Yarasa Olmak ve Deneyimin Öznel Karakteri – İzzet Can Kalender

//
10 Okunma
Okunma süresi: 9 Dakika

Hem felsefe hem de bilim bilinci inceler ve bilincin yapısını anlamaya çalışır. Bilimsel yaklaşım beyni inceleyip insanların bilinçli ve bilinçsiz durumları arasındaki belirli alanlardaki farklılıkları bulmaya çalışırken filozoflar bilimsel çalışmaları da göz önüne alarak bilincin bir beyin sürecinden başka bir şey olup olmadığını görmek için teoriler oluşturur. Thomas Nagel, “Yarasa Olmak Nasıl Bir Şeydir?” başlıklı ünlü makalesinde, bilince yönelik mevcut yaklaşımımızın nesnel olmasına karşın deneyimin öznel karakteri olarak adlandırdığı bilincin son derece öznel olduğunu belirtir. Bu çerçevede, yarasa olmanın nasıl bir şey olduğu gibi, insanların asla kavrayamayacakları gerçekler olduğunu iddia eder. Nagel’in indirgemeci fizikalizme yönelik bu eleştirisinin dikkat çekici olduğunu, çünkü bilinci fiziksel beyin süreçlerine indirgemenin kaçınılmaz olarak öznenin bakış açısını zayıflatan bir açıklama boşluğu yarattığını iddia edeceğiz. Bununla birlikte, onun indirgemeci olmayan fizikalizmi onaylamasının, bilinci incelemeye yönelik nesnel-öznel problemi ile pek uyumlu olmadığını olduğunu iddia edeceğiz.

Öncelikle, Nagel’in ünlü makalesi “Yarasa Olmak Nasıl Bir Şeydir? ” adlı metnindeki ana iddiayı daha iyi kavramak adına argümantatif hale getirelim, Nagel’in iddiası şu gibi görünmektedir:

  • (1) İndirgemeci fizikalizme göre, bilinç beyin durumlarına indirgenebilir.
  • (2) Beyin durumlarını gözlemlemek ve bunlara açıklama getirmek ancak nesnel bir bakış açısıyla yapılabilir.
  • (3) Yalnızca belirli bir öznel bakış açısıyla bilinebilecek gerçekler vardır.
  • (4) Nesnel açıklamalar öznel deneyimleri açıklayamaz.
  • (Sonuç-C) Bu nedenle, indirgemeci fizikalizm savunulacak makul bir görüş değildir.

(1)

Bilincin felsefi tanımı ile bilimsel tanımı birbirinden farklı sınırlara dayanır. Bilimsel bakışta bilinç, varoluşun farkındalığına odaklanır ve bilincin gizemli yapısını çözmek için bilinçli olma durumu sırasında aktif olan beyin bölümlerini inceler. Öte yandan, bilincin felsefi tanımı konuyu daha da derine götürür. Nagel’e göre bilinç ya da bilinç deneyimi, deneyimin öznel karakteridir; yani kırmızı gördüğümüzde hissettiğimiz kırmızılık hissi ya da ayak parmağımızı kapıya çarptığımızda hissettiğimiz acı hissi gibi. Bilimsel yaklaşım, deneyimin öznel karakteri olmaksızın tüm bu deneyimlerin ardındaki mekanizmayı açıklayabilir. Felsefi yaklaşım birincil bakış açısına içkin olan ve bir başka insana aktarmakta aktarmak veya dile getirmek de zorlandığımız zihin durumlarına odaklanır. Örneğin bir çocukluk anınızı düşünün, bu anınızı her yönüyle olduğu gibi bir başkasına aktarabilir ve onun da sizin zihin durumunuza benzer bir zihin durumu içerisinde olmasını sağlayabilir misiniz? Bu oldukça zor görünüyor. Zihinsel durumlar doğaları gereği öznel karakter taşırlar ve bilinçli deneyim yaşayan kişiye özeldirler. Şayet bilim, şeylerin ve olguların doğasını araştırmak istiyorsa başka bir kişiye aktarılamayan öznel deneyimleri nasıl ele alabilir? Birincil bakış açısına içkin olan öznel bir deneyim, bir başkasına (yani bilim insanına) kapalı ise objektif bir referans noktası mümkün müdür?

Fizikalistlere göre, sözünü ettiğimiz bilinçli olma hali, fiziksel beyin durumlarına indirgenebilir. Ancak, burada ‘indirgeme’ ne anlama gelmektedir? Örneğin, eğer doğru zamanda dünyanın kutuplarından birinde olursak, Aurora’yı gözlemleme şansımız olabilir. Aurora (ya da Kuzey Işıkları), yeşil ışık huzmelerinin gece gökyüzünde dalgalandığı bir fenomendir. Ancak bu fenomen, manyetosferdeki güneş rüzgarının neden olduğu bir bozulmadan başka bir şey değildir. Bu, Aurora’nın indirgemeci bir teorisidir ve gözlemlediğimiz fenomenin atmosferik bileşenlerin güneş rüzgarları tarafından iyonize edilmesine indirgendiğini belirtir. Fizikalizm de aynı anlamda indirgemeci bir teoridir ve bilinç deneyimlerinin fiziksel beyin durumları ve süreçlerinden başka bir şey olmadığını iddia eder.

(2)

Bu indirgeyici yaklaşıma benzer bir eğilimle, bilim on yıllardır bilinç üzerinde çalışıyor. Bilinci anlamaya yönelik Yüksek Düzey Teorisi, Küresel Çalışma Alanı Teorisi, Entegre Bilgi Teorisi ve Yeniden Giriş ve Öngörü Teorisi gibi düzinelerce aktif teori vardır. Tüm bu teorilerde bilimsel yöntemlerimiz doğrultusunda objektif ortamlarda hipotez edilmekte ve geliştirilmektedir. Bilinçli ve bilinçsiz beyin durumları arasındaki fark, insan olmayan hayvanlarda bile gözlemlenebilir. Tıpkı Aurora gibi, sadece açıklama boşluğu yaratan öznel deneyimim olmadan, belirli nöronlarıma ve beyin bölgelerime atıfta bulunarak beynimin acı içinde olma durumunu azaltabiliriz.

(3)

Elinizde tuttuğunuz ekran aparatlı bir renk dedektörü cihazınız olduğunu varsayalım. Cihaz, yönelttiğiniz nesnenin rengini siz bildiriyor olsun. Şimdi cihazı bir elmaya işaret ettiğinizi ve ekranda ‘kırmızı’ yazdığını varsayalım. Ek olarak elmayı kırmızı olarak görüyorsunuz, ancak bu durumda cihaz ile sizin aranızdaki fark nedir? Gözleriniz gibi, cihazın da lensinin arkasında muhtemelen RGB dedektörleri vardır. Dedektörlerden gelen bilgiler, cihazın içindeki anakarta veya işlemciye gider ve tıpkı oksipital lobunuza giden nöronal yolunuz gibi, gözlerinizden gelen bilgileri ilişkilendirerek işler. Bununla birlikte, mekanizmadaki bu benzerliğe ek olarak, cihazın aksine siz kırmızılığı deneyimlersiniz. Cihazın mekanizması ile karşılaştırıldığında, öznel deneyiminiz ekstra ve yalnızca sizin tarafınızdan erişilebilir.

Alternatif olarak, dış dünyayı görselleştirmek için ekolokasyon yapan yarasaları düşünürsek, hayal edemediğimiz başka bir türün öznel deneyimiyle karşılaşırız. Daha açıklayıcı olmak adına, kuşları da düşünebiliriz, bazı kuşlar dünyanın manyetik alanlarını farklı duyu reseptörleri ile algılayabilirler. Hem kuşlar hem de yarasalardaki bu olağanüstü yeteneklerin mekanizmasını açıklayabiliyoruz. Bir yarasanın nasıl ekolokasyon yaptığını ve bu bilgiyi işlediğini biliyoruz, ama bir yarasa için yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu nasıl bilebiliriz? Kaçınılmaz olarak, duyularımızı atlayarak ekolokasyon veya manyetik alanları algılama hissini hayal edemiyoruz (İnsanlar ekolokasyonu gece görüşü veya sonar cihazlarımızın ekranları olarak hayal etme eğilimindedir, ancak bu muhtemelen yarasalar için böyle değildir).

(4)

Bilimsel yaklaşımımızın üçüncü bakış açısına dayalı nesnellik çerçevesi elbette göz ardı edilemeyecek değerdedir. Hayatımızın neredeyse her saniyesinde bundan faydalanırız. Ancak ontolojik olarak öznel deneyimleri açıklamakta başarısız olmaktadır. Beynin fiziksel durumları üçüncü bakış açısıyla objektif olarak açıklanabilir. Bilimsel yöntemimiz nesnel gerçeklere ve gözlemlere dayanmayı amaçlamaktadır. Ancak, örneğin Nagel’in bir fotoğrafına baktığımda yaşadığım deneyimi anlatırken her zaman bir boşluk olacaktır. Bilim insanları Nagel’in fotoğrafının nöronal bilgisini beynimin içinde tespit edebilirler ama bununla birlikte, yaşadığım deneyimi açıklamanın ya da indirgemenin hiçbir yolu olmayacaktır.

Geldiğimiz bu noktaya dek, ben olmanın nasıl bir şey olduğunu benden başka kimsenin bilmesi mümkün değildir gibi görünüyor. Manyetik alanları hissetmenin ya da ekolokasyonun nasıl bir şey olduğunu bilmek mümkün değildir. Üstelik bu durum teknolojideki gelişimimizle de değişmeyecek. Süper zeki bir uzaylı türü dünyamızı istila edebilir ve tıpkı bizim farelere yaptığımız gibi beyinlerimizi araştırabilir. Her gizemi açıklayabilecek ve beynimizin her bir mekanizmasını anlayabileceklerdir fakat görme duyusundan yoksunlarsa, kırmızı rengi görmenin nasıl bir şey olduğunu asla bilemeyeceklerdir. Tıpkı kızılötesi ya da morötesi ışık hakkındaki bilgimiz gibi, onlar da bizim algılama yeteneğimiz hakkında bilgi sahibi olacaklardır. Ancak, bizi incelemelerinin tek yolu nesnel olduğu için, tıpkı diğer olası türler gibi, deneyimlerimizin öznel karakterini asla beyinlerimizin incelenmesine indirgeyemeyeceklerdir. Veyahut kahve içtiğimizde deneyimlediğimiz öznel durum, bu uzaylı tür için hiçbir zaman tüm yönleriyle anlaşılabilir, açıklanabilir ve bir başkasına aktarılabilir olmayacaktır.

(C)

Nagel, bu öncüllerden yola çıkarak doğrudan fizikalizmin yanlış olduğu sonucunu çıkarmanın yanlış bir şey olacağını açıkça belirtmektedir. O, günümüzde, zihinsel özelliklere karşılık gelecek uygun bir fiziksel teori anlayışına sahip olmadığımızı düşünmektedir. Öyle görülüyor ki öznel deneyimlerimizi açıklama noktasında var olan çalışmalar da henüz emekleme aşamasında denebilir. Dolayısıyla Davidson’ınki gibi, bazı zihinsel özelliklerin fiziksel özelliklere indirgenemeyeceği görüşü, bu konuda herhangi bir fikrimiz olmadığı düşünüldüğünde en azından bugün için makul bir tutum olabilir.

Ancak

Nagel’in, herhangi bir fiziksel zihin teorisinin neden bir yarasa için yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu açıklayamayacağına dair açıklamasının oldukça makul bir görüş olduğunu söyleyebiliriz. Kırmızı rengi deneyimlemenin nasıl bir şey olduğunu tarif etmek veya dünyanın manyetik kutuplarını hissetmenin nasıl bir şey olduğunu formüle etmeye çalışmak gibi bazı bilgi türlerine bireysel zihinlerimizle erişmenin önünde biyolojik ve mantıksal bir engel olduğuna işaret ediyor. Ona göre, bilgi edinmek için kullandığımız bilim gibi nesnel araçlar, deneyimin öznel karakterini bilmekte her zaman yetersiz kalacaktır.

Ancak Nagel, öznel deneyimleri tanımlamak için bir tür fenomenolojik yaklaşım geliştirerek nesnel-öznel sorununun üstesinden gelebileceğimizi ve (s. 449) gelecekte öznel durumlara nesnel olarak erişmemizin mümkün olabileceğini söylüyor. Pek tutarlı görünmeyen bir şekilde, makalenin başlarında gösterdiği biyolojik ve mantıksal engelleri atlıyor ve zihni indirgemeci olmayan bir fiziksel teori ile açıklama olasılığından bahsediyor. Dahası, makalesinin büyük bir bölümünde bize gösterdiği nesnel-öznel probleminin çözülmesi için, fizikalist zihin teorilerinin bu problem üzerine daha çok çalışması gerektiğini söylüyor. Halbuki Nagel, nesnel-öznel probleminin doğal bir metodoloji farkından oluştuğunu, gelişmiş teori ya da teknolojilerle bu problemin çözülemeyeceğini belirtmişti, tıpkı uzaylı örneğindeki gibi.

Sonuç olarak, ele aldığımız bu zorluklarla birlikte, Nagel’in indirgemeci fizikalizme karşı argümanının tatmin edici olduğunu söylemek mümkün görünüyor. Tartışmayı daha net anlamak için bilinci ve indirgemeyi tanımlayarak başladık. Daha sonra, bilince indirgemeci ve nesnel yaklaşımlarını göstermek için bilim camiasının mevcut çalışmalarını/bilinç açıklamalarını örneklendirdik. Üçüncü olarak, Nagel tarafından deneyimin öznel karakteri olarak adlandırılan şeyi tanımladım. Kırmızı rengi deneyimlemenin nasıl bir şey olduğu gibi bir tür bilginin öznelliği olan sorunun özünü göstermek için örnekler ele aldık. Ayrıca, nesnellik ve öznellik arasındaki çatışmayı sürdürmek için, nesnel yaklaşımların deneyimlerin öznel karakterini tanımlamak için yeterli olmadığından söz ettik. Nagel’in argümanını sonuçlandırmak için, indirgemeci fizikalizmin gösterdiğim sorunlar nedeniyle ikna edici olmadığını iddia ederek Nagel’in bilince indirgemeci olmayan bir fizikalist yaklaşımı onaylamasından kaynaklanan tutarsızlığa dikkat çektik.


Kaynakça

Nagel, T. (1974). “What Is it Like to Be a Bat?” The Philosophical Review, 83(4), 435-450.

Bilkent Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde lisans eğitimine devam etmektedir. Felsefenin yanı sıra metal/klasik müzik, tarih ve taktik atıcılıkla ilgilenir

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Platon’un Estetiği – Nickolas Pappas (Stanford Encyclopedia of Philosophy)

Sonraki Gönderi

Frankfurt Okulu: Önde Gelen 6 Eleştirel Teorisyen – David Sinor

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü