Felsefe Tarihine Karşı – Michael Huemer

Önceki iki gönderimde sırasıyla Kıta felsefesine ve Analitik felsefeye saldırmıştım. Lakin halen rencide olmamış bazı felsefeciler var, o yüzden şimdi insanların felsefe bölümlerinde yaptığı üçüncü ana işe saldırma zamanım: felsefe tarihi. Neden felsefe tarihi alıyoruz anlamıyorum. Yıllar boyunca felsefe tarihi üzerine çok sayıda ders aldım ve epey bir ders dinledim ve zaman zaman bu soruyu dile getirdim, fakat kimse bana neden böyle bir alanımız olduğunu anlatmadı.

/
2301 Okunma
Okunma süresi: 9 Dakika

1. Felsefe Tarihi Nedir?

Beni yanlış anlamayın. Neden tarihi figürler hakkında okuduğumuzu ve onları derslerimizde işlediğimizi anlıyorum—çünkü geçmişin meşhur filozofları genellikle ilgi çekicidirler ve bugün hala sıklıkla tartışılan görüşlerin çok önemli kabul görmüş formülasyonlarını vermişlerdir. Aynı zamanda çok geniş bir kapsamları ve çoğu çağdaş çalışmada eksik olan bir atılganlıkları var.

Anlamadığım şey felsefe tarihini neden akademik felsefenin bir alanı olarak aldığımız. Bilmeyenler için, İngilizce konuşulan dünyada tüm kariyerlerini felsefe tarihindeki belirli bir dönemi (hemen her zaman Batı felsefesi dahilinde) ve bazen sadece tek bir filozofu araştırmaya adamış felsefeciler var.

Bu araştırmacılar ne bulmaya çalışıyorlar? Unutulmuş yahut kaybolmuş yazıları mı arıyorlar? Belirli fikirlerin tarihsel kökenlerini ve onların çağlar boyunca nasıl geliştiğini mi bulmaya çalışıyorlar? Veya belki tarihi figürlerin savunduğu belirli fikirlerin doğru veya yanlış olduğunu mu anlamaya çalışıyorlar?

Hayır, alakası yok. Bunlardan hiçbiri değil. Felsefe tarihindeki araştırmacılar esasen şöyle yapıyorlar: kabul görmüş belirli birtakım büyük figürler tarafından yazılmış, uzun zamandır elimizde olan belli başlı kitaplar var. Belirli bir filozofun kitaplarını okuyorsun. Sonra o kitapların birinden belirli bir pasajı seçiyorsun ve o pasajın ne anlama geldiğini başkalarıyla tartışıyorsun. Argümanlarını oluştururken o filozofun söylediği başka şeylere atıfta bulunuyorsun. Bunun yanı sıra büyük figürün daha az sayıda ya da daha az feci hatalar yaptığına işaret ettiği için kendi yorumunun başka bir yorumdan “daha müşfik” olduğunu iddia ediyorsun.

Yapmayı umduğun en fazla büyük filozofun kelimelerini yorumlamanın sarsıcı yeni bir yolunu bulmak ve bunun daha önce kimse tarafından düşünülmemiş olmasına rağmen şaşırtıcı derecede savunulabilir çıkması. Hele bu felsefecinin söylemekle meşhur olduğu şeylerden birini söylediğini reddedersen bilhassa eğlenceli olur. Bir şekilde Kant’ın aslında bir sonuççu olduğunu savunabilsen harika olmaz mıydı mesela? *

* Kant cidden bir sonuççu olabilir—iyi niyetin meyledilen herhangi bir nesneden anlamı itibariyle daha üstün (sonsuz derecede daha değerli) olduğunu düşünen garip bir sonuççu.

2. Felsefe Tarihi ne Tarih ne de Felsefe’dir

Şimdi varsayalım gerçekten iyi bir felsefe tarihçisi var ve alanın standartlarına göre cidden müthiş bir iş çıkarıyor, aynı zamanda yaptığı iş tamamen doğru ve ikna edici. Burada başarılmış olan en fazla nedir?

Cevap: “Artık P filozofunun U derken ne anlatmak istediğini biliyoruz.” Bundan önce belki kimileri U’nun X anlamına geldiğini sanıyorlardı; şimdi aslında Y anlamına geldiğini biliyoruz.

Bunun felsefi açıdan bir önemi yok. Hala X’in mi Y’nin mi doğru olduğunu bilmiyoruz. Büyük felsefecinin Y olduğunu düşündüğü için, bunun en azından Y için bir ölçüde kanıt teşkil ettiğini düşünebilirsiniz. Fakat bu aşırı derecede zayıf bir kanıt olacaktır (büyük felsefecilerin hemen hemen tüm ana doktrinleri yanlıştır). Ayrıca meseleyi bu yoldan incelemek saçmadır. Y’ye inanmak için ne gibi felsefi nedenlerimiz olduğunu düşünmek çok daha iyi olacaktır.

Bu aynı zamanda tarihsel açıdan da asgari önem taşır. “Bu pasajı yazdığında bu kişinin aklından hangi düşünceler geçiyordu?” teknik olarak tarihsel bir sorudur. Fakat bu önemsiz bir sorudur, tarihteki herhangi önemli bir olayı anlamakla alakası yoktur. Örneğin, Aristo’nun Metafizik üçlemesinin doğru yorumuna ulaşsak Roma’nın neden düştüğünü anlayacak değiliz.

Söz konusu safi entelektüel tarih olsa dahi tarihsel açıdan önemli olan Aristo’nun onu okuyanlar tarafından nasıl anlaşıldığı, anladıkları şeyin Aristo’nun gerçekten söylediği şey olup olmadığıdır.

Özetle, felsefe tarihçileri önem arz etmeyen sorulara büyük miktarda enerji harcamaktadırlar.

Sorabilirsiniz ki bunun nesi yanlış? Tarihçiler en azından yaptıkları şeyi seviyor gibi görünüyorlar, yani onlar için yeterince ilgi çekici. Doğru. Fakat akıllı insanlar toplumda kıt bulunan bir kaynaktır. Sizin beyin gücünüzü önemsiz meselelere harcamanızda bir sıkıntı yok. Lakin toplumun size bunu yapmanız için para ödemek için hiçbir nedeni yok, hele ki beyin gücü harcanmasından yarar sağlayacağı önemli sorular varken.

3. Neden Felsefe Tarihimiz Var?

Öyleyse neden böyle bir akademik araştırma dalı var?

Çünkü araştırma odaklı felsefe bölümlerinde (tüm felsefe bölümlerindeki gibi) felsefe tarihi dersleri var. Bu dersleri öğretmesi için birini işe alacakları zaman felsefe tarihinde uzmanlaşmış birini almaları gerektiğini düşünüyorlar. Araştırma yapan bir okulda oldukları için alınan kişilerden ders vermenin yanında araştırma yapmaları da beklenir. Bu sebeple yukarıda anlattığım şeyleri yaparlar.

Bir çözüm: felsefe tarihi anlatması için aslında tarihçiye ihtiyacınız yok. Herhangi sıradan bir felsefeci felsefe tarihi öğretebilir, zira herhangi sıradan bir felsefeci verilen tarihi bir kişinin birkaç ana çalışmasını okuyabilir ve bunları lisans öğrencilerine yetecek kadar iyi anlatabilir. Felsefe tarihi araştırmacılarının tartıştığı daha karmaşık, incelikli yoruma dayalı mevzular lisans dersleri için uygun değildir. Tarih araştırmacıları bunu öğretmekte sıradan felsefecilerden daha kötü bile olabilirler, zira öğrencilere ağır gelecek küçük yoruma dayalı detaylarda kaybolarak onların kafalarını karıştırmaları daha muhtemeldir.

Diyeceğim şu, gidin herhangi bir felsefeciyi işe alın.

4. Felsefe Tarihini Zararlı Olduğu Durumlar

Dini Metinlerin Sorunu

Felsefe tarihine fazla odaklanmak zihne zararlıdır, aşırı dindar olmanın zihne zararlı olması gibi.

Dini metinlere odaklandıkları için, dindar kişiler kimi zaman gerçek dünyaya bakıp onu anlamaktan geri kalırlar. İncili, Kuran vs. kutsal bir metin olarak görürseniz tüm dünyayı onun babında anlamayı denemeniz ve dolayısıyla haddinden dar bir bakış açısına sahip olmanız mümkündür. Bununla beraber kuvvetle muhtemel bu kitap hatalar veya yanıltıcı pasajlar içerecek ve dindar kişi bu hatalara bahane bulmaya çalışırken yanlış inançlara varacaktır.

Felsefe tarihindeki önemli metinler tam olarak dini metinler gibi ele alınmaz. Fakat tam olarak onlardan farklı şekilde de ele alınmaz. Tarihçiler yaygın olarak seçtikleri tarihi figüre herhangi bir çağdaş figüre gösterilenden daha çok saygı ve itaat gösterirler, muhtemelen kimseye gösterilmemesi gereken kadar. O büyük filozofun hatalı yahut kilit bir felsefi noktada şaşırmış olduğunu kabul etmemek için ellerinden geleni yaparlar.

Hemen hemen tüm felsefeciler çoğunlukla hatalıdır. Lakin eğer bir felsefeciyi çalışmaya haddinden fazla zaman harcarsanız dünyayı onun fikirleri üzerinden algılamaya başladığınız bir çeşit folie a deux’ye sürüklenirsiniz. Çoğu felsefe tarihçisi kendi çalıştıkları felsefecinin temelde haklı olduğuna inanır (fakat çalışmalarından bunu savunmaktan ziyade yukarıda belirtildiği gibi tefsire odaklanırlar).

* Folie a Deux [ikili delilik (çev. notu)]

İlk bakışta, uzak geçmişten bir felsefecinin takipçisi olmak pek gerekli durmuyor (200 yıldan daha eskiler diyelim). Bunun bir sebebi bir bütün olarak insan bilgisi 200 yıl ve gerisindeki geçmişte tamamen farklı bir haldeydi. Çoğu büyük filozofun yazılarını yazdığı sırada bilim belli belirsiz mevcuttu. Felsefe dahi son iki yüzyılda müthiş bir gelişme kaydetti. Çağdaş felsefecilerin eski felsefecilerin eserlerine erişimin yanında daha titiz bir eğitim ve çok geniş, muhtelif ve aktif bir profesyonel felsefeciler kümesiyle verimli etkileşimlerde bulunma avantajları var.

Böyleyken, eğer ki felsefeniz temelde binlerce veya yüzlerce yıl önce yaşamış bir filozofunkine tekabül ediyorsa siz resmen diyorsunuz ki; “Ne o zamandan beri muazzam şekilde genişleyen insan bilgisinin ne de geçen yüzyıllarda bizzat felsefecilerin yaptığı çalışmaların felsefi önemi var”. “Felsefi meselelerde bunların hiçbiri bizi bilim öncesi çağda yaşayan bir adam kadar ileri götürmedi.” diyorsunuz.

Bence bu hiç ama hiç olası değil.

Lütfen Aristocu Olmayın

Bir örnek verecek olursam, bugün Aristo’nun takipçisi olan insanlar var. Bence bu çılgınlık. Aristo bugün yaşıyor olsaydı katiyen Aristocu olmazdı. Onu günümüz zamanına getirsek, çabucak modern bilimi öğrenmeye başlar, öğrendiklerine dayanarak modası geçmiş fikirlerine veda eder ve muhtemelen modern Aristoculara gülerdi.

Aristo tüm zamanların en büyük düşünürü olabilir. Fakat büyük, hatta en büyük düşünür olmak bile geçtiğimiz 2000 yılda birikmiş insan bilgisine erişimi olmak kadar önemli değildir. Bu yüzdendir ki Aristo’nun büyüklüğüne yaklaşamayacak günümüz düşünürlerin çalışmaları büyük ihtimalle Aristo’nunkilerden daha doğrudur. Aristo’nun felsefi yöntemi büyük oranda çoğunluğun ve bilgelerin fikirlerini uzlaştırmak üzerinedir. Ama elbette bunlar kendi zamanında yaşamış aşağı yukarı hiçbir şey bilmeyen insanların fikirlerine tekabül eder.

Biraz daha belirginleştirecek olursak, Aristo’nun felsefesi teleolojiyle doludur. Şeylerin içlerine yerleşik hedefleri ve işlevleri olmalıdır–sadece bilinçli varlıkların ve yapıların değil, doğadaki her şeyin. Bu düpedüz hatalı bir dünya kavrayışıdır. Eğer 2000 yıl öncesinde yaşıyorsanız böyle düşünmek aptalca değildir. Fakat bugün her türlü doğal fenomene dair detaylı ve titizlikle test edilmiş koca bir bilimsel açıklama öbeğimiz var. Doğal teleolojinin—herhangi bir bilinçli varlığın arzularından bağımsız olarak doğada var olan amaçlar ve ‘işlevler’in—buna en ufak bir katkısı yok.*

*Biliyorum, şimdi birileri doğal işlevlerin biyolojide ortaya çıktığını iddia eden bir yorum atacak. Lakin evrimsel işlevler Aristocu ‘teleo’lara eşdeğer değildir. Tüm biyolojik fenomenler mekanistik nedensellik ile açıklanabilir.

Yani hala doğal işlevlerden bahsediyorsanız bence bu hala dört bedensel salgının dengesizliğinden endişelenen bir doktorun yaptığına benziyor.

Metnin Dışına Bakın

Bana kalırsa felsefe tarihi yapmanın çekiciliğinin bir kısmı onun tecrit halinde olmasından kaynaklanıyor: kişi basitçe sırf A filozofunun metinlerinden oluşan dünyada dolaşabilir. Bu metinlerin hepsini okumanız mümkündür ve felsefeci ölmüş olduğundan asla daha fazlasının çıkmayacağını bilebilirsiniz. (Yine de kuşkusuz ikincil kaynakların fazlası gelecektir.)

Eğer sıradan bir felsefeciyseniz her yönden gelebilecek itirazları ve bulguları aklınızda bulundurmalısınız. Bir felsefeci, değinmeniz gereken tamamen yeni bir argüman ortaya koyabilir. Bir bilimsel gelişme (kendi alanınızda bile olması gerekmez!) teorilerinizden birine şüphe düşürebilir (tabii üzerine konuştuğunuz meseleleri dikkatle ‘safi kavramsal” olacak biçimde tanımlamadıysanız; bkz. önceki gönderi).

Tarihçiyseniz, tüm bunları dert etmenize gerek yok, zira siz herhangi bir felsefi tezin doğru olduğunu savunmuyorsunuz. Sadece bir felsefi tezin metinler tarafından desteklendiğini söylüyorsunuz.  Bu hayatı daha basit ve kolay kılıyor.

Fakat bu aynı zamanda felsefe tarihini zararlı olmasının nedeni. Çünkü insanlar felsefenin büyük soruları hakkında sahiden düşünmeliler. Ve onlar hakkında düşünürken gerçeği ilgilendiren pek çok farklı hususu göz önüne almaya açık şekilde düşünmeliyiz.

Mesela neyi yapmanın doğru olduğu hakkında düşünmeliyiz, Kant’ın neyi yapmanın doğru olduğunu söylediği hakkında değil; neyin gerçek olduğunu düşünmeliyiz, Platon’un neyin gerçek olduğunu söylediği hakkında değil.


Michael Huemer – Kaynak: https://fakenous.net/?p=1168, Erişim Tarihi: (04.01.2019)

Çevirmen: Zafer Kılıç

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Etik Olarak Hayvanların Acılarını Rahatlatmakla Yükümlüyüz – Steven Nadler

Sonraki Gönderi

Rasyonellik: Elster, Tilki ve Ekşi Üzümler – Taner Beyter

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü