The Doctor, by Sir Luke Fildes, 1891, via Tate

Kantçı Etik Ötanaziye İzin Verir mi? – Baran Barlas

/
1253 Okunma
Okunma süresi: 13 Dakika

Kantçı etik, felsefe tarihindeki ahlak teorilerinin en etkili olanlarındandır. İki temel kavram, özerklik ve onur, Kant’ın ahlak teorisinde birbirine dolanmış şekildeki bir ilişkide ortaya çıkar. Bu iki kavram, ötanazinin ahlaklılığı konusundaki tartışmalarda da fazlasıyla ön plana çıkar. Kant’ın felsefesinin dikkatli bir incelemesi bizi, ötanazinin ahlaki izin verilebilirliğine dair ilginç bir tartışmaya götürür.

Kantçı Etik: Doğru Davranışın Deontolojik Bir Teorisi

Sistematik yaklaşımı ve sıkı argüman yapısıyla Immanuel Kant’ın (1724-1804) ahlak teorisi, oldukça kışkırtıcı. Ünlü Alman filozofun etik düşüncesinin ana hatlarını, üç büyük çalışma çizer: Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, Pratik Aklın Eleştirisi ve Ahlak Metafiziği.

Kantçı etikteki önde gelen bir kavram, ahlaki ilkelerin sadece akıldan türetilebilmesidir. Kant, ahlaki yükümlülüklerin, insanların rasyonelliklerine dayalı olduğunu iddia etti. Kişinin tasarlama ve özgür seçim kabiliyeti olarak akıl, bireylerin ahlaki davranmasını sağlayan şeydir. Dolayısıyla yalan söylememe ödevi, sadece belli bir amacı hedefleyen belli bir birey için değil, tüm rasyonel eyleyiciler için geçerlidir. Eğer akıl, bizi ahlaki bir eylem ilkesine götürürse o zaman aklı takip etmek bizim ödevimizdir. Bu yüzden Kant’ın ahlaki teorisi, deontoloji alanına girer; yani bir normatif ödevler teorisidir. Bu sebeple insan eylem ilkelerine Kantçı terminolojide buyruklar denir çünkü bu ilkeler, bireylere yönelik emirler teşkil ederler.

The German Title Page of The Metaphysics of Morals1797, via Munich Digitization Center

Kant’ın ahlak felsefesinde tartışılan iki tür buyruk, koşulsuz (kategorik) ve koşullu buyruk, birbirlerine tezattır. Ahlaki gerekliliklerin koşulsuz ve evrensel doğası, bu gereklilikleri koşulsuz (kategorik) yapar. Kant’a göre ahlaki bir ilke, kategorik olarak herkes için geçerli olmalıdır. Kategorik buyruğun tanımlayıcı yönü, evrensel ilkelere dayalı olmasıyken koşulsuz buyruklar, kişinin arzularına bağlıdır. Örneğin, bir kişi, analitik felsefede başarılı olabilmek için Mantık 101 dersini almalıdır. Bu, bireyin kişisel hedeflerine dayalı, ahlaki olmayan bir gerekliliktir, dolayısıyla da evrenselleştirilemez. Diğer yandan hasta bir insana bakma ödevi ise evrensel olarak geçerlidir çünkü kişinin kendi amaçlarına bağlı değildir.

Fakat Kantçı etikte insanın özel önemi tam olarak nedir?

Kantçı Etikte Kategorik (Koşulsuz) Buyruk: Kendinde Bir Amaç Olarak İnsanlık

Kantçı ahlak teorisinde iki tür amaç vardır: Eylemle ortaya çıkan amaçlar ve koşulsuz olarak var olan amaçlar. İlk tür amaçlar, arzu nesneleriyken ikinci tür amaçlar, kendinde amaçtır. Bir öğrencinin Mantık 101 dersini geçme amacı örneği, bir arzu nesnesi olan bir amaç oluşturdu. Fakat Kantçı etikteki ahlaklılık kaynağı, koşulsuz olmalıdır. Kant, insanların mutlak içsel değerleri olduğunu iddia ederek mevcut amaçlara ana örnek olarak insanlığı öne sürer.

Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi’nde kategorik buyruğu insanlık üzerinden tanımlamıştır:

Gerek kendin için gerekse herhangi bir diğer insan için öylesine davran ki asla bir araç olarak değil, her zaman bir amaç olarak insanlığı kullan. (Kant, 1996, 38)

Bu formül, karar verme için ahlaki bir kriter sağlar. Ancak Kant’a göre insanları kendilerinde amaç yapan şey tam olarak nedir? Bu formüle ulaşmadaki mantığı şu şekilde açıklanır:

  • Rasyonel eyleyiciler olarak bizler, arzulardan ve dışsal etkilerden bağımsız olarak eylemlerimizi belirleyebiliriz.
  • Bu demek oluyor ki özerklik sahibiyiz.
  • Özerk varlıklar olarak bizler; eşsiz olarak evrensel ilkeler oluşturabildiğimizden, bu ilkeleri anlayabildiğimizden ve bu ilkelere göre hareket edebildiğimizden dolayı kendimizde amaçlarızdır.
  • Kendinde amaç olarak her insanın, onur denilen mutlak bir içsel değeri vardır

Kant’ın formülünün, insanlığı eylemlerimizde yalnızca araç olarak ele almayı ekarte ettiğini anlamak çok önemlidir. Aslında, günlük yaşantımızdaki amaçlarımız için diğer insanları düzenli biçimde araç olarak kullanmak zorundayız. Bir taksi şoförüne, kendi ulaşımımızın bir aracı olarak davranabiliriz. Ancak kategorik buyruk, aynı zamanda taksi şoförünün insanlığını kendinde amaç olarak ele almamız gerektiğini söyler. Bu, Kant’ın kendimizde ve başkalarında insanlığı öne çıkarma ödevlerinin temelini oluşturur.

Kategorik Buyruk: Maksimlerin Evrenselleştirilebilirliği

Kategorik buyruğun diğer ünlü formülü, ahlaki ilkelerin evrenselleştirilebilir olması gerektiğini söyler. Bu formül, bir eylemin ahlaki içeriğinden ziyade rasyonelliğini ifade eden biçimsel bir ifadedir. Kant, bu “evrensel kanun” formülünü, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi’nde tekrarlar:

Kendi eyleminin ilkesi, senin isteğinle doğanın evrensel bir kanunu olacakmış gibi davran. (Kant, 1996, 31)

Bir maksim, bir bireyin düşünce sürecindeki eylem ilkesini oluşturur. Maksimin basit bir örneğidir şöyledir: “İnsanlar yardım istedikleri zaman onlara yardım etmekten kaçınırım.” Kant’a göre bir maksimin ahlaki önem teşkil etmesi için, “kavramda çelişki” ve “istençte çelişki” testlerini geçmesi gerekir. “Kavramda çelişki” testi, eyleyicinin maksiminin evrensel bir kanun olduğu dünyanın tutarlı bir şekilde tasavvur edilip edilemeyeceğini sorar. Bizim örneğimiz, herkesin birbirine yardım etmekten sakındığı bir dünya tutarlı olarak tasavvur edilebileceğinden dolayı bu testi geçer.

Fakat “istençte çelişki” testinde başarısız olur. Çünkü herkesin bu maksime göre davrandığı bir dünya, eyleyici tarafından arzulanabilir olmazdı. Her rasyonel birey, doğal olarak ihtiyaç olduğu zaman diğer insanlardan yardım alabilmeyi ister. Eyleyici, tutarlı olarak bu maksimin evrensel bir kanun olmasını isteyemez. Bu sebeple de bu maksim, evrensel bir ilke oluşturmakta başarısız olur.

Bu ikinci formül araçlığıyla Kant, kategorik buyruğun objektif şartını evrensellik olarak belirler. İlk formül, insanlığın kendinde bir amaç olduğunu ve sadece amaç olarak ele alınmaması gerektiğini belirterek zaten subjektif koşulu belirledi. Hem içeriğe hem biçime kriter belirleyerek Kant’ın ahlaki değerlendirmesinin genel hatları net bir hale gelir: Eylemlerimiz, diğer insanlara müdahale etmeden, evrensel ilkelerden türemelidir. Bu formüller, Kant’ın felsefesini belirli konulara, mesela bizim konumuz olan ötanaziye, uygulamamızı sağlar.

Ötanazi: “İyi Ölüm”ün Tarihi

Modern anlamıyla ötanazi, acıyı dindirmek için kişinin hayatının kasıtlı olarak sonlandırılması pratiğidir. Ötanazi terimi, Yunanca iyi anlamına gelen eu ve ölüm anlamına gelen thanatos kelimelerinden türemiştir. Yani kelimenin tam anlamıyla “iyi ölümd” demektir. Eski kullanımda ötanazi terimi, ölüm döşeğinde olan birini desteklemek anlamına geliyordu. Bu anlamda, ölen kişinin acısını dindiren bir pratiği ima ediyordu.

Ancak 19. yüzyılın ortalarından sonra ötanazi terimi bugünkü anlamı ile anlaşılmaya başlandı. Ölüme yakın hastaların acıları için morfin kullanımının ortaya çıkışı, ölümcül hasta olan insanların ölümünü hızlandırma fikrine sebep oldu. Bu da “ölme hakkı” olarak ötanazi tartışmasının başlangıcını ateşledi. 2022 itibari ile ötanazi, dünyadaki bazı ülkelerde farklı biçimlerde yasaldır. Fakat hem ötanaziyi destekleyen hem de ötanaziye karşı çıkan girişimlerden dolayı bazı ülkelerde ötanazi pratiğinin yasallığı sıklıkla değişiyor.

Biyoetikteki ötanazi tartışmaları, pratiğin farklı biçimlerine odaklanır. Pratiğin asıl iki türü gönüllü ve gönülsüz ötanazidir ve bu türler de aktif ve pasif ötanazi olmak üzere daha da ayrışır. Gönüllü ötanazi, hastanın rızası ile gerçekleştirilir. Bu da genellikle bir doktorun yardımıyla ölen bir hastayı kapsar. Dolayısıyla da sıklıkla “destekli intihar” denir. Gönülsüz ötanazi ise genellikle, hastanın rızasının mümkün olmadığı durumlarda yapıldığı için hastanın bir akrabasının rızası ile gerçekleştirilir.

Aktif ve pasif ötanazi ayrımı ise eylemin direkt olarak hastayı öldürmeyi amaçlayıp amaçlamamasını ifade eder. Aktif ötanazinin en yaygın örneği, ölümcül bir ilaç enjektesi ile olur. Sıklıkla “fişi çekmek” olarak da adlandırılan pasif ötanazi ise hastayı hayatta tutan tedaviye ya da yaşam desteğine son verilmesidir.

Bu farklı tür ötanazilerin ahlaki önem açısından farklılık teşkil edip etmedikleri veya ediyorlarsa ne derecede ettikleri, derin bir felsefi soru oluşturur.

Ötanaziyi Çevresindeki İhtilaf

Ötanazi hakkındaki tartışmanın iki karşıt tarafı, iki farklı kritik endişeye odaklanır. Bu pratiğin taraftarları için başlıca endişe, öz yönetim olarak özerkliktir. Ancak bu argüman, gönülsüz ötanazi hastanın özerkliğini içermediğinden dolayı sadece gönüllü ötanazi için geçerlidir. Gönülsüz ötanazi konusunda ise ötanazi taraftarları, başka bir argüman öne sürer. Bu konudaki fikir de hastanın ölmesine izin vermenin, hastanın acı çekmeye devam etmesinden daha iyi bir seçenek olabileceğidir.

Ötanazi karşıtlarının öne sürdüğü büyük argümanlardan birisi, ötanazinin mutlak içsel değere sahip bir varlığı yok ettiğidir. Dini bakış açısına sahip ötanazi karşıtları hem bu görüşü savunurken hem de ötanaziyi, yarattığını öldürdüğü için yaratıcıya karşı bir saygısızlık olarak görürler. Bu görüş insanların içsel değerlerine dayandığı için gönülsüz ötanazi için de geçerlidir.

Çifte Etki Doktrini

Aktif ötanazinin Hristiyanlık temelli eleştirilerinin önemli bir ilkesi, ilk olarak Aziz Thomas Aquinas tarafından ifade edilen çifte etki doktrinidir. Bu ilke, belli şartlar altında, öngörülen kötü bir sonuca neden olsa bile amaçlanan bir eylemin ahlaken mübah olabileceğini belirtir. Çifte etki doktrinini ötanazi meselesine uygulamak, pasif ve aktif ötanazi arasında ahlaki bir farkı ortaya çıkarır. Aktif ötanazi, hastayı direkt öldürdüğü için ahlaken yanlış olarak kabul edilir. Pasif ötanazide ise tedaviyi kesmek veya tehlikeli dozlarda ilaçlar vermek eğer asıl amaç öldürmek değil de acıyı dindirmekse mübah olabilir.

Çifte etki doktrini, tıpta, özellikle kürtaj ve pasif ötanazi vakalarında, sıklıkla başvurulan bir ilke olmuştur. Amerika Birleşik Devleti Yüksek Mahkemesi, belli tıbbi vakalar için bu ilkeyi desteklemiştir.

Bu amaç odaklı mantığın ana eleştirisi, sonuççu bakış açılarından gelir. Sonuççu değerlendirme; pasif, aktif, gönüllü veya gönülsüz ötanazi arasında ahlaki bir fark olmadığını belirtir. Çünkü hepsinin sonucu aynıdır: hastanın ölümü.

Immanuel Kant’ın Felsefesinde İntihar

Döneminde açıkça tartışılan bir konu bile olmadığı için Kant, ötanazi hakkında açıkça yazmadı. Ancak intiharı tartıştı. Beklenildiği üzere, doğrudan rasyonel bir eyleyiciyi yok etmeyi amaçlayan bir eylem üzerinde durdu:

Eğer kişi, zorlu bir durumdan kurtulmak için kendisini yok ederse hayatın sonuna kadar katlanılabilir bir durumu devam ettirmek amacıyla bir insanı sadece bir araç olarak kullanmış olur. (Kant, 1996, 38)

Kant, intihara kalkışan bir bireyin, insanlığı sadece acıdan kaçmak için kullanılan bir araç olarak ele aldığını iddia etti. Buna bağlı olarak kişi, kendi seçimlerini yapmasını sağlayan özerk doğasını yok etmeyi amaçladığı için intihar etmeyi rasyonel olarak seçemez. Peki intihar aynı zamanda bireylerin kendi kaderlerini belirlediği bir eylem olarak kişisel özerkliğin gerçekleştirilmesi olarak da anlaşılamaz mı?

İntiharın incelenmesi, kaçınılmaz olarak Kantçı etikteki kişisel özerklik kavramı ile insan onuru kavramı arasındaki gizli çekişmeyi ortaya çıkarır. Bu iki kavram, Kant’ın felsefesinde iç içedir: İnsanların onurunun kaynağı, onların özerk ve rasyonel kapasiteleridir. İntihar konusunu özel kılansa Kantçı etikte bu iki kavramın çatışma içine girmesidir.

Kant’ın genel intihar kavramını eleştirdiğini akılda tutmakta fayda var. Tartışmayı ötanaziye taşımaksa dikkate alınması gereken yeni yönler ortaya çıkarır. Kant’ın intihara karşı ana argümanı, insanlık temelli formülünden kaynaklıydı. Bu sebeple, incelemeyi, bu formülü ötanaziye de uygulayarak devam ettirmek mantıklıdır. Birinin, insanlığa hâlâ saygı duyarken kendi hayatını sonlandırması mümkün müdür?

Ötanazi ve Kategorik Buyruk

İlk olarak, bir hastanın gitgide rasyonel olarak düşünme yetisini kaybettiği bir durumu değerlendirelim. Örneğin, Alzheimer hastalığı yavaş başlar ancak hastalık ilerledikçe daha da kötüleşir. Nihayetinde hasta, beyin fonksiyonlarının kaybı sonucu rasyonel bir insan gibi davranamayacak duruma gelir. Başka bir örnek de zihni etkileyen vücutsal bir durum olabilir. Fiziksel acı, ilaç etkisi veya durumun zihinsel yükü o kadar stresli olabilir ki hastanın rasyonel olarak düşünme yetisine zarar verebilir.

Böyle bir insan, Kantçı ahlak standartlarına göre insan sayılmazdı. Kendinde amaç olarak ele almamız gereken tam olarak insan değil de insanın içindeki insanlıktır. Dolayısıyla insanlığın temel özelliklerine sahip olmayan bir kişi, saygı duyulacak onura da sahip olmazdı. Kendi özerkliğini ve rasyonelliğini kaybeden bir insanın hayatını sonlandırma seçimini yasaklayacak etik bir mantık görünürde yoktur.

1905 hastayı kapsayan bir araştırma, ölme isteğinin ilk üç sebepleri arasında Kant’ın varsaydığı gibi acının olmadığını, özerklik ve onur kaybı olduğunu ortaya koydu. O halde ötanazi konusunda bazı ampirik veriler, onur ve özerklik kaybının bazen ölme karanının sonucu değil sebebi olduğunu öne sürer.

Bu durumda ötanazinin ahlaken mübah olması için belli şartlar karşılanmalıdır:

  1. Hastanın giderek insan yetilerini kaybedeceğine ve tedavi edilemeyeceğine dair bir tanının mutlak kesinlikle konulması.
  2. Hasta henüz rasyonel olarak düşünebilirken geleceği hakkında bir seçim yapmalıdır.

Esasen kendisini insan yapan şeyi ve ahlaki etkinliğinin bir kısmını kaybettikten sonra kişinin kendi hayatını sonlandırması, Kant’ın insanlık temelli formülüyle uyumludur. Ötanaziyi, Kant’ın evrenselleştirilebilirlik formülü ile sınamak bizi, ötanazinin ahlaki konumunun nasıl olması gerektiğini anlamaya bir adım daha yaklaştıracaktır.

Ötanazinin Evrenselleştirilebilir Bir İlkesi

Kant, intiharın şu maksimi ifade ettiğini iddia etti:

Hayatımın daha uzun olması, hoşluk vaadinden daha çok dert tehdidi sunduğunda kendi hayatımı öz sevgiden ötürü kısaltmayı ilkem edinirim. (Kant, 1996, 32)

İnsanlığı acıdan kaçmak için bir araç olarak kullanmaya ek olarak bu maksim, Kantçı etik açısından başka bir yanlışlık içerir. Memnuniyet ve zarar ölçümüne dayalı olarak mutluluğun, bir kişinin ana amacı olduğunu ima eder. Mutluluk, faydacılığın konusudur ve mutluluğun Kant’ın etik düşüncesinde ahlaki bir değeri yoktur. Dahası, Kant, bu maksimin “kavramda çelişki” testini geçemediğini belirtmiştir.

Ötanazi bağlamında intiharın tek mümkün maksimi bu değildir. Önceki bölümde incelenen ötanazi vakasına göre yeni bir maksim oluşturulabilir: “Eğer rasyonel olarak düşünme yetimi iyileşemeyecek şekilde kaybetmeye başlarsam hayatımın sona ermesini isterim.” Bu maksim, Kant’ın insan temelli kategorik buyruk formülünü ihlal etmeyen spesifik ötanazi vakasını yansıtır.

“Kavramda çelişki” testini uygulamak, bu ikinci maksimin evrensel bir kanun olduğu bir dünyayı tutarlı biçimde tasavvur edebileceğini ortaya koyar. Bu maksim, yukarıda belirtilen iki şartla da uyumludur. İnsanların sadece kendi insan kapasitelerini yitirme noktasında ötanaziyi istedikleri bir dünyayı tasavvur edebiliriz. Hatta ötanazinin yasal olduğu ülkelerde bu maksimin zaten gerçekleştiği iddia edilebilir.

Bu maksim aynı zamanda “istençte çelişki” testini de geçer çünkü ötanazi, sadece kişinin kendisiyle ilgili bir kararı kapsar. Bu ilkeyi benimseyen her eyleyici, diğer insanları etkilemeden bu ilkeye uygun bireysel olarak hareket eder. Bu nedenle, bu maksimi oluşturan kişi, herkes bu maksime göre davranırsa bir çelişkiyle karşılaşmaz. Sonuç olarak da tüm durumlar, Kant’ın evrenselleştirilebilirlik formülüne uyuyor gibi görünür.

Ötanazi Konusunda Kantçı Etik: Karar

Ötanazi meselesi, özellikle iki sebepten dolayı Kantçı etik için özel bir sorundur. İlk olarak, ötanaziye izin verilmesi üzerine tartışmalar, özerklik ve onur kavramları etrafında döner. Bu iki kavram, Kant’ın etik düşüncesinde de merkezi roller oynarlar. İkinci olarak, Kant’ın intiharla ilgili düşüncesi, bu iki kilit kavram arasındaki çekişmeyi ortaya çıkarır gibi görünür. Fakat kategorik buyruğun iki formülünü uygulamak, belli durumlarda ötanazinin Kantçı düşünce ile uyumlu olabileceğini gösterir.

Bugün birçok akademisyen, Kantçı etiğin ötanaziye izin verdiğini iddia eder. Ancak özellikle de Kant’ın intihara olan karşıtlığından dolayı bu konu, hâlâ açık bir tartışmadır.


Baran Barlas – “Does Kantian Ethics Permit Euthanasia?“, (Erişim Tarihi: 16.09.2022)

Çevirmen: Çağan Fırtına

TOBB Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı'nı tamamladı, şu an ODTÜ İngiliz Edebiyatı yüksek lisans öğrencisidir. 18. yüzyıldan günümüze İngiliz edebiyatı en büyük tutkularından. Sosyoloji, psikoloji ve siyaset felsefesi ile akademik olarak ilgili. Orta seviye Almanca bilgisine sahip.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Etikçinin Alet Çantası: Kant’ın Kategorik Buyruğu – Amanda Adie

Sonraki Gönderi

Ankara Us Atölyesi’ne Konuk Olduk: Felsefede Gelenek: “Analitik ve Kıta Felsefesi” – Taner Beyter

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü