/

Niçin Tüm Büyük Sorulara Yalnızca Bilim Yanıt Verebilir? – Peter Atkins

Bilim, fiziksel dünyaya yönelik her türden soruyu ele almanın güvenilir bir yolu olduğunu bize göstermiştir. Bir bilim insanı olarak, bilimin bize kavrayış kazandırma yeteneğinin bir sınırı olup olmadığını merak ediyorum. Bilim, aklımıza gelen tüm büyük soruları, yani “varoluşa dair büyük soruları” yanıtlayabilir mi?

En baştan başlayalım; öncelikle bu büyük sorular nelerdir? Bana göre bu sorular iki kategoriye ayrılır.

İlk kategorideki sorular, genellikle insan tecrübesinin dayanaksız tahminlerine dayalı uydurma sorulardan ibarettir. Bunlar tipik olarak, “Niçin Buradayız?” ve “Ruhun nitelikleri nelerdir?” gibi anlam ve amaca yönelik soruları ve benliğin yok olup olmayacağına yönelik kaygıları içerirler. Fakat bunlar herhangi bir delile dayanmadığı için hakiki sorular değildir. O halde; Evrenin bir amacı olduğuna yönelik hiçbir kanıt olmadığından ötürü onun amacını bulmaya çalışmanın veya sözüm ona bu amacı bulduktan sonra bu durumun sonuçlarını keşfetmenin de hiçbir anlamı yoktur. Sahip olduğu metaforik anlam dışında, bir ruhun var olduğuna dair de hiçbir kanıt olmadığından dolayı, ruh konseptinin doğrulanması halinde sözünü ettiğimiz bu ruhun özelliklerinin ne olabileceği üzerine kafa yorup zamanı çarçur etmenin de hiçbir anlamı yoktur. Bu kategoride yer alan soruların büyük kısmı zaman kaybıdır; ve rasyonel tartışmaya açık olmadıklarından ötürü de en kötü ihtimalle tank, tüfek ve silah zoruna başvurulara çözülürler.

Büyük sorulara yönelik ikinci kategori, hüsnükuruntuları doğrulayan spekülasyonlara ve kutsal metinlerin incelenmesiyle edinilen motivasyona değil Evren’in kanıt teşkil eden özellikleriyle ilgilidir. Bunlar arasında: Evren’in kökeni ve spesifik olarak nasıl olup hiçbir şey yerine bir şey olduğu, Evren’in yapısıyla ilgili (özellikle temel kuvvetlerin göreli etkileri ve temel parçacıkların varlığı gibi) şeyler ve bilincin doğasına yönelik çalışmalar yer almaktadır. Tüm bunlar sahiden de büyük sorulardır ve benim yaklaşımıma göre bilimsel izaha açıktırlar.

Birinci kategorideki sorular (türetilmişlerdir) her zaman olmasa da genellikle hiç şaşmazlar; ve Niçin ile başlarlar. İkinci kategorideki sorular ise olması gerektiği gibi Nasıl ile başlar, fakat iletişim kolaylığı sağlayıp dilden doğan yanlış anlaşılma ve karmaşanın önüne geçmek için genellikle Niçin soruları olarak sunulurlar. O halde soralım; Niçin hiçbir şey değil de bir şey var? sorusu (ki örtbas edilmiş bir amaç iması ile yönlendirilmiş bir sorudur) aslında bir şeyin hiçlikten Nasıl olup da ortaya çıktığını sormanın kılık değiştirmiş bir biçimidir. Bu türden Niçin soruları her zaman için Nasıl sorularının bir haline dönüştürülebilir ve prensip olarak da yanıtlanmak için dikkate almaya değerdir.

Kimilerinin beni döngüsellik safsatasına düşmekle itham edeceğini biliyorum: Hakiki büyük soruların yalnızca bilimsel olarak yanıtlanabilen sorular olduğu ve bundan ötürü de bu soruları yalnızca bilimin ele alabileceği iddiamı döngüsellikle eleştirerek türetilmiş soruları entelektüel atıklar gibi kenara bıraktığımı söyleyecekler. Belki de söyledikleri gibidir. Ne de olsa herkese açık olan kanıtlar, bu iki soru kategorisini birbirinden ayırmak için muhteşem bir ayraçtır ve bilimin temeli de zaten kanıttır.

Bilim, Michelangelo gibidir. Genç Michelangelo, bir taş yığınından Vatikan’da bulunan o muhteşem Pietà’yı yaparak bir heykeltıraş olarak yeteneğini göstermiştir. Olgun Michelangelo, bu yeteneğe eriştikten ve becerisini gösterdikten sonra, mevcut geleneklerin zincirlerinden kurtulup ilerleyen zamanda o harikulade yarı-soyutlamalar içeren eserlerini yarattı. Bilim de benzer bir istikameti takip etmiştir. Galileo’dan beridir 400 yıllık ciddi uğraşları boyunca bilim, kanıtların matematikle harmanlanması ve olağanüstü yaklaşımlar ile kazanımların giderek daha çok kendilerini göstermesi sayesinde olgunluk kazanmış; ve artık basit gözlemlerin açıklanmasından epey kompleks şeylerin aydınlatılabilmesine kadar gelişip güçlenmiştir. Gerçekten de kuramların eldeki sonuçlarının bir tamamlayıcı öğesi olarak hesaplama/ölçüm yapmanın ortaya çıkması ve o devasa veri setlerinde bulunun örüntülerin tespit edilmesi, rasyonel yaklaşımın kapsama (ve erişim) alanını epey genişletmiş ve analitik yaklaşımı güçlendirerek bilimsel yönteme çok büyük zenginlik katmıştır.

Bilimin üç silahı, yani gözleme dayalı olma, analitik olma ve hesaplama/ölçüm yapma, artık hakiki büyük soruları yanıtlamak için hareket geçmeye hazır. Bu büyük sorular kronolojik sırasıyla şöyle: “Evren nasıl var olmaya başladı?”, “Nasıl oldu da evrendeki madde canlı hale geldi?” ve “Canlı madde nasıl oldu da kendi öz bilinç kazandı?” Araştırılıp iyice yakından bakıldığında ve ayrıştırıldıklarında bu soruların, temel kuvvetlerin ve parçacıkların varlığı ile bu varlığa bağlı Evren’in uzun soluklu geleceği gibi -yani “Evren nasıl var olmaya başladı?” şeklindeki ilk sorudaki gibi- birçok başka meselelere dair soruyu da içerdiğini görürüz. Hatta kütleçekim ve kuantum mekaniğinin birleşimine dair hiç de küçük olmayan bir problemi de içerdiğini görebiliriz.

İkinci soru (Nasıl oldu da evrendeki madde canlı hale geldi?), yalnızca inorganikten organiğe doğru nasıl geçiş olduğunu değil, var olan tüm türlerin evriminin ayrıntılarını ve moleküler biyolojiyle ilgili ana hatların izahını da içermektedir. Üçüncü soru (Canlı madde nasıl oldu da kendi öz bilinç kazandı?) ise sadece düşünme ve yaratıcı olma yeteneğimizi değil, aynı zamanda estetik ve ahlaki kavrayış ile değerlendirmenin doğasını da içermektedir. Bilimsel yöntemin, Sokrates’in “Nasıl yaşamalıyız?” sorusunu yanıtlamak veya en azından daha açık kılmak adına antropoloji, davranış bilimleri, psikoloji ve iktisat gibi günümüzde yarı-bilim olan sosyal bilimlere başvurmaması için hiçbir aksi neden göremiyorum. Döngüsellik burada da kendini gösterir: çünkü bilincin mevcut sınırlılıklarının, gerçekliğin tam olarak nasıl bir şey olduğunu kavramayı olanaksız kıldığı düşünülebilir, bu nedenle belki üçüncü soru da aslında kendini birinci sorunun içinde hapsolmuş bulur, ki yine aynı birinci sorunun içinden çıkmış olmasına rağmen. Bu manzaranın bir ipucunu kuantum mekaniğinde zaten görüyoruz: kuantum mekaniği ortak deneyimden o kadar uzaktır ki (belki de beyinlerimiz ile eşleşip konumlandıkları için) bugün kimse onu tam anlamıyla gerçekten anlamıyor (fakat bu ona başvurma becerimiz için engel teşkil etmiyor).

Bilimsel yöntemin lokomotifi iyimserliktir; özellikle de sabır ve çaba gerektiren, çoğu zaman da ortak bir işbirliğine dayandığında kavrayışımızın sınırlarının genişleyeceğine yönelik bir iyimserlik. Geçmiş bunun böyle olduğunu göstermiştir, bu nedenle bugün için bu iyimserliğin yersiz olduğunu düşünmek için hiçbir haklı gerekçe yok. Elbette ki karşımızda çok daha büyük duvarlar var, son bir asıl hamleyle büyük bir ilerleme yapmayı ummamalıyız. Belki var olan çabamız bizi en azından bir süreliğine çıkmaz sokaklara çıkaracaktır (belki sicim teorisi) fakat daha sonra bu çıkmaz sokağın yolu açılabilir ve yeni başarılara yelken açabiliriz. Belki de bir asır kadar evvel görelilik kuramı ve kuantum mekaniğinin ortaya çıkışında yaşadığımız gibi mevcut düşünce paradigmaları tümüyle tekrar elden geçirilecek ve kavrayışımız bugün için hayal bile edemeyeceğimiz yollara doğru ilerleyecektir. Kim bilir belki de kozmosun yalnızca matematiğin bedenlendirilmiş (veya somutlaştırılmış) hali olduğunu keşfedeceğiz. Belki de bilince yönelik kavrayışımız, yalnızca onu simüle (veya taklit) eden bir makine olduğunu düşündüğümüz yapay bir cihazın ellerine bırakılacak. Hatta belki de, yine döngüsel olarak, mimarı olacağımız yapay bilinç bir şeyin hiçlikten var olmasının ne olduğu kavrama kapasitesine sahip olacaktır.

Bilimsel yöntem aracılığıyla aydınlatılamayacak hiçbir şey olmadığı kanaatindeyim. Gerçekten de, bilim adını verdiğimiz girişimde görebileceğimiz kolektif insan aklının yolculuğunun keyfini çıkarmalıyız.


Peter Atkins’in Conjuring the Universe (2018) adlı kitabı Oxford University Press’ten çıkmıştır.


Peter Atkins – “Why it’s only science that can answer all the big questions“, (Erişim Tarihi: 07.01.2024)

Çevirmen: Taner Beyter

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Nasıl Yaşadıysa Öyle Öldü: David Hume; Filozof ve İmansız – Dennis Rasmussen

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü