Gıda Etiği: Yerelcillik (Locavore) Ahlaken Daha mı Doğru? – Taner Beyter

/
563 Okunma
Okunma süresi: 12 Dakika

Tümünün olmasa bile, birçok insan eyleminin ve tercihinin ahlaki bir bağlamı ve boyutu vardır. İnsanlar “ahlaki bağlam ve boyut” ifadesi ile karşılaştıklarında çoğunlukla kürtaj, ötanazi, adalet, hırsızlık gibi gayri ahlaki davranışlar vb şeyleri düşünmeye eğilimlidir. Fakat gıda ve tüketim tercihlerimizi de ahlaki bir zeminde ele almamız gerekiyor.

Tükettiğimiz bazı ürünler yüzlerce kilometre ötedeki bir şehirden hatta yurtdışından gelebilir. Sanırım çoğumuz online yemek siparişi uygulamalarında ithal muz, ithal pirinç gibi ürünleri ve bunların yerli muadillerini görmüşüzdür. Yerel bir ürün tüketimi yalnızca yufka, un, sebze, meyve veya mercimek gibi seçenekleri de içermez. Örneğin Macaristan’dan ithal edilen küçükbaş ve büyükbaş hayvanlar olduğunu da unutmamak gerekir. Hatta yabancı marka çikolata, kek, bisküvi gibi perakende ürünler de tarım ve hayvancılık ile elde edilen hammaddeye dayalıdır. Yani bir ürünün yerel olup olmaması söz konusu olduğunda ister paketini açtığınız bir ürün olsun isterseniz tabağınızda kaşık attığınız bir gıda, çok fazla tercih söz konusudur.

İyi ama bu meselenin ahlaki olarak ne gibi bir anlamı vardır?

Şayet bir davranışımız veya tercihimiz, ahlaken ilişkili başka birden sonuçlarla ilişkiyse, ahlaki bir kümenin nedensel olarak bağlantılı parçasıysa veya ahlaki topluluğumuzu ilgilendiriyorsa; o davranışı ahlaki veya gayrı ahlaki bir eylem olarak değerlendirmeye hakkımız olur. Tüm şartlar eşitken, aynı markanın aynı fiyattaki alacağınız üçlü pirizinin siyah mı yoksa beyaz mı olacağı bu anlamda ahlaki bir değerlendirmeyi hak etmeyebilir. Fakat alacağınız bir mercimek markasının yerli mi yoksa ithal mi olacağının ilk bakışta olmasa bile dolaylı olarak ahlaki bir boyutu olabilir.

Gıda etiğiyle ilişkili bir çok mesele aslında bizim kültürümüze yabancı değildir ve hem ahlaki hem de ekonomi-politik statüsü, kısmen “kermes” kısmen de “yerli malı” pratikleri ile sık sıkıya ilişkilidir.

Şimdi yerelcil olmayan ve yurtdışından ithal edilen bir gıda ürününü sürekli bir biçimde tercih etmenin ahlaken ilişkili olabilecek duraklarına bakalım:

  • Yurtdışından ithal edilen bazı ürünler ormansızlaşmayla ilişkili olabiliyor, ilgili ürüne yönelik yoğun talebi karşılamak isteyen üreticiler, bu ürünün bizatihi kendisi veya o ürünün üretilmesi için gerekli olan hammaddeyi temin etmek için bulundukları yerdeki ormanları kesebiliyorlar. Bu hem karbon ve su döngüsüne zarar veriyor hem de bu bölgeyi habitatları olarak benimseyen hayvanların yuvalarının yok olması anlamına geliyor. Tercih edeceğim ürün, ormansızlaşma, karbon ile su döngüsü ve biyoçeşitlilik için bir fark yaratır mı?
  • Yurtdışından ithal edilen bazı ürünlerin, satın alınan ülkelere ulaştırılması için çok fazla fosil yakıt kullanılabiliyor, ki bu da küresel iklim değişimi ve ekoloji için pek iyi değil. İngiltere’de 2002 yılında yapılan bir çalışma Tayland, Zambiya, İspanya, Zimbabve ve İtalya’dan taze fasulye, sultani bezelye, havuç ve tavuk gibi ürünlerin ithali ile yapılan tek bir yemek çeşidi için dağıtıcıların toplamda 39.210 km yol kat edebileceğini gösterdi. (Dünyanın çevresinin 40.075 km olduğunu unutmayın) Diğer yandan bu mevsim dışı alternatifler yerine yerli üretim olan lahana, yabani havuç gibi ürünlerle bu aynı yemek yapılmak istenseydi dağıtıcılar 605 km yol kat ederek bu işi halledebilirdi. Bilhassa bazı canlı hayvan ticaretlerinin hastalıkların yayılma hızının arttırabileceği düşünülüyor (Bununla ilgili yapılan bir çalışma için bakınız). İthal ürün ile yerel ürün arasında fosil yakıt tüketimi ve çevre dostu olma anlamında bir fark var mı?
  • Ucuz yurtdışı ürünleri ile rekabet edemeyen ve ürünlerini sürdürülebilir bir şekilde satamayarak belki de bundan ötürü işsiz kalan yerli üreticiler, niteliksiz işgücü yığınlarına dönüşüyor olabilir; bu durum örneğin ülkemizdeki üç harfli süpermarketlerde görüleceği gibi haftanın 6 günü günde 12 saat mesai ve yoğun mobbinge maruz kalarak çalışmak zorunda kalacakları örgütsüz emekçilere dönüştürülmelerini teşvik ediyor olabilir. Büyük süpermarketlerin meyve ve sebze gibi gıda ürünlerini yurtdışından ithal etmesinin yerli üreticiler üzerinde olumludan çok olumsuz bir baskı yarattığını düşünmek için sektör içerisindeki birçok olaya bakmak mümkün, rekabet edemeyen üreticiler gerek kendi üretim stratejilerinden hatalar gerek hükümetten gerekli desteği görememek gerekse rekabet edememelerine sebep olan diğer etmenlerden ötürü sektörden çekilmeye zorlanıyor olabilirler. Tercih edeceğim ürün kötü koşullarda çalışan yerli işçiler için fark yaratır mı?
  • İthal edilen ürünlerin üretildiği yerlerde çalışan işçiler için de durumun pek iç açıcı olmadığını düşünmek için güçlü gerekçelerimiz var. Endonezya, Malezya, Kamboçya, Vietnam gibi ülkelerdeki büyük emek piyasası işçi ücretlerinin belirlenmesinde düşük ücretlere mahkum oluyor olabilir. Tercih edeceğim ürün küresel emek piyasası açısından var olan eşitsizlikleri derinleştirmeye katkı sunuyor mu?
  • İthal edilen ürünlerin ciddi bir kısmı, özellikle gelişmekte olan ülkelerden ithal edilenler, hem üretim hem de dağıtım sürecini de göz önüne alarak ürünlerin tüketiciye daha sağlam görünümlü ulaştırılmasını sağlamak veya bozulmasını engellemek adına yoğun bir biçimde pestisit, herbisit ve antibiyotik kullanmaktadır. Gerek bu ülkelerin gerekse bizim ülkemizin ilgili mecralarının gıda güvenliği ile kar marjları arasındaki ilişki söz konusu olduğunda daha çok ilkini tercih etmediğine yönelik görece çok fazla örnek vardır. Tercih edeceğim ürün gıda güvenliği bağlamında yeterince şeffaf ve duyarlı mı?
  • Uluslarası gıda ticaretinin yoksul ve gelişmekte olan ülkelerin gelişimine anlamlı bir katkı sunmak bir yana onların yoksulluklarını derinleştirdiğine şüpheler var. Adil ticaret ile uluslarası rekabet koşulları düşünüldüğünde mesele çok daha komplike bir hal alabiliyor. Tercih edeceğim ürün adil ticaret meselesine bir şey ima ediyor mu?

Yerelcil Olmak Daha mı Doğru?

Bu ve benzeri birçok meselenin ahlaken mühim olduğunu düşünenler 2005 yılında kullanıma sokulan Locavore (Yerelcil) ifadesini önemseye başladı. Yerelciller, birbirlerinden farklı saiklerle olsa dahi, yerel üretim ürünlerini tercih etmeyi doğru buluyorlar. Peki Yerelcilik lehine ne gibi argümanlar sunulabilir?

1. Anonimleşmeye Karşı Anlamlı Sosyal İlişkiler Geliştirmek

Ekonomik ilişkilerimizin anonimleşmesi ciddi bir mesele gibi duruyor. Sırf daha ucuz olduğu için tanımadığımız insanların yönetiminde olduğu, tanımadığımız insanların çalıştığı, tanımadığımız insanlarca üretilen ve tanımadığımız insanlarca taşınan ürünleri tercih ediyor olabiliriz. Raftaki ürünü poşete attığımız ve süpermarketten çıkış yaptığımız an, özellikle büyük bir metropol veya şehirdeyseniz, büyük oranda anonim bir süreç söz konusudur. Fakat böyle olmak zorunda değil; yerelcil bir eğilim ile hareket ederek üretim, dağıtım ve satış sürecinde olabildiğince tanıdığımız yerel aktörler ile daha anlamlı iktisadi ilişkiler geliştirebiliriz. Anlamlı sosyal ilişkiler geliştirmek adına, tanışıklığımız olan veya tanışıklığımızı geliştirebileceğimiz kişilerden gıda alışverişi yapmak iyi bir yol olabilir.

İktisadi ilişkilerin anonimleşmesi, ahlaki duyarlılığımızın çeperini de daraltıyor olabilir. Yönetim kurulunda kimin olduğunu bilmenin yetmeyeceği bir ağın parçası olan süpermarket yöneticilerinin gayrı ahlaki bir çok eyleme girişmeye devam eden insanlar olabileceğini unutuyoruz. Anonimleşen ilişkiler, bu aktörlerin ahlaki sorumluluklarını da görünmez kılıyor olabilir. Fakat tanıdığım, hem fikir olmasak bile dünya görüşünü bir miktar bildiğim, çalışanlarına hak edişlerini ve haklarını verip vermediğinden haber olabileceğim, çevre duyarlılığı olan kişilerden oluşan şirketlerden alışveriş yapmak isteyebilirim. Anonimlik çoğu zaman ahlaki yanlışların görünür olmaması katkı sunar, ahlaki sorumlulukları teşvik etmez. Şayet tarihi geçmiş bir ürün veya hatalı bir ürün aldıysanız anonimleşen ilişkilerin teşvikiyle o ürünü süpermarkete iade etmenin ne kadar zor olduğunu bilirsiniz. Evimin yakınındaki süpermarketten aldığım ekmek ile mahallemdeki fırıncıdan aldığım ekmek arasında hem anlamlı sosyal ilişkiler hem de ahlaki sorumluluklar arasında ciddi bir fark var. Fırını bir aile işletiyor, un ve yufkayı aldıkları yerel üreticinin kimliğini şeffaf bir şekilde paylaştılar, gıda güvenliğine dair sorduğum soruları bir “saldırı” olarak algılamadılar. Bir süre fırına uğramadığımda iyi olup olmadığımı hasta olduğumu düşündüklerini söylediler. Şayet üzerimde nakit almayı unuttuysan “daha sonra ödersin hiç mühim değil” deme insiyatifini gösterdiler. Zincir süpermarkette çalışanlar çok yoğun mobbinge maruz kaldıkları için mutsuz görünüyorlar, tarihi geçmiş ürün ve iadeler nedeniyle üstleri tarafından hakarete maruz kaldıklarını söylüyorlar, hak edişlerini asla alamadıklarını yerlerine başka işçi alınabileceği tehdidiyle karşılaştıklarını biliyorum. Binlerce farklı ürün sattıkları göz önüne alındığında satılan ekmek gibi ürünlerin üretim ve dağıtımı hakkında yeterince bilgileri yok ve müşterilerden maruz kaldıkları kötü davranışlardan ötürü duyarsızlaşmışlar gibi duruyor. Elbette burada çizdiğim manzara tüm zincir süpermarketler ve tüm aile işletmesi fırınlar için geçerli değil, fakat ortada meselenin doğası gereği aile işletmesi fırın güvenilir ise oradan alışveriş yapmaya yönelik anlamlı bir örüntü var gibi duruyor. Ayrıca zincir süpermarketlerde o kadar yoğun işten çıkarma veya istifa oluyor ki, bu türden anlamlı sosyal ilişkilerin gelişmesi zor görünüyor. Benzer bir kıyaslamayı sebze-meyve için mahalle manavı ile zincir süpermarket arasında da kurabilirsiniz.

2. Yerel İktisadi İlişkileri Güçlendirmek

Yerel ürünleri satan yerel satıcılardan gıda alışverişi yapmak, paranın yerel dolaşımını bir miktar teşvik edebilir. Tükettiğimiz gıdaları üreten kişilerle tanışabilmek güvene dayalı bir ilişki kurmanın yanı sıra paranızın nereye gittiği hakkında ulusal veya uluslarası bir zincir süpermarkete kıyasla size daha fazla fikir verebilir. Satın alma tercihlerimizden etkilenen kişileri görebilmemizin ve paranın dolaşımı hakkında %100 olmasa bile bir miktar akıl yürütebilmemizi mümkün kılan ilişkiler daha anlamlı görünüyor. Zeytin, biber, turşu gibi ürünler satan yerel bir doğrudan üreticinin, çocuklarının üniversite eğitimi için paraya ihtiyacı olduğunu bilmek, diğer şartların çoğu eşitken alternatif çok uluslu zincir markete kıyasla daha tercih edilebilir olduğunu düşünüyorum. Fakat bu mesele elbette bu kadar basit değil ve alternatiflerin neler olduğuna göre mahiyeti değişebilir. Gıda tercihlerimiz yerel iktisadi ilişkileri desteklemeye kıyasla geri kalmış bölgelerdeki üreticilere daha çok fayda sağlayacaksa bu da tartışılabilir.

3. Ekoloji ve Çevre Etiği

Unutmamak gerekir ki yerel üretim her zaman çevre dostu olmak zorunda değildir. Mevsim dışında üretim yapmak isteyen seracılık faaliyeleri ile çok fazla kimyasal gübre ve koruyucu kullanan yerel üreticiler de ithal ürünler kadar çevreye zarar verebilirler. Bu noktada yine alternatiflere göre bir tercih yapmak gerekebilir ve böylesi bir yerel üretim modelini desteklememek adına alışveriş yapmama kararı alınabilir. Burada önemli olan noktalar dağıtım verimliliği ve bu verimliliğin ekolojiye duyarlılığı, ürünlerin depolanma maliyetleri, taşınırken ne kadar fosil yakıt maliyeti olduğu ve üretim sürecinde biyoçeşitliliğe, toprağa, suya ve atmosfere ciddi miktarda zarar verip vermediğidir. Örneğin bir zincir marketin kendi konserve turşu markası ile Çubuk’ta üretilen turşu bu başlıklar üzerinde kıyaslamak iyi bir yol olabilir.

Fakat gıda etiği meselesine herkes aynı noktadan yaklaşmıyor. Çünkü meseleyi kavrayışımızı belirleyen bazı faktörler var.

  • Sahip olduğumuz siyasi pozisyondan dolayı “adil ticaret” gibi meseleyi anlamsız buluyor veya yerli üreticilerin rekabet edememesini önemsemiyor olabilirsiniz.
  • İthal gıdaların ekolojik sonuçlarını merak etmiyor veya ormansızlaşma, fosil yakıt tüketimi, biyolojik çeşitliliği asli önemde meseleler olarak görmüyor olabilirsiniz.
  • Olgusal veriler meseleye yaklaşım biçimimizi etkilediği için bir yargıya varırken aceleci olmamız gerektiği gibi bir tür şüpheci tavrı benimsiyor olabilirsiniz.
  • Bu meselenin fazlası coğrafi bir belirleyiciliği olduğunu ve hangi yerleşim yerinde bulunduğumuza göre etik tercihlerimizin şekillenebileceğini iddia ediyor olabilirsiniz; ki buna biz de katılıyoruz.

Hiçbirimiz, hele gıda tercihleri gibi gündelik yaşam ritmimizin önemli bir bölümünde kendine yer bulan bir mesele konusuda dedektif gibi davranmak zorunda değiliz. Fakat bu meseleyi hiçbir ahlaki ve ekolojik içeriği olmayan bir konu olarak görüp reddetmek zorunda da değiliz. Gıda tercihlerimiz önemlidir ve ahlaki tartışmalarımızda kendine daha çok yer bulmalıdır. Ayrıca yerel gıda üreticilerinin azalışının elbette üretici ilişkilerinin gelişimi, otomasyon ve teknoloji ile çok yakından bir bağlantısı vardır. Fakat bu meseleye yalnızca daha kısa zamanda daha verimli gıda üretimi yapmanın ahlaken doğru olduğu gibi fazlasıyla kaba bir zemine indirgenemez. Diğer yandan evde yemek ile dışarda yemek arasında; vegan yemek ile navegan yemek arasında, işçi veya üreticiyi destekleyen ile desteklemeyenler arasında da tercih yapmanın ahlaki bir bağlamı vardır.

İnsanların gerçekleştirdikleri gıda tüketim tercihleri ve alışverişlerinin ahlaki bağlamdan kopuk salt bencil bir ekonomik davranış olduğunu neden kabul edebilim ki? Kaldı ki “salt bencil bir ekonomik davranış” tanımı bile ahlaki bir içeriğe sahiptir.

Gıda tercihleri konusunda Yerelcil olmak da mı doğru? Bu sorunun yanıtı nerede yaşadığınıza, sosyo-ekonomik koşullara ve hangi ürün söz konusu olduğuna göre değişebilir. Hatta hissedebilen hayvanlara çektirilen acılar da söz konusu olduğunda üzerine daha çok düşünmeyi gerektirebilir. Ben Ankara/Çankaya’da ikamet eden vejetaryen bir orta sınıf olarak bir çok gıda tercihinde Yerelci olmayı ahlaken daha doğru ve bu meseleye düşünmeyi de değerli buluyorum. Uluslarası ticaretin bir parçası olarak ithal avokado tercihinin olumsuz ekolojik ve iktisadi sonuçları göz önüne alındığında da bunu tercih etmiyorum.


  • Gıda üretim sürecine dair tüketici bilgi alma hakkına sahiptir. İlgili ürün üretilirken işçilerin hak edişlerini alıp alamadıkları, çocuk işçilerin çalıştırılıp çalıştırılmadığı gibi konularda bilgiler erişilebilir olmalıdır.
  • Gıdanın içerisindekilere dair bilgiler yanıltıcı olmamalı ve şeffaf bir şekilde belirtilmelidir. Gıdanın tam olarak ne türden bir içeriğe sahip olduğunu bilmeye herkesin hakkı vardır.
  • Gıdanın diğer maliyetlerine dair meselelerde göz önüne alınmalıdır. İlgili gıdanın israfı teşvik edip etmediği, karbon salınımından ne kadar sorumlu olduğu, çevresel bedelleri hakkındaki sonuçları göz önüne almalıyız.
  • Gıdanın önlenebilir sebeplerden ötürü hayvanlara gereksiz acı çektirip çektirmediğini değerlendirmeliyiz. Hayvanların acılarını ve durumlarını değerlendirmeye almamız gerekir.
  • Gıda üretimini yapan şirket hakkında bilgilere erişebilmeliyiz. İlgili şirket terörü destekliyorsa veya aktif politikanın içerisindeyse bunun gizlenmesi ahlaken doğru değildir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Çıktı: “An Introduction to the Problem of Meaning and Reference: from Frege to Grice”

Sonraki Gönderi

Analitik Felsefeye Kant’tan Bakmak – Prof. Dr. Ayhan Çitil & Berk Celayir

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü