeyi seçmek, bilinen doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özelliklerine göre değerlendirildiğinde, ilk bakışta yanlış olan bir eylem ise, o halde t zamanında, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve ahlaki açıdan mükemmel bir varlığın var olma olasılığı, ilgili, bilinmeyen doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özellikleri dahil olmak üzere her şey dikkate alındığında, 1/(n+1)’den azdır.[38]

Buna göre buradaki sonuç, tek bir zamanda önlenebilir olan her kötülük durumuna odaklanır ve Tanrının o zamanda var olma olasılığına bir üst sınır atar. Ancak argümanını ortaya koyarken kişi, yalnızca farklı zamanlarda önlenebilen kötülüklere başvurmak da isteyebilir. Ama Tooley’in birçok farklı zamanda kötülüklerin meydana gelmesi hakkında bilgi verildiğinde, yukarıdaki sonuçtan (yani (G1)’den) Tanrının şu anda var olma olasılığı hakkında bir sonuca nasıl geçebildiği ilginçtir. Öyleyse Tooley bu sonuca nasıl ulaşır? Buna bir yanıt, aynı anda önlenemeyen kötülüklerin değerlendirilmesine geçildiğinde ne olacağını görebilmemize ilişkindir. Peki ama bu tür kötülüklerle ilgili olarak nasıl bir sonuca varılabilir? Bu soruyu yanıtlamak için, öncelikle (C3) argümanının, kötülüklerin aynı anda önlenebilir olduğu gerçeğini kullanmadığına dikkat etmemiz gerekir. Ancak bu önerme, aynı zamanda aşağıdaki gibi, biraz daha genel bir sonucu ifade eder:

(C4) Eğer S1, S2, S3, S4,…,Si,…,Sn,’lerden, sırasıyla t1, t2, t3, t4, . . ., ti , . . . , tn ve Si için Si’yi engellememeyi seçmek, bilinen tüm doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özelliklerine göre değerlendirildiğinde, ilk bakışta yanlış olan bir eylem ise, o halde olasılık, ilgili, bilinmeyen, doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özellikleri de dahil olmak üzere, her şey dikkate alındığında, S1, S2, S3, S4,…,Si,…,Sn,’lerden hiçbirinin, bu durumun ortaya çıkmasına izin vermenin ahlaki açıdan yanlış olacağı şekilde olma olasılığı 1/(n+1)’den azdır.[39]

Böylelikle (C4) göz önüne alındığında Tooley, aşağıdaki gibi bir sonuca ulaşır:

(G2) Eğer S1, S2, S3, S4,…,Si,…,Sn,’lerden, sırasıyla t1, t2, t3, t4, . . ., ti , . . . , tn ve Si için Si’yi engellememeyi seçmek, bilinen doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özelliklerine göre değerlendirildiğinde, ilk bakışta yanlış olan bir eylem ise, o zaman ilgili, bilinmeyen, doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özellikleri de dahil olmak üzere her şey göz önünde bulundurulduğunda, söz konusu n zamanının hepsinde her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve ahlaki olarak mükemmel bir varlığın var olma olasılığı 1/(n+1)’den azdır.[40]

Bu nokta itibariyle Tooley, n farklı zamanda önlenebilecek n kötülük göz önüne alındığında, Tanrının bu zamanların hepsinde var olma olasılığının 1/(n+1)’den daha az olduğu sonucuna ulaşır. Ama Tooley, bu sonuçtan, Tanrının şu anda var olma olasılığına ilişkin bir sonuca nasıl ulaşabilir? Tooley’e göre bu noktada ihtiyaç duyulan şey, Tanrıyı yalnızca her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve ahlaki açıdan mükemmel bir varlık olarak tanımlayıp tanımlamamak yerine, Tanrı kavramının bir parçası olarak ya her zaman var olduğunu ya da fiziksel evrenin yaratıcısı olduğunu öne sürebilmemizden ileri gelir.[41] Öyleyse, eğer Tanrı kavramının bir parçası olarak onun her zaman var olduğu kabul edilirse, argüman daha basit bir hal alır. Ancak bunun yerine Tanrıyı, fiziksel evrenin, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve ahlaki açıdan mükemmel bir yaratıcısı olarak tanımladığımızda ise Tooley için işler biraz daha karmaşık hale gelir. Zira Tooley’in o zaman, böyle bir varlığın, herhangi bir zamanda var olması halinde, daha sonraki tüm zamanlarda da var olacağını savunarak, her zaman var olma özelliği ile bir bağlantı kurması gerekir.

Bu durumda Tooley’in yapması gereken şey, böyle bir varlığın, yakın zamanda ortaya çıkmış olması gibi, oldukça tuhaf bir olasılığa bir başka olasılık atanabileceğini göstermesinden ileri gelir. Ancak Tooley’in bu tarz tuhaflıklarla uğraşmaya ihtiyacı yoktur; çünkü yalnızca her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, ahlaki açıdan mükemmel ve her zaman var olan bir varlığın durumuna odaklanabilmemiz de mümkündür. Tooley’de bunun farkındadır ve eğer Tanrı tanımı gereği her zaman var ise, o zaman herhangi bir zamanda var olmaması, her zaman var olmamasını gerektireceğinden (G2) yoluyla şu sonuca ulaşılır:

(G3) Eğer S1, S2, S3, S4,…,Si,…,Sn,’lerden, sırasıyla t1, t2, t3, t4, . . ., ti , . . . , tn ve Si için Si’yi engellememeyi seçmek, bilinen doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özelliklerine göre değerlendirildiğinde, ilk bakışta yanlış olan bir eylem ise, o zaman ilgili, bilinmeyen, doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özellikleri de dahil olmak üzere her şey göz önünde bulundurulduğunda, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, ahlaki olarak mükemmel ve her şeyi zamansal olarak bilen bir varlığın var olma olasılığı 1/(n+1)’den azdır.[42]

Peki mantıksal olasılık söz konusu olduğunda, işler Tooley’in istediği gibi gitmezse, yani farklı bir yaklaşım benimsemiş olursak, bu sonuç zayıflayabilir mi? Bana öyle geliyor ki Tooley’in bunun böyle olmayacağını düşünebilmesi için iyi bir nedeni vardır. Zira Tooley’de, (G3) yerine, şunun gibi şeyin konulabileceğini öne sürmektedir.

(G3*) Eğer S1, S2, S3, S4,…,Si,…,Sn,’lerden, sırasıyla t1, t2, t3, t4, . . ., ti , . . . , tn ve Si için, Si’yi engellememeyi seçmek, bilinen doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özelliklerine göre değerlendirildiğinde, ilk bakışta yanlış olan bir eylem ise, o zaman ilgili, bilinmeyen, doğru olanı yapma ve yanlış olanı yapma özellikleri de dahil olmak üzere her şey göz önünde bulundurulduğunda, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, ahlaki olarak mükemmel ve her şeyi zamansal olarak bilen bir varlığın var olma olasılığı 1/2n’den azdır.[43]

Öyleyse her koşulda sonuç, Tooley’in lehine gibidir; yani Tanrının var olma olasılığı epey düşüktür ve tümevarımsal mantığa yönelik herhangi bir sağlam yaklaşım göz önüne alındığında, Tanrının var olma olasılığının, görünürdeki kötülüklerin sayısı arttıkça, sıfıra doğru eğilim gösterdiğinin doğru olacağını düşünmek için iyi bir gerekçeye sahiptir.

4. Tartışma ve Sonuç

Sonuç olarak bakıldığında, bu argüman için ne söyleyebiliriz? En başta onun şunun gibi: bir şey olmadığının farkında olmamız gerekir: Varsayalım ki geçen yıl kümede zar zor kalan, borç bataklığında olan ve yeni transfer yapmayan bir basketbol takımının taraftarısınız ve diğer takımlar, hazırlık dönemini çok iyi geçirdikleri gibi, oyun olarak da üstüne kat kat katarak ilerlediler; ayrıca, yeni transferler yaptıkları gibi, koçları da oldukça tecrübeli, bu durumda diğer  her şey bir yana, sizin taraftarı olduğunuz takımın şampiyon olma olasılığı epey düşük olacaktır. Ancak Tooley’in argümanı, böyle bir olasılıksal argüman değildir. Onun argümanı şöyle bir şey de değildir: Tarihte geriye dönme şansınız var ve yapacağınız ilk şey Hitler’i öldürüp birçok insanı kurtarmak. Bu argüman böyle bir olasılığa da dayanmaz. Dahası bu argüman, beklentimiz dahilinde, Tanrının kaldıramayacağı bir taşı yaratıp yaratmaması gibi, mantıksal olarak imkansız bir şey de değildir.

Bu argüman, en başta, normatif etiğin iddiasına dayanan bir argümandır. İkincisi, Hitler örneğinde olduğu gibi, kafa karıştırıcı özgür irade teorilerine de ihtiyaç duymaz. Üçüncüsü, Tanrı açısından mantıksal olarak imkansız olan bir şey de değildir. Bu argüman, kısa ve basit şekliyle, bize, her şeye gücü yeten bir varlığın, sonuçları oldukça kötü ve birçok insana zarar verici olan bir eylemi önlemediği için, onun var olma ihtimalinin düşük olduğunu gösterir. Elbette olma ihtimali düşük bir şeylere inanabiliriz; basketbol takımında olduğu gibi. Ancak sonuçları ahlaki olarak birçok kişiyi ilgilendiren bir iddia da bundan çok daha fazlası söz konusudur. Dahası, böyle bir evrensel genellemeye ihtiyaç duymadan da Tooley’in gösterdiği gibi, korkunç bir kötülüğün somut bir örneğini oluşturan bir argüman oluşturmak da mümkündür (bunun en bilindik örneği, W. Rowe’da mevcuttur). Şunun gibi:

Genç bir kızın (varsayalım ki adı Hypatia olsun), annesinin erkek arkadaşı tarafından, vahşice tecavüz edildikten sonra öldürüldüğü bir olayı ele alalım.

  • (1) Hypatia’nın vahşice tecavüze uğrayıp öldürülmesi, (a) özünde kötü veya istenmeyen bir durumdur ve (b) her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen herhangi bir varlığın, eşit veya daha büyük bir kötülüğe izin vermeden veya eşit veya daha büyük bir iyiliği engellemeden bu olayı önleme gücüne sahip olduğu bir durumdur.
  • (2) Her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve ahlaki açıdan mükemmel olan herhangi bir varlık hem (a) özünde kötü veya istenmeyen hem de (b) eşit veya daha büyük bir kötülüğe izin vermeden veya eşit veya daha büyük bir iyiliği engellemeden varlığını önleyebileceği herhangi bir durumun varlığını önler.

Bu nedenle:

  • (3) Her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve ahlaki açıdan mükemmel olan herhangi bir varlık, Hypatia’nın vahşice tecavüze uğramasını ve öldürülmesini engeller.

Öyleyse:

  • (4) Her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve ahlaki açıdan mükemmel bir varlık var olsaydı, Hypatia’ya yönelik vahşice işlenen tecavüz ve cinayet eylemi gerçekleşmezdi.
  • (5) Ancak bu olay gerçekleşmiştir.

Bu durumda:

  • (6) Her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve ahlaki açıdan mükemmel bir varlık yoktur.
  • (7) Eğer Tanrı varsa, o zaman her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve ahlaki açıdan mükemmel bir varlıktır.

Dolayısıyla:

  • (8) Tanrı yoktur.[44]

Kötülük argümanının bu formülasyonunda, hiçbir şekilde bir problem yoktur. Ancak Hypati’nın acımasızca tecavüz edilip öldürülmesinin, her şey göz önünde bulundurulduğunda, özünde kötü bir şey olmadığı iddia edilebilir. Yani şüpheci teizm olarak bilinen yanıtın bir versiyonunda olduğu gibi, bildiğimiz, iyi olanı yapma ve kötü olanı yapma özelliklerine göre bu durum öyle görünse bile, belki de bilgisine sahip olmadığımız, özünde iyi olanı yapma özelliklerine de sahiptir. Ama Tooley’in ilk argümanı, bunun gibi bir tartışmanın muhatabı değildir. Öyleyse her iki argümanın sonucunu kümülatif düşündüğümüzde, herhangi bir kötülüğün salt varlığı, Tanrının varlığına bir itiraz teşkil ediyorsa, bu ister tümdengelim ister tümevarım yoluyla olsun, o zaman Tanrının varlığını ya ortadan kaldırır ya da en azından olasılık dışı bırakır. Tanrı, Hypatia’nın cinayetinin önüne geçmiş olsaydı, dünya daha iyi bir yer olur muydu? En azından ilk bakışta karmaşık teorilere, açıklamalara ya da teodiselere başvurmadan, bu soruya verilecek ilk yanıt, her vicdan sahibi insan gibi aynı olacaktır. Ama bu soru pek anlamlı değildir. Peki Tanrının Hypatia’nın cinayetine müdahale etmemesi ahlaki açıdan yanlış bir eylem midir? Sizin ve benim böyle bir olayın önüne geçebileceğimiz düşünüldüğünde, Tanrının böyle bir olaya nasıl izin vermiş olabileceği sorusu son derece rahatsız edicidir.

Belki de bir teist bunun yanıtını bilmese bile, ya da ahlaki olarak birçok insanı etkileyecek bir eylemin sonucu, bunun aksini göstermiş olsa bile, hala Tanrıya, geri kalan küçük olasılık dahilinde inanmaya devam edebilir. Örneğin Plantinga, bunun gibi bir şeyi öne sürer ve teistin yanıtı felsefi açıklamalarda aramak yerine, pastoral ya da dini cevaplarda bulabileceğini iddia eder.[45] Durum gerçekten böyle midir? Burada, gündelik hayatta yaşadığımız kişisel kötülüklerden bahsedilmediğine dikkat etmemiz gerekir. Zira (2)’inci öncüldeki iddiayı tekrar gündeme getirdiğimizde:

(2) Her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve ahlaki açıdan mükemmel olan herhangi bir varlık, hem (a) özünde kötü veya istenmeyen hem de (b) eşit veya daha büyük bir kötülüğe izin vermeden veya eşit veya daha büyük bir iyiliği engellemeden varlığını önleyebileceği herhangi bir durumun varlığını önler.

Bu önerme çok basit bir şeyi iddia eder. Ancak bunun nasıl gerekçelendirildiğini görmek epey zordur. Çünkü buna verilecek yanıtlardan birinde (sonuçsalcı), bir eylemin iyi durumlarının kötü durumlara göre dengesini en üst düzeye çıkarmada başarısız olması halinde, ahlaki açıdan yanlış olduğu iddiası doğru olabilir. Ama böyle bir iddia, etik teorileri içerisinde epey tartışmalı olduğu gibi, birçok teist ve başka bazıları onu reddedecektir. Öyleyse problem, kötülükten gelen argümanların aksiyolojik formülasyonlarının, tipik olarak önemli bir açıdan eksik olmasıdır. Nitekim bu argümanlar, genellikle iyi durumları ortaya çıkarmadaki başarısızlığın ya da kötü durumları önlemedeki başarısızlığın, kişinin ahlaki olarak yanlış bir şekilde hareket etmesini nasıl gerektirdiğini açıkça ortaya koymazlar. Dahası bu eksiklik, ancak tartışmalı olan etik iddialara başvurarak giderilir ki bu durumda tekrardan en başa dönülmüş olur. Ayrıca, bunun sonucu olarak da kötülükten gelen argümanlara yönelik tartışmalar, çok da önemli olmayan konulara, örneğin Tanrının yaratabileceği en iyi dünyayı yaratamaması halinde ahlaki olarak suçlanıp suçlanmayacağı sorusuna yönlendirilmiş olur.

Nihayetinde toparlayacak olursak, kötülükten gelen argümanların, bize günlük yaşamda hem söz konusu bireyin ne yaptığına hem de kasıtlı olarak neyi yapmaktan kaçındığına ilişkin bilgilerden hareketle, belirli bir bireyin ahlaki karakteriyle ilgili sonuçlar çıkarmada yardımcı olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan bu tür bir akıl yürütmeyi, Tanrı gibi, her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen bir varlık durumuna genişletmeye kalkıştığımızda, merkezi tümevarım adımının mantıksal biçiminin tam olarak ne olduğuna ilişkin önemli bir problemle karşılaşırız. Böylelikle bu problem dikkate alındığında, yeterli bir açıklama sunabilmek de epey zorlaşır. Bununla beraber, Tooley’in argümanına benzer birçok argüman, bize tatmin edici bir açıklama sunabilir. Dolayısıyla Tanrının varlığını destekleyen karşıt olumlu kanıtlar olmadıkça veya Tanrının varlığına olan inancın çıkarımsal olmayan bir şekilde gerekçelendirilemediği ve kolayca çürütülemeyecek bir şekilde gösterilemediği sürece; kötülükten gelen argümanlar Tanrının var olma olasılığını en aza indirgediği gibi, aynı zamanda bir teistin son derece düşük olan bu olasılığı dahi bilemeyeceğini göstermiş olur.

Ancak belki de teist, son rauntta tekrar ayağa kalkıp, örneğine Temel fıkralarında karşılaşacağımız (bana öyle geliyor ki bir ilahiyatçının Karadenizli olma ihtimali, bu argümanın gösterdiği olasılıktan daha fazladır) bir yanıta başvurabilir. Fıkraya göre Temel, büyük bir deprem sonrasında yıkılmasına ramak kalan bir binanın çatısına çıkar ve Tanrıya kendisine yardım etmesi için dua eder. İtfaiye Temel’in düşeceği yere branda açarak ona atlamasını söylese bile, Temel’in Tanrıya olan güveni ve inancı sağlam olduğundan Tanrının kendisini kurtaracağını düşünmeye devam eder ve helikopterle çatıya halat sarkıtmaktan tutun da birçok yardım teklifini geri çevirir. Sonuçta bina yıkılır ve Temel hayatını kaybeder. Öldükten sonra Tanrının huzuruna çıkan Temel, Tanrıya, bu kadar dua etmesine rağmen, kendisini neden kurtarmadığını sorar. Tanrının yanıtı ise, “sana itfaiye ve helikopter gibi birçok yardım gönderdim ama sen onları dinlemedin” olur.

Teist, Tanrının, doğrudan müdahale olmadan insanların sağlam binalar inşa etmesi için onlara selamet ve hikmet verdiğini iddia edebilir. Bu durumda Tanrının Lizbon depremi gibi olaylara doğrudan müdahale etmediğini düşünebilir. Bu yanıt birçok teist için yeterli olsa bile, birçok teist için bir fıkrada gülünüp geçilecek mahiyettedir. Zira bu, yangın merdiveninin anahtarını elinde tutan birinin, yangın merdiveninin kilidini açmak yerine, itfaiyeyi arayıp ondan yardım isteme zahmetine girmesi gibi bir şeye benzer. Dahası, dünyada yaratıcının mükemmel izlerine şahit olduğunu ifade eden bir teistin, yukarıda listelenen hatalı tasarımları nasıl açıklayacağı da merak konusudur. Ancak belki de teist haklıdır ve Tanrı beyin tümörlerini önlemek yerine, bize beyin tümörüne (genetik ise?) yakalanmamamız için yardımcı olmuştur. Ama bu durumda bile teistin var olduğunu iddia ettiği Tanrı, ancak yukarıdaki argümanda gösterilen olasılık kadar olacaktır.

Buna göre benim ulaştığım sonuç, Tooley’in argümanının, delilci kötülük probleminin olasılıksal versiyonlarından birinin güçlü bir örneğini sergilediği şeklindedir. Dolayısıyla bu argüman, doğal ateolojinin bir parçası olarak başarılı görünmektedir. O halde bu argüman, makalenin başında sorduğumuz soruya ilişkin tatmin edici bir yanıta sahiptir: Kötülüklerin somut varlığı, teistlerin var olduğunu iddia ettiği Tanrının var olma olasılığını imkansız kılar mı? Buna yanıtım, bu argümanın gösterdiği gibi evettir.


Dipnotlar

  • [1] Bk. William Rowe, “The Problem of Evil and Some Varieties of Atheism”, American Philosophical Quarterly, (1979:17), ss. 335-341; William Rowe, “Evil and the Theistic Hypothesis.” International Journal for Philosophy of Religion, (1986: 16), ss. 95–100; William Rowe, “Ruminations about Evil”, Nous, (1991: 5), ss. 69–88; William Rowe, 2001. “Sceptical Theism: A Response to Bergmann”, Nous, (2001:35), ss. 297–303; William Rowe, William L. Rowe on Philosophy of Religion, (New York: Routledge, 2007); William L. Rowe, Philosophy of Religion: An Introduction, (USA: Wadsworth, Cengage Learning, 2007).
  • [2] Alvin Plantinga & Michael Tooley, Knowledge of God, (USA: Blackwell, 2008).
  • [3] Michael Tooley, “Does God Exist”, Alvin Plantinga & Michael Tooley, Knowledge of God, (USA: Blackwell, 2008), s. 109.
  • [4] Tooley, “Does God Exist”, s. 109-110.
  • [5] Tooley, “Does God Exist”, s. 109.
  • [6] Buradaki “ahlaki karakter” tanımlamasını, tanrı söz konusu olduğunda, “iyi” ve “kötü” gibi ahlaki terimleri bilen ve belki de onları belirleyen bir varlık olarak kullandım. Tanrı söz konusu olduğunda, “ahlaki fail” olma, yani “iyi” “kötü” eylemlerde bulunma özelliği, canlı bir tartışmayı da beraberinde getirir. Zira kutsal kitaplarda geçen, örneğin bazı toplulukların “helak” edilmesi gibi pasajlar, “müdahale” terimine “eylem” olasılığını da ekleyeceğinden, bu eylemin “iyi” veya “kötü” sonuçları, “ahlaki fail” olma tartışmalarına yol açacaktır.
  • [7] Tooley, “Does God Exist”, s. 110.
  • [8] Bu listenin eksiksiz bir hali için bk. Tooley, “Does God Exist”, s. 110-113.
  • [9] Tooley, “Does God Exist”, s. 114.
  • [10] Tooley, “Does God Exist”, s. 114.
  • [11] Tooley, “Does God Exist”, s. 114.
  • [12] Tooley, “Does God Exist”, s. 114-115.
  • [13] Bu yanıt, kötülüğün miktarını ölçemeyeceğimizi savunan ve böylelikle amaçsız kötülüklerin olmadığını iddia eden teistin kendi kafasına kurşun sıkması gibi bir şeydir.
  • [14] Tooley, “Does God Exist”, s. 115.
  • [15] Tooley, “Does God Exist”, s. 116.
  • [16] Tooley, “Does God Exist”, s. 116.
  • [17] Tooley, “Does God Exist”, s. 117.
  • [18] Tooley, “Does God Exist”, s. 116-117.
  • [19] Tooley, “Does God Exist”, s. 117.
  • [20] Substituent” ya da “substitution”, mantık disiplini içerisinde kimi sözlüklerde “değiştirim” kimi sözlüklerde ise “yerine koyma” olarak tercüme edilir. Bir açık önermede değişkenin yerine konulan terimlere, bu değişkenin yerine koyma örnekleri denir. Örneğin A deyiminde, B’nin C ile değiştirim’i, A’daki her B geçişi yerine C’nin konulması demektir. Bk. Teo Grünberg & Adnan Onart, Mantık Terimleri Sözlüğü, (Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1976), s. 46; Doğan Özlem, Mantık, (İstanbul: İnkılap Kitabevi, 2004), s. 279; Hüseyin Batuhan & Teo Grünberg, Modern Mantık, (Ankara: ODTÜ, Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1977), s. 312; Teo Grünberg, Sembolik Mantık El Kitabı: Temel Mantık, (Ankara: METU Press, 2000), s. 215.
  • [21] Argümanın tam ve eksiksiz hali için bk. Tooley, “Does God Exist”, s. 117-121.
  • [22] Tooley, “Does God Exist”, s. 123.
  • [23] Tooley, “Does God Exist”, s. 123.
  • [24] Tooley, “Does God Exist”, s. 123.
  • [25] Tooley, “Does God Exist”, s. 123.
  • [26] Tooley, “Does God Exist”, s. 123.
  • [27] Tooley, “Does God Exist”, s. 124.
  • [28] Tooley, “Does God Exist”, s. 124.
  • [29] Tooley, “Does God Exist”, s. 124.
  • [30] Tooley, “Does God Exist”, s. 125.
  • [31] Tooley, “Does God Exist”, s. 125.
  • [32] Tooley, “Does God Exist”, s. 125.
  • [33] Tooley, “Does God Exist”, s. 130.
  • [34] Tooley, “Does God Exist”, s. 130.
  • [35] Tooley, “Does God Exist”, s. 131.
  • [36] Tooley, “Does God Exist”, s. 131.
  • [37] Tooley, “Does God Exist”, s. 142.
  • [38] Tooley, “Does God Exist”, s. 142.
  • [39] Tooley, “Does God Exist”, s. 143.
  • [40] Tooley, “Does God Exist”, s. 143.
  • [41] Tooley, “Does God Exist”, s. 144.
  • [42] Tooley, “Does God Exist”, s. 145.
  • [43] Tooley, “Does God Exist”, s. 145.
  • [44] Tooley, “Does God Exist”, s. 103-104.
  • [45] Alvin Plantinga, Tanrı, Özgürlük ve Kötülük, çev. Musa Yanık, (Ankara: Fol, 2022), s. 47.

Kaynakça

  • Alvin Plantinga & Michael Tooley, Knowledge of God, (USA: Blackwell, 2008).
  • William Rowe, “The Problem of Evil and Some Varieties of Atheism”, American Philosophical Quarterly, (1979:17), ss. 335-341.
  • Alvin Plantinga, Tanrı, Özgürlük ve Kötülük, çev. Musa Yanık, (Ankara: Fol, 2022).

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

W.D. Ross’un “İlk Bakışta” Ödevler Etiği – Matthew Pianalto

Sonraki Gönderi

STK-Sanayi Kompleksi: Rusya-Ukrayna Savaşı’nın Kökeni – Kaan Dişli

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü