/

Williamson, Karşıolgusal Epistemoloji ve Düşünce Deneyleri – Fatih S. M. Öztürk

Özet

Williamson’a göre düşünce deneyleri, öncülleri karşıolgusal şartlılar ve mümkünlük bildiren önermelerden oluşan geçerli modal çıkarımlardır. Bunu Gettier’in ünlü karşı-örnekleri çerçevesinde detaylandırıp savunmaya çalışan Williamson, düşünce deneylerinde ulaşılan felsefi sonuçlara imgelem kapasitemizi esas alan bir karşıolgusal çıkarsamayla gidildiğini ileri sürer. Ve bu, bir koltuk yöntemi olan düşünce deneylerinin felsefedeki kullanımını haklılandırır. Ancak ilk bakışta makul gözüken bu analizden çıkan şu sonuç tartışmalıdır: Felsefe, genel olarak, a priori kavramsal bir girişim değildir ve dolayısıyla epistemoloji bilgi kavramımızı değil, bilginin kendisini konu edinir. Williamson’ın dilsel-kavramsal dönüşe karşı geliştirdiği negatif eleştiri, özellikle de “analitik” kavramımızın epistemolojide hiçbir açıklayıcı işlevi olmadığı yönündeki yaklaşımı eldeki sonucu belki destekleyebilir, ama düşünce deneylerinin bir karşıolgusal çıkarsamaya dayandığı fikri değil.

Anahtar kelimeler: Williamson, karşıolgusal epistemoloji, Gettier, düşünce deneyleri, bilgi.

Abstract

For Williamson, a thought experiment is a valid modal argument with possibility claims and non-empirical counterfactual conditionals as premises. Gettier cases show that justified true belief without knowledge is possible. This conclusion which is usually thought to have been arrived at intuitively is to count as offline exercises of our imagination involving skills in reliably applying the concept of knowledge. On this reading, the Gettier thought experiments should not be thought of as inquiries into what’s conceptually possible. Since they tell us only about metaphysical possibility and necessity, the subject matter of epistemology is knowledge itself, not our concept of it. In what fallows I will argue that Williamson’s metaphysical modalities first thesis does not entail that epistemology is not concerned with elucidating the concept of knowledge at all. We may perhaps rephrase philosophical thought experiments in counterfactual terms, but that does not show that they bear upon knowledge, and not our concept of knowledge.

Keywords: Williamson, counterfactual epistemology, Gettier, thought examples, knowledge.


Felsefi sorgulamalarda kullanılan standart yöntemler, filozofların oturduğu koltuktan yürüttüğü refleksiyonlardan ibarettir. Fakat masa başında yürütülen her önemli teorik aktivite gibi felsefe de özellikle modern bilimin yükselişiyle birlikte, kullandığı yöntemlerin meşruluğuna yönelik şöyle bir epistemolojik itirazla karşı karşıyadır: Felsefenin hem koltuk yöntemleri kullanıp hem de teorik olarak ciddi ve dolayısıyla gerçeklik hakkında bilgi veren bir aktivite olması nasıl mümkün?[1] Felsefenin a priori doğasına, özelikle de koltuk yöntemlerinin meşruluğuna yönelik bu itiraz nasıl yanıtlanabilir?

Timothy Williamson (2007), Felsefe Felsefesi başlıklı kitabında, içerisinde bu itiraza da bir cevap barındıran ama herhangi bir a priori metot gerektirmeyen bir masabaşı bilgisi epistemolojisi önerir. Williamson, ilk olarak, felsefenin doğasına ilişkin özellikle yirminci yüzyıl (analitik) felsefesine damga vurmuş dilsel-kavramsal dönüşve natüralizm gibi yaklaşımları ele alır ve bunların hiçbirisinin eldeki itiraza iyi bir cevaplarının olmadığını öne sürer.[2] Felsefe Felsefesi kitabının dört bölümden oluşan ilk yarısı bu negatif eleştiriyi içerir. Williamson, burada, Gustav Bergman ve Richard Rorty tarafından “dilsel dönüş” olarak adlandırılan görüşü hedef tahtasına koyar. Kavramsal dönüş ile de bir şekilde iç içe olan bu görüşe için, felsefe a priori kavramsal bir girişim olup, felsefi sorular empirik değil, dilsel-kavramsal sorulardır. Buna göre, felsefe a priori metotlarla kavram analizi yaptığı için, dış dünya hakkında sentetik savlar üretmez ve bu nedenle yukarıda dile getirilen epistemolojik itiraz yersizdir.[3] Fakat Williamson, felsefi bir meseleyi ele alır ve gerek bu meselenin gerekse genel olarak felsefi meselelerin, dilsel-kavramsal dönüşün iddia ettiğinin aksine, dilsel veya kavramsal olmadığını göstermeye çalışır.[4] Ayrıca, ona göre, felsefi soruların analitik yargılar temelinde cevaplanabilecek anlamda kavramsal meseleleri ifade ettiği fikri de eldeki itirazı bertaraf edemez. Çünkü analitik kavramımıza ilişkin mevcut yaklaşımlar, ne “anlama-onay verme” bağlantısından hareketle kimi önermelerin epistemolojik olarak analitik olduğu savını, ne de “anlamı yüzünden doğruluk” fikri üzerinden analitik yargıların içeriksiz, içi boş totolojiler olduğu düşüncesini temellendirebilir. Ve bu, “analitik” kavramımızın epistemolojide hiçbir açıklayıcı işlevi olmadığı anlamına gelir.[5] Böylece Williamson, felsefenin ne özel bir yöntem gerektirdiğini ne de kimi bir takım ayrıcalıklı konular üzerine olduğunu savlar. Çünkü felsefi soruların cevaplandırılması için “rasyonel sezgi” gibi özel bir bilişsel kavrayışa ihtiyaç olmadığı gibi, sırf kavramlara sahip olmamız ya da dilsel yeterliliğimiz de masabaşı felsefi bilginin kaynağı değildir.

Koltuk yöntemlerine günümüz felsefesinde de yaygın bir şekilde yer verildiğini düşünen Williamson, Felsefe Felsefesinin yine dört bölümden oluşan ikinci bölümünde, koltuk yöntemlerine dayanan felsefi bilgiye, ilgili kavramları ustaca veya becerili bir şekilde uygulayabilen imgelem mekanizmasının çevrimdışı kullanımının kaynaklık ettiğini öne sürer. Duyu deneyimlerinin burada oynadığı rol, ne delil sağlamak (evidential) ne de kavramların sırf idrak edilmesinden (enabling) ibaret olup, karşıolgusal önermelerin veya modal (kipsel) doğruların bilgisine bakıldığı zaman bu açıkça görülebilir. Ne a priori ne de a posteriori olan ama bir masabaşı bilgisi olarak sınıflanabilecek bu tür bilgilerle ilgili olarak deneyimin rolü, algının çevrimiçi bir şekilde işlediğini çevrimdışı değerlendirebilen imgelem yetimizin “bileylenmesini” ya da “biçimlendirilmesini” sağlamaktır. Böylece duyu deneyimlerinin imgelem gibi sıradan bilişsel yetilerimizi biçimlendirmek gibi üçüncü bir rolü daha vardır. Ancak eğer bu doğruysa, o zaman hem geleneksel a priori / a posteriori ayrımı epistemolojideki merkezi yerinden sökülüp atılmalı, hem de günümüzde sıkça kullanılan koltuk yöntemlerinden birisi olan düşünce deneyleri yeniden tahlil edilerek arıtılmalıdır. Peki, ama karşıolgusal önermelerin bilgisi nasıl mümkün?

Williamson, karşıolgusalların bilgisi hakkında, duyu deneyimlerinin yukarıda belirtilen üçüncü rolünü öne çıkaran ve böylece imgelem mekanizmasının çevrimdışı kullanımını öngören bir epistemoloji önerir. Buradaki temel fikir şudur: Eldeki bir karşıolgusal önermenin bilinmesinde, özne S başlangıçta görsel olarak onun ön bileşenini hayal eder— yani ön bileşeni varsayar— ve daha sonra bu varsayımını imgelem mekanizmasını (çevrimdışı) kullanmak suretiyle geliştirmeye koyulur. Eğer bu işlem S’nin bu karşıolgusalın ard bileşenini onun ön bileşenine eklemesine fırsat tanırsa, o zaman S’nin bu karşıolgusal önermeyi bildiği söylenebilir. S’nin “(CF): Eğer bu çalılık burada olmamış olsaydı, taş dereye kadar yuvarlanıp giderdi” şeklindeki bilgisi, (CF)’de geçen kavramların çevrimdışı bir tarzda ustaca tatbiki için geçmiş deneyimlere dayanır.[6] Fakat deneyimin buradaki işlevi onun yukarıda ifade edilen iki rolünden de tamamen farklı olduğu için, (CF)’nin bilgisi ne a priori ne de a posterioridir. Williamson’a göre bu karşıolgusal epistemoloji modal önermeleri nasıl bildiğimizi açıkladığı gibi, bir bilme yolu olarak düşünce deneylerinin kullanımını da haklılandırır.

Düşünce deneyleri, Williamson için, öncülleri karşıolgusal şartlılar ve mümkünlük bildiren önermelerden oluşan geçerli modal çıkarımlardır. Williamson bu tahlilini, Gettier’in ünlü düşünce deneyleri çerçevesinde detaylandırıp savunmaya çalışır. Gettier, tasarladığı iki karşı karşı-örnek üzerinden, gerekçelendirilmiş doğru inanç olan ama henüz bilgi olmayan durumların mümkün olduğunu gösterir. Williamson’a göre, bu ve diğer düşünce deneylerinde ulaşılan felsefi sonuçlara, rasyonel sezgi aracılığıyla veya kimi bir takım empirik kabuller temelinde değil, ilgili kavramları çevrimdışı olarak ustaca uygulayabilen imgelem yetimiz vasıtasıyla, yani karşıolgusal bir çıkarsamayla gidilir. Ve bu, bir koltuk yöntemi olan düşünce deneylerinin felsefedeki kullanımını meşrulaştırır.

Ancak ilk bakışta makul gözüken bu tahlilden çıkan şu sonuç tartışmalıdır: Felsefe, genel olarak, a priori kavramsal bir girişim değildir ve dolayısıyla epistemoloji bilgi kavramımızı değil, bilginin kendisini konu edinir. Williamson’ın dilsel-kavramsal dönüşe karşı geliştirdiği negatif eleştiri, özellikle de “analitik” kavramımızın epistemolojide hiçbir açıklayıcı işlevi olmadığı yönündeki yaklaşımı eldeki sonucu belki destekleyebilir, ama düşünce deneylerinin bir karşıolgusal çıkarsamaya dayandığı fikri değil. Bu makalenin temel amacı bunu savunmaktır. Öncelikle, Williamson’ın düşünce deneyleri hakkındaki tahlilini detaylandırmaya çalışalım.

Düşünce deneylerine felsefede olduğu kadar bilimlerde de sıklıkla başvurulur; ama onların gerçek evi felsefedir. Platon’un mahkeme, Putnam’ın ikiz dünyalar, Searle’nin çin odası, Theseus’un gemisi ve Gettier’in örnekleri felsefedeki en etkili düşünce deneylerine örnek olarak gösterilebilir. Fakat düşünce deneylerinin nasıl karakterize edileceği, onların ortak bir yapıya sahip olup olmadıkları, “imgelem yetisinin bir egzersizi mi yoksa bir tür çıkarsama mı?” oldukları, bu deneylerdeki mümkünlük kipinin doğası ve söz konusu bu mümkünlük durumuna epistemik erişimin nasıl olduğu aslında pek de açık değildir.[7] Bir koltuk yöntemi olan düşünce deneylerinin kullanımının haklı ya da meşru olduğunu gösterebilmek ve dolayısıyla yukarda belirtilen epistemolojik itiraza da iyi bir cevap bulabilmek için, düşünce deneyleriyle ilgili bu meselelerin açıklığa kavuşturulması önemlidir. Felsefenin teorik olarak ciddi ve dolayısıyla dünya hakkında bilgi veren bir aktivite olduğunu düşünen Williamson, bu metodu bir kenara bırakmak yerine, onu bir şekilde rafine ederek kullanımını haklılandırmaya çalışır.

Williamson (2007: 179-207), felsefi düşünce deneylerinin bir karşıolgusal çıkarsamaya dayandığını ileri sürer. Düşünce deneyleri mümkünlük bildiren kipsel önermeler ve empirik olmayan karşıolgusal şartlı ifadelerden ibarettir.[8] Şöyle ki, düşünme deneyleri tipik olarak ikili bir yapıya sahiptir: İlk kısımda şu veya bu durumun mümkün olduğu iddia edilir; ikinci kısımda ise şöyle bir karşıolgusal şartlı önerme ortaya konur: Eğer ilk kısımda mümkün olduğu söylenen durum gerçekleşmiş olsaydı, X gibi bir durum da gerçeklemiş olacaktı. Şimdi, ilk kısımda belirtilen mümkünlük kipi, kavramsal değil, metafiziksel olup, ikinci kısımda yer alan karşıolgusal şartlı önerme, bu metafiziksel olarak mümkün olanı ön bileşeninden art bileşenine taşır. Williamson’a göre, hem mümkün olanı hem de özellikle karşıolgusal şartlı önermeyi nasıl bildiğimizi yukarıda özetlenen karşıolgusal epistemoloji açıklar. Yani (CF) gibi sıradan karşıolgusal durumları nasıl biliyorsak, kipsel doğruları da öyle biliyoruz; çünkü metafiziksel mümkün ve metafiziksel zorunlu olanı dile getiren önermeler, şu eşdeğerliliklerden dolayı, karşıolgusal şartlılar bakımından ifade edilebilirler: □A ≡ (¬A □→ ⊥), ◊A ≡ ¬ (A □→ ⊥). Böylece kipler epistemolojisi, Williamson için, karşıolgusal epistemolojinin bir alt kümesini oluşturur.[9] Dahası, bu eşitlikler, aynı zamanda, düşünce deneylerinde iddia edilen mümkünlük durumunun idrak edilmesinin karşıolgusal bir çıkarsamaya dayandığı fikrini de destekler. Öyleyse düşünce deneyleri de karşıolgusal terimler bakımından karakterize edilebilir, çünkü düşünce deneyleri kipsel düşünmeye dayanır. Williamson bu tahlilini Gettier düşünce deneyleri çerçevesinde ortaya koymaya çalışır. E. Gettier, “Gerekçelendirilmiş Doğru İnanç Bilgi midir?” başlıklı kısa makalesinde, bilginin “gerekçelendirilmiş doğru inanç” ile eşdeğer olduğunu öne süren geleneksel bilgi tanımının çok geniş kapsamlı olduğunu açığa çıkarmayı amaçlar. Gettier’in burada verdiği iki karşı örnek, üç gerek koşulun bilgi için yeterli, bilginin de üç gerek koşul için aslında gerekli olmadığını gösterir. Gettier’in ikinci örneği şöyle ifade edilebilir. Özne S, Smith, uygun gerekçeler temelinde önerme Q’ya, yani “Jones’un Ford marka bir arabası vardır” iddiasına inanmaktadır. S, Jones’un Ford marka bir araba kullandığını birçok kere görmüştür; Jones, bazen S’yi Ford marka bir arabayla etrafta da gezdirmiştir. Hatta Jones, S’ye Ford marka bir arabası olduğunu belirten bir ruhsat bile göstermiştir. Bu durumda, “S’nin Q inancı gerekçelendirilmiştir” diyebiliriz. Fakat gerekçelendirilmiş yanlış inancın olanaklı olduğu fikriyle de örtüşür bir şekilde, Q yanlıştır. Ayrıca, S, Q’nun P’yi, yani “Jones’un Ford marka bir arabası vardır veya Brown Barselona’dadır” tikel evetleme önermesini mantıksal olarak gerektirdiğini görür. Yani eğer Q doğru ise, P’nin yanlış olamayacağını, Q’dan P’ye yapılan çıkarımın geçerli olduğunu kavrar. O halde, S’nin P’ye ilişkin inancının da gerekçelendirilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Q gerekçelendirilmiş bir inanç olduğu için, Q’dan mantıksal olarak türetilen P de gerekçelendirilmiş bir inanç konumundadır. Ek olarak, S’nin, Brown’un nerede olduğu konusunda hiçbir fikri yoktur, ama tesadüfen Brown Barselona’dadır ve P bir tikel evetleme önermesi olduğu için doğrudur. Böylece P üç gerek koşulu da sağlamış ve dolayısıyla gerekçelendirilmiş doğru inanç statüsü kazanmıştır. Fakat S’nin P’yi bildiğini söyleyemeyiz. Öyleyse geleneksel bilgi tanımı hatalıdır; çünkü gerekçelendirilmiş doğru inanç olan ama henüz bilgi olmayan durumlar mümkündür.

Williamson (2007: 183-86), bu felsefi sonucu karşıolgusal uslamlamayı esas alan bir modal çıkarımın ürünü olarak görür. Bu çıkarım şudur:

1. Zorunlu olarak, bilgi gerekçelendirilmiş doğru inançtır.[10]

    □∀x∀p (B(x, p) ↔ GDS(x, p))

2. Ama Gettier durumları mümkündür.

    ◊∃x∃p GD (x, p)

3. Ayrıca, eğer Gettier durumları mümkün olmuş olsaydı, gerekçelendirilmiş doğru inanç olan ama bilgi olmayan durumlar da mümkün olmuş olacaktı.

    ∃x∃p GD (x, p) □→∀x∀p ((GD x, p) → (GDS (x, p) & ¬B (x, p)))

4. Öyleyse gerekçelendirilmiş doğru inanç olan ama henüz bilgi olmayan durumlar mümkündür.

    ◊∃x∃p (GDS (x, p) & ¬B (x, p))

5. Fakat 1, 4 ile çelişir; o halde, 1 yanlıştır.

Öncül (2) kipsel bir iddia olup, kavramsal olarak mümkün olanıdeğil, metafiziksel olarak mümkün olanı ifade eder. Öncül (3) ise bir karşıolgusal şartlı önermedir. Buna göre gerek (2) ve (3)’ün gerekse (4)’ün epistemik statüsü, sezgi adı verilen özel bir a priori yetiye ya da kimi bir takım empirik kabullere değil, karşıolgusal düşünmeye dayanır. Fakat burada özgün ve dolayısıyla tartışmalı olan öncül (3)’tür. (2) ve (3) ne a priori ne de a posteridir. Çünkü duyu deneyimlerinin söz konusu bu temel öncülleri kabul etmemizdeki rolü ne delil sağlamak ne de sadece ilgili kavramların edinilmesinden ibarettir. Williamson’ın (2007: 188-189) terimleriyle,

(3)’ü, etrafımızdaki insanları çeşitli doğruları bilen veya bilmeyen olarak sınıflama yeteneğimizin çevrimdışı bir uygulanması temelinde onaylarız.[…] (2) ve (3)’ü epistemolojik kavramları uygulama yeteneği temelinde kabul ederiz ki bu, başlangıçta kavramlara sahip olmanın neyi gerektirdiğinin çok daha ötesine gider; çünkü kusurlu bir epistemolojik bakış açısına sahip bir özne, ilgili kavramlara sahip olsa bile, yine de (3)’ü reddedebilir.

Demek ki, her iki temel öncül de imgelem yeteneğimiz, yani çevrimdışı sınıflama becerimiz ya da kavramları çevrimdışı bir şekilde ustaca uygulayabilme kapasitemiz kullanılarak temellendirilir. Buna göre, bilgi hakkında (4)’de ifade edilen epistemolojik sonuca, bir a priori sezgi aracılığıyla değil, ilgili kavramları ustaca uygulayabilen imgelem mekanizmasının kullanımıyla gidilir. Bu, bir koltuk yöntemi olan düşünce deneylerinin felsefedeki kullanımını meşrulaştırır, çünkü düşünce deneylerinin böyle bir tahlili, koltuk yöntemlerine dayanan her felsefi bilginin a priori bilgi olmadığını ortaya koyar. Gerek sıradan karşıolgusal önermelerin bilgisi, gerekse metafiziksel zorunlu ve metafiziksel mümkün olanı ifade eden kipsel doğruların bilgisi— mesela (4)’de ifade edilen felsefi sonuç— bunun tipik örnekleridir.

Her ne kadar karşıolgusal epistemolojinin hem kipler epistemolojisini hem de düşünce deneylerinin epistemolojisini kapsadığı iddiası ihtilaflı olsa da, bu tartışmada Williamson’ın analizden çıkan şu ilginç sonuç üzerinde durulacaktır: epistemoloji bilgi kavramımızı değil, bilginin kendisini konu edinir. Williamson için epistemoloji temelde bilgi kavramının doğasını konu edinmez, çünkü yukarıdaki modal argümanın hem öncülleri hem de (4)’de ortaya konan sonuç, kavramsal olarak mümkün olanı dile getirmez. Öncül (3)’ü kavramsal mümkünlüğü de barındıracak şekilde yeniden inşa etmeyi başarsak bile, bu bize istediğimizi vermez. Çünkü bu durumda, (4) şunu ifade edecektir: Gerekçelendirilmiş doğru inanç olan ama bilgi olmayan durumların varlığı kavramsal olarak mümkündür. Fakat bu, bilginin, öncül (1)’de belirtildiği şekilde, gerekçelendirilmiş doğru inanç olduğu fikrini çürütmez; tıpkı atom numarası 79 olan ama yine de altın olmayan bir şeyin kavramsal olarak mümkün olmasının, “altın, atom numarası metafiziksel olarak 79 olan elementtir” kabulünü çürütemeyeceği gibi. Böylece Williamson (2007: 206) için,

Epistemolojinin başlıca konusu, bilgi kavramının doğası değil, bilginin doğasıdır. Eğer bilgi gerçekten gerekçelendirilmiş doğru inanç ile özdeş olmuş olsaydı, epistemolojik açıdan asıl kayda değer olan bu olacak ve onların özdeş olmadıkların kavramsal mümkünlüğü hesaba bile katılmayacaktı. Şayet bilgi kavramı gerekçelendirilmiş doğru inanç kavramına eşdeğer olsaydı, bu onların doğalarının da bir ve aynı olduğu anlamına gelirdi. Ama bunun tersi doğru değildir; yani kavramların özdeş olmaması, onların doğalarının da bir ve aynı olmadığını gerektirmez.

Fakat Williamson’ın, düşünce deneyleri üzerine yaptığı bu analiz, yani metafiziksel kiplerin öncelikli olduğu iddiası, bilgi kavramına epistemolojide hiç yer verilmediği anlamına gelmez. Düşünce deneyleri, Williamson’ın önerdiği şekilde, karşıolgusal terimlerle belki yeniden inşa edebilir; ancak bu, onların yalnızca bilgi hakkında olduğunu ama bilgi kavramımızı ise ayrıca aydınlatmadığı savını gerekçelendirmez. Onun dilsel-kavramsal dönüşe karşı geliştirdiği haklı kritik, felsefenin bir a priori kavramsal girişim olmadığını belki destekleyebilir. Fakat felsefedeki düşünce deneylerinin birer modal çıkarım olduğu görüşü, epistemolojide yapılan kavramsal soruşturmaların bizi bir yere götüremeyeceği ya da düşünce deneylerinin bizi sadece neyin metafiziksel olarak mümkün olduğu hususunda aydınlattığı ama kavramsal olarak mümkün olan üzerine bize hiçbir şey söylemediği sonucunu desteklemez.[11]

Williamson’ın savı— yani epistemolojinin bilgi kavramını konu edinmediği iddiası— bilginin bir doğal tür (natural kind) olduğu düşüncesini de esas alır. Buna göre bilgi, zihinsel bir durum (mental state) olma anlamında doğal bir tür olup, tıpkı diğer doğal türler gibi, bilginin doğası da, kavramsal doğrulardan değil, kimi bir takım metafiziksel zorunlu doğrulardan ibarettir. Bu nedenle, bilgi kavramımız üzerine refleksiyonlarda bulunmak, bilginin doğası hakkında bize bir şey söylemez: Bilgi kavramı bilginin doğasını yansıtamaz. Fakat özellikle Hilary Kornblith’in (2003) de savunduğu bu düşünce problemlidir. Çünkü bilginin, diğer doğal türler gibi, gerçek bir özünün (real essence) olduğu hiç de açık olmadığı gibi, bilgi kavramının bilginin neliğini yansıtamayacağı fikri de ihtilaflıdır. Hatta bilginin bir doğal tür olduğunu kabul etsek bile, bundan epistemolojinin ve dolayısıyla Gettier düşünce deneylerinin bilgi kavramını aydınlatmadığı sonucu çıkmaz. Bilginin doğal bir tür olduğu düşüncesi böyle bir sonucu desteklemez, çünkü bilginin özüne dair hiçbir kavramsal doğrunun olmadığı fikri doğru olsa bile, bu, bilginin doğasını ifade ettiği öne sürülen metafiziksel zorunlu doğruların kimi bir takım kavramsal ya da a priori belirlenimler temelinde bilinebileceği anlayışını saf dışı edemez. Alan Millar’ın (2007: 182-83) da belirtiği şekilde, bilgi kavramı ve bilgi arasında keskin bir ayrım yapılamayacağı gibi, doğal türler hakkındaki metafiziksel doğrular ancak bu doğruların hakkında olduğu şeyleri o şey yapan şeyin ne olduğu üzerine refleksiyonlarda bulunularak görülebilir. Başka bir deyişle, düşünce deneylerinin bilgi kavramımız hakkında hiçbir şey söylemediği doğru değildir, çünkü metafiziksel zorunlu bir iddianın epistemolojik statüsü, kavramsal olarak zorunlu bir takım öncüllerin epistemolojik statüsüne de bağlıdır.

Frank Jackson (2009: 106-9), bunu Williamson’ın analizi için “en ciddi problem” olarak görür. Jackson’a göre, metafiziksel zorunluyu, hem kavramsal olarak zorunlu olan iddiaları hem de bazı a posteriori delilleri kullanarak temellendiririz. Ama düşünce deneyleri bize a posteriori ya da olgusal bir enformasyon vermez; bu nedenle, düşünce deneyleri metafiziksel zorunlu ve metafiziksel mümkün hakkındaki bilgiyi, neyin kavramsal olarak mümkün veya zorunlu olduğu temelinde verir. O halde, düşünce deneylerinin kavramsal değil, metafiziksel olarak mümkün olanı aydınlattığı görüşü problemlidir. Bunu görmek için, “su ile H2O’nun özdeşliği zorunlu bir doğrudur” şeklindeki bir iddia için ileri sürülen argümanın öncüllerine bakmak yeterlidir. Bu argüman, empirik delillerin dışında şu iki öncüle de açıkça yer verir: (A) gerçek dünyada su olan bir şey, bulunduğu bütün mümkün dünyalarda da sudur; (B) gerçek dünyada H2O olan bir şey, bulunduğu bütün mümkün dünyalarda da H2O’dur. Şimdi, eğer su gibi bir doğal tür ve H2O hakkında yukarıda ifade edilen zorunlu doğruyu gerekçelendirmek için bile, (A) ve (B) gibi öncüllere de başvuruluyorsa, o zaman nasıl olurda düşünce deneyleri öncelikli olarak metafiziksel modaliteleri konu edinir?

Açıkçası (A) ve (B)’nin deney ve gözlem temelinde test edilip sınanması olanaklı değildir. Her iki öncül de ancak su veya H2O kavramımız üzerine a priori bir düşünmeyle gerekçelendirilebilir. Eş deyişle, bu öncüller kavramsal, yani a priori doğruları ortaya koyar. Öyleyse metafiziksel zorunlu veya metafiziksel mümkün hakkındaki bir önermenin epistemolojik statüsü, kavramsal olarak zorunlu olanı ifade eden doğrular üzerinde temellenir. Eğer bilgi kavramı bilginin doğasını olduğu gibi yansıtamaz ise, o zaman imgelem yetimiz bilgi ve gerekçelendirme gibi kavramları güvenilir bir şekilde nasıl tatbik edebilir ki? O halde, Williamson’ın knowledge first epistemolojisi bilgi kavramımızı epistemolojiden tasfiye edemez.


Dipnotlar

  • [1] Gerek Hume ve Kant’ın gerekse mantıksal pozitivistlerin transcendent metafiziğe karşı sergilediği eleştirel tutum, bu itirazın farklı sürümleri olarak görülebilir. 
  • [2] Quine’ın da etkisinde kaldığı natüralist yaklaşım, felsefenin bilimlerle süreklilik arz ettiğini öne sürerek koltuk yöntemlerini bütünüyle reddeder. Ama bunun eldeki itirazı cevaplayamayacağını düşünen Williamson (2011: 7), bu köktenci empirisist yaklaşımı da “kaba bir koltuk epistemolojisi” olarak karakterize eder.
  • [3] Williamson’a (2011: 3) göre, hatta Hume ve Kant bile koltuk yöntemlerini, dilsel-kavramsal dönüşün stratejisine benzer bir tarzda, fikirlerin ilişkileri veya fenomenal dünya deneyimizin transcendental unsurlarıyla sınırlandırarak felsefenin a priori doğasını meşrulaştırmaya çalışır. Ayrıca, Williamson, böyle bir stratejiye kıta Avrupa felsefede de yer verildiğini öne sürerek, fenomenolojiyi ve hatta Derrida’nın çalışmalarını buna örnek gösterir.
  • [4] Williamson’ın dilsel-kavramsal dönüşe karşı yaptığı eleştiriye karşı yöneltilen etkili bir itiraz için bkz. Hacker (2009). Ayrıca, Williamson’ın felsefi problemlerin dilsel-kavramsal olmadığı yönündeki görüşünün detaylı bir tartışması için bkz. Glock (2010).
  • [5] Boghossian (2011), Williamson’ın analitik kavramımız hakkındaki mevcut epistemolojik ve metafiziksel yaklaşımlara karşı geliştirdiği bu eleştiriyi etkili bir şekilde reddeder.
  • [6] Demek ki, “eğer bu çalılık burada olmamış olsaydı, taş dereye kadar yuvarlanıp giderdi” şeklindeki karşıolgusal önermenin bilgisi şöyle mümkündür. Özne S, ilk olarak, çalılığın yokluğunda taş parçasının nasıl hareket edeceğini kafasında canlandırır veya hayal eder; daha sonra, geçmiş deneyimlerin ya da algının bir şekilde biçimlendirdiği imgelem yetisini çevrimdışı kullanarak, taşın böyle bir durumdaki hareketini doğru bir şekilde tahmin etmeye çalışır. Eğer S’nin bu işlemi eldeki karşıolgusalın ard bileşenini— yani “taş dereye kadar yuvarlanıp giderdi” iddiasını— geliştirmeye çalıştığı ön bileşen ile birleştirmesini sağlayabilirse, yani S “yuvarlanan taş” ve “çalılık” kavramlarını çevrimdışı bir şekilde kullanmada beceriliyse, o zaman S’nin bu karşıolgusal iddiayı bildiğini söyleyebiliriz. Benzer bir sunum için bkz. Jenkins (2008: 693-4), Boghossian (2011: 489-490) ve Tahko (2012: 95-100).
  • [7] Düşünce deneyleri üzerine detaylı bir tartışma için bkz. Sorensen (1992).
  • [8] Bealer (2002) radikal rasyonalist yaklaşımı, ama Weinberg vd. (2008) ise aşırı empirisist fikri savunur.
  • [9] Fakat Jenkins (2008), Vaidya (2010), Roca-Royes (2011), Peacocke (2011), Lowe (2012) and Kroedel (2012) gibi felsefeciler, Williamson’ın karşıolgusal epistemoloji ve kipler epistemolojisi arasında kurduğu bu bağlantıyı kesmeye çalışır. Bu çalışmada düşünce deneylerinin farklı bir yönü ele alınacağı için, söz konusu bağlantı burada değerlendirilmeyecektir.
  • [10] Bu, metafiziksel olarak zorunlu olanı ifade eden bir karşılıklı koşul önermesidir. Çünkü eldeki düşünme deneyi, yani Gettier’in kurguladığı senaryo, bunu çürüttüğü zaman şunları da çürütmüş olur. (a) bilgi ile gerekçelendirilmiş doğru inanç bir ve aynı şeydir; (b) “bilgi” terimi ile “gerekçelendirilmiş doğru inanç” deyimi eş anlamlıdır; (c) bilgi kavramı ve gerekçelendirilmiş doğru inanç kavramı özdeştir. Fakat bunun tersi doğru değildir, çünkü bunlardan birinin çürütüldüğünde, öncül (1) henüz çürütülmüş olmaz.
  • [11] Williamson, diğer birçok çalışmasında olduğu gibi, burada da kavramsal analiz olarak adlandırılan kavramsal soruşturmayı terk etmeyi önerir. Fakat Allan Millar (2007), haklı olarak, her kavramsal soruşturmanın kavramsal çözümleme olarak görülemeyeceğinin altını çizer.  

Kaynakça

  • Bealer, J. 2002. “Modal Epistemology and the Rationalist Renaissance”; Gendler, T, and Hawthorne, J. (der.) Conceivability and Possibility içinde, Oxford, New York: Oxford University Press, 71-127.
  • Boghossian, P. 2011. “Williamson on the A Priori and Analytic”, Philosophy and Phenomenological Research, 82: 488-497.
  • Glock, H. 2010. “From Armchair to Reality”, Ratio, 33: 339-48.
  • Hacker, P.M.S. 2009. “A Philosopher of Philosophy”, Philosophical Quarterly, 59: 237-348.
  • Jackson, F. 2009. “Thought Experiments and Possibilities”, Analysis, 69: 100-109.
  • Jenkins, Carrie S. 2008. “Modal Knowledge, Counterfactual Knowledge and the Role of Experience”, Philosophical Quarterly,58: 693–701.
  • Kroedel, Thomas 2012. “Counterfactuals and Epistemology of Modality”,    Philosophers Imprint, 12: 1-14.
  • Lowe, Jonathan E. 2012 “What is the Source of Our Knowledge of Modal truths”, Mind, 121: 919-950.
  • Millar, A. 2007. “The State of Knowing”, Philosophical Issues,17: 179-196.
  • Peacocke, C. 2011. “Understanding, Modality, Logical Operators”, Philosophy and Phenomenological Research, 82: 472-480.
  • Roca-Royes, S. 2011. “Modal Knowledge and Counterfactual Knowledge”, Logique et Analyse,54: 537–52.
  • Sorensen, R. 1992. Thought Experiments, Oxford: Oxford University Press.
  • Tahko, Tuomas E. 2012. “Counterfactuals and Modal Knowledge”, Grazer Philosophische,75: 344-57.
  • Vaidya, Anand J. 2010. “Understanding and Essence”, Philosophia,38: 811-33.
  • Weinberg, J. vd. 2008. “Normativity and Epistemic Intuitions”; Knobe, J. and Nicholas, S. (der.) Experimental Philosophy içinde, Oxford: New York: Oxford University Press, 17-47.
  • Williamson, T. 2007. The Philosophy of Philosophy, Oxford: Blackwell.
  • Williamson, T. 2011. “Felsefe Felsefesi Nedir?”, çev. Uygar Polat ve Berna Kılınç, Felsefe Tartışmaları, 46: 1-17.

Not: Bu makale ilk kez Günümüzü Felsefe İle Düşünmek (Ege Üniversitesi Yayınları Edebiyat Fakültesi Yayın No: 190)‘da yayınlanmış olup yazarından alınan izin doğrultusunda tekrar yayınlanmaktadır.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

‘They’ Zamirinin Tekiline İhtiyacımız Var: Ve Bunun Yanlış Bir Şeymiş Gibi Görünmesi Uzun Sürmeyecek – Stephanie Golden

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü