Henry Scott Tuke’s painting “The Promise” (1888).
Henry Scott Tuke’s painting “The Promise” (1888).

W.D. Ross’un “İlk Bakışta” Ödevler Etiği – Matthew Pianalto

//
4 Okunma
Okunma süresi: 11 Dakika

Pek çok ahlak felsefecisi, ahlaki yükümlülüklerin tek bir asli ilkeye dayandığı şeklindeki tekçi (monist) görüşü benimser. Fakat İngiliz filozof W.D. Ross (1877-1971) gibi çoğulculuğu (pluralist) takip edenler, monizm yaklaşımını reddeder.

Ross, Faydacılık ve Kantçı Etik gibi tekçi ahlak kuramlarının ahlakı aşırı derece basite indirgediklerini söylemiş ve sezgilere ters düştüklerini iddia etmiştir. Faydacılar, her zaman için toplam mutluluğu maksimize etmemiz gerektiğini söyleyip dururlar. Ancak mutluluğu maksimize etmek bazen masumlara işkence etmek veya onları öldürmek gibi ahlaken epey yanlış görünen eylemleri mazur görmeyi gerektirebilir. Kantçılar ise, iyi amaçlara ulaşmak için her zaman insanlara saygılı ve dürüst davranmamız, başkalarına asla ama asla zarar vermememiz gerektiğini iddia eder. Fakat, hiç değilse bile en azından bir kişiye saygısızlık gibi görünen bir şeyi yapmaktan kendimizi alamayacağımız durumlar içinde olabiliriz; örneğin, daha az saygınlığın veya zararlı bir şeyin ortaya çıkmasını engellemek adına belki de yalan söylememiz veya birine zarar vermemiz gerekebilir [1].

Bir çoğulcu olarak Ross, birden fazla temel/asli (fundamental) ahlaki ilke olduğunu düşünüyordu ve bu ilkelere ilk bakışta (prima facie) ödevler adını vermiştir. Bu yazı, genellikle sezgici olması ile tanınan Ross’un söz konusu kuramını kısaca incelemektedir.

1. İlk Bakışta (Prima Facie) Ödevler

Ross, ilk bakışta (prima facie) ödev terimini, yerine getirmek (veya ondan kaçınmak) için bazı ahlaki sebeplere sahip olduğumuz eylemleri ifade etmek için kullanır. Ross, Latince olan “prima facie” (“ilk bakışta”) ifadesini, ilgili eylemlerin her zaman için ahlaki bir ağırlığı olan ödevler olduğu, ancak hiçbir ilk bakışta (prima facie) ödevin bir diğerine göre her zaman önceliği olmadığı fikrini belirtmek için kullanmıştır. Ross ilk bakışta (prima facie) ödevler listesini şöyle sıralamaktadır:

  • sadakat/sözünde durma: verilen sözlerin tutulması, sözleşmelere uyma,
  • telafi: yanlış eylemlerin veya daha önce verilmiş bir zararın telafi edilmesi/giderilmesi,
  • minnettarlık/şükran: diğer kişilerin bize yönelik iyiliklerine ve faydalı eylemlerine karşılık vermek; iyilikleri ve faydalı eylemleri karşılıksız bırakmama,
  • adil olma: mutluluk veya hazzı liyakata/hak etmeye göre adilce dağıtma/paylaştırma,
  • iyilikseverlik/hayırseverlik: başkalarının iyiliğini/refahını teşvik etme,
  • kendini geliştirme: ahlaki karakter ve erdemlerimizi geliştirme,
  • zarar vermeme/kötülük yapmama: başkalarını incitmeme, zararları önleme veya kötülükten kaçınma.

Ross sözünü ettiğimiz bu ilk bakışta ödevlerin apaçık olduğunu iddia etmektedir: Yani bu ilkeler üzerine düşünen her yetişkin ve rasyonel birey, her ilk bakışta ödevin bir eylemin gerçekleştirilmesini doğru kılma eğiliminde olan bir özelliğine/yönüne işaret ettiğini fark edebilir. Örneğin, şayet bir eylem verilen bir sözü tutmayı içeriyorsa, bu, söz konusu eylemi doğru kılma eğilimindedir. Pek çoğumuz bir söz vermenin, verilen sözü yerine getirme sorumluluğu yarattığını anlarız. “Söz vermek” dediğimiz şey tam olarak böyle bir şeydir. Fakat verilen bir sözü tutma eylemi bir şekilde adil olmamayı veya başkalarına zarar vermeyi içeriyorsa, bu unsurlar o eylemi yanlış yapma eğiliminde olacaktır: insanlara adil davranmamanın veya onları incitmenin genellikle yapmamamız gereken bir şey olduğu da açıktır.

2. Ödevlerin Çatışması

Kimi durumlarda ilk bakışta ödevler çatışır veya birbiriyle çelişir. Böylesi durumlarda gerçekleştirmemiz gereken asıl ödevimiz hangisi veya ne olurdu?

Bir arkadaşınıza öğle yemeğini birlikte yemek için söz verdiğinizi düşünün. Tam da buluşma yerine gitmek üzere yola çıktığınızda, yakınlarda yaşayan annenizin birdenbire sizi arayıp kaza geçirdiğini ve onu acilen hastaneye götürmeniz gerektiğini söylediğini düşünelim.

Verdiğiniz sözleri tutma (sadakat ödevi) yönündeki ilk bakışta ödeviniz olsa da, annenizi hastaneye götürmek için arkadaşınıza verdiğiniz sözü tutmamanızda bir sakınca yok gibi görünüyor: söz konusu olan acil bir durum! Nihayetinde sözünüzü tutmadığınızda, yani öğle yemeğini kaçırdığınız için arkadaşınızdan özür dilemek gibi bir telafi ödeviniz de olacaktır.

Aynı arkadaşınıza bir kez daha öğle yemeğinde buluşma söz verdiğinizi düşünün. Yine anneniz arıyor olsun; bu sefer de arabası bozulmuş ve ihtiyaç sahibi insanlara yemek yardımı yapmasını sağlayan anlaşmalı olduğu gıda yardımı kurumuna bırakılması gerekiyor olsun. Şayet annenizi gıda yardımı kurumuna götürürseniz, arkadaşınızla buluşmak için vaktiniz kalmayacak.

Bu ikinci vakadaki durum o kadar da açık ve tartışmasız görünmüyor. Annenize yardım ederek onu gıda yardımı kurumuna bırakmanız arkadaşınızla buluşmayı tercih etmenize göre ahlaken daha iyi olabilir, çünkü bu durumda annenizin başkalarına yardım etmesine yardımcı olmuş olurdunuz fakat unutmayın ki arkadaşınızla buluşmaya da söz vermiştiniz. [4] Şimdi şöyle bir durup düşünelim: Hangisi daha ağır basıyor; ilk bakışta sadakat ödevi mi yoksa ilk bakışta iyiliksever/hayırsever olma ödevi mi?

Bu gibi durumlarda Ross, gerçekleştirmemiz gereken gerçek görevimizin tam olarak ne olduğu konusunda mümkün olan en doğru kararı verebilmek için mevcut durumu oldukça dikkatli bir şekilde incelememiz gerektiğini söyler. [5] Diğer bir deyişle, sezgilerimize veya Ross’un sık sık söylediği gibi, yapılacak doğru şeyin “gerçekte ne düşündüğümüze” güvenmeliyiz [6]. Aslında bakarsanız annenin hastaneye gitmesi gerektiğinde de mevcut durumu çözmek için yaptığımız buydu; acil durumun önemi ve gerekliliği, ilgili durumda doğru çözümün bize daha açık görünmesini sağlamıştı.

Tüm bunlarla birlikte Ross, asıl/gerçek ödevlerimizin ne olduğu konusunda hiçbir zaman tam anlamıyla emin olamayacağımızı iddia etmektedir. Düşünce süreçlerimiz kusursuz değildir; sezgilerimize dayanarak hareket etmek risk almak demektir. Buna rağmen elimizdeki en iyisi bu: olabildiğince en titiz şekilde elekten geçirilmiş yargılarımızla hareket etmekten daha iyisini yapamayız [7].

3. Sezgi mi?

Ross’un yaklaşımına getirilen en ciddi eleştirilerden biri, onun sezgilerimize ve “gerçekte ne düşündüğümüze” başvurmasının pek de güvenilir olmadığıdır. Sezgilerimiz önyargıya dayalı veya gayriahlaki olabilir. Ayrıca bazen başkalarının sezgileri ile taban tabana zıt olup çatışabilirler. Kimileri temel ahlaki sorumlulukları tespit etmek ve ahlaki çatışmaları çözüme kavuşturmak için sezgileri kullanma fikrinin muğlak ve ilkesizce göründüğüne itiraz etmektedir.

Ross’a göre sezgi; rasyonel düşünme, fikirleri kavrama ve yargıda bulunma yeteneğimizden daha fazla ya da daha az bir şey değildir; sezgiyi ayrıcalıklı ve özel bir yeti veya ahlaki bir “altıncı his” olarak düşünmemek gerek. O basitçe, dikkate aldığımız, üzerinde durduğumuz fikir ve düşüncelerimizi ifade eder. Sezgilerimizden bazıları, örneğin verilen sözlerin ahlaki değerine, adil olmaya ve hayırsever olmaya yönelik görüşlerimiz oldukça köklü ve yerleşiktir; başka sezgiler ise gözden geçirilmeye, revize edilmeye daha açık olabilir.

Daha önce de söylendiği gibi, Ross, sezgileri yanılmaz olarak görmez. O, insanların ahlaken doğru ve yanlış olan şeylere dair fikirlerini geliştirdiklerini ve daha önce pek çok insana doğru görünen fikir ve uygulamaları reddettiklerini kabul etmektedir.

Bununla birlikte, neyin gerçekten doğru olduğuna yönelik en iyi malumatımız iyi bilgilendirilmiş, anlayışlı, duyarlı ve rasyonel olan insanların dikkatle değerlendirilmiş sezgilerinden gelir. [8] İlk bakışta ödevler derinlemesine düşünme, deneyim ve zaman testinden geçmiş değerleri ifade eder.

Düşünceli insanlar bazen karmaşık vakalar hakkında çelişkili sezgilere sahip olabilirler. Bundan ötürü Ross, sahip olduğumuz fikirlerimiz konusunda bir miktar alçakgönüllü ve ihtiyatlı olmamızı ve başkalarının bakış açılarını titiz bir şekilde değerlendirmeye istekli olmamızı tavsiye etmektedir. [9]

5. Sonuç

Çağdaş ahlak teorisyenleri “prima facie” ödevlere başvurmaya devam etmektedir. Dolayısıyla, geliştirdiği kuramının diğer unsurlarına katılmasak bile, bu fikri geliştirdiği için Ross’a minnettarlık duymak belki de ilk bakışta bir ödevdir [10].


Dipnotlar

  • [1] Faydacılığa giriş için Shane Gronholz’un Sonuçculuk adlı yazısına bakınız. Faydacılığa bu türden bir itiraz için Spencer Case’in Ursula Le Guin’s “The Ones who Walk Away from Omelas”: Would You Walk Away? adlı yazısına bakınız. Yaygın itirazlar da dahil olmak üzere Kant etiğine giriş için Andrew Chapman’ın Deontoloji: Kantçı Etik adlı yazısına bakınız.
  • [2] Ross bu listenin genişletilerek veya sadeleştirilerek revize edilebileceğini kabul eder; ve sonra The Right and the Good ve The Foundations of Ethics adlı kitabında sadakat, telafi, minnettarlık, iyilikseverlik ve zarar vermeme ilk bakışta ödevleri üzerinde özellikle durarak; adil olma ile kendini geliştirmeyi genel iyiye katkıda bulunma ilkesi şeklindeki hayırseverlik/iyilikseverlik ilk bakışta ödevinin bir parçası olarak ele alır. Söz konusu bu listenin amacı, mutluluğu maksimize eden her şeyi yapmak gibi tek bir tür ödev değil, çok sayıda prima facie ödev olduğunu vurgulamaktır. Bu konudaki daha fazla tartışma için Skelton (2022) ve Simpson’a bakınız. 10 temel prima facie ödevden oluşan farklı bir öneri için Audi’ye (2005) bakınız.
  • [3] Ross, bazı prima facie ödevlerin tipik olarak diğerlerine göre önceliği olduğunu öne sürer: örneğin, insanları mutlu edecek şeyler yapmak iyi olsa da (iyilikseverlik/hayırseverlik ödevi), bunu genellikle diğer insanlara zarar vererek yapmamalıyız (zarar vermeme/kötülük yapmama ödevi; adil olma ödevi). Hayır kurumlarına bağışta bulunmadan önce (iyilikseverlik/hayırseverlik ödevi), borçlarımızı ödemeliyiz (sadakat/sözünde durma ödevi).
  • [4] Ross, The Right and The Good adlı metninde enine boyuna bir incelemeyle, sırf sözümüzü tutmadığımız için az miktarda ek mutluluk yaratacak başka bir şey yapabileceğimiz bir durum olsa dahi sözümüzde durmamamız gerektiğinin sezgisel olmadığını iddia eder: verilen sözlerin ahlaki bir ağırlığı vardır ve bu yalnızca daha fazla mutluluk yaratmakla ilgili değildir. Anneniz ve arkadaşınızla ilgili verdiğimiz örnekteki duruma dair benim sezgilerim, verdiğiniz sözünüzü tutmanız gerektiği yönündedir. Anneniz o gün oraya gidemeyecek olsa dahi, gıda yardımı kurumunun şirketinin ihtiyaç sahiplerine öğle yemeği vereceğini varsayıyorum. Şayet gıda yardımı kurumunun anneniz olmadan bu yardımı gerçekleştiremeyeceğini öğrenirseniz, bu durum bana iyilikseverliğin/hayırseverliğin, sadakatin önüne geçiyormuş gibi gelmeye başlar; böylesi bir senaryoda annenize yardım etmeyi tercih ederek arkadaşınızı arayın ve ondan özür dileyin; öğle yemeği buluşmanızı yeniden planlayın derim. Okuyuculara, vakalardaki bu türden değişikliklerin her bir varyasyonda ortaya çıkan farklı ilk bakışta ödevlerin varlığını ve bunların görünürdeki etkisi ile ağırlığını nasıl etkilediğini düşünmek için ilgili senaryonun ayrıntılarını çeşitli şekillerde değiştirip doldurmasını tavsiye ederim.
  • [5] Aslına bakarsanız güvendiğimiz ve saygı duyduğumuz diğer kişilerden de ilgili durumu değerlendirmemize yardımcı olmalarını isteyebiliriz ve belki de bazen bu yardımı istememiz gerekir.
  • [6] Ross (2002), 39.
  • [7] Ross, yanılmazlık/kesinlik noksanlığının kendi kuramı için spesifik bir problem teşkil etmediğini, zira Faydacı hesaplamaların da kesin olmayan tahminlere ve değerlendirmelere dayandığını belirtmektedir.
  • [8] Ross (2002), 41. Bu hususların, sözünü ettiğimiz özelliklere sahip olmayan kişilerin sezgilerine şüpheyle yaklaşmamız ve uzmanlık alanları dışında konuşan veya sınırlı bilgiye/güvenilir olmayan bilgiye dayandığı ortaya çıkan ahlaki otoritelerin sezgilerine dahi eleştirel yaklaşmamız için bize alan bıraktığına dikkat edin.
  • [9] Elbette ki tekçiler (monistler) bu yanıtları pek makul bulmayabilir. Ross’un yaklaşımına yönelik bir diğer teorik itiraz ise, bu yaklaşın sistematik ya da birleştirici bir temelden yoksun olup yalnızca “birbirleriyle bağlantısız bir ödevler yığını” -yani keyfi bir liste- sunduğu yönündedir. Ancak Ross, her bir ilk bakışta ödevin, ilk bakışta doğruluğunu kavramaya yönelik rasyonel yeteneğimizin bizzat kendisinin birleştirici bir temel olduğunu söyleyecektir. Bununla birlikte Ross, keyfilik itirazına karşı, ilk bakışta ödevler listesinin belirli rollere (söz veren kişi olma veya yanlış eylemde bulunma), ilişkilere (ebeveyn, arkadaş, yurttaş) ve dünya özelliklerine (acı can yakar, dünyayı olumlu veya olumsuz yönde etkileyebiliriz) karşılık geldiğini ve bu açıdan da pek keyfi olmadıklarını savunur. Daha fazla tartışma için bakınız McNaughton (1996).
  • [10] Nathan Nobis, Kristin Seemuth Whaley, Thomas Metcalf, Dan Lowe ve David Kaspar’a bu yazıyı kaleme alırken bana sağladıkları faydalı geri dönütler ve öneriler için minnettarım.

Referanslar

İlgili Yazılar


Matthew Pianalto – “W.D. Ross’s Ethics of “Prima Facie” Duties“, (Erişim Tarihi: 25.07.2023)

Çevirmen: Taner Beyter

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Ahlaki Realizm – Thomas Metcalf

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü

Röportaj: Rebecca Buxton

Kadınlar, genellikle en ünlü filozoflar arasında sayılmaz. Geçenlerde bir arkadaşıma zor bir soru yönelttim: beş kadın