Günlük Hayatta Ockham’ın Usturası – Mehmet Mirioğlu

//
866 Okunma
Okunma süresi: 8 Dakika

Felsefenin en ünlü prensiplerinden biri Ockham’ın Usturası ya da Basitlik Prensibi olarak bilinen “Gerekmedikçe işleri karmaşıklaştırma.” gibi basit bir cümleyle özetlenebilecek ilkelerden biridir. Aslına bakılırsa özellikle metafiziksel ve bilimsel sistemler inşa ederken filozoflar bu ilkeye oldukça başvurma eğilimindedir. Örneğin neden inançlı filozoflar çok sayıda tanrı değil de tek tanrıya inanma eğilimindedir? Çünkü tek tanrı çok tanrıdan daha basittir! Neden gördüğümüz şeylerin gerçekten var olduğuna inanma eğilimimiz var da aslında her şeyin bizi yaratan uzaylı varlıkların bir simülasyonu olduğuna inanmamayı tercih ediyoruz? (Buna inananlar elbette varlar, fakat genelde yaşam tarzları hiç de “bir simülasyonda yaşıyoruz” gibi değildir. Pratikte hiçbir fark yaratmayan bu inancın etkililiği üzerine tartışılabilir.) Çünkü her şeyin bir simülasyondan ibaret olması gördüğümüz şeylerin sadece var olduğunu iddia etmeye kıyasla o simülasyonu yapanların nasıl var olduğu, onların da bir simülasyonda bulunup bulunmadığı, bu simülasyona dair neden neredeyse hiçbir iz bulamadığımız gibi çok sayıda soruyu cevaplaması gerekmesi açısından daha karmaşıktır. Çoklu evren modelini kabul edenlerin sunduğu başat argümanlardan biri nedir? Elbette, neden spesifik olarak bu evrenin var da diğer sonsuz evrenin var olmadığının açıklamasının yapılması gerekiyorken “aslında mümkün olan her evren var” demenin çok daha basit bir açıklama olmasıdır.

Bilim ve felsefede bu tür argümanların sayısı oldukça arttırılabilir. Fakat şuna dikkat çekmek gerekir ki Ockham’ın Usturası uygulanan tek ilke değildir. Genelde bu ilke daha fazla şeyin açıklanmasını tercih eden “Açıklama Gücü İlkesi” diye adlandırabileceğimiz bir ilkeyle birlikte çalışır. Aslında filozofların derdi en basit olan açıklamayı değil, daha fazla şeyi en basit şekilde açıklayan ve açıklama gücüyle basitlik arasında denge kurabilen sistemi bulmaktır. Lakin bunun ayrıntıları bu yazının sınırlarını aşacağı için sadece bir uyarı olarak geçmek yeterli.

Bu yazıda “felsefe günlük hayatta ne işimize yarayacak ki?” sorusuna Ockham’ın Usturası temelinden kısa bir yanıt vermek istediğim için bu girizgahı yaptım. Zira aslında günlük hayatta en çok kullandığımız, fakat kullandığımızın farkında bile olmadığımız bir ilke aslında Ockham’ın usturası. Çoğu zaman işe yarıyor, ama oldukça ustalıkla kullanılması gerekiyor bana kalırsa. Yoksa aslında zarar verici de olma ihtimali de yüksek. Hem sosyal anlamda hem bireysel anlamda zarar verici olabilir. Temel iddiam şu: metafiziksel bir sistem oluştururken, ya da mekanik/biyolojik sistemlere dair günlük çıkarımlar yaparken bu ilke oldukça verimli olabilir, fakat söz konusu sosyal ve insanlar arası ilişkiler olduğunda bu ilkeye başvurmak bırakın hatalı olmayı tehlikeli bile olabilir.

Aslında en basit açıklamanın seçilmesi ilkesini günlük hayattaki tüm çıkarımlarda uyguluyoruz. Şu an benim yazdığım bu yazının, bilgisayarda rastgele tuşlara basarak oluşmadığına ya da ilkokuldaki yeğenimin benim adıma yazmadığına inanmanızın temel sebebi ilk açıklamanın daha basit olmasından başka bir şey değildir. Eşeğe benzeyen, eşek gibi ses çıkaran, eşek gibi hareket eden bir varlığa, yeleleri kesilmiş ve siyaha boyanmış bir zebra demememizin sebebi de Ockham’ın usturasıdır. Bu açıdan basitlik prensini aslında günlük hayattaki çok şeye uyarlanabiliyor. Beynimiz bir çıkarım yapma makinesi ve biz farkına bile varmadan sayısız çıkarım yapıyor. O yapılan şeyin çıkarım olduğunu idrak etmesek bile bunu yapıyor ve çoğu zaman bu prensini kullanıyor. Yan odadan gelen insan sesini kulağınız algıladığında onun annenize ait olduğunu, fakat annenizin sesini taklit eden yapay zeka robotları olmadığını düşünmenizin sebebi de, örneğin, ilk açıklamanın daha basit olmasıdır. (Ya da şimdilik daha basit olmasıdır. Çok yakında robotlara inanmak daha basit olabilir, kim bilir?)

Günlük hayattaki klasik çıkarımlarımıza ek olarak Ockham’ın usturası günlük yaşantımıza dolaylı olarak da katkı sağlar. Metafiziksel ve bilimsel anlayışımızı geliştirirken yazının başında da belirttiğim gibi bu ilkeye oldukça başvururuz ve tüm bu sistemler aslında hayatımızı şekillendiren değer ve inançları oluştururlar. Nihayetinde günlük hayatta etkilidir, çünkü davranış eğilimlerimizi yöneten dünya görüşümüzü şekillendiren bir ilkedir. Sözgelimi, evrimsel biyoloji alanında araştırma yaptığınızda; canlıların ortak gen havuzunu, bulunan fosillerin tam da evrimsel süreçte olmasını beklediğimiz sırayla ve karmaşıklık düzeyiyle ilintili olduğunu, geçiş türlerini tam da beklediğimiz gibi ve beklediğimiz yerde çıkmasını ve daha nice bilimsel bulguyu iki şekilde açıklama girişiminde bulunma ihtimaliniz var. Canlılar evrim yoluyla oluştu veya canlıların evrim yoluyla oluştuğunu düşünmemiz adına dünyayı yaratan güç öyle bir yarattı ki kafamızı karıştırmak için sahte fosiller ve sahte türleri tam da kafamızı karıştıracak genetik benzerlik oranıyla bir anda yarattı. Elbette ilk açıklama ikincisine kıyasla çok daha basit olduğu için ontolojik ve bilimsel dünya görüşümüzü bunun üzerine şekillendiririz. Lakin bunu kabul etmemiz dünyayı algılayışımızı, bundan sonra araştıracağımız konuların ne’liğini ve niteliğini, bundan sonra kabul edeceğimiz inançları veya inanç yorumlarını kökünden değiştirecektir. Nihayetinde aslında basitlik ilkesi hayatımızın merkezinde yer alıyor gibi gözükmektedir.

Ama.

Sosyal ilişkilerde bu ilkeyi kullanmaya çalışmak oldukça sorunlu da olabilir. Çünkü insanın kendisi, beyni, toplumsal ilişkiler o kadar karmaşıktır ki aslında en basit açıklama çoğu zaman hatalı yanılsamalara yol açar. Biri size sesini yükselttiğinde, örneğin, en basit açıklama onun öfkeli bir karaktere sahip olması ya da öfke kontrol problemi olması olabilir. Ama insan, neyse ki, bu kadar basit bir varlık değil. Aslında sevecen bir karaktere sahip olmasına rağmen o gün sosyal pili bitmiş olabilir, sizinle ilgili bir sorunu olmamasına rağmen sadece o an duygularını kontrol edememiş olabilir, öfkeli olmamasına rağmen öfkeli gibi gözükmenin işe yarar olduğuna inanmış olabilir, rol yapmış ve rol yapması için sebebi olabilir, sizi sevmiyor ve bir daha onunla sohbet etmeyin diye sizi uzaklaştırmak için bağırma gibi bir strateji gütmüş olabilir vs. Yani bu gibi durumlarda hızlı çıkarımlar yapmak ve bu çıkarımlara tutunmak aslında olumsuz sosyal ilişkiler geliştirmemize yol açabilir.

Bir başka örneği, izninizle stoacı bir filozof olan William Irvine’ın yine bir başka stoacı filozof olan Marcus Aurelius hakkındaki yorumuna dayandıracağım. Irvine, Aurelius’un kendine yazdığı notları, meditasyonlarını inceleyerek onun aslında öfkeli bir mizaca sahip olduğunu iddia ediyor. Bu, muhtemelen üzerine çok düşünülmüş bir iddia değil zira Güzel Yaşam Kılavuzu adlı kitabında sadece bir cümle ile belirtiyor ve üzerinde hiç durmuyor. Fakat ben, yine de burada güzel bir örnek oluşturacağı için bundan bahsetmek istiyorum. Velhasıl, gerçekten de Marcus Aurelius’un notlarına baktığınızda günlüklerinde öfkesini dizginlemeye dair çok sayıda pasajla karşılaşıyoruz.  Bu pasajları incelediğimizde yapabileceğimiz en basit açıklama belki de onun öfkeli bir mizacının oluşu ya da insanlara sabır göstermekte güçlük çekme eğiliminde olması olabilir. Fakat burada önemli bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor. Aurelius’un bu notları yazmasının amacı iyi bir insan olma yolunda pratik yapmaktı. Yani zaten günlerini iyi, öfkesiz, kaygısız ve korkusuz geçirdiği zaman yazmasına ihtiyaç yoktu, aksine ne zaman öfkelense veya mantıksız endişe ve kaygıların pençesine düşse o zaman yazıyordu. O halde bizim bu kadar öfkesini dizginleme pasajı görmemizin sebebi onun öfkeli bir mizaca sahip olması değil de sadece öfkeli olduğu anda yazdığı notlara bakıyor olmamız olabilir. Aslında Marcus Aurelius öfke kontrol sorunu olan biri değildir; sadece biz, ömrü hayatında tüm öfkelendiği anlarda kendine yazdığı notları okuyoruz o kadar! Muhtemelen herhangi birimiz her öfkelendiğimizde bunu dizginlemek için notlar almış olsaydık bırakın iki yüz sayfayı ciltler dolusu bile yazabilirdik. O halde hâlâ en basit açıklama sosyal ilişkilerdeki çıkarımlarda işe yarar diyebilir miyiz? Aslında, basitlik ilkesinin hâlâ işe yarar olduğunu fakat basit açıklamanın eldeki veriler ışığında değiştiğini de söylemek mümkün elbette. Ama nihayetinde bu prensibe başvurmadan önce dikkatli davranmamız gerektiği ve bu ilkeyi ustalıkla kullanmak için çabalama yükümlülüğü geçerliliğini koruyor.

Önceki iki paragrafta gördük ki bir insanın öfkeli anlarına maruz kaldıktan sonra çıkarım makinesi olan beynimizin en basit açıklaması aslında hatalı bir açıklamadan ibaret olabilir. Bu, muhtemelen günlük hayatta sıkça karşılaştığımız bir düşünme hatası olacaktır. Zira insanların sizi belli kavramlarla ve sıfatlarla ilişkilendirdikten sonra size karşı bir davranış kalıbı geliştirme ihtimali oldukça yüksek gözüküyor. Örneğin, bir arkadaşınız sizi “içki arkadaşı” olarak kodlamış olabilir ve bu sebeple sizin yanınızdayken her zaman içki içiyor olabilir. En basit açıklama belki gözünüze arkadaşınızın alkolik olduğu şeklinde gözükmüş olabilir, fakat aslında sadece sizi kodlama şekli farklıdır. O alkolik değildir, sadece siz onun alkol içtiği anlara şahitsinizdir. Yahut bir araştırmanın ortasındaysanız ve bir insana antipati duyan kişilerle iletişim halindeyseniz o kişinin tehlikeli, güvenilmez, kötü veya psikopat olduğunu düşünebilirsiniz; fakat hakikat bundan çok farklı olabilir ve siz sadece yanlı verilere odaklandığınız için en basit açıklamayı kabul ederek hatalı bir çıkarım yapmış olabilirsiniz. Bu ve buna benzer örnekler sosyal ilişkiler ve dinamiklerin her yönüne uyarlanabilir ve bunlara dair oldukça örnek bulmak mümkündür. Bu yüzden basitlik prensibi sosyal dinamiklerde de bazen işe yarasa da oldukça dikkatle kullanılmalıdır. Eğer bu prensibi kullanacaksak da hiç değilse hatalı olma ihtimalimizi her zaman göz önünde bulundurup yanılma payımızı sürekli aklımızdan geçirerek kullanmamızın entelektüel bir erdemin tezahürü olduğuna inanıyorum.

Öncül Analitik Felsefe Dergisi, 19 Ocak 2018 tarihinde kuruldu. Sunum, söyleşi, makale, çeviri, canlı yayın gibi içerikler üreterek Analitik Felsefe’ye dair Türkçe veritabanını genişletmeye devam ediyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Gazali: İslam’ın Altın Çağının Filozofu – Luke Dunne

Sonraki Gönderi

Felsefe Röportajları #11 Dilek Kadıoğlu

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü