Arda Denkel’in Anlam Kuramı Üzerine – Erhan Demircioğlu

//
2140 Okunma
Okunma süresi: 29 Dakika

Özet

Arda Denkel’in Anlam ve Nedensellik adlı kitabında önerdiği anlam kuramı, üç temel iddia üzerine inşa edilmiştir. Bunlardan ilki, “anlam taşıyan bir im ile anlam arasındaki ilişki nedir?” sorusuna kitabın verdiği şu yanıttır: “Anlamlılığın temeli, tek tek bireylerden bağımsız olarak var olan, ancak onların yaşam ortamları içinde bilip tanıdıkları kimi bağlantıların iletişim amacıyla kullanılmalarında yatıyor”. Bu iddiaya Dışsal Bağlantı İddiası adını verelim. İkincisi, “anlamı ilgilendiren zihinsel bir boyutun söz konusu olduğu” iddiasıdır. Bu iddiaya Zihinsel Boyut İddiası adını verelim. Üçüncüsüyse “iletişim ve anlamın oldukça belirgin bir biçimde izlenebilen bir evrim geçirerek sonuçta dil aşamasına ulaşan bir gelişim çizgisi oluşturduğu” iddiasıdır. Bu iddiaya Anlamın Evrimi İddiası adını verelim. Bu makalede, Dışsal Bağlantı ve Zihinsel Boyut İddiaları üzerine eğilmek istiyorum. Öncelikle bu iki iddianın mevcut halleriyle muğlak olan içeriklerini netleştirip bu iddiaların yaslandığı gerekçelerin ayrıntılı bir tasvirini sunacağım. Daha sonrasında ise Denkel’in anlam kuramının bu iki iddianın tutarlı bir sentezini oluşturamadığını göstermeye çalışacağım.

Anahtar Kelimeler: Anlam, Anlam Kuramı, Dil, İletişim, Zihinselcilik, Arda Denkel

***

                                          On Arda Denkels Theory of Meaning

Abstract: The theory of meaning Arda Denkel offers in his Anlam ve Nedensellik rests on three claims. One is the following answer it gives to the question, “What is the relation between a sign that has a meaning and its meaning?”: “The basis of meaningfulness lies in the relations that occur independently of the subjects but that those subjects know and exploit for the purposes of communication.” Let me call this The External Relation Thesis. Another claim is that “meaning has a mental aspect.” Let me call this The Mental Aspect Thesis. The third one is that “communication and meaning have gone through a series of evolution that ended up with language.” Let me call this The Meaning Evolution Thesis. In this paper, I want to focus on the External Relation and Mental Aspect theses. After elucidating their contents and the rationales behind them, I will argue that Denkel’s theory of meaning does not succeed in offering a coherent combination of these two theses.

Keywords: Meaning, Theory of Meaning, Language, Communication, Mentalism, Arda Denkel


Anlam ve Nedensellik (1996), genel olarak ülkemizde yapılan dil felsefesi çalışmaları arasında, özel olarak ise Arda Denkel’in kendi çalışmaları arasında özel öneme sahip bir eserdir. Denkel, bu kitabını, 1980’li yıllarda dil felsefesi alanında yaptığı yayınlara nazaran “daha dizgesel ve daha bağımsız” (s. 7)[1] yeni bir yaklaşım ortaya koyma gayesiyle kaleme almıştır. Kitabın temel hedefi, “semantik büyüdeki zenginlik ve gücü” (s. 9) açıklayan bir anlam kuramı sunmaktır. Denkel’in kitabı, bu hedef doğrultusunda Grice, Quine, Dretske ve Chomsky gibi dil felsefesi ve dilbilimine önemli katkılarda bulunmuş düşünürlerle derinlikli ve etkili bir eleştirel tartışma yürütmekte ve böylelikle evrensel literatür içinde kendi konumunu belirginleştirmektedir. Bu makalenin temel amacı, bir Türk analitik felsefe klasiğini yeniden hatırlatmak ve eleştirel bir değerlendirme çerçevesinde saygın konumunu teslim etmektir. 

Denkel’in önerdiği anlam kuramı üç temel iddia üzerine inşa edilmiştir. Bunlardan ilki, “anlam taşıyan bir im ile anlam arasındaki ilişki nedir?” sorusuna kitabın verdiği şu yanıttır: “Anlamlılığın temeli, tek tek bireylerden bağımsız olarak var olan, ancak onların yaşam ortamları içinde bilip tanıdıkları kimi bağlantıların iletişim amacıyla kullanılmalarında yatıyor” (s. 54). Bu iddiaya Dışsal Bağlantı İddiası adını verelim. İkincisi, “anlamı ilgilendiren zihinsel bir boyutun söz konusu olduğu” (s. 28) iddiasıdır. Bu iddiaya Zihinsel Boyut İddiası adını verelim. Üçüncüsü ise “iletişim ve anlamın oldukça belirgin bir biçimde izlenebilen bir evrim geçirerek sonuçta dil aşamasına ulaşan bir gelişim çizgisi oluşturduğu” (s. 62) iddiasıdır. Bu iddiaya Anlamın Evrimi İddiası adını verelim. Bu makalede Dışsal Bağlantı ve Zihinsel Boyut İddiaları üzerine eğilmek istiyorum. Öncelikle bu iki iddianın mevcut halleriyle muğlak olan içeriklerini netleştirip bu iddiaların yaslandığı gerekçelerin ayrıntılı bir tasvirini sunacağım. Daha sonrasında ise Denkel’in anlam kuramının kendisinin anladığı haliyle bu iki iddianın tutarlı bir sentezini oluşturamadığını göstermeye çalışacağım.

I

Denkel’in savunduğu Dışsal Bağlantı ve Zihinsel Boyut İddiaları’nı tartışmaya, bu iddiaların arka planını oluşturan kimi varsayımları açıklıkla ortaya koyarak başlamak uygun olacaktır. Denkel’in yanıtlamayı hedeflediği temel soru, “Anlam nedir?” sorusudur (s. 22). Bu sorunun Denkel tarafından nasıl kavrandığına ilişkin iki saptama yapmak gerekiyor. İlk olarak Denkel, anlamın ne olduğu sorusunu, “anlamlı olmanın böyle olmamaktan farkı” (s. 23), anlamın “kendisini taşıyan ime nasıl bağlandığı” (s. 23), “fiziksel nesnelerin nasıl olup da anlam taşıyabildikleri” (s. 33-4) sorularını içerecek biçimde geniş olarak kavrar. İkinci olarak ise Denkel, anlamın ne olduğu sorusunu, anlamın bir ime bağlanan ve böylelikle o imi, im olmayan şeylerden olduğu gibi diğer imlerden de ayıran belirli bir tür nesne, belirli bir tür varlık olarak kavramayı gerektiren ve dolayısıyla ancak bir anlam varlıkbilimi ortaya koyarak yanıtlanabilecek bir soru olarak düşünür. Böylelikle Denkel, anlama ilişkin kendi araştırmasını, “anlam varlıkbilimini bütünüyle baskı altına alıp gündemden çıkaran” (s. 28) ve “anlamın doğasına ilişkin soru ve felsefe konusunu bütünüyle yok sayan” (s. 31), en belirgin örneklerini ise Quine ve Davidson gibi felsefecilerin sunduğu görüşlerde bulan eleyici (eliminativist) gelenekten kesin bir biçimde ayırır. Denkel, anlamı kendisi (fiziksel) bir nesne olan bir ime bağlanan başka bir nesne – bir şey – olarak düşünür: anlam, bir şeyin anlamlılığıdır. Denkel’in amacı ise bu nesnenin ne olduğu ve kendisini taşıyan ime nasıl bağlandığı sorusunu yanıtlamaktır.

Arda Denkel (1949-2000)

Denkel, kendi çalışmasını içinde konumlandırdığı anlamı nesneleştirici gelenek dahilinde iki ana görüş saptar. Bunlardan ilki, zihinselci (Denkel’in (s. 11) tabiriyle, “anlıksalcı”) görüş. Zihinselci görüşe göre, anlam olarak bir ime bağlanan nesne o imi kullanan kişiye içrek (private) (ve dolayısıyla diğer kişiler açışından ilkesel ya da sadece “pratik” (s. 41) olarak ulaşılmaz) olan zihinsel bir nesnedir. Bu görüşe göre, anlam dediğimiz şey ide, düşünce, inanç ya da niyet gibi içsel (internal) bir şeydir.[2] İkinci görüş ise nesnelci (s. 15) görüş. Nesnelci görüşe göre, anlam olarak bir ime bağlanan nesne tek tek şahıslara dışsal, onlardan bağımsız olan tikel ya da tümel bir varlıktır. Bu görüş açısından, “anlam, bir sözcüğün adlandırdığı [dışsal bir] nesneden başkası değil” (s. 12). Örneğin, “Galata Kulesi” ifadesinin anlamı, nesnelci görüşün bir çeşidine göre, Karaköy’deki o tarihi kuledir. Bu ifadenin kişide çağrıştırdığı zihinsel içerik ise “bu bağlamda ancak ikincil öneme sahip bir olgu, anlamlılığı doğrudan temellendiren olgular yanı sıra gerçekleşen bir şey” (s. 12, italikler bana ait). Zihinsel içerikler, nesnelci görüşe göre, anlam açıklamasında bir rol oynamaz.

Denkel, nesneleştirici gelenek içinde konumladığı kendi kuramını, zihinselci ve nesnelci görüşler arasında bir yakınlaşma, bu görüşlerin zayıflıklarını bir yana bırakıp güçlü yanlarını birleştiren melez bir kuram olarak sunar. Denkel, zihinselci görüşe karşı, “anlamın kendisi içrek olan ilkelerle açıklanmasının olanaksız” (s. 11) olduğunu iddia ederken, aynı zamanda nesnelci görüşe karşı da, “anlamın anlıkla [zihinle] tüm bağlantısını koparmanın da oldukça hatalı olduğunu” (s. 11) savunur. Denkel, kendi amacını, zihinselci görüşü “dışsallaştırarak doğallaştırılmış bir anlam kuramı elde etme” (s. 32, italik orijinal) olarak tarif eder.

Denkel’e göre zihinselci görüş, anlamın açıklanmasında zihne atfettiği önem konusunda iki bakımdan haklıdır. Birincisi, Denkel’e göre, anlamın varlık koşullarından biri zihnin varlığıdır. “Eğer zihinler olmasaydı,” diye yazar Denkel, “anlamlar da olmazdı”: “Herhangi bir şeyin belli bir anlama gelebilmesi için, onu o şekilde değerlendirmeye olanak verecek bir yapı gerekiyor” (s. 10).[3] İkincisi ve daha önemlisi, Denkel’e göre, anlamın iletişim ve dil ile olan yakın bağı zihni, anlamın açıklanmasında vazgeçilmez kılar. Denkel’in anlayışına göre:

İletişim, bir canlının, “söylenim” diye adlandıracağımız, deneysel olarak gözlemlenebilir öğelerden oluşan bir davranış, nesne ya da durumu ortaya koymasıyla başlıyor. Bir başka canlının, öncekinin ortaya koyduğu söylenimi algılayarak, bundan bir inanç, bir düşünce çıkarmasıyla sonuçlanıyor… Başarıyla gerçekleştirilmiş iletişim, söylenimi üreten canlının (bilinçli ya da bilinçsiz olarak) iletmeye yöneldiği şeyle, onu gözlemleyen canlının bu söylenimin algısından çıkardığı şeyin içerikçe örtüştükleri bir olaylar dizisinden ibaret. (s.39-40, italikler bana ait)[4]

Denkel’in görüşüne göre, “anlamlılığın deneysel olarak kavranabilen yönünü ortaya koyan başlıca ortam” (s. 39) olan iletişimin ve dilin açıklanabilmesi için zihin ve düşünce, inanç gibi zihinsel içeriklere başvuru kaçınılmazdır. Böylelikle Denkel, zihnin anlamın açıklanmasındaki merkezi rolünü, zihnin iletişimin ve dilin açıklanmasındaki merkezi rolünden çıkarsar.

Denkel, iletişim ve dil gereksiniminin anlam kuramı içindeki önemi konusunda Locke’tan (1992, s. 252) şu alıntıyı onaylayarak yapar:

İnsanda değişik düşünceler bulunmakla ve bundan hem kendisi hem de başkaları zevk almakla birlikte, bu düşünceler insanın içinde, başkalarınca görülemez ve onlardan gizli olarak ve kendiliklerinden açığa çıkamayacak biçimde bulunurlar. Düşüncelerin iletişimi olmadan toplumsallığın kolaylık ve üstünlükleri olmayacağından, insanların, düşüncelerini oluşturan o görünmeyen ideleri başkalarının da bilmesini sağlayacak kimi dışsal duyulur imler bulmaları gerekliydi. (s. 58)

Bu görüşe göre, insanlar arası iletişimin önemli bir boyutu “düşünce iletimi” ile gerçekleşir; düşünce iletiminin “dışsal duyulur imler” ya da “dilsel söylenimler” aracılığıyla gerçekleştirilmesi ise düşüncenin doğası gereği kişiye özel, içrek bir varlık olmasından kaynaklanır. Dilsel iletişimin temel varlık sebebi, “yaşamımızı sürdürme çabamızdan salt zevk arayışlarımıza değin, başarılı sonuçlar almamızın zihinsel durumlarımızın içrekliğini aşmamızı zorunlu kılması[dır]” (s. 40) . Dilsel iletişim, düşünce iletimi gereksiniminin karşılanmasına hizmet eder; anlam ise “bu gereksinimin karşılanışı içinde varlık bulur” (s. 41). Denkel’e göre, anlamın dilsel iletişim dolayımı ile düşünceye bağlanıyor oluşu, zihinselci görüşün zihne atfettiği önemi haklı kılar niteliktedir. Denkel, kendi görüşü ile “içsel yönleri bütünüyle ortadan kaldıran” (s. 30) nesnelci görüş arasındaki farkı bu zemin üzerinde belirler:

Bu tür [nesnelci] yaklaşımlar, anlıksal yaşamımızın varlığını, içsel durumlarımızı ya da bu nitelikteki olayları yadsımıyorlar. Yadsıdıkları şey, bunların anlamla ya da anlamı açıklamakla doğrudan bir ilgileri olduğu savı. Sonuçta bu yaklaşımlar kendi mantıkları doğrultusunda anlamın doğasına ilişkin soru ve felsefe konusunu bütünüyle yok saymak durumunda kalıyorlar. (s. 31)

Katışıksız bir nesnelci görüş, Denkel’e göre, anlamın zihin ile olan bağlantısını tümüyle yadsıyarak kendine araştırma nesnesi olarak belirlediği anlamın varlığını da yadsımak durumunda kalıyor.

Denkel, zihinselci görüş ile ayrıldığı noktayı ise şu şekilde saptar:

Bir düşünceyi başka bireylere iletmek amacını anlam kuramının yönlendirici ilkesi olarak kullanmak, anlamı bu düşünce, amaç, ya da onun kavranışı gibi zihinsel içeriklerle özdeşleştirmeyi gerektirmiyor. Böyle zihinsel içeriklerin varlığını anlamlılık için bir zorunlu koşul olarak düşünsek bile, anlamı anlıkta var olan bir şey olarak görmek gereğinde değiliz. İletişim odağa alan bu geleneği, anlamı zihinselleştirmeden benimsiyorum. (s. 58)

Denkel’in anlamın zihinselleştirilmesini (diğer bir deyişle, anlamın zihinsel içeriklerle özdeşleştirilmesini) reddetmesi iki gerekçeye dayanıyor. Birincisi, zihinselci görüş, Denkel’e göre, iletişim maksadıyla kullanılan bir söylenimin nasıl olup da farklı kişiler için ortak bir anlama sahip olabildiğini, “anlamlı söylenimlerin nasıl oluştuklarını” (s. 47) açıklamıyor. Zihinselci görüşe göre, bir söylenimin anlamı, o söylenimi kullanan kişiye içrek bir düşüncedir. Bir kişinin düşüncesinin başka bir kişiye iletimi olarak dilsel iletişimin gerçekleştirilmesi, iletişim kuran kişilerin bir söylenime aynı anlamı “bağlamasına” (s. 59) bağlıdır. Zihinselci görüş, “açıklamasını söylenim ve onunla iletilen düşünce arasında önceden var olan bir bağlantıya” (s. 50, italikler bana ait) dayandırıyor ve bu bağlantının hangi temeller üzerinde yükseldiği, nasıl olup da farklı kişilerin bir söylenime kendisi içrek olan aynı düşünceyi “bağdaştırdıkları” (s. 50) sorularını yanıtsız bırakıyor. İkincisi, Denkel’e göre, “eğer anlamı söylenimlerden içrek olan bir düşünceyi bir başkasına iletmek amacıyla yararlanacaksak, bu anlamların içerekliği aşan şeyler olmaları gerek[ir]” (s. 43). İçrek olan düşüncenin iletimi olarak dilsel iletişim, söylenimlerin anlamlarının “herkesçe erişilebilir şeyler olmalarını” (s. 51) gerektirir; aksi durumda, iletişim olanaksız hale gelir.

Willard Van Orman Quine (1908-2000)

Denkel’in anlayışına göre, zihinselci ve nesnelci görüşlerin nihai değerlendirmesinde karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: Zihinselci görüşün “anlamın zihinsel bir boyutu olduğu” iddiası doğru iken nesnelci görüş ise “anlamın herkesçe erişilebilir olması gerektiği” konusunda haklıdır. Dolayısıyla, Denkel kendi kuramını, anlama dair bu iki koşulu (“zihinsel boyuta sahip olma” ve “herkesçe erişilebilir olma”) yerine getirme niyetiyle inşa eder. Denkel, bu iki koşulu yerine getirmek üzere tasarlanmış anlam kuramını aşağıdaki şekilde özetler:

İletişimde ortaya konulan söylenimi bir tip olarak düşünelim. Bu bir olayın, nesnenin, ya da durumun tipi olacaktır. Canlılar olarak, onu algılayıp, bu algıdan kendisiyle bağlantılı bir başka olay, nesne ya da durumun tipini çıkarsıyoruz. Bizim iletişimi başarılı olarak gerçekleştirmemiz, işte böyle tipler arası bağlantının sayesinde. Bir nesne ya da durumu böyle bir genel bağlantı çerçevesinde kavramamız koşuluyla, ondan çıkarsadığımız düşünceye anlam, onun kendisine de taşıyıcı, im ya da söylenim diyoruz. (s. 40, italikler orijinal)

Denkel’e göre, anlamın herkesçe erişilebilir olma koşulu im ya da söylenim ile anlam arasındaki bağlantının kişiye içrek olmaması ile sağlanırken anlamın zihinsel boyuta sahip oluşu koşulu anlamın başarılı bir iletişimde çıkarımı yapılan düşünce ile içerik bakımından özdeş olması durumu ile gerçekleşir. Denkel şöyle yazar:

Anlam bir düşünce değildir; anlam düşünceye içerik olan ve herkesin gözlemine açık, gerçek bir olgudur. (s. 54)

Anlam, tek tek kişilerden bağımsız olarak var olan, dışsal bağlantılar sayesinde gerçekleşir (Dışsal Bağlantı İddiası); bunun yanında, anlam başarılı iletişim durumunda kişiye içrek düşünce ile içerik bakımından özdeştir (Zihinsel Boyut İddiası). Aşağıda bu iki iddianın tutarlılığı konusunda Denkel’in anlam kuramını eleştireceğim, fakat bundan önce, her ikisini de daha yakından incelemekte fayda var.

II

Denkel’in anlamlılığın temeli olduğunu iddia ettiği dışsal bağlantılar ne türden ilişkilerdir? Öncelikle, Denkel’in “doğal belirtiler alanına ilişkin anlam önermeleri” (s. 100) olarak adlandırdığı önermeler ile başlayalım. Örneğin, “Bu vahanın varlığı burada su bulunduğu anlamına geliyor” (s. 88) gibi bir anlam önermesi alalım. Denkel’e göre, bu önermeyi doğru kılan şey, söz konusu iki tip durum (bir vahanın bir yerde varoluşu ve o yerde su bulunması) arasında tek tek kişilerden bağımsız olarak bulunan, “nesnel”, “doğal”, “fiziksel” bağlantıların bulunmasıdır. Diğer bir deyişle, bir vahanın bir yerde varoluşu o yerde su bulunmasının doğal sonucu ya da belirtisi olduğu içindir ki  “Bu vahanın varlığı burada su bulunduğu anlamına geliyor” önermesi doğrudur. Bu tip bir anlam önermesinin doğruluğu doğadaki fiziksel olarak zorunlu bağlantılar tarafından belirleniyor.

Bunun yanında, Denkel’e göre, doğal belirtiler alanına ilişkin anlamlılık türü dışında, “fiziksel zorunluluk gücü taşımayan bir nesnel bağlılaşıma” (s. 100) dayanan başka anlamlılık türleri mevcuttur. Bunlardan biri, “hayvansal iletişimde ortaya çıkan” (s. 100) anlamlılık türüdür. “Bu kedinin dikleşen tüyleri, onun korktuğu anlamına geliyor” önermesini alalım. Bir kedinin tüylerinin dikleşmesi ile o kedinin korkmuş olması arasında “nesnel” ya da “olgusal” bir bağlılaşım bulunmasına karşın bu bağlılaşımın gücü (s. 101) fiziksel zorunluluk düzeyinde değildir. “Vaha ile su arasındaki ilişki,” diye yazar Denkel, “örneğin ürperme ve korku arasında bulunandan çok daha sıkı. Hayvansal iletişim bağlamında da, [im] ve [anlam] arasında olguya ve nesnelliğe dayanan bir ilişki var; fakat bu, doğal belirtilerde gözlemlediğimiz ölçüde güçlü değil” (s. 98). Çünkü tüyleri dikleştiği halde korkmamış bir kedinin var oluşu fiziksel bir olanaksızlık içermiyor:

Kendisine adrenalin iğnesi yapılan bir kedinin tüyleri, korkutulmadığı halde dikleşecek, kediyi bu durumda gören insanlar ve başka kediler, onun korktuğunu sanıp aldanabilecekler (s. 90).[5]

Hayvansal iletişime ait anlam önermelerini doğru kılan bağlılaşımın gücünün her durumda aynı olması gerekmez. Kedinin dikleşen tüyleri ile onun korkmuş olmasına ilişkin anlam önermesi kedinin ruhsal durumuna ilişkin bir anlam önermesidir. Bunun yanında, örneğin, “Şu vervet maymunun haykırışı, bir kartalın ona saldırıya geçtiği anlamına geliyor” (s. 89) önermesi ise çevreye özgü bir koşulun iletilmesine araç olan anlamlılığı dile getirir. Denkel’e göre, “hayvanların kimi dış koşullara tepki olarak ortaya koydukları davranışları temellendiren süreçler, [kendi ruhsal durumlarına gösterdikleri tepkilere] göre çok daha uzun ve zayıf nedensel zincirlerden oluştururlar” (s. 101). Bundan dolayı, bir vervet maymunun haykırışı ile bir kartalın ona saldırıya geçmiş olması arasındaki bağlantı, kedinin dikleşen tüyleri ile onun korkmuş olmasına ilişkin bağlantıya nazaran daha zayıftır.

Bunun yanında, yapay iletişim[6] alanına giren anlam önermelerini doğru kılan bağlılaşım türünün gücü ise önceki iki anlamlılık türüne ait önermeleri doğru kılan bağlılaşım türlerinin gücüne nazaran daha da zayıftır. Yapay anlamlılık söz konusu olduğunda im ile anlam arasında ancak “öznelerarası” (s. 123) bir bağlantıdan söz edilebilir. Bir yemeğin lezzetine ilişkin olumsuz bir yargıyı dile getirmek için ortaya konabilecek aşağıdaki iki davranış biçimini yapay anlamlılık örneklerimiz olarak alalım: (a) “Bu yediğim berbat bir şey” demek, (b) yumruğunu sıkıp başparmağını aşağı çevirerek bir iki kez sallamak (s. 127). Denkel’e göre, her ikisi de “yaklaşık olarak…aynı anlama [yani, “tattığı yemeği kötü bulduğu” anlamına] geliyor” (s. 127) iken (a) “dilsel bir söylenim”, (b) ise “dil-dışı uzlaşımsal bir söylenim” konumunda. Dolayısıyla, (b) söylenimi ile ifade ettiği anlamı bağlayan şey “uzlaşımsal” (s. 132) iken (a) söylenimi ile ifade ettiği anlamı bağlayan şey “dilsel” (s. 133) bir bağlantıdır.[7]

Denkel’e göre, “anlam türleri dereceli olarak sıralanan bir çokluk görünümü sunuyor” (s. 91). Söz konusu derecelendirme ise im ile anlam arasındaki bağlantının gücü ile belirleniyor.[8] Denkel’in anlam kuramı açısından temel önemdeki önerme, her anlamlılık türünde (doğal/fiziksel, hayvansal ve yapay) im ile anlam arasında tek tek kişilerden bağımsız bir bağlantının bulunmasıdır. “Anlamlılıktan söz edebilmek için,” diye yazar Denkel, “söylenimin belli durum ya da olgularla, onların düşüncesini söylenimin algısından çıkarsamayı olanaklı kılacak şekilde, bir bağlantı içinde olması gerekir” (s. 133). Denkel’e göre, zihinselci görüşün yanıtsız bıraktığı önemli soru şudur: “Algıladığı söylenimden bir düşünce çıkarsayan birey, bunu nasıl bir bağlantıya dayanarak gerçekleştiriyor?” (s. 54) Denkel, dereceli olarak sıralanan ama her aşamada tek tek kişilerden bağımsız olarak bulunan bir bağlantıya yaslanan anlamlılık türlerine ilişkin kendi kuramını bu soruyu yanıtlayacak şekilde tasarlar.

Böyle bir bağlantıyla bağlanan öğelerden biri (doğal ya da yapay) bir söylenim olarak algılandığında, bağlantının öbür öğesi ilkinin anlamı olarak kavranıyor; dinleyenin anlığında öbürünün düşüncesi oluşuyor. Örneğin duman gören biri, anlığında dumanla nedensel olarak bağlantılı olan ateşin düşüncesini oluşturacaktır. Duman, orada ateş bulunduğu anlamına gelecektir. Öte yandan, bu bağlantıyı iletişim amacıyla kullanmak isteyen bir kimse, bir biçimde duman üreterek karşısındakine ateşle ilgili bir düşünce oluşturabilecektir. (s. 54-5)

Duman ve ateş arasında tek tek kişilerden bağımsız, nesnel (ve bu durumda nedensel) bir bağlantı bulunması aşağıdaki iki durumu aynı anda açıklar:

  • “Bu dumanın varlığı, burada ateş bulunduğu anlamına gelmektedir” anlam önermesi doğrudur.
  • Bir kişi duman üreterek başka bir kişinin zihninde ateş düşüncesi oluşturabilir.

Denkel’e göre, bir imin hangi anlama geldiği tek tek kişilerden bağımsız olarak bulunan bağlantılara dayanır. Bir iletişim ortamında, bir kişi bir imi kullanarak başka bir kişinin zihninde bir düşünce oluşturabilir. Başarılı bir iletişim durumunda ise imin anlamı ile kişinin zihninde oluşan düşünce “varlık olarak” olmasa bile “içerik olarak” (s. 42) aynıdır.[9]

Denkel’in anlam kuramının zihinselci ve nesnelci anlam görüşlerin ne türden bir sentezi olduğu artık daha açık olarak ortaya konulabilir. Zihinselci görüş, anlam ile düşünce arasında kavramsal bir ilişki olduğu ve başarılı bir iletişimin bir kişiden diğer bir kişiye düşünce iletimi olduğu konularında haklıdır. Fakat zihinselci görüş, anlamı düşünce ile “varlık olarak” aynı kılarak başarılı iletişimin gerçekleşme koşullarını ortadan kaldırır. Bunun yanında, nesnelci görüş, anlam ile tek tek kişilerden bağımsız bağlantılar arasında kavramsal bir ilişki olduğu konusunda haklıdır. Fakat nesnelci görüşün anlam açıklamasında kişiye içrek düşüncenin hiçbir rol oynamaması ciddi bir hatadır. Denkel’e göre, anlam dışsal bağlantılar ile belirlenir ama başarılı iletişim durumunda bir kişiden başka bir kişiye aktarılan düşünce ile “içerik olarak” özdeştir.

III

Denkel’in anlam kuramına yönelteceğim temel eleştiri şudur: Anlam dışsal bağlantılar ile belirleniyor ise bir imin anlamı ile o imi kullanarak başarılı bir şekilde iletilen bir düşüncenin içerik olarak aynı olması gerekmez. Denkel, bir imin anlamının içerik olarak belirlenmesinde iki temel ölçüt saptar: O imin “dışsal bağlantıları” ve o imin “başarılı iletişimde kullanılması ile iletilen düşünce”. Denkel, bu iki ölçütün her durumda aynı sonucu vereceğini varsayar. Hâlbuki bu varsayımın doğru olduğunu düşünmek için bir gerekçe yoktur.

Kişiler arasındaki dilsel iletişimin başarısı, bu kişilere içrek olan düşüncelerin dilsel söylenimler vasıtasıyla birinden diğerine aktarılmasındadır. Denkel’in anladığı haliyle başarılı iletişim, düşüncelerin başarılı bir biçimde iletilmesidir. Şimdi, X gibi bir söylenim alalım. X söyleniminin “dışsal bağlantılar” aracılığı ile belirlenen anlamı R olsun. X söyleniminin A kişisinin zihninde S düşüncesine tekabül ettiğini ve A kişisinin X söylenimi üreterek B kişisinin zihninde S düşüncesi oluşturduğunu varsayalım. Bu durumda, A ve B kişisi arasında “başarılı bir iletişim” gerçekleşmiş olacak. Fakat başarılı iletişimin gerçekleştiği bu durumda, R ile S’nin içerik bakımından özdeş olması gerekmez.

‘Yeşil’ sözcüğünün dışsal bağlantılarla belirlenmiş anlamının yeşil niteliği olduğunu kabul edelim. Şimdi, birbirinden habersiz olarak kırmızı-yeşil renk körü olan iki kişi düşünelim. Bu iki kişi de “yeşil” sözcüğünü birbirleri ve toplumun geri kalanıyla tutarlı bir şekilde aynı nesnelere ve doğru bir şekilde uygularken ikisinin de yeşil nesnelere baktığında, başka herkesin kırmızı nesneleri duyumlarken edindiği türdeki bir düşünce (deneysel içerik) edindiğini varsayalım. Bu düşüncelerin içrek olmasından ötürü bu kişilerin düşüncelerini birbirleriyle ya da toplumun geri kalanıyla karşılaştırmaları mümkün değil. Bundan ötürü, bu kişiler toplumun geri kalanıyla yaşadıkları kırmızı-yeşil renk tersliğinin hiçbir zaman farkına varamıyorlar. Şimdi, bu kişilerden birinin önündeki bitkiyi göstererek ‘Yeşil!’ söylenimi ürettiğini, diğer kişinin de bu söylenimi işittiğini ve bundan kırmızı düşüncesini ürettiğini, bu şekilde bu iki kişi arasında başarılı bir dilsel iletişimin gerçekleştiğini düşünelim. Bu örnekte açıkça görüldüğü üzere, ‘yeşil’ sözcüğünün anlamı yeşil niteliğine tekabül ederken o sözcüğü kullanarak başarılı bir şekilde iletişimde bulunan iki kişinin ortak düşüncesi kırmızı olabilmektedir. Dolayısıyla, bir imin anlamı ile o imi kullanarak başarılı bir şekilde iletilen düşüncenin içerik olarak aynı olması gerekmez.

Yukarıdaki örnekten çıkarılacak genel bir ders şudur: İki kişinin bir imin dışsal bağlantılarla belirlenmiş anlamına dair aynı yanılgıya düştüğü durumlarda o imin anlamı ile bu kişilerin o imi kullanarak birbirlerine ilettikleri düşünce içerik olarak farklı olabilir. Bir başka örnek olarak, ‘astroloji’ kelimesinin anlamına dair aynı yanılgı içinde olan iki kişi düşünelim. Bu kişilerin bu kelime ile bağdaştırdıkları düşünce, ‘astronomi’ kelimesinin anlamı ile içerik olarak aynı olsun. Bu durumda, bu iki kişi ‘astroloji’ kelimesini kullanarak başarılı bir iletişimde bulunabilirler, fakat iletilen düşünce (astronomi) ile anlam (astroloji) içerik olarak farklı olacaktır. Dolayısıyla, Denkel’in savunduğunun aksine, bir im ile aynı düşünceyi bağdaştıran iki kişi o imi kullanarak başarılı bir iletişimde bulunabilir fakat o düşünce ile o imin dışsal bağlantılarla belirlenmiş anlamı içerik olarak aynı olması gerekmez.

Denkel’in anlam kuramına karşı yukarıda sunduğum tipteki örnekler, bir araştırma nesnesinin belirlenmesi konusunda kavramsal olarak birbirinden bağımsız iki ayrı ölçütü aynı anda benimseyen tüm kuramlara karşı geliştirilebilir. Anlam kuramından zihin kuramına geçip şu soruyu soralım: Bir zihinsel durumu o zihinsel durum kılan nitelik nedir? Örneğin, acı içinde bulunma durumunun temel niteliği nedir? Bu konuda, anlam kuramında başat rol oynayan nesnelci ve zihinselci görüşlere paralel olarak, iki ayrı görüş saptayabiliriz. İşlevselci görüşe göre, bir zihinsel durumun temel niteliği o zihinsel durumun başka zihinsel ve bedensel durumlarla içinde bulunduğu nedensel ilişkiler ile belirlenmelidir. Fenomenalist (phenomenalist) görüşe göre ise bir zihinsel durumun temel niteliği o zihinsel durumun ilgili özne tarafından nasıl hissedildiği ile belirlenmelidir. İyi bilindiği üzere, bu iki ölçüt (“nedensel ilişkiler” ve “öznenin hissiyatı”) her durumda aynı sonucu vermez (örneğin, acı hisseden bir kişinin içinde bulunduğu zihinsel durum işlevselci görüşün acı durumu ile ilişkilendirdiği nedensel ilişkiler yapısını sergilemeyebilir). Denkel’in anlam kuramının karşılaştığı sorun, işlevselci ve fenomenalist ölçütlerin her durumda aynı sonucu vereceğini varsayan bir zihin kuramının karşılaştığı sorun ile yapısal olarak aynıdır.

Denkel, anlam kuramının yanıtlaması gereken temel soruyu açıklıkla saptar: Anlam nasıl olur da hem zihinsel/içrek niteliği olan hem de nesnel/dışsal niteliği olan bir tür varlık kategorisi olabilir? Denkel, bu iki nitelikten sadece biri dolayısıyla anlamı açıklamaya çalışan kuramları (zihinselci ve nesnelci kuramlar) yetersiz bulur. Denkel’in anlam kuramına göre, anlam kişiye içrek düşünce değildir ama başarılı iletişim durumunda anlam ile aktarılan düşünce “içerik olarak” özdeş olmalıdır. Denkel bu şekilde zihinselci ve nesnelci anlam kuramlarının bir sentezini sunduğunu düşünür. Fakat ne yazık ki, yukarıda sunduğum gerekçelerden ötürü, bu etkileyici sentez fikri hatalıdır.

IV

Bu yazıda Denkel’in kendi olgun anlam kuramını sunduğu Anlam ve Nedensellik adlı önemli eserinin iki temel tezinin ayrıntılı bir serimini ve eleştirel bir değerlendirmesini vermeyi amaçladım. Denkel, eserinde mevcut anlam kuramlarına ilişkin kavramsal/felsefi haritayı oldukça etkili bir biçimde ortaya sermekte ve iki ana görüş olarak saptadığı zihinselci ve nesnelci görüşler arasında bir sentez olmayı amaçlayan melez bir kuram önermektedir. Denkel’in kuramının temel hedefi, anlamın “zihinsel bir boyutu” olduğu iddiasını anlamın “nesnel boyutu” olduğu iddiası ile tutarlı bir biçimde barıştırabilmektir. Yukarıdaki sunduğum gerekçelerden ötürü Denkel’in kuramının bu hedefe ne derece başarıyla ulaştığı tartışamaya açık olsa dahi, bu durum Denkel’in kitabının Türk dil felsefesi içindeki ayrıcalıklı konumunu zedelemez.


Dipnotlar

  • [1] Bu makaledeki tüm referanslar, aksi belirtilmediği durumda, Denkel (1996)’ya aittir.
  • [2] Denkel, kitabının önemli bir bölümünde, düşünce kavramını inanç, niyet, ide, duygulanım gibi zihinsel durumları içerek biçimde geniş olarak kullanıyor. Bu makalede de, düşünce kavramını bu şekilde geniş olarak kullanacağım.
  • [3] Bu konuda Denkel ayrıca şunları yazar: “Düşünen varlıkların bulunmadığı bir dünyada anlamalar da var olmayacak, en azından böyle bir dünyadaki şeyler ne “anlamlı”, ne de “anlam” olarak yorumlanamayacaktır” (s. 27); “Onları algılayan yaratıkların bulunmadığı yerlerdeki vahalar, suyun varlığının doğal sonuçları ya da belirtileri olmalarına karşın, orada su bulunduğu anlamına gelmeyecekler. Benzer olarak, korku, tüy dikleşmesine neden olsa da, onu algılayabilen varlıkların bulunmadığı bir ortamda gerçekleşen tüy dikleşmesi, kedinin korktuğu anlamını taşımayacak” (s. 125, italikler orijinal).
  • [4] Denkel, söylenim kavramını ve im ile söylenim kavramları arasındaki ilişkiyi şu şekilde açıklıyor: “Söylenim kavramının kapsamı, tümcelerle bildirim yapmaktan, örneğin göz kırpmaya, havlamaktan kadeh kaldırmaya, tüy dikleşmesinden yüz kızarmasına kadar, iletişime yarayan her türlü aracı kapsayan geniş bir yelpazeye yayılıyor” (s. 59); “Anlam taşıyan her söylenim (utterance) bir imdir (sign). İmler söylenimlerden daha geniş bir öbek oluşturuyorlar, çünkü iletişim dışındaki bir anlamlılıktan da söz edebiliyoruz” (s. 39).
  • [5] Denkel bu konuda ayrıca şunları yazar: “Hayvansal iletişimdeki anlamlılık olgusal ve bu ölçüde de doğal; ancak burada anlam ve söylenim belirlenim ölçüsündeki güçlü bir biçimde bağlı değiller. İletişim bağlamında, aynı türdeki etkilerin normal yolların dışındaki nedensel zincirler üzerinden meydana getirilebilmeleri olanağı var. Çünkü hayvan tepkileri kendi nedenlerine daha uzun, dolayısıyla da daha kolayca kesilebilen süreçlerle bağlanıyorlar. Normal olarak ürpermenin nedeni korku olsa da, be genellik bir belirlenim gücü taşımıyor. Aynı etki, nedensel süreç ortasından kesilerek, yani ürperme tepkisi korku nedenine bağlanmadan, bir kimyasal madde aracılığı gibi kestirme yollardan da elde edilebiliyor” (s. 100, italikler bana ait).
  • [6] “”Yapay” nitelenimiyle hemen yalnızca insanlarda görebildiğimiz, bir yandan dilsel ve uzlaşımsal olabilirken, öbür yandan uzlaşım-dışı da olabilen iletişim biçimlerini kastediyorum” (s. 46).
  • [7] Denkel, genel olarak “uzlaşımsal” bağlantı ve özel olarak ise uzlaşımsal bağlantının bir türü olarak gördüğü “dilsel” bağlantı konusunda ayrıntılı bir açıklama geliştirmiyor. Her ne kadar bu eksiklik kuramsal bütünlük açısından önemli bir sorun teşkil etse de bu yazı çerçevesinde bu sorunu bir kenara bırakıyorum.
  • [8] Anlam türlerinin dereceli olarak sıralanması düşüncesi, bu yazıda tartışma dışı bıraktığım Denkel’in Anlamın Evrimi İddiası’nın temelini oluşturmaktadır.
  • [9] İki ayrı dildeki aynı anlama gelen iki ayrı kelime, “varlık olarak” olmasa bile “içerik olarak” aynıdır. Benzer şekilde, Denkel’e göre, bir düşünce ile bir imin anlamı “varlık olarak” olmasa bile “içerik olarak” aynı olabilir. Denkel’e göre, anlam bir düşünce değildir, ama düşünceye içerik olabilen dışsal bir olgudur.

Kaynakça

  • Denkel, A. (1996) Anlam ve Nedensellik, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
  • Locke, J. (1992) İnsan Anlığı Üzerine bir Deneme (ilk yayımlanışı: 1696), Türkçesi: Vehbi Hacıkadiroğlu, İstanbul: Ara Yayıncılık.

Site Editörleri: Zeynep Vuslat Yekdaneh & Taner Beyter

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Muğlaklık – Darren Hibbs

Sonraki Gönderi

Quine ve Semantik Belirsizlik – Erhan Demircioğlu

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü