Viyana Çevresi Tarafından En Önemli Üç Fikir – Luke Dunne

////
499 Okunma
Okunma süresi: 8 Dakika

Bir cümlenin anlamlı olması için ne gerekir? Bir anlam teorisi ile bir bilim teorisi arasında nasıl bir ilişki vardır? Bu makale, “Viyana Çevresi” olarak bilinen bir grup filozofun bu gibi sorulara vermiş oldukları bazı cevapları araştırmaktadır. Makale, bahsi geçen üç temel fikri tanıtmadan önce bilim felsefesinin kendisine dair giriş niteliğinde bir bölümle başlar: Viyana Çevresi’nin felsefede gericiliğe ve karışık düşünceye muhalif olması; anlam teorileri; ve bilimsel dil teorileri. Bu makale daha sonra W.V.O Quine tarafından sunulan mantıkçı pozitivizme yönelik birkaç etkili eleştiriyi inceleyerek sona ermektedir.

Viyana Çevresi, “Bilimin Kuramlaştırılması Üzerine”

Viyana Çevresi, kısmen, bilim hakkında nasıl teori geliştirmemiz gerektiğini belirlemekle ilgileniyordu. Viyana Çevresi’nin kendi cevaplarına geçmeden önce, bu sorunun nasıl geliştirilebileceğine dair kısa bir özet sunmak faydalı olacaktır.

Genel olarak bilimi teorileştirmeye, analiz etmeye ve anlamaya çalışabileceğimiz birçok yol vardır. İlk olarak bilim insanlarının nasıl düşündüklerine ya da uygulandığı şekliyle bilimin yöntemine odaklanabiliriz. Başka bir deyişle, bilim insanlarının ne yaptıklarına değil de, teoriler, kanıtlar, yöntem ve diğer ilgili soyutlamalar arasındaki mantıksal ilişkiye dair bir teori sunmaya çalışabiliriz.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında daha yaygın hale gelen bir diğer hareket ise bilimi daha belirgin bir biçimde tarihsel olarak incelemeye çalışmak ve özellikle de bilimin zaman içinde nasıl değiştiğine odaklanmaktır.

Bilim felsefesiyle ilgili sorunların tipik bir özelliği, teorik odağımızın ne olması gerektiği üzerindeki tartışmaların genellikle terimler üzerindeki anlaşmazlıklarla tıkanmasıdır. Bu terimler genellikle kutsal bir anlam taşıyan ya da bilimin popüler algısında büyük bir yer tutan kavramlardır, ancak bu kavramlar genellikle ilginç veya yardımcı olmaktan uzak olabilirler. Örneğin, bu terimin belirsizliğine rağmen bilimsel “nesnellik” fikrine saplanılmış ve benzer bir şekilde “bilimsel bir yöntem” tanımlanmaya girişilmiştir.

Mesele, her iki terimin mutlak olarak yararsız olması değil, sadece potansiyel olarak heterojen kavramların da bir açıklamasını sunma girişiminin yararsız olabileceğidir. Simplifikasyon [simplification] ve genelleştirme genellikle bizi  asıl bilimsel uygulamalardan uzaklaştırabilir. Bilim felsefesinin bu uygulamalarla bağlantılı olarak ele alındığı bir yaklaşımdan ne kadar uzaklaşırsak, bilim felsefesi disiplininin sınırlarının ötesindeki önemini açıklamak da bir o kadar zorlaşır.

Yukarıda bahsedilen, neyin bilimsel teori sayılacağını mantıksal terimlerle açıklamaya yönelik bulunan girişim, uygulandığı şekliyle bilimle gerçekten ilgilenmek pahasına benzer bir titizlik ve açıklık uygulama girişimiyle birleştirilmiştir.

Çağdaş bir bilim filozofu olan Peter Godfrey-Smith, bilim felsefesinin strateji kavramına dayanarak teorilerini nasıl geliştirebileceği sorusuna cevap verir. Onun görüşüne göre, bilimin dünyayı anlamaya yönelik geliştirdiği stratejiyi inceleyebiliriz ve ardından bu stratejiyi takip ederek dünyayla nasıl bir bağlantı kurabileceğimizi değerlendirebiliriz. Bu “strateji” kavramı, bilime pragmatik ve işlevsel bir yaklaşımı vurgular. Bilimsel yöntemi, yöntemin kendisinin netliği, titizliği veya güzelliği olarak değil, belirli bir amaca yönelik bir araç olarak görür.

Viyana Çevresi Gizemli Felsefeye Karşı

Viyana Çevresi kimdi? Onlar, Moritz Schlick, Herbert Feigl, Otto Neurath ve Rudolf Carnap’ın öncülüğünde bir araya gelmiş bir grup filozoftu. Bu topluluk, dil hakkındaki görüşlerinin insan düşüncesinin birçok alanı üzerinde önemli etkiler yaratacağına inanıyordu. Bu görüşlerine ise “Mantıkçı Pozitivizm” deniyordu.

Mantıkçı Pozitivizm empirizmin radikal bir biçimiydi, kelimenin tam anlamıyla devrimci bir görüştü. Viyana Çevresi filozoflarının birçoğu kendilerini o  dönem felsefesinin çoğuna karşı bir duruş sergilerken görmüştü. Özellikle, kendilerini G.W.F. Hegel gibi filozoflara ve çağdaşları olan Martin Heidegger’e karşı yanıt verirken görüyorlardı.

Çevre’nin üyeleri, bu iki filozofu da gizemci, kesin olmayan, anlamsız bir kelime bulamacına kapılan, derinlik ve ağırlık izlenimi veren kişiler olarak gördüler. Bir felsefe tarihçisi, üslup eleştirisinin (genellikle) yöntem eleştirisiyle nasıl yakından ilişkili olduğuna dair kayda değer bir şeyler bulabilir.

Viyana Çevresi Dil ve Anlamı Önde Tuttu

Mantıkçı pozitivizmin dil hakkında belli bir açıdan baktığını söylemiştik.  Bu normalde iki ana teorik bileşene sahip olarak görülür. İlki, analitik-sentetik ayrımı, ikincisi ise anlamın doğrulanabilirlik teorisi.

İlki Immanuel Kant’ın felsefesinden gelmektedir ve dolayısıyla mantıkçı pozitivistlerin orijinal bir buluşu değildir. Aralarındaki fark ise şudur: analitik cümleler sadece anlamlarına göre doğru ya da yanlış olabilirken, sentetik cümleler hem anlamlarına hem de dünyanın nasıl olduğuna göre doğru ya da yanlış olabilir. Genel bir örneği ele alalım: “Tüm bekarlar evlenmemiş erkeklerdir” analitik bir cümle örneğidir, oysa (bu makaledeki diğer pek çok şeyde olduğu gibi Godfrey-Smith’ten ödünç alarak) “Tüm bekarlar keldir” sentetik bir cümledir (ve de yanlış bir cümledir).

Mantıkçı pozitivistlerin yaptığı bir gelişme, matematiğin tamamen analitik önermelerden oluştuğunu ve bu nedenle katı bir şekilde empirist bir çerçevede ele alınabileceğinin iddiasıydı. Bu, matematiksel önermelerin kendi başlarına dünyayı tanımlamadığı anlamına gelir. Matematiğin dilini dünyayı tanımlamak için kullanabiliriz, ancak yalnızca matematiğin kendisine ait doğrular tamamen analitiktir ve bu nedenle olgusal içerikten yoksundur.

İkinci ilke ise, yani anlamın doğrulanabilirlik  teorisi, bir cümlenin ne anlama geldiğini bilmenin, onun doğru olup olmadığını test etmenin ne olacağını bilmek olduğunu ifade eder. Eğer bunu bilmiyorsak, konuşmanın bir anlamı yoktur. Mantıkçı pozitivistler tarafından tercih edilen doğrulama kriteri (doğal olarak empiristler için de) kesinlikle deneyime dayandırılmalıdır.

Dil hakkındaki bu iki iddianın devrim niteliğinde sonuçları olmuştur. Daha da önemlisi, bu durum, günlük konuşmaların büyük bir kısmının anlamsız olduğu şeklinde bir sonuca yol açtı; ancak bu, felsefenin çoğunun verdiği anlamlı izlenim kadar zararlı olmayabilir, çünkü felsefe genellikle anlamsız olduğu halde anlamlıymış gibi görünür.

Bilim, Dil ve Bilimsel Dil

Viyana Çevresi’nin bilim kuramı üzerindeki bu dil teorisinin sonuçları nelerdi? Bir açıdan, bu durum, gözlemsel ve teorik dil arasında bir ayrım yapmalarına yol açtı, ancak bu ayrımın en iyi şekilde nasıl yapılabileceğine dair bir anlaşmazlık içindeydiler.

Schlick, duyuma yapılan her türlü atfın gözlemsel dil olduğunu ve diğer her şeyin teorik dil olduğunu savunmuştur. Neurath ise teorik dilin daha dar bir referans alanına sahip olduğunu ve aslında sadece ortak veya kamusal testler sonucu ortaya çıkan önermelere atıfta bulunması gerektiğini savundu. Başka bir deyişle, Neurath’a göre nesnelere atıfta bulunmak, Schlick’in düşündüğü gibi, mutlaka teorik dil kullanmak anlamına gelmiyordu.

Teorik-gözlemsel dil ayrımının temelinde, mantıkçı pozitivistlerin bilim anlayışı yatmaktadır; bu anlayışa göre bilimin amacı deneyimi öngörebilmektir. Adından da anlaşılacağı üzere mantık, mantıkçı pozitivizm projesinin önemli bir kısmını oluşturuyordu. Uygulandığı şekliyle mantık çoğunlukla tümdengelimseldir, yani bazı önermelere dayanarak bir sonucun geçerliliğini anlamaya yönelik bir girişimdir. Daha tartışmalı olanı ise mantıkçı pozitivistlerin yaptığı gibi tümevarımcı bir mantık sistemi geliştirme girişimiydi. Bu durum çeşitli teorik sorunlara yol açtı, ancak burada bunları geliştirecek yerimiz yoktu.

Quine’ın Viyana Çevresi’ne Yönelik Eleştirileri

Burada ele alınması ve geliştirilmesi gereken en önemli eleştirilerden biri, mantıkçı  pozitivizmin karşılaştığı en büyük eleştirilerden biri olan,  W.V.O. Quine’ın ünlü ‘Empirizmin İki Dogması’ adlı makalesinde öne sürdüğü eleştiridir.

Quine, “holistik test teorisi”ni savunmaktadır. Mantıkçı pozitivistler için olduğu gibi onun için de bir önermenin doğruluğunu nasıl test edebileceğimizi bilmek bir anlam teorisinin merkezinde yer alır. Testlerle ilgili holizm, belirli bir önermenin esasen, onu destekleyen tüm arka plan varsayımlarıyla iç içe geçmiş olduğunu öne sürer. Herhangi bir fikri test etmek, her zaman, etkili bir şekilde, onunla birlikte bir dizi başka fikri de test etmek demektir.

A Philosophy Lecturing on the Orrery by Joseph Wright, ca. 1764-1766, via Wikimedia Commons.

Bunun pratik sonuçlarından biri ise, belirli bir fikrin, onun için bulduğumuz doğrulama testi ne olursa olsun, başarısız olup olmadığını söylemenin çok zor olmasıdır. Eğer test etmeye istekli olduğumuz bir hipotez başarısız olursa, bu durum, test etmek istediğimiz hipotezin değil, arka plandaki bir varsayımın bozulmuş olabileceğini gösterir. Bunun, mantıkçı pozitivizmin doktriniyle ne kadar çeliştiği tartışmalıdır.

Quine ayrıca bu holistik görüşü, hiçbir analitik iddianın kendisini oluşturan arka plan varsayımları ışığında revizyondan muaf olamayacağı göz önüne alındığında, analitik-sentetik ayrımını sorgulamak için kullanmıştır.

Bu, mantıkçı pozitivizmle açıkça çelişmiyor gibi görünmektedir—örneğin, Carnap, analitik iddiaların yeni mantıksal veya dilsel çerçeveler benimsenirse yanlış hale gelebileceğini kabul eder (örneğin, “bekar” terimi yalnızca erkekleri ifade etmeyi bıraktığı zaman). Quine’ın eleştirisi yine de matematikle ilgili analitik-sentetik ayrımının kullanışlılığını zayıflatmak için alınmıştır. Quine’ın argümanları, artık mantıkçı pozitivizme hem dil hem de bilim teorisi olarak daha genel bir uzaklaşmanın merkezinde kabul edilmektedir.


Luke Dunne – “The 3 Most Important Ideas from the Vienna Circle”, (Erişim Tarihi: 17.09.2024)

Çevirmen : Efe Can Akdeniz

Çeviri Editörü: Emir Arıcı

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Devlet Şifreli Mesajlarınızı Nasıl Okur? – Kaan Dişli

Sonraki Gönderi

Türkiye’de Ateizm – Taner Beyter

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü