Hayvanlara Borçlu Olduğumuz Her Şey – Pam Weintraub

Türleri ve ekosistemleri korumak yeterli değildir. Yeryüzündeki her bir hayvanla ilgilenmekle ahlaksal açıdan yükümlüyüz.

/
2548 Okunma
Okunma süresi: 16 Dakika

Bu yazıldığı sırada, Avustralya ateş altında. Yangınlar en az 25 insanı ve bir milyardan fazla hayvanı öldürdü. Tehlikelere verdikleri normal tepkiler – ağaçların tepesine tırmanmak – onları yangın durumunda savunmasız bıraktığı için koala gibi hayvanlar özellikle risk altında. Sonucunda, tahminen 25.000 koala öldü ve gelecek haftalarda niceleri ölecek.

Florence Kasırgası 2018 yılında North Carolina’yı silip süpürdü. Seller en az 59 insanı ve en az 3.4 milyon çiftlik hayvanını ve bilinmeyen sayıda vahşi hayvanlar dahil olmak üzere pek çok hayvanı öldürdü. Çiftlik hayvanları esaret altında yaşadıklarında, yalnızca bizden yardım alamamakla kalmadılar ancak aynı zamanda kendilerine de yardım etme seçenekleri yoktu. Sular yükselirken yalnız başlarına bırakılmışlardı, tahmin edilebilir sonuçlarla.

Daha genel açıdan bakarsak, değişen hava koşulları dünyanın her tarafında hayvanların acı çekmesine ve ölmesine neden olmakta. Kalaharideki* yer domuzları (aardvark) artan kuraklık nedeniyle açlıktan ölüyorlar. Amerika’daki siyah ayılar, ısınan sıcaklıklar onları uyandırdığından ve uyumalarını engellediğinden kış uykusuna yatamıyorlar. Avustralya mozaik kuyruklu sıçanının (Australian mosaic-tailed rat) soyu, yükselen su seviyeleri dolayısıyla tükendi. Her yıl sayısız akuatik (sucul) hayvan okyanus asitlenmesi yüzünden ölüyor.

Aardvark

İnsan kaynaklı iklim değişimi bu tarz olayların sıklığını ve yoğunluğunu artırıyor. Ortalama küresel sıcaklıklar arttıkça, yükselen deniz seviyelerini, ekstrem hava olaylarının sıklığının ve yoğunluğunun artışını, taşan kıyısal alanları ve bölgesel toprak, su ve yiyecek çatışmalarını bekleyebiliriz. Ve bazı hayvanlar uyum sağlayacakken, pek çoğu sağlayamayacak. Eğer bu yolda ilerlersek, gelecek yüzyıl boyunca kentilyonlarca** hayvanı hastalığın, hava ve ekosistem çöküşünün yıkımına maruz bırakacağız.

İnsan aktivitesi diğer yollarla da hayvanlara zarar veriyor. Yiyecek için her yıl en az 100 milyar hayvanı ve araştırma için her yıl en az 115 milyon hayvanı çiftleştiriyor ve öldürüyoruz. Balıkçılık her yıl 1 ila 3 trilyon hayvanı öldürüyor. Orman tahribatı hayvanların yaşam alanlarını yok ediyor. Yaprak üfleyiciler ve ışık kirliliği böcekleri öldürüyor. İnşaat ve araç çarpışmaları her yıl en az bir milyar hayvanı öldürüyor. Bu yıl, 300’den daha fazla kuş yalnızca bir gecede North Carolina’da bir bina ile çarpışma sonucu yaralandı veya hayatını kaybetti. Bu etkiler şu soruyu uyandırıyor: İnsan kaynaklı ekolojik felaket bağlanmında biz – yani %1’i oluşturan insanlar – hayvanlara ne borçluyuz? Bence bu sorunun cevabı açık. Eğer eylemlerimiz diğer hayvanlara zarar veriyorsa, bu durumda bu zararları düşürmeyi veya telafi etmeyi deneme sorumluluğumuz var. Ancak bu kolay olmayacak. Yalnızca zaman, enerji ve para değil, aynı zamanda temel sosyal, politik ve ekonomik değişim alacak.

Tabii ki, çoğu insan, insan aktivitesinin, türleri ve ekosistemleri etkilediğini takdir ediyor. Tarihsel baktığımızda, her yıl yaklaşık bir türün nesli yok olmuştur. Güncel yok olma oranları bu geçmişteki orandan 1.000 kat daha yüksektir ve gelecekteki yok olma oranlarının 10.000 kat daha fazla olması muhtemeldir. Pek çok insan, bu biyoçeşitlilik kaybının, diğer çevresel değişimlerle birlikte, ekosistem çöküşüne ve küresel olarak yaşam desteği servislerinin bozulmasına yol açacağından endişeleniyor. 

Türleri ve ekosistemleri korursak hayvanları da koruyacağımızı düşünmek kolaydır. Ancak türleri ve ekosistemleri korumak yardım edecekken, bu yeterli değildir. Hayvanlar bir bütünün parçalarından çok daha fazlasıdır, tıpkı bir su damlası veya kum tanecikleri gibi. Onlar yaşayan, nefes alan, düşünen ve hisseden bireylerdir. Bazı hayvanların ihtiyaçları diğer hayvanların ihtiyaçlarından farklılık gösterir ve hayvanların bireysel olarak ihtiyaçları onların kolektif ihtiyaçlarından farklıdır. 

Bireysel ve kolektif ihtiyaçlarının farklılık gösterdiğini görmek için kendi türümüzü düşünün. İnsanlığın diğer jenerasyonu görecek kadar yaşadığını sağlama aldığımızı varsayın. Bu insanların iyi yaşamlar süreceklerini garanti ediyor mu? Tabii ki hayır. İnsanlık hayatta kalsa bile pek çok insan acı çekebilir ve gereksiz yere ölebilir. Dolayısıyla, insanları kolektif olarak önemsediğimiz kadar bireysel olarak da önemsiyorsak ihtiyaçlarımıza iki seviyede de eğilmemiz gerekir. Aynı şey diğer hayvanlar için de doğrudur.

Hayvanların yaşamları zaten zor. Tarım, araştırma, eğlence, orman tahribatı ve gelişim gibi insan sebepleri yüzünden olduğu kadar açlık, susuzluk, hastalık, sakatlık ve yırtıcılık (predation) gibi doğal nedenler yüzünden de sürekli acı çekiyor ve ölüyorlar. İklim değişikliği şu anda bu tehditleri artırıyor ve yenilerini ekliyor. Bu, bizim hayvanlara yardım etmek için iki sebebimiz olduğu anlamına geliyor: onlar acı çekiyor ve ölüyorlar ve bizler ya kısmen ya da tamamen sorumluyuz.

Benim kendi görüşüm, bizim sebep olmamızdan bağımsız bir şekilde hayvan ızdırabını yapabildiğimiz kadar azaltmaya çalışmamız gerektiğidir. Eğer ihtiyaç halindeki başkalarına önemli bir şey feda etmeden yardım edebiliyorsak, bu durumda bunu yapmalıyız. Bir gölette boğulan bir geyik gördüğünüzü ve hiçbir şey feda etmeden ona yardım edebileceğinizi varsayın. Yardım etmeli misiniz? Bence, evet. Ve eğer medyadaki hayvan kurtarma videolarına verilen kamu tepkisi bir kanıt ise birçoğu bu konuda benimle hemfikir olacaktır.

Ancak bu kadar ileri gitmesek bile, sorumlu olduğumuzda yine hayvan ızdırabını azaltmaya çalışmalıyız. Örneğin, avlunuza bir havuz yaptırdığınızı, örttüğünüzü ve sonrasında bir geyiğin içine düştüğünü varsayın. Bu vakada, yardım sizin kötü bir şeyin gerçekleşmesini önlemeniz meselesi değildir. Aksine, sizin kötü bir şeye sebep olmanızın ve sonrasında bu zararı hafifletmenizin meselesidir.

Eylemlerimiz için sorumluluk almamız gerektiği fikri mütevazı görünebilir, ancak pek çok hayvanın ızdırabına neden olduğumuz bir dünyada bunun radikal imaları (implikasyon) vardır. Bazı vakalarda, onların acısına doğrudan ve bireysel olarak neden oluruz, onlara arabamızla vurduğumuzdaki gibi. Diğer vakalarda, onların acısına dolaylı ve kolektif olarak neden oluruz, iklim değişikliğine katkıda bulunduğumuzdaki gibi. Her iki şekilde de eylemlerimiz için sorumluluk alma görevimiz varsa, artarak devam eden yüksek seviye hayvan ızdırabını ya azaltma ya da telafi etme görevimiz vardır.

Bu argümana cevap olarak bazıları hayvanlara yardım etmenin nafile olduğunu iddia eder. Eğer hayvanlara yardım edersek, onların nasıl acı çektiğini ve öldüğünü değiştirebiliriz ancak onların acı çektiğini ve öldüğünü değiştirmeyeceğiz. Aynı zamanda, besin zincirine, popülasyon seviyelerine ve doğal ekosistemlerin diğer özelliklerine müdahale ederek, geniş kapsamda onlara iyilikten çok kötülük yapar halde sonuçlanabiliriz.

Acı çekmeyi ve ölümü önleyemiyorsak bile hala acıyı azaltabilir ve ölümü erteleyebiliriz

Bu, yerinde bir itiraz. Hayvanlar acı çekmek ve ölmek için evrimleşmiştir. Pek çok hayvan diğer hayvanları yiyerek hayatta kalır. Diğerleri, büyük çoğunluğu hemencecik ölen binlerce bebek sahibi olarak ürerler. Ve tabii ki, açlığı, susuzluğu, hastalığı, sakatlığı, yırtıcılığı, taşkınları, yangınları ve benzerlerini içeren doğal seçilim ekosistemlerin işlevini sürdüren şeyin parçasıdır. Sonuç olarak, şimdi hayvanlara yardım etmenin sonrasında yalnızca onların acı çekmesine neden olma riski vardır. Aynı zamanda bazı hayvanlara yardım etmenin, diğerlerini öğünlerinden mahrum bırakarak, onları bir öğün yaparak veya birçok hayvanın bağlı olduğu ekosistemleri değiştirerek acıya neden olma riski vardır.

Karmaşık sistemlere müdahale tarihimiz bu korkuyu doğrulamaktadır. Genelde insanlar, kısmen kavradığımız sistemlere, kendi standartlarımıza göre onları geliştirmek için burnunu sokmaya çok isteklidir. Böylesi projelere giriştiğimizde niyetlerimiz iyi olabilir ancak etkilerimiz hala kötü olabilir ve endişe verici bir küstahlık derecesi açığa çıkarabilir. Bu eğilimi, bazı insan topluluklarını diğerlerine benzetmeye çalışan sömürgeci çabalarda görüyoruz, genellikle korkunç sonuçlarla. Aynı zamanda, bu eğilimi insan olmayan toplulukları insan topluluklarına benzetmeye çalışan antroposentrik (insan-merkezci) çabalarda da görüyoruz, yine genellikle korkunç sonuçlarla.

Bu itiraza nasıl yanıt verebiliriz? Acı ve ölüm kaçınılmaz olsa bile, hala acıyı azaltabileceğimizi ve ölümü erteleyebileceğimizi ifade edebiliriz. Eğer birini sakatlarsanız ve sakatlığı tedavi edebilirseniz, daha sonrasında yine başka yollarla sakatlanabileceği gerekçesiyle yardım etmeyi reddetmeniz anlamsız olurdu. Benzer şekilde, eğer birini ölümcül bir duruma sokuyorsanız ve bu durumdan kaçmasına yardım edebiliyorsanız, herkesin nihayetinde öldüğü gerekçesiyle yardım etmeyi reddetmeniz anlamsız olurdu. Bunun insan dışı (nonhuman) vakalardansa insan vakalarında daha belirgin olması diğer hayvanları bireyler olarak görmekte hala başarısız olduğumuzu yansıtıyor.

Ek olarak, bazı hayvanlara yardım yöntemleri iyiden çok kötüye yol açan küstahlık ibareleri olsa bile, diğer yardım yöntemleri kötüden çok iyiye yol açan saygı ibareleri olabilir. Genel anlamda, eylemlerimizin zararlı olabileceği gerçeği, düşünerek hareket etmek için bir sebeptir, hiç hareket etmemek için değil – özellikle eylemsizliğin zararlı olabileceğinden ötürü. Hayvanları, onların açısından kabul etmemiz gerekir. Aktivitemizin onları nasıl etkilediği hakkında daha çok öğrenmemiz gerekir. Ve sosyal destek sistemlerimizi tüm hayvanlara uygun kılmak için genişleterek yapısal değişimin peşinde koşmamız gerekir.

Dünyada insanlardan çok daha fazla insan dışı varlık (nonhumans) vardır; onların acılarının suç ortağıyız.

Hayvanlara yardım etmenin çok zahmetli olduğunu iddia eden insanlar da vardır tabii ki. Zaten ihtiyacı olan tüm insanlara yardım etmekte güçlük çekiyoruz ve insan dışı popülasyon daha büyük, çeşitli ve insan popülasyonundan daha fazla ihtiyaç içerisinde. Dolayısıyla, adaptasyon çabalarımıza hayvanları dahil edersek bu bizim sınırlarımızı aşacak.

Bu itiraz da yerindedir. İnsanlardan çok daha fazla insan dışı varlıklar vardır ve biz onların acısının artan oranda suç ortağıyız. Bu yüzden eğer eylemlerimiz için sorumluluğu kabul edersek geçmişte verdiğimiz acıdan daha fazlası için sorumluluk kabul etmiş olmayacağız. Aynı zamanda, geniş kapsamda, insanlara olduğundan daha fazla hayvanlara olan zarar için sorumluluk kabul etmiş olacağız. İnsanların, insan dışı varlıklardan daha fazla ahlaki statüsü (moral standing) olduğunu varsaysak bile, dünyadaki toplam ahlaken ilgili insan dışı varlığın acısı hala devasa olurdu ve tüm bu acı için sorumluluk kabul etme fikri karşı konulmaz olurdu.

Geniş kapsamda, yalnızca insan acısından daha fazla insan dışı varlık acısına neden olmuş olmayız ancak bu acıya neden aktiviteler sosyal, politik ve ekonomik sistemlerimize merkezidir. Dünyamız, minik bir insan bölümünün, diğer herkese baskınlık ve sömürü yoluyla zenginleşmesine olanak sağlamak için inşa edilmiştir. Yalnız endüstriyel hayvan tarımı, hayvan acısının, işçi sömürüsünün, toprak, su, enerji, antibiyotik kullanımının, atık, kirlilik ve iklim değişikliğinin önde gelen sebebidir. Diğer pek çok sistem de benzerdir. Dolayısıyla, eylemlerimiz için sorumluluk kabul etmek radikal sistemik değişimi kovalamayı gerektirecektir. Aynı zamanda, şu anda insanların keyif aldığı pek çok özgürlüğü kısıtlamayı gerektirecektir.

Bu itiraza nasıl yanıt verebiliriz? Hayvanlara yardım etmenin çoğu yolunun insanları da faydalandırdığını ve fazla fedakarlık gerektirmediğini belirtebiliriz. Örneğin, eğer bitki temelli gıda sistemlerini genişletirsek; sağlıklı, insani, sürdürülebilir gıdaya erişimi artırabiliriz. Ormanları genişletiresek, hayvan yaşam alanlarını ve karbon depolama sistemlerini artırabiliriz. Aşı programlarını desteklersek, zoonotik hastalıkların yayılmasını önleyebiliriz. Ve eğer otoyollara üstgeçit ile altgeçit ve arabalar ile binalara hayvan dostu pencereler kurarsak, çarpmaları engelleyebiliriz. Yani, yapabileceğimiz şey üzerinde bir sınır olsa da hala pek çok şey yapabiliriz.

Bununla birlikte, aynı hayvanlara yardımın daha zahmetli yollarına da açık olmamız gerekir. İnsanlar adaletsizlikten her faydalandıklarında, adaleti başlangıçta aşırı zahmetli görmeye meyilleniyorlar. Bu durumda da bir istisna olmayacak. Görevlerimizin öncesinde düşündüğümüzden daha büyük ve haklarımızın daha sınırlı olduğunu kabul etmek zorundayız. Bu, yutması zor bir hap olabilir. Ancak tabii ki, sadece hayatlarımızı daha kolay yapmak için adaletin kapsamını kısıtlamak bizim için kabul edilebilir değildir. Aksine, adaletin kapsamını onu hakeden herkesi dahil edecek şekilde genişletmeliyiz ve sonrasında bir arada yaşamanın nasıl görüneceği hakkında yaratıcı bir şekilde düşünmeliyiz.

İklim değişikliği tarafından tekrar şekillenen bir dünyada diğer hayvan türleriyle bir arada yaşamanın nasıl görüneceğini detaylı bir biçimde söylemek için hala çok erkendir. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz: iklim değişikliği, ulusal ve nesilsel (generational) sınırlara saygı gösterdiğinden daha fazla tür sınırlarına saygı göstermeyecek. Yeni tehditler ortaya çıkaracak ve bize olan halihazırdaki tehditleri çoğaltacak ve sorumlu olan bireyler en çok etkilenen bireylerden farklı olacak.

İklim krizine (climate emergency) yanıt olarak Green New Deal (Yeni Yeşil Anlaşma) gibi programlar iklim değişikliğinin etkilerini hafifletmeyi, iklim değişikliğine uyum sağlamayı ve sağlık hizmetine, konuta, istihdama ve fazlasına erişimi genişletmeyi hedefliyor. Neden çevresel ve sosyal adaleti böyle bağlantılıyoruz? Çünkü onlar zaten bağlantılı. İklim değişikliği birçok insanın temel ihtiyaçlarını karşılamayı zorlaştıracağından, uyum sağlama çabalarımızın parçası olarak bu ihtiyaçlara eğilmemiz gerekir.

İklim değişikliği yetersiz önlemlerle yetinilemeyecek kadar önemlidir

Pek çok insan Green New Deal gibi programların çok iddialı olduğundan endişleniyor. Ben onların yeterince iddialı olmadığından endişeleniyorum. İklim değişikliğini hafifletme, ona adapte olma ve yalnızca kendi ülkemizin, jenerasyonumuzun ve türümüzün değil, aktivitemiz yüzünden etkilenen herkese genel destek sağlama sorumluluğumuz var. Bu kolay olmayacak. Ancak yeterli çabayla bunu başarabiliriz. İşte başlamak için atabileceğimiz yedi adım:

1. Diğer türler üzerindeki aktivitemizin etkilerini olabildiğince sınırlandırabiliriz. Örneğin, daha fazla hayvana zarar veren ve öldüren; bitki temelli alternatiflerinden daha fazla toprak, su ve enerji tüketen; ve daha fazla kirlilik ve emisyon üreten endüstriyel hayvan tarımını desteklemeye son verebiliriz. Aynı zamanda her yıl trilyonlarca hayvana zarar veren ve öldüren, insan ve insan olmayan toplulukların işine karışan ve doğal karbon depolama sistemlerini yok eden endüstriyel balıkçılık ve orman tahribatını desteklemeye son verebiliriz.

2. Hayvan ızdırabını etik olarak ve efektif olarak nasıl azaltılabileceğini araştırabiliriz. Bu işin bir kısmı bilimsel olacak. Örneğin, iklim değişikliği hayvanları nasıl etkileyecek ve bizim hafifletme ve adaptasyon programlarımız onları nasıl etkileyecek? Bu işin bir kısmı etiksel olacak. Örneğin, bazı hayvanların ihtiyaçları ile diğer hayvanların ihtiyaçları arasında veya bireylerin ve grupların ihtiyaçları arasında takaslar mevcutsa ne yapmalıyız?

3. Tüm hayvanların ahlaken önemli olduğu ve onlara gereksiz yere acı vermeme görevimizin ve verdiğimiz zaman bu zararları azaltma veya telafi etme görevimizin olduğu fikrinin tanıtımını yapabiliriz. Bu sonuca doğru, yerel ekosistemleri korumada, toplulukları ve onların içinde yaşayan hayvanları koruyabiliriz ve hem efektif olan hem de kamusal açıdan kabul edilebilir olan yer temelli (place-based solutions) çözümler geliştirmek için onlarla birlikte çalışabiliriz.

4. Hayvanları yabanda tutmak ve onları esaret altına sokmanın ikisi de onlara zarar verdiğinden, orta noktada çözümler keşfedebiliriz. Örneğin, insan olmayanların özgür olabileceği ve insanların ya mevcut ya da namevcut olduğu rezervler ve sığınaklar oluşturabilir ve bunları genişletebiliriz. Ek olarak, karbon yakalama için yeni ormanlar ve yiyecek için bitki temelli tarımsal sistemler yaratırken, orada yaşayacak vahşi hayvanları insani bir şekilde idare edecek yollar geliştirebiliriz.

5. Altyapı değişimleri yaparken hayvan refahını göz önünde bulundurabiliriz. Mesela, hayvanla çarpışma riskini azaltan yaşam alanları, koridorlar, üstgeçitler, binalar ve sokak lambaları inşa edebiliriz. Aynı zamanda, tek seferde yerel işler ortaya çıkaran, kamu alanlarını güzelleştiren, havayı saflaştıran, gıda güvenliğini destekleyen, vahşi hayvan habitatları yaratan ve polen taşıyıcı türleri destekleyen bitki temelli kentsel tarım sistemlerini genişletebiliriz.

6. İlişkili olarak, faydalı politika değişimlerini destekleyebiliriz. Örneğin, eğitim sistemimizi geliştirdiğimizde, hayvanların ve çevrenin nasıl bir şey olduğu ve onları nasıl koruyacağımız hakkında müfredata yatırım yapabiliriz. Kamu çalışmaları programlarını genişlettiğimizde, insanların hayvanlara ve çevreye zarar vermeyi içeren işlerden onlara yardım etmeyi içeren işlere geçişini sağlayabiliriz.

7. Son olarak, faydalı kurumsal değişiklikleri destekleyebiliriz. Örneğin, New York Şehri, bir hayvan refahı irtibat yetkilisi çalıştırmakta ve şu anda Hayvan Refahı Ofisi’ni (Office of Animal Welfare) açmaktadır. Diğer hükümetler de aynı şeyi yapmalıdır. Tabii ki, bu tek başına hayvanların yeterli temsilini sağlama almayacaktır. Ancak, onları etkileyen kararlarda, en azından bazı insanların, hayvanları – neredeyse tüm popülasyonların çoğunluğu –  temsil etmek için yetkilendirilmesini sağlama alacaktır.

Başından sonuna kadar, riskten kaçınma ve risk toleransı arasında bir denge tutturmak önemli olacaktır. Halihazırda diğer hayvanlara zarar verdiğimizden, müdahale etmemek artık bir seçenek değildir. Tek soru müdahalelerimizin ne zaman tamamen bencil olmayı bırakacağı ve en azından kısmen altruistik olmaya başlayacağıdır. Şu doğrudur ki ne kadar hızlı hareket edersek o kadar yeni zararlara neden olma riskini alıyoruz. Ancak ne kadar yavaş edersek de o kadar zaten neden olduğumuz zararların yavaş çekimde tükenmesine izin vermiş oluyoruz.

İklim değişikliğine dikkat çekmek için tek bir zaman sınırı yoktur, ancak ona farklı yollarla dikkat çekmek için farklı zaman sınırları vardır. Fakat özel projeler için hangi zamanı sınırını seçersek, bu zaman sınırlarını, zihinde insan olmayan ihtiyaçların yanında insan ihtiyaçlarını da bulundurarak karşılamaya çalışmamız gerekir. Örneğin, eğer 2030 inşaat materyallerini daha enerji tasarruflu hale getirmek için son tarih ise, onları birlikte yaptığımızda bu yükseltmeleri daha kolay ve uygun fiyatlı yapabileceğimizden, onların kuşlarla çarpışmasını azaltmak için de son tarihimizdir.

Green New Deal gibi iklim değişikliği programlarının bazı destekçileri, bu programları halihazırda olduklarından daha fazla ütopik görünür yapmanın kötü olacağından – olacağını düşünebileceklerinden – teklifime karşı çıkarbilir. Ancak iklim değişikliği yetersiz önlemlerle yetinilemeyecek kadar önemlidir. Bu zorluğu karşılamak için adil ve sürdürülebilir geleceğin nasıl göründüğünün güçlü ve katı bir tasavvuruyla işe başlamalıyız. Ve iklim değişikliği kurbanlarının yüzde 99’undan daha fazlasını dışarıda bırakan her tasavvur başlangıçtan itibaren ölümcül bir seviyede tehlikeli olacaktır.

İnsan kaynaklı iklim değişikliği hem bir tehdit hem de bir fırsattır. Gezegeni, milyarlarca insanı ve kentilyonlarca insan dışı varlığı çeşitli risk ve zararlara maruz bırakarak sistematik olarak değiştirecektir. Aynı zamanda, mevcut sistemlerin sınırlarını göstermesi açısından, yeni sistemlere olan ihtiyacı açığa çıkarır – uluslar, jenerasyonlar, ve türler içinde ve arasında birlikte yaşamanın yeni yollarını. Bu sistemleri yaratırken, dahil olan herkes için dünyayı daha güvenli bir yer yapma şansına sahibiz. Bu şansı kullanmalıyız.

NYU Center for Environmental and Animal Protection’a, (New York Üniversitesi Çevre ve Hayvan Koruma Merkezi) Jeff Sebo’nun bu konudaki çalışmasını cömertçe desteklemelerinden ötürü teşekkür ederim.

Çevirmen Notları:

*  Kalahari, Afrika’nın güneyinde yer alan bir çöldür.

** Bir kentilyon 1018’e eşittir.

Pam Weintraub – “All We Owe to Animals”, Kaynak Link: https://aeon.co/essays/we-cant-stand-by-as-animals-suffer-and-die-in-their-billions, (Erişim Tarihi: 12.02.2020) 

Çevirmen: Can Kalender

Boğaziçi Üniversitesi'nde Dilbilim öğrencisi. İlgi alanlarını dilin kökeni, evrimsel psikoloji ve ahlak psikolojisi oluşturuyor. Felsefe özelinde ise zihin ve ahlak felsefesi ile ilgileniyor.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Bilinç Gerçektir – Massimo Pigliucci

Sonraki Gönderi

Faşizmin Temel Gayri Meşruiyeti ve Doğuştan Gelen Özgürlük Arzusu – Rocco A. Astore

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü