Paul Feyerabend – John Preston (Stanford Encyclopedia of Philosophy)

///
451 Okunma
Okunma süresi: 100 Dakika

İlk yayın tarihi 26 Ağustos 1997, Salı; daha detaylı revizyon 24 Ağustos 2020, Pazartesi

Paul Feyerabend (d.1924, ö.1994) Viyana Üniversitesi’nde fen bilimleri okuduktan sonra doktora tezi için felsefeye yönelmiş, Karl Popper’in “eleştirel akılcılığının” hem açıklayıcısı hem de (daha sonra) eleştirmeni olarak adını duyurmuş ve yirminci yüzyılın en ünlü bilim felsefecilerinden biri haline gelmiştir. Başına buyruk bir yaratıcı olarak, bilim felsefesinin kendisinin, özellikle de bilimsel yöntemin kurallarını ortaya koymaya veya keşfetmeye yönelik “rasyonalist” girişimlerin eleştirmeni olmuştur.

  1. Feyerabend’in Hayatı ve Çalışmalarının Kısa Bir Kronolojisi
  2. Feyerabend’in Erken Yaşamı
    2.1. Gençlik (1024 – 1938)
    2.2. Anschluss/Avusturya’nın ilhakı (1938)
    2.3. Savaş (1939-1945)
    2.4. Savaş Sonrası Faaliyetler (1945-1947)
  3. Feyerabend’in Felsefeye Dönüşü: Viyana Çevresi, Popper ve Wittgenstein
    3.1. Viyana’ya Dönüş: Üniversite Hayatı, Alpbach ve Popper (1947-1948)
    3.2. Wittgenstein ile Erken Dönem Temaslar (1948-1952)
    3.3. London School of Economics’te Yaşam (1952-1953)
    3.4. Viyana’ya Dönüş (1953-1955)
  4. Feyerabend’in Erken Dönem Çalışmaları: Liberalleşen Ampirizm
    4.1. İlk Akademik Atama: Bristol Üniversitesi (1955-1958)
    4.2. Berkeley Kaliforniya Üniversitesi: İlk Yıllar (1958-1964)
    4.3. “Öğrenci Devrimi”nin Etkisi
    4.4. Altmışlı Yılların Sonu
  5. Feyerabend’in Sonraki Çalışmaları: Rölativizme Doğru, Sonra Onun da Ötesine
    5.1. Yönteme Karşı (1970-75)
    5.2. Epistemolojik Anarşizmin Siyasi Sonuçları: Özgür Bir Toplumda Bilim (1978)
    5.3. On Harika Yıl: Berkeley ve Zürih’te Seksenler
    5.4. Doksanlı Yıllarda Feyerabend
  6. Sonuç: Son Şeyler

1. Feyerabend’in Hayatı ve Çalışmalarının Kısa Bir Kronolojisi

  • 1924                Viyana doğumlu. Bir devlet memuru ve bir terzinin oğlu.
  • 1940                Arbeitsdienst‘e (Naziler tarafından getirilen çalışma hizmeti) alındı.
  • 1942                Alman ordusunun Öncü Birliği’nde askere alındı. Temel eğitimden sonra Subay Okulu için gönüllü oldu.
  • 1943                Annesinin intiharını öğrendi.
  • 1944                Demir Haç madalyası. Teğmenliğe terfi etti. Subay Okulu’nda ders verdi.
  • 1945                Rus Ordusu’ndan geri çekilme sırasında elinden ve karnından vuruldu. Kurşun       omurilik sinirlerine zarar verdi.
  • 1946                Weimar’da şan ve sahne yönetimi eğitimi almak için burs kazandı. “Almanya’nın Demokratik Reformu için Kültür Derneği”ne katıldı.
  • 1947                Üniversitede tarih ve sosyoloji okumak için Viyana’ya döndü. Kısa süre sonra fiziğe geçti. Modern fizikte illüstrasyon kavramı üzerine ilk makalesi yayınlandı. Feyerabend o zamanlar “çılgın bir pozitivistti”.
  • 1948                Avusturya Kolej Derneği’nin Alpbach seminerine ilk ziyaret. Seminerlerin sekreteri oldu. Karl Popper ve Walter Hollitscher ile tanıştı. İlk eşi Edeltrud ile evlendi.
  • 1949                Feyerabend’in tez danışmanı ve Viyana Çevresi’nin eski bir üyesi olan Viktor Kraft merkezli bir öğrenci felsefe kulübü olan “Kraft Çevresi”nin öğrenci lideri oldu. Ludwig Wittgenstein bir konuşma yapmak üzere Kraft Çevresini ziyaret etti. Feyerabend ayrıca Bertolt Brecht ile de tanıştı.
  • 1951                “Temel önermeler” konulu teziyle felsefe doktoru unvanını aldı. Cambridge’de Wittgenstein’ın yanında çalışmak için British Council bursuna başvurdu. Ancak Wittgenstein, Feyerabend İngiltere’ye gelmeden önce öldü, bu nedenle Feyerabend onun yerine danışman olarak Popper’i seçti.
  • 1952                London School of Economics’te Popper’in yanında çalışmak üzere İngiltere’ye geldi. Kuantum teorisi ve Wittgenstein üzerine yoğunlaştı. Wittgenstein’ın Felsefi Soruşturmalar kitabının dizgisini inceledi ve kitabın bir özetini hazırladı. Popper’in bir başka öğrencisi Joseph Agassi ile arkadaş oldu.
  • 1953                Feyerabend Viyana’ya döndü. Popper bursunun uzatılması için başvurdu, ancak Feyerabend bunun yerine Viyana’da kalmaya karar verdi. Popper’in Açık Toplum ve Düşmanları kitabını Almancaya çevirdi. Popper’in araştırma asistanı olma teklifini reddetti. Görevi Agassi aldı. Feyerabend Viyana’da Arthur Pap’ın araştırma asistanı oldu.
  • 1954                Kuantum mekaniği ve Wittgenstein üzerine ilk makaleleri yayınlandı. Pap, Feyerabend’i Herbert Feigl ile tanıştırdı.
  • 1955                İngiltere’deki Bristol Üniversitesi’nde felsefe öğretim görevlisi olarak ilk tam zamanlı akademik görevine başladı. Wittgenstein’ın Felsefi Soruşturmalar kitabının özeti, The Philosophical Review‘da kitap üzerine bir inceleme olarak yayınlandı.
  • 1956                İkinci eşi Mary O’Neill ile evlendi. “Analiz paradoksu” üzerine bir makalesi yayınladı. Feyerabend, fikirleri kendisini önemli ölçüde etkileyecek olan kuantum fizikçisi David Bohm ile tanıştı.
  • 1957                Bristol Üniversitesi’nde düzenlenen Colston Araştırma Sempozyumu’nda kuantum ölçüm teorisi üzerine bir bildiri sundu.
  • 1958                Berkeley Kaliforniya Üniversitesi’nde misafir öğretim üyeliği yaptı. En önemli erken dönem makalelerinden ikisi olan “Deneyimin Gerçekçi Bir Yorumuna Giriş” ve “Tamamlayıcılık” Aristoteles Derneği’nin bildirilerinde yer aldı. Bu makalelerde Feyerabend, büyük ölçüde Karl Popper’in yanlışlamacı görüşlerinden aşina olunan gerekçelerle, pozitivizme karşı ve teori ile deneyim arasındaki ilişkinin bilimsel gerçekçi bir açıklaması lehine tartıştı.
  • 1959                Berkeley’de kalıcı bir pozisyonu kabul etti ve ABD’de çalışmak için Yeşil Kart başvurusunda bulundu.
  • 1960                Feyerabend, Herbert Feigl ile daha önce yaptığı tartışmaların bir sonucu olarak, teorik varlıklara ilişkin özel bir “sorun” olmadığını ve tüm varlıkların varsayımsal olduğunu savunduğu “Das Problem der Existenz theoretischer Entitäten” (Teorik Varlığın Varoluş Sorunu) adlı kitabını yayımladı. Oberlin College, Ohio’da Popper’in Sokrates öncesi düşünürler hakkındaki görüşlerini işlediği iki konferans verdi.
  • 1962                “Açıklama, İndirgeme ve Ampirizm” yayınlandı. Feyerabend, açıklama ve teorik indirgemeye ilişkin mevcut ampirist açıklamaları (Hempel, Nagel) eleştirmiş ve Wittgenstein’ın Soruşturmalar’ında bulduğunu iddia ettiği “bağlamsal anlam teorisi”ne dayanan uyumsuzluk kavramını ortaya atmıştır.
  • 1963                yılında bakış açısını özetleyen “How to be a Good Empiricist” (Nasıl İyi Bir Empirist Olunur) adlı makalesi ve Zihin/Beden Problemi üzerine yazdığı ve günümüzde “eleyici materyalizm” olarak bilinen pozisyonu ortaya koyduğu iki ana makalesi yayımlandı.
  • 1965                Feyerabend’in “hoşgörülü”, “dezenfekte edilmiş” bir ampirizm inşa etmek için son ciddi girişimini yaptığı “Empirizmin Sorunları” makalesinin ilk bölümünün ve “Eleştiriye Cevap“ının yayınlanması. Popper ile arasına mesafe koymaya başlamasına rağmen Feyerabend, Popper’in Conjectures and Refutations (Varsayımlar ve Çürütmeler) adlı kitabına övgü dolu bir eleştiri yazabilmiştir.
  • 1967-8            Yayınlanan makalelerinin odağı artık “teorik çoğulculuk”, yani mevcut teorileri yanlışlama şansını en üst düzeye çıkarmak için bilim insanlarının mümkün olduğunca çok sayıda alternatif teori oluşturması ve savunması gerektiği görüşüne kaymıştı. Feyerabend’in “Tamamlayıcılığın Yeni Bir Eleştirisi Üzerine” başlıklı makaleleri, Popper’in eleştirisine karşı Niels Bohr’un görüşlerini savunuyordu. Popper bundan hiç de hoşnut olmamıştı.
  • 1969                “Deneyimsiz Bilim” adlı küçük makalesinde Feyerabend, empirist olma çabasından nihayet vazgeçerek, empirik bilimsel teorilerin inşası, kavranması veya test edilmesinin hiçbir noktasında prensipte deneyimin gerekli olmadığını savunmuştur.
  • 1970                Feyerabend’in Popper’a Kuhncu bir bakış açısıyla saldırdığı “Uzman için Teselliler” ve “Yönteme Karşı“nın deneme versiyonunun yayınlanması: “Epistemolojik anarşizm”in ilk kez ortaya çıktığı “Anarşist Bir Bilgi Teorisinin Ana Hatları“nın yayınlanması. Feyerabend, John Stuart Mill’in Özgürlük Üzerine adlı eserindeki liberalizmi bilimsel metodolojiye uyguladığını iddia etmiştir. Sonraki birkaç yıl boyunca çok az yayın yapar.
  • 1974                Feyerabend’in arkadaşı Imre Lakatos’un ölümü, Yöntem İçin ve Yönteme Karşı adlı bir diyalog kitabı hazırlama planlarını suya düşürür. Sussex Üniversitesi’nde ders veren Feyerabend de hastadır. Popper’in Nesnel Bilgi‘si üzerine sert bir eleştiri yayınlar.
  • 1975                Feyerabend’in ana tezi bilimsel yöntem diye bir şeyin olmadığı olan “epistemolojik anarşizmi” ortaya koyan ilk kitabı Yönteme Karşı’nın ortaya çıkışı. Büyük bilim insanları, empirist metodoloji kurallarını ihlal etseler bile, ellerine geçen her türlü hamleyi kullanan metodolojik oportünistlerdir.
  • 1976-7            Feyerabend Yönteme Karşı‘nın başlıca eleştirmenlerinin çoğuna yanıt verir. Depresyona girer. Rölativizm üzerine ilk büyük makalesini yayınlar: Bu görüşü ilk kez açıkça destekler.
  • 1978                Özgür Bir Toplumda Bilim, Yönteme Karşı’nın eleştirmenlerine verilen cevapları da içerecek şekilde yayınlanır. Epistemolojik anarşizme biraz açıklık getirilmiş ve Yönteme Karşı’da ortaya konan pozisyondan çok az geri adım atılmıştır. Epistemolojik anarşizmin siyasi çıkarımlarını daha fazla araştırır. Kitap aynı zamanda Feyerabend’in tanınmaya başladığı görüşlerden biri olan rölativizme ilişkin en önemli onaylarından birini de içeriyordu. Bu dönemde Feyerabend’in felsefi makalelerinin Almanca baskısının ilk cildi çıkar. (Feyerabend bu noktadan sonra giderek daha fazla Almanca yayın yapmaya başlar).
  • 1981                Feyerabend’in Philosophical Papers‘ının ilk iki cildinin giriş bölümlerindeki yeni materyallerle birlikte İngilizce yayını gerçekleşir.
  • 1983                Grazia Borrini ile Berkeley’deki konferanslarında tanışır.
  • 1984                “Science as an Art” (Bir Sanat Olarak Bilim) adlı kitabını yayımlar; bu kitapta bilim tarihinin açıkça göreceli bir açıklamasını savunur; buna göre değişim vardır, ancak “ilerleme” yoktur. Ayrıca Ernst Mach’ı rehabilite etme kampanyasına devam eder.
  • 1987                Feyerabend’in 1981 ve 1987 yılları arasında yayınladığı bazı makaleleri bir araya getiren Akla Veda yayınlanır. Rölativizm, özellikle “Protagorasçı” versiyonuyla yine ön plandadır.
  • 1988                Yönteme Karşı’nın görsel sanatlar tarihiyle ilgili uzun bölümü çıkarılmış, ancak Özgür Bir Toplumda Bilimin bazı bölümlerini içeren gözden geçirilmiş ikinci baskısı çıkmıştır.
  • 1989                Paul ve Grazia ocak ayında evlenir. Sonbaharda, en azından kısmen ekim ayında Kaliforniya’da meydana gelen depremin etkileri nedeniyle İtalya ve İsviçre’ye gider.
  • 1990                Mart ayında Berkeley’den resmen istifa eder.
  • 1991                Zürih’ten emekli olur. Eski bir öğrencisi olan Gonzalo Munévar’ın editörlüğünü yaptığı Three Dialogues on Knowledge and Beyond Reason (Bilgi ve Aklın Ötesi Üzerine Üç Diyalog) adlı bir festschrift yayınlar. Ayrıca çoğu Common Knowledge‘da olmak üzere çok sayıda küçük yayın yapar. Feyerabend’in bu dönemdeki yayınlarında rölativizmle ilgili artan bir mutsuzluğun işaretleri görülmektedir. Ancak hala “nesnelciliğe” şiddetle karşı çıkmaktadır.
  • 1993                Yönteme Karşı’nın üçüncü baskısı yayınlanır. Feyerabend’de ameliyat edilemeyen bir beyin tümörü gelişir ve hastaneye kaldırılır.
  • 1994                Feyerabend 11 Şubat’ta Genolier kliniğinde (Genolier, Vaud Kantonu, İsviçre) ölür. Sonraki iki yıl boyunca çalışmaları üzerine birçok büyük anma sempozyumu ve kolokyum düzenlenir.
  • 1995                Vakit Öldürmek: Paul Feyerabend’in Otobiyografisi yayınlanır.
  • 1999                Conquest of Abundance (Bolluğun Fethi) yayınlanır.

2. Feyerabend’in Erken Yaşamı

(Aksi belirtilmedikçe, sayfa referansları, Vakit Öldürmek: Paul Feyerabend’in Otobiyografisi (Chicago: University of Chicago Press, 1995), bundan böyle “VÖ” olarak tanımlanacaktır).

2.1 Gençlik (1924 -1938)

Paul Karl Feyerabend 1924 yılında orta sınıf Viyanalı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1920’li yıllarda Viyana’da zor günler yaşanıyordu: Birinci Dünya Savaşı’nın ardından kıtlıklar, açlık isyanları ve başını alıp giden enflasyon vardı. Feyerabend’in ailesinin “meşe ağaçlarıyla kaplı sakin bir sokak” olan Wolfganggasse’de üç odalı bir dairesi vardı (s. 11). Otobiyografisinin ilk bölümleri, Feyerabend’in faaliyetleri tamamen kendi ailesi etrafında yoğunlaşan ve “dünya tehlikeli bir yer” (s. 15) olduğu için komşulardan, diğer çocuklardan ve dış dünyadan kopuk garip bir çocuk olduğu izlenimini vermektedir. Feyerabend, üç ila altı yaşları arasında zamanının çoğunu dairenin mutfağında ve yatak odasında geçirdiğini hatırlıyor. Ara sıra sinemaya yaptığı ziyaretler ve sayısız hikaye, özellikle de büyülü bir havası olan hikayeler, genellikle çocukluk arkadaşlarının doldurduğu yeri almış gibi görünüyor. Hastalıklı bir çocuktu ama bir kez, beş yaşındayken evden kaçmıştı (s. 7). Altı yaşında okula başladığında, “diğer insanların nasıl yaşadığı ya da onlarla ne yapması gerektiği hakkında hiçbir fikri yoktu” (s. 16). Dünya garip ve açıklanamaz olaylarla dolu gibi görünüyordu. Başlangıçta onu hasta eden okula alışması biraz zaman aldı. Ancak bunu başardığında sağlık sorunları ortadan kalkmıştı. Okumayı öğrendiğinde, kitapların yeni ve büyülü dünyasının kendisini beklediğini gördü ve bu dünyada doyasıya eğlendi (s. 25). Ancak dünyanın açıklanamazlığı hissinin dağılması biraz zaman aldı, 1930’lu yıllar ve ikinci dünya savaşı boyunca olaylar hakkında böyle hissettiğini hatırlıyor.

Feyerabend, Latince, İngilizce ve fen derslerinin verildiği bir Realgymnasium‘a (Lise) devam etmiştir. Vorzugsschüler, yani “notları belirli bir ortalamanın üzerinde olan bir öğrenciydi” (s. 22), on altı yaşına geldiğinde fizik ve matematik hakkında öğretmenlerinden daha fazla şey bilmekle ünlenmişti. Ama bir keresinde okuldan da atılmıştı.

Feyerabend “tiyatroya tesadüfen girmiş” (s. 26) ve bu süreçte amatör bir oyuncu haline gelmiştir. Bu tesadüf daha sonra başka bir tesadüfe yol açmış, kendisini, içerdikleri oyunlar ve romanlar için satın aldığı kitap desteleri arasında felsefe metinlerini de kabul etmek zorunda bulmuştur. Daha sonraları, “akıl yürütmenin dramatik olasılıkları ve… argümanların insanlar üzerinde uyguladığı güç” (s. 27) felsefenin onu büyülediğini iddia etmiştir. Her ne kadar filozof olarak ün yapmış olsa da o bir şovmen olarak görülmeyi tercih etmiştir. İlgi alanlarının her zaman bir şekilde odaklanmamış olduğunu da eklemiştir (s. 27).

Ancak Feyerabend’in okuldaki fizik öğretmeni Oswald Thomas onda fizik ve astronomiye karşı bir ilgi uyandırmıştır. (Okulda) verdiği ilk dersin bu konular üzerine olduğu anlaşılıyor (s. 28). Babasıyla birlikte bir teleskop inşa eder ve “İsviçre Güneş Araştırmaları Enstitüsü için düzenli bir gözlemci olur” (s. 29). Bilimsel ilgi alanlarını şu şekilde tanımlamaktadır:

Fizik ve astronominin hem teknik hem de daha genel yönleriyle ilgileniyordum ama aralarında hiçbir ayrım yapmıyordum. Benim için Eddington, Mach (Mekanik ve Isı Teorisi) ve Hugo Dingler (Geometrinin Temelleri) konularının bir ucundan diğerine özgürce hareket eden bilim insanlarıydı. Mach’ı çok dikkatli okudum ve birçok not aldım. (s. 30).

Feyerabend, ana meşguliyetlerinden bir diğeri olan şarkı söylemekle nasıl tanıştığını bize anlatmıyor. Sesiyle gurur duymuş, bir koroya üye olmuş ve yıllarca şan dersleri almış, daha sonra şan öğretmenini bırakmak zorunda kalmamak için Kaliforniya’da kaldığını iddia etmiştir. Otobiyografisinde, iyi eğitilmiş bir şan sesine sahip olmanın ve onu kullanmanın entelektüel zevklerden daha büyük bir zevk olduğundan bahseder (s. 83). İkinci Dünya Savaşı döneminde Viyana’da bulunduğu sırada, bu ilgisi onu annesiyle birlikte operaya (önce Volksoper, sonra Staatsoper) gitmeye yöneltti. Eski bir opera sanatçısı olan Johann Langer ona şan dersleri verdi ve onu bir akademiye gitmesi için teşvik etti. Feyerabend giriş sınavını geçtikten sonra bunu uygulamaya koymuş ve Adolf Vogel’in öğrencisi olmuştur. Hayatının bu dönemini daha sonra şöyle hatırlayacaktır:

Hayatımın gidişatı… belliydi: gündüzleri teorik astronomi, tercihen pertürbasyon teorisi alanında; sonra provalar, koçluk, vokal egzersizleri, akşamları opera… ve geceleri astronomik gözlem… Geriye kalan tek engel savaştı. (s. 35).

2.2 Anschluss/ Avusturya’nın ilhakı (1938)

Feyerabend, Adolf Hitler’in karizmasına kapılmadan, Hitler’in hitabet tarzını nasıl takdir ettiğini anlatıyor. Avusturya 1938’de Almanya ile yeniden birleşti. Yahudi okul arkadaşlarına farklı davranılmaya, Yahudi komşular ve tanıdıklar ortadan kaybolmaya başladı. Ancak, her zamanki gibi, Feyerabend’in durumla ilgili net bir görüşü yoktu:

Olanların çoğunu ancak savaştan sonra, makalelerden, kitaplardan ve televizyondan öğrendim ve fark ettiğim olaylar beni ya hiç etkilemedi ya da rastgele bir şekilde etkiledi. Onları hatırlıyorum ve tarif edebiliyorum, ancak onlara anlam verecek bir bağlam ve onları yargılayacak bir amaç yoktu. (s. 37-8).

Benim için Alman işgali ve ardından gelen savaş ahlaki bir sorun değil, bir rahatsızlıktı ve tepkilerim iyi tanımlanmış bir bakış açısından değil, tesadüfi ruh hallerinden ve koşullardan kaynaklanıyordu. (s. 38).

Otobiyografisinin verdiği genel izlenim, istikrarlı veya iyi tanımlanmış bir kişiliği olmayan, yaratıcı ama oldukça yalnız bir kişidir. Daha ziyade, kararları ve hareket tarzları, uyum sağlama eğilimi ile aykırılığı arasındaki bir mücadelenin sonucu gibi görünüyor. Tıpkı çocukluğunda olduğu gibi, çevresinde olup bitenler ona tuhaf, uzak ve bağlam dışı geliyordu. Herhangi bir grupla özdeşleştiğini görmek çok zordur ve alışılmadık bir asker olmuş olmalıdır.

2.3 Savaş (1939-1945)

Feyerabend, otobiyografisinde askerlikle ilgili olarak zihninin boş olduğunu iddia eder. Ama aslında bu, bize en çok anlattığı dönemlerden biridir. Mart 1942’de lise son sınavlarını geçtikten sonra Arbeitsdienst’e (Naziler tarafından uygulamaya konulan çalışma hizmeti) alındı ve temel eğitim için Almanya’nın Pirmasens kentine gönderildi. Feyerabend savaştan uzak durmak için Almanya’da kalmayı tercih etti, ancak daha sonra kışlaları temizlemekten sıkıldığı için savaşın olduğu yere gönderilmeyi istedi! Estetik nedenlerden dolayı SS’lere katılmayı bile düşündü. Birliği daha sonra Brest yakınlarındaki Quelerne en Bas’da görevlendirildi. Yine de savaşta yaşananlar gözünden kaçmadı. Kasım 1942’de Viyana’daki evine döndü ama Noel’den önce Wehrmacht’ın Öncü Birliği’ne katılmak üzere ayrıldı.

Eğitimleri Viyana yakınlarındaki Krems’de gerçekleşti. Feyerabend kısa süre sonra subay okulu için gönüllü oldu, liderlik dürtüsüyle değil, hayatta kalma arzusuyla, subay okulunu cephede savaşmaktan kaçınmanın bir yolu olarak kullanma niyetiyle. Kursiyerler Yugoslavya’ya gönderildi. Temmuz 1943’te Vukovar’da annesinin intiharını öğrendi, ancak kesinlikle etkilenmedi ve hiçbir duygu göstermeyerek subay arkadaşlarını açıkça şok etti. Aynı yılın aralık ayında Feyerabend’in birliği Rus cephesinin kuzey kesiminde savaşa gönderilmiş, ancak binaları havaya uçurmalarına rağmen hiçbir Rus askeriyle karşılaşmamışlardır.

Feyerabend’in kendisi hakkında savaş sırasında gözü kara davrandığını ve bunu bir tiyatro olayı olarak gördüğünü söylemesine rağmen, Mart 1944’ün başlarında, adamlarını düşman ateşi altındaki bir köye götürüp burayı işgal ettiği için Demir Haç (ikinci sınıf) nişanı almıştır. Erlikten onbaşılığa, çavuşluğa ve 1944’ün sonunda da teğmenliğe terfi etmiştir. O yılın kasım ayı sonunda, Leipzig yakınlarındaki Dessau Rosslau’daki subay okulunda bir dizi konferans verir. Konusu, “Barok, Rokoko, Gotik Çağ gibi tarihsel dönemlerin, yalnızca dışarıdan bakan birinin anlayabileceği gizli bir öz tarafından birleştirildiği” (“tarihselci”) bir konuydu (s. 49). Bu derslere ve o dönemdeki not defteri kayıtlarına ilişkin açıklamaları, Friedrich Nietzsche’nin, bu “yalnız yabancıya”, “yalnız düşünüre” duyduğu hayranlığın etkisini ortaya koymaktadır (s. 48).

Noel 1944 için evine dönen Feyerabend, Ocak 1945’te bu kez Polonya’ya gitmek üzere tekrar cephe trenine bindi. Orada bir bisiklet bölüğünün başına getirildi. Her ne kadar ordudaki subaylık rolünü daha sonra üniversite profesörlüğünden daha fazla sevmediğini iddia etse de en azından yetkin bir asker olmalıydı, çünkü sahada bir dizi yaralı subayın yerini aldı: Önce bir teğmen, sonra bir yüzbaşı ve 1945’te Rus ordusundan batıya doğru geri çekilirken yaptığı bir başka kahramanca dikkatsizlik eylemi sırasında vurulmadan önce bir binbaşı. Omurgasına saplanan kurşun belden aşağısının geçici olarak felç olmasına neden olmuş, bu da bir süre tekerlekli sandalyede, sonra koltuk değnekleriyle ve daha sonra da bir sopa yardımıyla yürümesine yol açmıştır. Weimar yakınlarındaki küçük bir kasaba olan Apolda’daki bir hastanede yarasının iyileşmesini beklerken ve savaş bitmeden iyileşmemeyi umarken savaş sona erdi. Almanya’nın teslim olması bir rahatlama, ama aynı zamanda geçmiş umut ve özlemlerine göre bir hayal kırıklığı oldu. Daha sonra ordudaki görevi için “bir kesinti, bir baş belasıydı; bittiği anda unuttum” demiştir (s. 111).

2.4 Savaş Sonrası Faaliyetler (1945-1947)

Ancak savaş Feyerabend’e bile zarar vermiştir. Omurgasına isabet eden kurşun onu hayatının geri kalanında iktidarsız bırakmıştır. (Daha sonraki cinsel ilişkilerine dair anlattıkları otobiyografisinin en eğlenceli kısımlarından biridir). Başlangıçta kadınlara karşı tamamen cahil olmasına rağmen, dört kez evlenmiş ve kendi ifadesine göre pek çok ilişkisi olmuştur. Ancak sadece ailesiyle olan ilişkisinde değil, bazı evliliklerinde de mesafeli olduğu görülüyor. Aşkın ima ediyor gibi göründüğü kölelikten nefret ediyordu, ancak kaçamak hareket ederek elde edilen özgürlükten de aynı derecede nefret ediyordu. Bağımlılık, izolasyon ve yeniden bağımlılık döngülerine saplanıp kalmış ve ancak yıllar sonra daha dengeli bir kalıba girebilmiştir.

Savaşın sonunda Feyerabend Apolda belediye başkanına giderek iş ister. Eğitim bölümüne atanır, kendisine bir ofis ve bir sekreter verilir ve ona gayet uygun bir şekilde eğlenceden sorumlu olur.

1946’da felçten kurtulduktan sonra, Weimar’daki Musikhochschule‘de bir yıl boyunca şan ve sahne yönetimi eğitimi almak üzere geri dönmek için devlet bursu alır. Yaklaşık üç ay sonra Apolda’dan Weimar’a taşınır. Weimar Institut zur Methodologischen Erneuerung des Deutschen Theaters‘da tiyatro eğitimi alır ve bütün bunların yanı sıra Weimar akademisinde İtalyanca, armoni, piyano, şan ve telaffuz dersleri de almayı ihmal etmez. Şarkı söylemek her zaman hayatının en önemli ilgi alanlarından biri olarak kalmıştır. Weimar Ulusal Tiyatrosu‘ndaki gösterilere (tiyatro, opera, bale, konserler) katılır ve daha sonra Maxim Vallentin, Hans Eisler vb. ile tiyatro hakkında (örneğin rollerin ve oyunların kalıplaşması) tartışmaları ve münakaşaları hatırlayarak dönemin opera yıldızlarını anımsar. Ayrıca önemli bir Alman film yönetmeni olan G.W.Pabst’ın filmlerinden birinde küçük bir rol de kapar. Kendi ifadesine göre dolu dolu bir yaşam sürmesine rağmen, huzursuz olmuş ve taşınmaya karar vermiştir.

3. Feyerabend’in Felsefeye Dönüşü: Viyana Çevresi, Popper ve Wittgenstein

3.1 Viyana’ya Dönüş: Üniversite Hayatı, Alpbach ve Popper (1947-1948)

Feyerabend bu nedenle koltuk değnekleriyle birlikte Viyana’nın 15. bölgesindeki ailesinin evine döner. Fizik, matematik ve astronomi okumayı planlamasına rağmen, fiziğin aksine tarihin gerçek hayatla ilgili olduğunu düşünerek Viyana Üniversitesi’nin Institut für Osterreichische Geschichtsforschung‘unda tarih ve sosyoloji okumayı tercih eder. Ancak tarihten memnun kalmaz ve teorik fiziğe geri döner. Feyerabend, kendilerini diğer alanlardaki öğrencilerden çok daha üstün gören bir grup fen bilimleri öğrencisiyle birlikte felsefe derslerini ve seminerlerini işgal etmeye başlar. Bu onun felsefeyle ilk teması olmasa da ilgisini pekiştiren dönem olmuş gibi görünüyor. Tüm müdahalelerinde bilimin bilginin temeli olduğu, empirik olduğu ve empirik olmayan girişimlerin ya mantık ya da saçmalık olduğu şeklindeki radikal pozitivist çizgiyi benimsediğini hatırlıyor (s. 68). Bu görüşler, ana kökünü Viyana Çevresi’nde bulan Mantıksal Pozitivizm ikliminden, yani 1920 ve otuzlu yıllarda Gottlob Frege ve Russell’ın yeni canlanan biçimsel mantığını ve Whitehead’in Principia Mathematica’sını insan bilgisinin yapısını temsil etmek için kullanmaya çalışan bilimsel düşünen bir grup filozoftan tanıdık gelecektir. Göreceğimiz gibi, Feyerabend’in gençlik pozitivist bilimciliği daha sonra vardığı sonuçlarla büyük bir tezat oluşturmaktadır.

Feyerabend, Ağustos 1948’de katıldığı Alpbach’taki Avusturya Kolej Derneği’nin uluslararası yaz seminerinin ilk toplantısında, Viyana Çevresinin “resmi muhalifi” olarak çoktan adını duyurmuş olan bilim felsefecisi Karl Popper ile tanışır. (Avusturya Kolej Topluluğu 1945 yılında Avusturyalı direnişçiler tarafından “bilim ve fikir alışverişi için bir forum sağlamak ve böylece Avrupa’nın siyasi birleşmesini hazırlamak” amacıyla kurulmuştu (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 109)). Popper, 1934 tarihli Bilimsel Araştırmanın Mantığı adlı kitabında, büyük bilimin, düşünürlerin cesur varsayımlar ortaya attığı ve ardından bunları çürütmeye çalışarak geliştirmek için ellerinden geleni yaptıkları bir süreç olarak tanımlanabileceği şeklindeki açık ve çekici yanlışlamacı görüşü detaylandırmıştı. Popper, tümevarımsal bir mantık geliştirmeye çalışmak yerine, bilimsel yöntemin mantıksal olarak geçerli tümdengelimsel çıkarımlar açısından karakterize edilebileceği (tümdengelimci) görüşünü savundu.

Karl Popper (1902-1994)

Popper’in kendi otobiyografisi, Feyerabend’in çalışmaları üzerindeki en büyük tekil etkiyi (önce olumlu, sonra olumsuz) yapmış olmasına rağmen, ne yazık ki bize tanışmaları ya da ilişkileri hakkında hiçbir şey anlatmıyor. Feyerabend’in otobiyografisi vesilesiyle eski felsefi vicdanıyla hesaplaşacağını umanlar için kitabın bize Popper ile tanışıklığı hakkında bu kadar az şey anlatması hayal kırıklığı yaratıyor. Feyerabend başka bir yerde şöyle der:

Popper’in özgür tavırlarına, küstahlığına, davaya birden fazla anlamda ağırlık veren Alman filozoflara karşı saygısız tavrına, mizah anlayışına… [ve] ağır sorunları basit ve gazetecilik diliyle yeniden ifade etme becerisine hayran kaldım. Burada, “profesyonellerin” tepkisini umursamadan fikirlerini keyifle ortaya koyan özgür bir zihin vardı. (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 115).

Ancak Feyerabend, Popper’in fikirlerinin kendisi için yeni olmadığını, tümdengelimciliğin 1925 gibi erken bir tarihte Viktor Kraft tarafından savunulduğunu ve yanlışlamacılığın Alpbach’ta “kesin olarak kabul edildiğini” iddia etmektedir. Popper’in fikirlerinin, “daha soyut ve anemik” olmasına rağmen, bir başka Viyanalı filozof olan Ludwig Wittgenstein’ın (!) fikirlerine de benzediğini belirtmektedir (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 116). Sonraki yıllarda Feyerabend Alpbach sempozyumuna önce öğrenci, sonra öğretim görevlisi ve seminer başkanı olarak yaklaşık on beş kez katıldı. Kendisine cemiyetin “bilimsel sekreterliği” teklif edildi, o da bunu kabul etti; bunu “hayatımın en belirleyici adımı” olarak nitelendirmiştir (s. 70). Aslında bu karar, kariyerinin kökeni, itibarı ve otobiyografisini yazdığı sıradaki durumuyla ilgili kendi kendine yönelttiği soruları yanıtlar bir biçimdedir, çünkü durumunun izini bu karara kadar sürer.

Alpbach’ta, öğretmeni ve arkadaşı olan Marksist entelektüel Walter Hollitscher de dahil olmak üzere komünistler de ona yaklaşmıştır. Feyerabend, Hollitscher’in siyasi argümanlarına kendi “gençlik elitizmi” ve “grup düşüncesine karşı neredeyse içgüdüsel bir nefret” (s. 73) temelinde direnmiştir. Ancak Feyerabend daha sonra kendisini o zamanlar “gözü dönmüş bir pozitivist” olarak tanımlasa da “dış dünya” hakkında gerçekçiliğin mantıklı olduğuna onu ikna edenin Hollitscher olduğunu söyler (Popper’ın gerçekçilik için önemli argümanları biraz daha sonra gelmiştir). Hollitscher’in öne sürdüğü düşünceler, ilk olarak, bilimsel araştırmanın gerçekçilik varsayımı üzerine yürütüldüğü ve başka türlü yürütülemeyeceği, ikinci olarak da gerçekçiliğin verimli ve bilimsel ilerleme için üretken olduğu, oysa pozitivizmin sadece bilimsel sonuçlar üzerine bir yorum olduğu ve kendi içinde kısır olduğuydu.

Hollitscher hiçbir zaman adım adım pozitivizmden realizme götürecek bir argüman sunmamıştır, böyle bir argüman üretme girişimini felsefi ahmaklık olarak değerlendirmiştir. O daha ziyade realist pozisyonun kendisini geliştirmiş, bilimden ve sağduyudan örneklerle açıklamış, bilimsel araştırma ve günlük eylemle ne kadar yakından bağlantılı olduğunu göstermiş ve böylece gücünü ortaya koymuştur. (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 113).

Feyerabend sonunda bu düşüncelerini 1957’de başlayan büyüleyici bir dizi makalede geliştirerek bilimin ilerlemek için gerçekçiliğe ihtiyacı olduğunu ve pozitivizmin bu ilerlemeyi engelleyeceğini savunur. Bu argüman Popper’in yaklaşımıyla olduğu kadar vardığı sonuçlarla da tamamen uyumluydu.

3.2 Wittgenstein ile Erken Dönem Temaslar (1948-1952)

Feyerabend’in 1940’ların sonu ve 1950’lerin başındaki başlıca entelektüel faaliyeti “Kraft Çevresinin öğrenci lideri olmasıydı. Viktor Kraft, Viyana Çevresinin eski bir üyesiydi ve Feyerabend’in tez danışmanı olmuştu. Kraft Çevresi, Kraft’ın etrafında şekillenen ve Avusturya Üniversite Topluluğu’nun bir diğer parçasını oluşturan bir felsefe kulübüydü. Bela Juhos, Walter Hollitscher, Georg Henrik von Wright, Elizabeth Anscombe ve Wittgenstein ziyaretçi konuşmacılardı. Feyerabend, Çevrenin 1949’dan 1952 ya da 1953’e kadar toplantılar düzenlediğini (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 109), kendilerine “felsefi sorunları metafizik olmayan bir şekilde ve bilimlerin bulgularına özel atıfta bulunarak ele alma” görevini verdiklerini bildirmektedir (“Herbert Feigl: A Biographical Sketch”, P. K. Feyerabend & G. Maxwell (eds.), Mind, Matter, and Method: Essays in Philosophy and Science in Honor of Herbert Feigl, (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1966), s. 1-2) ve ana tartışma konularının teorik varlıkların gerçekliği ve “dış dünya” soruları olduğunu belirtmiştir. Wittgenstein’ın konferansı hakkında Feyerabend şunları hatırlamaktadır:

Wittgenstein’ın (1952’de) kısa ve oldukça ilginç bir ziyareti bile tartışmamızı ilerletemedi. Wittgenstein, mikroskop altındaki amipler gibi somut vakaları sunma biçimiyle çok etkileyiciydi… ama o gittiğinde hala bir dış dünya olup olmadığını ya da varsa, bunun lehine olan argümanların neler olduğunu bilmiyorduk. (Feyerabend & Maxwell aynı eser, s. 4.) Wittgenstein Nisan 1951’de öldüğü için Feyerabend tarihi yanlış almış olmalıdır).

Kararını vermesi uzun zaman alan ve bir saatten fazla geciken Wittgenstein canlı bir performans sergilemiş ve bizim saygısız tavrımızı başka yerlerde karşılaştığı yaltaklanan hayranlığa tercih etmiş gibi görünüyordu. (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 109).

Feyerabend 1949’da Bertolt Brecht ile tanışır ve Hollitscher ona Brecht’in prodüksiyon asistanlarından biri olma fırsatı sunar, ancak o bunu reddeder ve daha sonra bunu hayatının en büyük hatalarından biri olarak tanımlar (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 114). Ancak otobiyografisinde bu ifadesini geri çekerek Brecht’in etrafını saran sıkı sıkıya bağlı grubun bir parçası olmaktan hoşlanmayacağını dile getirir. (Daha sonra Poppercı kamptan ayrılmasının nedenleri de buna benzer görünmektedir).

Viyana Üniversitesi’nin fizikçileri Hans Thirring, Karl Przibram ve Felix Ehrenhaft’tı. Feyerabend, Thirring ve Ehrenhaft’a hayrandı ve 1947’den itibaren burada fizik dersleri veren Ehrenhaft’tan etkilenmişti. Ehrenhaft, fizikteki her türlü ortodoksluğun sert ve bağımsız bir eleştirmeni olarak tanınıyordu, ancak bazen bir şarlatan olarak da düşünülüyordu. Feyerabend, kendisinin ve bilim öğrencisi arkadaşlarının onu bir sahtekar olarak ifşa etmeyi dört gözle beklediklerini, ancak aslında 1949 Alpbach seminerinde Ehrenhaft ile ortodokslar arasında, birincisinin deneylerini sunduğu, ancak ikincisinin Galileo’nun rakiplerinin gurur duyacağı stratejiler kullanarak konumlarını savunduğu ve Ehrenhaft’ın fenomenlerini sadece Dreck etkileri olarak alay ettiği bir savaşa maruz kaldıklarını bildirmektedir. Feyerabend şu yorumu yapmıştır: “Ehrenhaft’ın verdiği ders ancak çok sonra kafama dank etti ve o zamanki tutumumuz ve tüm mesleğin tutumu bana bilimsel rasyonalitenin doğasına dair mükemmel bir örnek sundu” (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 111). Ehrenhaft, kendilerini Galileo’nun muhalifleri tarafından kullanılanla aynı türden bir dogmatik inanç demir perdesiyle koruyan teorisyenleri ikna edemedi. Onun izleyicileri, bilimin olgulara uyarlanması gerektiğinden asla şüphe duymayan sadık deneyciler olarak kaldılar. Feyerabend, Thomas Kuhn’un “normal bilim” olarak adlandırdığı bilimin günlük işlerinin bu tür bir “bölünmüş bilinç” olmadan var olamayacağı yorumunu yapmıştır.

Thomas Kuhn (1922-1996) yaptığı çalışmalarla bilim tarihi ve felsefesi yaklaşımımızı kökeninden etkilemiştir.

Viyana Üniversitesi’nde, başlangıçta fizik üzerine bir tez sunmayı planlamış olmasına rağmen, Feyerabend hesapladığı elektrodinamik probleminde bir yere varamayınca felsefeye geçmeye karar verir (başarısız bilim insanı olarak bir bilim filozofu?). “Zur Theorie der Basissätze” adlı doktora tezini 1951 yılında Kraft’ın danışmanlığında tamamladı. Tezin konusu “temel cümleler” ya da “protokol cümleleri”, yani Mantıksal Pozitivistlerin kuramlaştırdığı ve bilimsel bilginin temellerini oluşturan türden cümlelerdi. Daha sonra felsefi çalışmalarında “Viyana Çevresindeki protokol cümleleri tartışmasından yola çıktığını ve ona geri döndüğünü” bildirmiştir (“Concluding Unphilosophical Conversation”, Munévar (1991) içinde, s. 526). Kraft’ın o dönemde Viyana Çevresinin Viyana’da hayatta kalan tek üyesi olduğu düşünüldüğünde bu şaşırtıcı değildir. Bununla birlikte, Kraft’ın Feyerabend üzerindeki etkisi ancak son zamanlarda vurgulanmıştır. Feyerabend’in tezindeki malzemenin çoğu Kraft Çevresi toplantılarında sunulmuş (ya da bu toplantılardan derlenmiştir) ve ayrıca “Deneyimin Gerçekçi Bir Yorumuna Giriş” (1958) gibi ilk makalelerinde de yer almıştır. Tezin kendisi “Kraft Çevresi”ndeki tartışmaların yoğunlaştırılmış bir versiyonuydu” (s. 115).

1950’lerin başında Feyerabend, Elizabeth Anscombe tarafından kendisine ödünç verilen Philosophical Investigations‘ın (Felsefi Soruşturmalar) kanıtlarını okumasının bir sonucu olarak Wittgenstein üzerine yazdığı birkaç Almanca makale yayınladı. Feyerabend Anscombe ile ilk kez Avusturya Kolej Derneği’nde Descartes üzerine ders verirken tanıştı. Anscombe, Wittgenstein’ın eserlerini çevirebilmek için Almancasını mükemmelleştirmek üzere Viyana’ya gelmişti.

Bana Wittgenstein’ın sonraki yazılarının el yazmalarını verdi ve bunları benimle tartıştı. Tartışmalar aylarca sürdü ve bazen sabah öğle yemeğinden akşam geç saatlere kadar devam etti. Ayrıntıları belirtmek hiç de kolay olmasa da üzerimde derin bir etkileri oldu. (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 114).

Feyerabend Cambridge’de Wittgenstein ile çalışmayı planlıyordu ve Wittgenstein onu öğrenci olarak almaya hazırdı, ancak Feyerabend İngiltere’ye gelmeden önce öldü. Onun yerine Karl Popper danışmanı oldu.

3.3 London School of Economics’te Yaşam (1952-1953)

Feyerabend’in otobiyografisinde Popper’in derslerinden ve ünlü LSE seminerinden biraz bahsedilir. Dersler, bilimde bir yöntem olmadığı, ancak bazı basit ve yararlı temel kurallar olduğu iddiasıyla başlamıştı. Popper “eşit derecede basit gereksinimlerden türetilen basit fikirlerin karmaşık araştırma dünyasına nasıl düzen getirdiğini” göstermeye çalıştı (s. 88-9). Popper’in ve Pierre Duhem’in tümevarımcılığa (bilimin deneyimde kaydedilen olgulardan genelleme yoluyla ilerlediği görüşü) yönelik eleştirilerinden ikna olan Feyerabend, yanlışlamacılığı gerçek bir seçenek olarak görmüş ve kendi ifadesiyle “buna kanmış” (s. 89), makalelerinde ve derslerinde yanlışlamacılığı uygulamıştır. Bu onun bir yanlışlamacı olduğunu ilk kabulü değildir, ancak bunu Poppercı olmasını gerektirecek bir durum olarak görmemesi dikkate değerdir. Feyerabend (genellikle) oldukça liberal bir yanlışlamacıydı, her zaman bilim insanlarının teorilerini savunma azmini vurguluyor ve bilimsel teorilerin test edilemez olarak başlayabileceğine izin veriyordu. John Watkins ve Joseph Agassi gibi sadık Popper’cıların onu sürekli olarak alışılmışın dışında olmakla suçladıklarını vurgular (daha sonra Agassi tarafından Popper’dan intihal yapmakla suçlanmıştır). Bunun yerine daha sonra bu arayı soyut akıl yürütmenin tehlikelerine bir örnek olarak görmüştür. Rasyonalizm zaten tehlikelidir, çünkü “yargımızı felce uğratır” (s. 89) ve “neredeyse insanüstü bir otorite” (s. 90) ile donatılır. Ancak Popper buna tehlikeli bir unsur daha eklemiştir: Basitlik. Feyerabend, böyle bir felsefenin “gerçeklikle… [yani] bilimsel pratikle teması kesebileceğinden” yakınır (s. 90).

Feyerabend burada Popper’in bilimin epistemolojisine yaklaşımına atıfta bulunmaktadır ki kendisi de bu yaklaşımı uzunca bir süre takip etmiş ve ilerletmiştir. Bilimsel Araştırmanın Mantığı (1934) kitabının II. bölümünde Popper, bilimsel pratik ile bilimsel standartlar, ilkeler ya da metodoloji arasında ayrım yapmıştır. Standartları uygulamaya bağlı kılan “doğalcı” bir yöntem teorisine karşı çıkan Popper, bunun yerine güçlü bir normatif epistemolojiyi, bilim insanlarının izlemesi gereken optimum yöntem kurallarını ortaya koyan bir disiplini tercih etmiştir. Bu, Feyerabend’in başlangıçta benimsediği Poppercı perspektifin en önemli yönlerinden biridir.

Feyerabend şimdi böyle bir epistemolojinin, “rasyonel” standartların halihazırda sahip olduğumuz bilim kadar hareketli, zengin ve etkili bir uygulamaya yol açabileceği gibi yanlış bir varsayımda bulunduğundan şikayet ediyor. Yanlışlamacılık bildiğimiz haliyle bilimi yok edecektir. Bilim Popper’in modeline uygun olarak gelişmemiştir. “İrrasyonel” değildir, ancak kapsayıcı bir model de içermez. Popper’in kuralları bir bilim üretebilir, ama şu anda sahip olduğumuz bilimi değil. (Feyerabend, Mantıksal Pozitivist Otto Neurath’ın Popper’a bu eleştiriyi bir süre önce yöneltmiş olduğunu belirtmektedir (s. 91)).

Feyerabend 1952’de bilimsel değişim hakkındaki fikirlerini Popper’in LSE seminerine ve Anscombe’un Oxford’daki dairesinde ünlü Wittgensteincıların (Elizabeth Anscombe, Peter Geach, H.L.A.Hart ve Georg Henrik von Wright) bir araya geldiği bir toplantıya sundu. Bu toplantı, önemli bir kavram olan ölçülemezlik kavramının (terimin kendisi olmasa da ancak on yıl sonra yayınlara girmiştir) ilk kez ortaya atıldığı toplantı gibi görünmektedir:

Canlı bir şekilde hatırladığım bir olayda Anscombe, bir dizi ustaca soruyla, iyi tanımlanmış ve görünüşte kendi kendine yeten olgulara ilişkin kavrayışımızın (ve hatta algılarımızın) onlarda görünmeyen koşullara nasıl bağlı olabileceğini görmemi sağladı. Fiziksel nesneler gibi, çeşitli tezahürlerle ve hatta hiç mevcut olmadıklarında bile kimliklerini korumaları anlamında bir “koruma ilkesine” uyan varlıklar varken, acılar ve ardıl imgeler gibi diğer varlıklar ortadan kaybolmalarıyla “yok olurlar”. Koruma ilkeleri insan organizmasının bir gelişim aşamasından diğerine değişebilir ve farklı diller için farklı olabilir (bkz. Whorf’un “gizli sınıflandırmaları”…). Bu tür ilkelerin bilimde önemli bir rol oynayacağını, devrimler sırasında değişebileceğini ve bunun sonucunda devrim öncesi ve sonrası teoriler arasındaki tümdengelimsel ilişkilerin kopabileceğini varsaydım. (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 115).

Büyük keşiflerin, keşfedilen nesnenin genel doğasının zaten bilindiği Amerika’nın keşfi gibi olmadığını söyledim. Bu daha ziyade, kişinin rüya gördüğünün farkına varması gibi bir şeydir. (, s. 92).

Bu düşünceler Hart, von Wright ve Popper tarafından o kadar da hevesli bir şekilde karşılanmadı.

Feyerabend’in Wittgenstein üzerine makaleleri, Londra’dayken ayrıntılı olarak incelediği Felsefi Soruşturmalar metnini gözden geçirmesiyle sonuçlandı. (“Bilgiçlik taslayan bir zihin yapısına sahip olduğum için” diyor, “kitabı daha çok sürekli bir argümanı olan bir tez gibi görünecek şekilde yeniden yazdım”. (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 116)). Anscombe, Feyerabend’in özetini İngilizceye çevirdi ve The Philosophical Review‘a gönderdi. Editör Norman Malcolm tarafından kabul edildi (Mind‘ın editörü Gilbert Ryle tarafından reddedilmişti, bkz. , s. 93). Bu inceleme Feyerabend’in ilk İngilizce yayını oldu; Feyerabend bunu “Wittgensteincı canavar” olarak adlandırdı (s. 115). Konuya ilişkin daha sonra şu yorumu yapmıştır:

Wittgenstein’ın bir teori (bilgi ya da dil) sunmak istemediğini biliyordum ve kendim de açıkça bir teori formüle etmemiştim. Ancak yaptığım düzenlemeler metnin bir teori gibi konuşmasını sağladı ve Wittgenstein’ın niyetini yanlışladı. (VÖ, s. 93).

Wittgenstein’ın somut araştırma ihtiyacına yaptığı vurgu ve soyut akıl yürütmeye yaptığı itirazlar (“Bak, düşünme!”) kendi eğilimlerimle bir şekilde çatıştı ve bu nedenle onun etkisinin fark edildiği makaleler somut örnekler ve kapsamlı ilkelerin karışımıdır. (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 115).

Felsefi Soruşturmalar üzerine yazdığı incelemede, Wittgenstein’ın bir sözcüğün anlamının o sözcük tarafından belirlenen ya da gönderme yapılan nesne olduğu şeklindeki “gerçekçi” ya da “özcü” anlam kuramları ailesine yönelik eleştirisine özellikle dikkat çekerek kitabı çok etkili bir şekilde özetlemiştir. Feyerabend, Wittgenstein’ın gerçekçi kuramları saçmaya indirgemeye (reductio ad absurdum) çalıştığını ve bu kuramların, sürekli olarak tamamen sorunsuz şekillerde kullandığımız kelimelerin anlamını bildiğimizin söylenemeyeceği gibi savunulamaz bir imaya sahip olduğunu gösterdiğini ileri sürmüştür.

Ne yazık ki, Preston 1997’de (bölüm 2) tartışıldığı üzere, Feyerabend, Wittgenstein’ın bir terimin anlamının kullanımı tarafından belirlendiği temsili olmayan anlam anlayışını destekleyerek bu kavrayışı takip etmekte tamamen başarısız olmuştur. Bunun yerine, anlamın kullanım olduğu fikrini yanlış bir şekilde pozitivizmle ilişkilendiren Feyerabend, bir terimin veya ifadenin anlamını teorik bağlamlarda oynadığı rolle özdeşleştiren “bağlamsal” bir anlam teorisi önerdi. Ancak teorik fikrini her türlü bağlamı kapsayacak şekilde aşırı genişletmiş, böylece onu içerikten tamamen mahrum bırakmıştır. Feyerabend’e göre teorik olan hiçbir şeyle tezat oluşturmaz.

Ancak kitap eleştirisi Wittgenstein’ı da eleştiriyordu. Özellikle Wittgenstein’ın felsefe anlayışına (“felsefi analiz” olarak) karşı çıkıyordu. Ertesi yıl (1956) yayınlanan kısa bir makalede Feyerabend, G.E.Moore’un ünlü “analiz paradoksu”nu göz önünde bulundurmanın “felsefenin aynı anda hem analitik hem de bilimsel, yani ilginç, ilerici, belirli bir konu hakkında bilgilendirici olamayacağını” gösterdiğini savunarak eleştirisini genişletti (“A Note on the Paradox of Analysis“, s. 95). Feyerabend bundan böyle bilimsel felsefe (olarak düşündüğü şey) için uğraştı. Popper gibi, Wittgenstein’ın izinden giden ve Oxford Üniversitesi’nin 1950’lerde ve 1960’ların başında felsefe sahnesine hakim olduğu “analitik” felsefe ya da “dilbilimsel” felsefe türüne ayıracak çok az zamanı vardı.

Otobiyografisinde en açık şekilde ortaya çıkan şeylerden biri, Feyerabend’in görüşlerinin sürekli olarak değiştirilebilir doğasıdır. Arkadaşı Agassi’nin, çevirmeyi düşündüğü bir kitap hakkında fikrini tamamen değiştirmesine neden olduğunu kaydeder. Agassi, Feyerabend’i sadık bir Poppercı olmaya teşvik ettiğinde, Feyerabend’in buna direnişi esas olarak gruplardan hoşlanmamasına dayanıyor gibi görünüyor.

3.4 Viyana’ya Dönüş (1953-1955)

1953 yazında Popper, Feyerabend’in asistanı olarak çalışabilmesi için ek fon başvurusunda bulunmak zorunda kaldığında, Feyerabend Poppercı kiliseden ayrılmaya ve Viyana’ya dönmeye karar vermişti. Asistanlık kısa sürede onaylanmasına rağmen, Feyerabend duruma ilişkin “kendimi oldukça rahatsız hissediyordum. Ne olduğunu anlayamadım; sadece Viyana’da kalmak istediğimi biliyordum” demiştir (s. 99).

Bu dönemde Feyerabend, yapacak hiçbir şeyi olmadığı ve paraya ihtiyacı olduğu için Popper’in “savaş çalışması” olan Açık Toplum ve Düşmanları‘nı Almancaya çevirdi, bir Fransız ansiklopedisi için “Metodoloji” ve “Doğa Felsefesi” üzerine makaleler yazdı, ABD Kongre Kütüphanesi için Avusturya’da savaş sonrası Beşeri Bilimlerdeki gelişmeler üzerine bir rapor hazırladı ve şarkıcı olarak ilk profesyonel fırsatını berbat etti (s. 98). Ancak uzun vadede ne yapacağını bilemediğini de hissederek çeşitli üniversitelere iş başvurusunda bulundu.

Daha sonra “analitik felsefe üzerine ders vermek üzere Viyana’ya gelen ve belki de biraz gerçekçi olmayan bir şekilde Viyana Çevresinin büyük yıllarından ve oradaki analitik gelenekten geriye kalanları canlandırabileceğini uman” Arthur Pap ile tanıştı (“Herbert Feigl: A Biographical Sketch”, s. 3). Feyerabend Pap’ın asistanı oldu. Pap, 1954 yılında Viyana’da Herbert Feigl ile tanışmasını sağladı ve birlikte Feigl’in makalelerini incelediler. Feigl 1930’da ABD’ye göç edene kadar Viyana Çevresinin bir üyesiydi, ancak bilinebilir bir dış dünya olduğu yönündeki “realist” görüşünden asla vazgeçmemişti. Feyerabend’i Kraft ve Pap’ın pozitivizminin felsefenin geleneksel sorunlarını çözmediğine ikna etti. “Varoluşsal Hipotezler” (1950) adlı makalesi, Kraft’ın katkıları ve Popper’in 1948 ve 1949’da Alpbach’ta ortaya koyduğu bazı fikirlerle birlikte, Feyerabend’in realizm hakkındaki şüphelerini büyük ölçüde azaltmıştır (aynı eser, s. 4). Feyerabend, Feigl’in etkisini şu şekilde anlatmaktadır:

Feigl’in temel zorlukları açıkladığını ve [olasılık hesabının] uygulama sorununun neden hala çözümsüz olduğunu formalizme başvurmadan son derece basit bir dille açıkladığını duymak … oldukça şok ediciydi. O halde biçimselleştirme felsefi meselelerde son söz değildi. Spekülasyon (korkunç kelime!) için hala temel tartışmaya yer vardı; biraz sağduyu yardımıyla yüksek derecede biçimselleştirilmiş sistemleri yıkma olasılığı hala vardı! (aynı eser, s. 5).

1954 yılında Feyerabend’in kuantum mekaniği felsefesi üzerine yazdığı çok sayıda makaleden ilki yayımlandı; bu makaleler Popper’la çalışarak geçirdiği zamanın ilk meyveleriydi. Bu yayınlarda genellikle kuantum teorisinin “Kopenhag Yorumu” tarafından elde edilen hakimiyetin hak edilmediği çizgisini benimsedi. Feyerabend, teorinin bu yorumunun mikrofiziğin sorunları için genel bir her derde deva olduğunun gösterilmediğini ve gösterilemeyeceğini ya da savunucularının haklı olarak bunun tartışılmaz olduğuna inanabileceklerini iddia etmeye özellikle hevesliydi. Louis de Broglie, David Bohm ve Jean-Pierre Vigier gibi “gizli değişkenler” teorisyenlerinin, kuantum-mekanik düzeydeki nesnelerin görünüşte belirsiz olan cıvıltılarının altında gözlemlenmemiş bir deterministik alt yapının varlığını varsayma hakkını savunmaya başladı.

Ancak Feyerabend, Popper’in Kopenhag ortodoksisine yönelik daha önceki eleştirisinin biraz sınırlı ve yüzeysel olduğunu da düşünmeye başlamıştır. Popper’a göre, Kopenhag Yorumu basitçe bazı kötü pozitivist felsefelerin sonucuydu. Bu görüşe göre Niels Bohr ve Werner Heisenberg, pozitivist filozoflar (Ernst Mach ve onun görünürdeki takipçileri Viyana Çevresi gibi) tarafından, teorilerinin varsayımsal değil, yalnızca deneyimin kapsamlı, ekonomik ama hipotetik olmayan bir açıklaması olduğu düşüncesiyle baştan çıkarılmışlardı. Feyerabend, tam tersine, Kopenhag teorisyenlerinin kendi görüşlerinin şu anda deneylerin gözlemlenen sonuçlarıyla uyumlu olduğunu düşünmek için mükemmel derecede iyi “fiziksel”, “bilimsel” veya “olgusal” argümanlara sahip olduklarını savunmuştur. Bu nedenle kuantum teorisinin araçsalcı yorumunun bir savunmasını ortaya koymuştur. Ancak bu savunma sadece taktikseldir, çünkü nihayetinde deneylerin gözlemlenen sonuçlarının doğruluğunu veya yanlışlığını ortaya çıkaracak bir bakış açısıyla sorgulanması gerektiğini savunmuştur. Dolayısıyla Feyerabend kuantum vakasını bilim insanlarının bağlı olduğu metodolojik kuralların yeniden gözden geçirilmesi için kullanmıştır. Bu, teorilerin birbirleriyle ve “deneyimle” karşılaştırıldığı “çoğulcu” bir test modeli fikrinin doğuşudur. (Bununla birlikte, bu fikrin Popper’da zaten bulunduğunu ve Feyerabend’in başlangıçta bu gerçeği kabul ettiğini unutmayın). Feyerabend’e göre, bilim insanı ancak bilimsel gerçekçiliği benimseyerek, bilimsel teorilerin (kavramsal olarak) devrimci potansiyelini tutarlı bir şekilde ortaya çıkaracak, Galileo’nun Aristotelesçi dünya görüşü altında yaktığı ateşi yeniden alevlendirecek bir metodolojiye bağlı kalabilir. Böyle bir gerçekçilik, teorileri deneyimin özetleri olarak değil, zihinden bağımsız bir gerçeklik hakkındaki gerçek varsayımlar olarak yorumlar. Ayrıca bilimin gözlem dilini teorik terimleriyle aynı epistemolojik tekneye koyar: Gözlemler, diye ısrar eder, teoriler kadar “teoriktir” (yani varsayımsaldır): “Mantıksal olarak konuşursak, tüm terimler “teoriktir”” (Philosophical Papers, Cilt 1, s. 32 not).

4. Feyerabend’in Erken Dönem Çalışmaları: Liberalleşen Empirizm

4.1 İlk Akademik Atama: Bristol Üniversitesi (1955-1958)

Feyerabend 1955 yılında, Popper ve Erwin Schrödinger’in referanslarının yanı sıra kendi boşboğazlığının da yardımıyla (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 116, VÖ, s. 102), İngiltere’deki Bristol Üniversitesi’nde bilim felsefesi dersleri vererek ilk akademik görevini elde etti. Otobiyografisinde (s. 103-4) Agassi’nin bu derslere hazırlanmasına nasıl yardım etmek zorunda kaldığını anlatır, çünkü bu dersler Feyerabend’in hiç çalışmadığı bir konuyu kapsamaktadır (ayrıca bkz. Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 116). Ayrıca bir süre kendini nasıl yönsüz ve huzursuz hissettiğini de anlatır: “Vakit öldürüyordur”.

O yılın yazında Alpbach’ı tekrar ziyaret etti ve burada bilim felsefecisi Philipp Frank (bir başka eski Mantıksal Pozitivist) ile tanıştı ve onun üzerinde (biraz gecikmiş) bir etki yarattı:

Frank, Kopernik’e karşı Aristotelesçi itirazların empirizmle uyuştuğunu, Galileo’nun eylemsizlik yasasının ise uyuşmadığını savundu. Diğer durumlarda olduğu gibi, bu yorum yıllarca zihnimde uykuda kaldı; sonra iltihaplanmaya başladı. Yönteme Karşı’nın Galileo bölümleri geç bir sonuçtur. (VÖ, s. 103. Ayrıca bkz. Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 112).

Aynı dönemde Feyerabend, Bristol Üniversitesi’nde fizik dersleri veren David Bohm ile tanıştı. Bohm, Niels Bohr’un gözde öğrencisiydi ve ilk kitabı Kuantum Teorisi (Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall, 1951), kuantum teorisinin Kopenhag Yorumunun uzun bir savunmasıydı. Ancak 1950’lerin başında Bohm eski görüşünü reddetti ve o zamanlar popüler olmayan “gizli değişkenler” teorisinin önde gelen savunucularından biri oldu. Feyerabend üzerinde önemli bir etkisi olacak ve gerçekliğin yapısına ilişkin Hegelci açıklamasıyla onu Popper’dan uzaklaştıracaktı. Feyerabend 1960 yılında, hala Popper’in etkisi altındayken, Bohm’un 1957 tarihli Modern Fizikte Nedensellik ve Şans kitabı üzerine eleştirel bir çalışma yapmıştır. Ancak daha sonraki çalışmalarında Bohm ve Feyerabend paralel yönlerde ilerleyerek “uç” bilimlere ilgi duymaya başladılar. Bohm’un fikirleri yavaş yavaş yerleşti ve 1960’ların ortalarından itibaren Feyerabend’in yayınlanmış eserleri üzerinde gözle görülür etkileri oldu (bkz. Van Strien 2020). Feyerabend, Bohm’un kitabında fark ettiği ve eleştirdiği belli belirsiz Hegelci metafizikle giderek daha fazla flört etmeye başladı.

Feyerabend 1956’da ikinci kez, bu kez eski öğrencilerinden biri olan Mary O’Neill ile evlendi. Ancak bu ilişki çok kısa sürmüş gibi görünüyor, çünkü karısının 1957 Noel’ini ailesiyle birlikte kendisinden uzakta geçirdiğini, daha sonra bir ilişki yaşadığını ve onu en son 1958’de gördüğünü bildiriyor.

Feyerabend, Bristol’da kuantum mekaniği üzerine verdiği dersin bir felaket olduğunu hatırlamaktadır. Ancak 1956 yazında Alfred Landé ile birlikte Alpbach’ta kuantum mekaniğindeki felsefi meseleler üzerine başarılı bir seminere başkanlık etmiştir. Bununla bağlantılı bir başarı da 1957 Colston Araştırma Sempozyumuna “Ölçümün Kuantum Teorisi Üzerine” başlıklı bir tebliğ sunarak yaptığı katkıdır. Burada Feyerabend, çalışmalarında uzun soluklu bir tema haline gelecek olan şeyi tanıttı: Bilimin teorik ifadelerinin test edildiği ayrı ve tarafsız bir “gözlem dili” veya “gündelik dil” olmadığı, ancak “gündelik düzeyin kendi kendine yeten ve bağımsız bir şey olmaktan ziyade teorik olanın bir parçası olduğu” (Philosophical Papers, Cilt I, s. 217, vurgu eklenmiştir). Bu, onun ana konusu olan teori ve deneyim arasındaki ilişkiye yaptığı başlıca katkıydı. Bu sadece pozitivist kuram anlayışından kesin bir kopuşu değil, aynı zamanda Popper’in anlayışının bir adım ötesini de ifade ediyordu.

4.2 Berkeley Kaliforniya Üniversitesi: İlk Yıllar (1958-1964)

1957 yazında Feyerabend, Michael Scriven’ın Minneapolis’teki Minnesota Bilim Felsefesi Merkezi’ni ziyaret etmesi için yaptığı daveti kabul etti. Merkez, Feyerabend’in daha sonra söylediği gibi, “bu alandaki en önde gelen kurumlardan biriydi” (s. 115). Orada Feigl, Carl Hempel, Ernest Nagel, Hilary Putnam, Adolf Grünbaum, Grover Maxwell, E.L.Hill, Paul Meehl ve diğerleriyle tanıştı. NSF bursuyla desteklenen bir başka çalışma davetini kabul ederek 1958 yılında Merkez’e geri döndü. Sonraki yıllarda da sık sık oraya geri dönecekti.

Bu dönemde Feyerabend’in en önemli erken dönem makalelerinin çoğu yayınlandı. Bu makalelerde Feyerabend, hem Popper hem de Wittgenstein’ın etkisi altında, Viyana Çevresinin torunları olan Rudolph Carnap, Feigl, Nagel ve Hempel gibi “Mantıksal Empirist” düşünürler tarafından ortaya konan o zamanki ortodoks bilim felsefelerinin güçlü bir eleştirisini başlattı. Bu eleştiri, gözlem ve teori arasındaki ilişkinin incelenmesi yoluyla yürütülmüştür.

Bu ilk yayınların belki de en önemlisi olan “Deneyimin Gerçekçi Bir Yorumu Denemesi” (1958) adlı çalışmasında Feyerabend, büyük ölçüde Karl Popper’in yanlışlamacı görüşlerinden aşina olduğu gerekçelerle pozitivizme karşı ve teori ile deneyim arasındaki ilişkinin bilimsel gerçekçi bir açıklaması lehine tartışmıştır. Pozitivist anlam teorilerinin “bilimsel yöntem ve makul felsefe ile çelişen” sonuçları olduğundan yakınmıştır (Philosophical Papers, Cilt 1, s. 17). Özellikle, Feyerabend’in “istikrar tezi” olarak adlandırdığı, teorideki büyük değişikliklerin bile bilimsel gözlem dilindeki terimlerin anlamlarını etkilemeyeceğini ima ederler. Bu varsayıma karşı Feyerabend, “Tez I” olarak adlandırdığı şu fikri savunmuştur

Bir gözlem dilinin yorumu, gözlemlediğimiz şeyi açıklamak için kullandığımız teoriler tarafından belirlenir ve bu teoriler değiştiği anda değişir. (aynı eser, s. 31).

Tez I, pozitivistlerin varsaydığı yorumlama yönünü tersine çevirmiştir. Feyerabend, anlamın deneyim düzeyinden (ya da gözlem-dilinden) yukarıya doğru sızması yerine, teoriden deneyime doğru sızmasını sağlamıştır. Ona göre teori deneyimden bağımsız olarak anlamlıdır, tersi değil. Bu görüşün kökleri açıkça onun bağlamsal anlam teorisinde yatmaktadır; buna göre anlam, terimlere teorik bağlamlara katılımları sayesinde verilmektedir. Bu görüş, teorik terimler ile gözlem terimleri arasında ilkesel bir anlamsal ayrım olmadığını ima ediyor gibi görünmektedir. Feyerabend kısa süre sonra bu imayı “Pragmatik Gözlem Teorisi” ile takip etmiştir; buna göre gözlem cümleleri hakkında önemli olan şey, özel bir empirik anlam çekirdeğine sahip olmaları değil, teorilerin üretilmesi ve çürütülmesindeki nedensel rolleridir.

Feyerabend 1958 yılında Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde bir yıl geçirmek üzere davet edilmiş ve kabul etmiştir. Bu ziyaret görevi sona erdiğinde, üniversite yönetimi onu yayınlarına ve tabii ki boşboğazlığına dayanarak işe almaya karar verdi (s. 115). Ancak Minneapolis’te çalışmak üzere aldığı burs nedeniyle Berkeley’de tam zamanlı ders vermeye ancak 1960 yılında başladı. Orada Thomas Kuhn ile karşılaştı ve Kuhn’un yakında çıkacak olan Bilimsel Devrimlerin Yapısı kitabını taslak halinde okudu. Daha sonra Kuhn’a kitap hakkında mektup yazdı (bu mektuplar yakın zamanda Studies in the History and Philosophy of Science, 26, 1995’te yayımlandı). Ancak Kuhn’un bilim felsefesine betimleyici-tarihsel yaklaşımını üstlenmeye tam olarak hazır değildi. Yayınlanmış çalışmalarında giderek daha fazla tarihsel örneğe yer verse de bunları hala oldukça ortodoks yanlışlamacı sonuçları desteklemek için kullanıyordu.

Meta-metodolojisinde Feyerabend, bilimsel teorilerin yorumlanmasına ilişkin tartışmaya Popperci metodolojik gelenekselciliğin güçlü bir ölçüsünü uygulayarak, realistler ve araçsalcılar arasındaki anlaşmazlığın olgusal bir mesele değil, bir seçim meselesi olduğunu savunmuştur. Hangi bilimsel bilgi ideallerini amaçladığımıza bağlı olarak, teorileri ya gerçekliğin tanımları (bilimsel gerçekçilik) ya da tahmin araçları (araçsalcılık) olarak görmeyi seçebiliriz. Bu rakip ideallere (kabaca: Bir yanda yüksek bilgi içeriği, diğer yanda duyu kesinliği) bağlılık, ilgili sonuçlarına göre değerlendirilmelidir. Feyerabend, felsefi kuramların bilimi yansıtmakla kalmayıp onu değiştirdiğini vurgulayarak, bilgimizin biçiminin ideallerimize uyacak şekilde değiştirilebileceğini ileri sürmüştür. Dolayısıyla, eğer istersek kesinliğe ve yalnızca deneyimi özetleyen teorilere sahip olabiliriz. Ancak, empirik içerik ve test edilebilirlik arasındaki olağan denklemi (Carnap, Popper ve Feyerabend için ortak olan) harekete geçirerek, kesinlik idealini kesin olarak reddetmemiz ve bunun yerine deneyimin ötesine geçen ve gerçekliğin kendisi hakkında bilgilendirici bir şeyler söyleyen teorileri tercih etmemiz gerektiğini ileri sürdü. Bu bağlamda, deneyciliği bilginin kaynakları hakkında bir görüş olarak değil, teorilerimiz için en arzu edilen biçim hakkında bir doktrin olarak yeniden yorumlayarak Popper’in izinden gitmiştir.

Feyerabend, pozitivistler arasında yaygın olan, gözlem terimlerinin yorumlanmasının teorik bilgimizin durumuna bağlı olmadığı fikrinin pozitivistler için istenmeyen sonuçları olduğunu savunmuştur. Bunlardan biri, “her pozitivist gözlem dilinin metafiziksel bir ontolojiye dayanmasıdır” (Philosophical Papers, Cilt 1, s. 21). Bir diğeri, sahip olduğumuz teorilerin dilimizi ve hatta belki de algılarımızı etkilediği tezinden kaynaklanmaktadır. Bu, empirik olarak yeterli tek bir teori kullandığımız sürece, gerçekliğin alternatif açıklamalarını hayal edemeyeceğimiz anlamına gelir. Teorilerimizin deneyimin özetleri olduğu yönündeki pozitivist görüşü de kabul edersek, bu teoriler empirik içerikten yoksun ve test edilemez olacak ve dolayısıyla dilimizin eleştirel, tartışmacı işlevinde bir azalma olacaktır. Tamamen aşkın metafizik teorilerin yanlışlanamaz olması gibi, kesinlik sunan her şeyi kucaklayan bir bilimsel teori olarak başlayan şey de bu koşullar altında reddedilemez bir dogma, bir mit haline gelecektir. Preston 1997’de (bölüm 5) bu “mit çıkmazına” duyduğu antipatinin Feyerabend’in o dönemdeki görüşlerinin arkasındaki temel itici güçlerden biri olduğu ileri sürülmektedir.

Feyerabend, “bilimsel bir teorinin yorumlanmasının, tanımladığı durumdan başka hiçbir şeye bağlı olmadığı” bir realizmi savunmuştur (Philosophical Papers, Cilt 1, s. 42). Aynı zamanda Wittgenstein’ın Felsefi Soruşturmalar‘ında, terimlerin anlamının kullanımlarına ya da deneyimle olan bağlantılarına göre değil, bir teori ya da açıklamanın daha geniş bağlamında oynadıkları role göre belirlendiği bağlamsal bir anlam teorisi bulduğunu iddia etmiştir. Feyerabend’in ilk çalışmalarının temel önermesi olan Tez I’in hem bağlamsal anlam teorisini hem de bilimsel gerçekçiliği kapsadığı varsayılır. Feyerabend’e göre yalnızca gerçekçilik, teorileri en savunmasız halleriyle, hakikat için çabalayan evrensel olarak niceliklendirilmiş ifadeler olarak yorumlamakta ısrar ederek, durgunluk yerine bilimsel ilerlemeye yol açar. Sadece gerçekçilik, eleştirel tutum, dürüstlük ve test edilebilirlik gibi en yüksek entelektüel ideallere uygun yaşamamızı sağlar.

Deneyimleri analiz edilemez yapı taşları olarak ele alarak bilimle çatışan pozitivizmin aksine, realizm deneyimleri analiz edilebilir olarak ele alır ve onları gözlemle hemen erişilemeyen süreçlerin sonucu olarak açıklar. Böylece deneyimler ve gözlem ifadeleri pozitivizmin fark ettiğinden daha karmaşık ve yapılandırılmış olarak ortaya çıkar. Feyerabend bağlamsal anlam teorisini sadece teorik terimlere değil gözlem terimlerine de uygulanacak şekilde aşırı genişletmiş, teorik varlıklara ilişkin özel bir “sorun” olmadığını ve gözlem terimleri ile teorik terimler arasındaki ayrımın tamamen pragmatik bir ayrım olduğunu savunmuştur. Bağlamsal teorinin de ima ettiği gibi, gözlem-ifadeleri teorik ilkelere bağlıysa, bu ilkelerdeki herhangi bir yetersizlik, bağlı oldukları gözlem-ifadelerine de yansıyacaktır, dolayısıyla gözlemlenen şey hakkındaki inançlarımız hatalı olabilir ve hatta deneyimlerimizin kendisi bile gerçekte olup bitenlerin yalnızca yaklaşık bir açıklamasını verdiği için eleştirilebilir. Tüm ifadelerimiz, inançlarımız ve deneyimlerimiz “varsayımsaldır”. Gözlemler ve deneyler her zaman yoruma ihtiyaç duyar ve farklı yorumlar farklı teoriler tarafından sağlanır. Eğer mevcut anlamlar teorik ilkeler içeriyorsa, o zaman gözlem-ifadeleri pasif bir şekilde kabul etmek yerine, bu anlamları değiştirmemizi gerektirebilecek teorik ilkeleri bulmaya ve test etmeye çalışmalıyız.

Feyerabend bu nedenle anlamsal istikrarsızlığı putlaştırmış, pozitivist indirgeme, açıklama ve doğrulama açıklamalarının varsaydığı anlamsal istikrarın bilimde ilerleme istiyorsak ihlal edildiğini ve edilmesi gerektiğini savunmuştur. Eğer anlam teori tarafından belirleniyorsa, çok farklı teorilerdeki terimler aynı anlamı paylaşamazlar: “Bağdaştırılamaz” olacaklardır. Eski bir teorinin ilkelerini yeni bir teorinin ilkelerinden türetmeye yönelik herhangi bir girişim ya başarısız olmalı ya da eski teorinin terimlerinin anlamında bir değişikliğe yol açmalıdır. Bu nedenle Mantıksal Empiristlerin çok sevdiği “teorik indirgeme” aslında daha çok bir teorinin ve ontolojisinin bir başkasıyla değiştirilmesi gibidir. Feyerabend, 1962 tarihli ünlü makalesi “Explanation, Reduction, and Empiricism“in (Açıklama, İndirgeme ve Empirizm) sonunda, uyuşmazlık kavramını ortaya atarak, bu kavramın herhangi bir resmi açıklama, indirgeme veya doğrulama açıklamasını engellediği sonucuna varmıştır. (Kuhn’un aynı terimi ilgili bir kavramı nitelemek için kullandığı Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı kitabı da aynı yıl yayımlanmıştır).

Feyerabend, bilim felsefesinden yayınlanmış ilk büyük gezisinde bu fikirleri zihin/beden sorununa uygulamıştır. Feyerabend, 1963 yılında yayınlanan iki makalesinde, zihnin fiziksel bir şey olamayacağı varsayımına karşı materyalizmi (kabaca, var olan her şeyin fiziksel olduğu görüşü) savunmaya çalışmıştır. Bu makaleler oldukça belirsiz bir görüşler karışımı sergilemesine rağmen, şimdi öncelikle “eleyici materyalizm” olarak bilinen ve zihni ve zihinsel fenomenleri kavrama şeklimizin, aynı şeylerin (materyalist) bilimsel bir açıklamasıyla çelişen ciddi şekilde yetersiz bir teori anlamına geldiği pozisyonu başlattıkları için hatırlanmaktadırlar. Feyerabend, söz konusu iki teorinin birbiriyle bağdaşmadığını, ancak yine de genel metodolojik gerekçelerle materyalist olanı tercih etmemiz gerektiğini öne sürmüştür. Zihin/beden sorununa ilişkin bu radikal görüş Feyerabend’in en önemli miraslarından biri olmuştur. Feyerabend’in kendisi 1970’lerin sonunda bundan vazgeçmiş gibi görünse de Richard Rorty ve daha yakın zamanda Paul ve Patricia Churchland tarafından ele alınmıştır.

Feyerabend’in uyuşmazlık tezine göre, bir teorinin temelini oluşturan anlamsal inşa ilkeleri (realist yorumuyla) başka bir teori tarafından ihlal edilebilir veya “askıya alınabilir”. Sonuç olarak, teoriler “rasyonalistlerin” istediği gibi her zaman içeriklerine göre karşılaştırılamaz. Feyerabend’in bunu anlaması biraz zaman almıştır, çünkü 1960’ların sonlarına kadar bu görüşe resmen katılmamıştır, ancak bu durum, teoriler veya gelenekler arasında seçim yapmanın nesnel bir yolu olmadığı görüşü olan göreceliliğe kapı açmaktadır. Bu belki de bağlamsal anlam teorisinin en kötü şöhretli ve en çok nefret edilen sonucudur.

Feyerabend’in bu döneme ait “İyi Bir Empirist Nasıl Olunur” (1963), “Gerçekçilik ve Araçsalcılık” (1964), “Empirizmin Sorunları” ve “Eleştirilere Cevap” (1965) gibi çığır açan temel makalelerinde, bilimsel gerçekçiliğe yönelik en önemli argümanı metodolojiktir: Gerçekçilik arzu edilir çünkü yeni ve birbiriyle uyumsuz teorilerin çoğalmasını gerektirir. Bu bilimsel ilerlemeye yol açar çünkü her teorinin aksi takdirde sahip olacağından daha fazla empirik içeriğe sahip olmasıyla sonuçlanır, çünkü bir teorinin test edilebilirliği sahip olduğu potansiyel yanlışlayıcıların sayısıyla orantılıdır ve alternatif teorilerin üretimi potansiyel yanlışlayıcıların varlığını sağlamanın tek güvenilir yoludur. Dolayısıyla bilimsel ilerleme, her biri rekabet yoluyla diğerlerinin test edilebilirliğini ve dolayısıyla empirik içeriğini korumaya ve geliştirmeye katkıda bulunacak çok sayıda uyumsuz teoriye izin veren “teorik çoğulculuk” yoluyla gelir. Feyerabend’in çoğulcu test modeline göre, teoriler birbirlerine karşı test edilir. Böylece Kuhn’un “paradigma öncesi” dönemler ve “bilimsel devrimler” olarak adlandırdığı, birbiriyle uyumsuz birçok teorinin bulunduğu ve bunların birbirleriyle rekabet ederek gelişmeye zorlandığı durumları idealize etmiştir. Ancak teorilerin hala birbirleriyle öncelikle gözlem ve deney sonuçlarını açıklama yetenekleri açısından karşılaştırıldığı fikrini küçümsemiştir. Feyerabend’e göre bu fikir, teori seçiminde estetik ve sosyal faktörlerin rolünü gizleyen empirist bir mitti.

Buraya kadar, teorik çoğulculuk argümanı büyük ölçüde Feyerabend’in sıklıkla saygı gösterdiği John Stuart Mill’in Özgürlük Üzerine (1859) adlı eserini takip etmektedir. Ancak Feyerabend, teorilerin empirik içeriklerini artırabilecekleri bir mekanizma göstermeye çalışmıştır. Argümanın bu kısmına göre, teoriler ancak alternatif teorilerin yardımıyla keşfedilebilecek zorluklarla karşılaşabilir. Bir teori, biz bunu doğrudan keşfedemeden yanlış olabilir: Bazen yanlışlığı ortaya çıkaracak yeni deneysel yöntem ve araçların inşası doğa yasaları tarafından engellenir, bazen de tutarsızlık (keşfedilse bile) bir tuhaflık olarak görülebilir ve asla doğru yorumlanmayabilir. Böylece koşullar, teorimizin zayıflıklarını bizden gizlemek için komplo kurabilir. Metodolojik “test edilebilirlik ilkesi”, mevcut teoriyle bağdaşmayan alternatif teoriler geliştirmemizi ve bunları sadece tahmin araçları olarak değil, gerçekliğin tanımları olarak en güçlü halleriyle geliştirmemizi gerektirir. Mevcut teorinin güçlüklerle karşılaşmasını beklemek ve ancak ondan sonra alternatifler aramaya başlamak yerine, mevcut teorimizi dolaylı olarak çürütebilecekleri umuduyla teoriler üretmeli ve bunları inatla savunmalıyız. Yalnızca empirik olarak yeterli olan teoriler böylece hemcinslerinin empirik içeriğinin yükseltilmesine katkıda bulunacaktır. Ancak Feyerabend, ne kadar zayıf olursa olsun, herhangi bir teorinin empirik olarak yeterli hale gelebileceği ve böylece bu sürece katkıda bulunabileceği konusunda ısrar eder. Bu nedenle gerçekçi olmak, bağımsız empirik desteği olmayan mantıksız varsayımlar, verilerle ve iyi doğrulanmış yasalarla tutarsız varsayımlar da dahil olmak üzere herhangi bir teori için destek talep etmeyi gerektirir. Başı dertte olan teorileri muhafaza etmeli ve gözlemlenen olgularla çelişen teoriler icat etmeli ve geliştirmeliyiz, çünkü bunu yaparken test edilebilirlik gibi entelektüel bir ideale saygı göstermiş olacağız.

Böylece Feyerabend, en yüce metodolojik düstur olarak “test edilebilirlik ilkesine” başvururken, test edilebilirliğin diğer teorik erdemlerle takas edilmesi gerektiğini unutmaktadır. Sadece teorilerin empirik içeriklerini kaybedip mit haline gelmesinden duyduğu patolojik korku, onu test edilebilirliği en üst düzeye çıkarmak istemeye ve kesinlikle sınırsız bir çoğalma ilkesini benimsemeye itmektedir. Ayrıca anti-realist yaklaşımların da realizm kadar çoğulcu olabileceğine dair tarihsel kanıtları da göz ardı etmektedir. 

1964’te Alpbach’ta Feyerabend ve Feigl analitik felsefenin son gelişimi üzerine bir semineri birlikte yönetti. Feyerabend orada Mantıksal Pozitivist hareketin öncüsü Rudolph Carnap’la (UCLA’da tanışmıştı) yeniden karşılaştı. Carnap, Feyerabend’i açıklığın erdemleri konusunda ikna etmeye çalıştı, ancak başarısız oldu. Feyerabend hala “bilimsel” felsefeye bağlıydı ve bilginin gelişimine olumlu ve ölçülebilir bir katkıda bulunmadıkça (ki bu elbette bilim anlamına geliyordu) felsefenin değersiz olduğunu düşünüyordu.

Ancak 1965 yılında Hamburg’da Feyerabend’in fizikçi C.F. von Weizsäcker ile kuantum teorisinin temellerini tartıştığı bir seminerin, biraz gecikmeli de olsa, kalıcı bir etkisi oldu:

Von Weizsäcker kuantum mekaniğinin somut araştırmalardan nasıl ortaya çıktığını gösterirken, ben genel metodolojik gerekçelerle önemli alternatiflerin ihmal edildiğinden yakınıyordum. Şikâyetimi destekleyen argümanlar oldukça iyiydi… ama birdenbire, koşullara bakılmaksızın dayatılan bu argümanların bir yardımdan ziyade bir engel olduğunu anladım: İster bilimde ister başka bir yerde olsun, bir sorunu çözmeye çalışan bir kişiye tam bir özgürlük verilmelidir ve herhangi bir taleple, normla kısıtlanamaz, bunlar mantıkçıya veya onları çalışmasının mahremiyetinde düşünen filozofa ne kadar makul görünürse görünsün. Normlar ve talepler, rasyonalite teorilerine başvurarak değil, araştırma yoluyla kontrol edilmelidir. Uzun bir makalede Bohr’un bu felsefeyi nasıl kullandığını ve daha soyut prosedürlerden nasıl farklı olduğunu açıklamıştım. Bu nedenle Profesör von Weizsäcker benim “anarşizm”e geçişimden birinci derecede sorumludur. Her ne kadar 1977’de bunu kendisine söylediğimde hiç memnun kalmamış olsa da. (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 117).

4.3 “Öğrenci Devrimi”nin Etkileri

1960’ların ortalarından sonlarına kadar Batı kültüründe bir mayalanma dönemiydi ve Feyerabend bunun tam ortasındaydı. Berkeley’de doğal olarak İfade Özgürlüğü Hareketi ile karşılaşmıştı. Londra ve Berlin’de olduğu gibi orada da “öğrenci devrimi” olayları gündemdeydi. Bu durum onun siyaset felsefesine, özellikle de bilimle ilgili siyasi meselelere olan ilgisini arttırdı. Berkeley’deki görevi hakkında daha sonra şöyle demiştir:

Benim görevim Kaliforniya Eyaleti’nin eğitim politikalarını uygulamaktı, bu da insanlara küçük bir grup beyaz entelektüelin bilgi olduğuna karar verdiği şeyleri öğretmem gerektiği anlamına geliyordu. (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 118).

Bununla birlikte, Feyerabend’in bu eğitim politikaları altındaki deneyimi, şüphesiz entelektüel hayatının belirleyici dönemlerinden biri olmuş, bu entelektüellere ve bir bütün olarak “Batı rasyonalizmine” derin bir şüpheyle yaklaştığı bir zaman olmuştur:

1964 yıllarında. Meksikalılar, Siyahlar, Kızılderililer yeni eğitim politikalarının bir sonucu olarak üniversiteye girdiler. Orada kısmen meraklı, kısmen küçümseyen, kısmen de sadece “eğitim” alma umuduyla kafaları karışmış bir şekilde oturuyorlardı. Takipçi arayan bir peygamber için ne büyük bir fırsat! Rasyonalist arkadaşlarım bana, aklın yayılmasına ve insanlığın gelişmesine katkıda bulunmak için ne büyük bir fırsat olduğunu söylediler! Ben ise çok farklı düşünüyordum. Şimdiye kadar az çok kültürlü dinleyicilerime anlattığım karmaşık argümanların ve harika hikayelerin, fikirleriyle herkesi köleleştirmeyi başarmış küçük bir grubun kibrinin yansımaları olan rüyalar olabileceği aklıma geldi. Ben kimdim ki bu insanlara neyi nasıl düşüneceklerini söyleyecektim? (aynı eser. Ayrıca bkz. VÖ, s. 123).

Feyerabend bu dönemde biri genel felsefe, diğeri de bilim felsefesi üzerine olmak üzere iki ders verdi. Berkeley’deki seminerini kabul edilemeyecek kadar gevşek bir çizgide yürüterek, dersleri düzenli olarak iptal ederek ve verdiği derslere hazırlanmayarak başını biraz derde sokmuş gibi görünüyor:

Öğrencilere sık sık evlerine gitmelerini, resmi notların ihtiyaç duydukları her şeyi içereceğini söylerdim. Sonuç olarak 300, 500, hatta 1.200 kişilik bir dinleyici kitlesi 50 ya da 30 kişiye düştü. Bundan memnun değildim; daha büyük bir dinleyici kitlesini tercih ederdim ama yine de yönetim müdahale edene kadar tavsiyelerimi tekrarladım. Bunu neden yaptım? Düşünce ile rutin arasındaki çizgiyi bulanıklaştıran sınav sisteminden hoşlanmadığım için mi? Bilginin sıkı bir eğitimle edinilmesi ve istikrarlı hale getirilmesi gereken bir beceri olduğu fikrini küçümsediğim için mi? Yoksa kendi performansım hakkında fazla bir şey düşünmediğim için mi? Tüm bu faktörler bir rol oynamış olabilir. (s. 122).

Ancak öğrenci hareketinin asıl amaçlarına sempati duymasına rağmen, Feyerabend hareketin liderlerinden etkilenmemiş, onların fikirlerinin de değiştirmeye çalıştıkları fikirler kadar otoriter olduğunu düşünmüştür. Öğrenci grevi sırasında, öncesinde ya da sonrasında olduğundan daha az ders kestiğini bildirmiştir! Yine de Feyerabend bu kampüs savaşı sırasında derslerini kampüs dışında vererek kendisini işe alan yönetimi kızdırdı. Sınıfındaki her öğrenciye, üretimlerine (ya da üretimsizliklerine) bakmaksızın “A” notu verdiğine dair hikayeler çoktur. Başta John Searle olmak üzere bazı meslektaşlarının onu kovdurmak istedikleri ve ancak ne kadar çok evrak işi çıkacağını fark ettiklerinde bundan vazgeçtikleri izlenimini edinmiştir (s. 126).

4.4 Altmışlı Yılların Sonları

Feyerabend 1966 yazında Berkeley’de kilise dogması üzerine ders verdi. (“Neden kilise dogması? Çünkü kilise dogmasının gelişimi, bilimsel düşüncenin gelişimiyle birçok özelliği paylaşmaktadır” (s. 137-8)). Sonunda bu düşüncelerini 1970’te yayınlanan ve empirizmin protestanlıkla bazı sorunlu özellikleri paylaştığını savunduğu “Klasik Empirizm” üzerine bir makaleye dönüştürdü. Empirizmin “dezenfekte edilmiş”, “hoşgörülü” bir biçimini savunduğu 1965 tarihli yazısından bu yana epey yol kat etmişti. Empirik bilimsel teorilerin inşası, kavranması veya test edilmesinde prensipte hiçbir noktada deneyime ihtiyaç olmadığını savunan dört sayfalık “Deneyimsiz Bilim” makalesinin 1969’da yayınlanması, Feyerabend’in artık kendisini herhangi bir tür empirist olarak sunma kaygısı taşımadığını göstermiştir.

Feyerabend, akademik görev ve sorumluluklarını giderek daha az ciddiye almasına ve bunun sonucunda kendi üniversitesinin yönetimiyle anlaşmazlığa düşmesine rağmen, ciddi bir bilim felsefecisi olarak sahip olduğu önemli itibarı henüz zedelememişti. Londra, Berlin, Yale ve Auckland’dan iş teklifleri aldığını, Oxford’daki All Souls College‘a üye olması için davet edildiğini ve (Alpbach seminerlerinden tanıdığı) Friedrich von Hayek ile Freiburg’da bir iş konusunda yazıştığını bildirir (s. 127). Londra, Berlin ve Yale’deki görevleri kabul etti. 1968’de UC Berkeley’den istifa ederek Minneapolis’e gitti, ancak evini özledi, yeniden atandı ve hemen Berkeley’e döndü.

Londra’da University College ve LSE‘de ders verirken Imre Lakatos ile tanıştı. İkili çok iyi arkadaş oldu ve Lakatos’un ölümüne kadar birbirleriyle düzenli ve yoğun bir şekilde yazıştılar. Feyerabend, ofisi LSE konferans salonunun koridorunun karşısında olan Lakatos’un, Feyerabend katılmadığı bir noktaya değindiğinde derslerine müdahale ettiğini hatırlar (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 13, VÖ, s. 128).

5. Feyerabend’in Sonraki Çalışmaları: Rölativizme Doğru, Sonra Onun da Ötesine

5.1 Yönteme Karşı (1970-75)

Feyerabend Londra, Berlin ve Yale’deki görevlerinin ardından (hepsi UC Berkeley’deki göreviyle birlikte yürütülmüştür) Yeni Zelanda’daki Auckland Üniversitesi‘nde misafir profesör olarak çalışmaya başlamış ve 1972 ve 1974 yıllarında burada dersler vermiştir (s. 134-5). Hatta o sıralarda Yeni Zelanda’ya yerleşmeyi bile düşünmüştür (s. 153), ancak bu onun jet-sosyete yaşam tarzıyla pek uyumlu görünmemektedir.

1970’lerin başlarında Feyerabend yanlışlamacı kümesten uçmuş ve bilimsel yönteme ilişkin kendi bakış açısını açıklamaya hazır hale gelmişti. 1970’te “Yönteme Karşı” başlıklı uzun bir makale yayınladı ve bu makalede bilimsel metodolojinin önde gelen bazı açıklamalarına saldırdı. Yazışmalarında, Lakatos ve Feyerabend daha sonra, Lakatos’un tüm iyi bilimi bilim yapan tanımlanabilir bir dizi bilimsel yöntem kuralı olduğuna dair “rasyonalist” davayı öne süreceği ve Feyerabend’in buna saldıracağı, Yöntem İçin ve Yönteme Karşı başlıklı bir tartışma cildi oluşturmayı planladılar. Lakatos’un Şubat 1974’te Feyerabend’i derinden sarsmış görünen beklenmedik ölümü, ortak çalışmanın rasyonalist kısmının hiçbir zaman tamamlanamadığı anlamına geliyordu.

Aynı yılın ilerleyen günlerinde Feyerabend kendini Sussex Üniversitesi’nde ders verirken buldu:

Brighton’daki Sussex Üniversitesi’ne neden ve nasıl gittiğime dair hiçbir fikrim yok… Hatırladığım tek şey, iki dönem (1974/1975) ders verdiğim ve sonra istifa ettiğim; haftada on iki saat (bir ders, geri kalanı özel ders) çok fazlaydı. (s. 153).

Feyerabend’in dinleyicilerinden biri olayları daha ayrıntılı olarak hatırlıyor:

Sussex Üniversitesi: Sonbahar Dönemi başlangıcı, 1974. Kampüsteki en büyük Sanat amfisinde oturacak yer yoktu. Heyecanla ve sabırsızlıkla reklamı yapılan etkinliğin başlamasını bekledik. Her zamanki gibi zamanında gelmedi. Aslında söylentilere göre hiç gelmeyecekti, çünkü hastalığı (yoksa sadece can sıkıntısı mıydı? Ya da belki de bir metresi?) onu yatağa mahkûm etmişti. Ancak tam da o gün hiç gösteri olmayacağı fikrine üzülerek alışmaya başlamıştık ki, Paul Feyerabend tıklım tıklım dolu salonun önündeki kapıdan içeri daldı. Oldukça solgundu ve kısa bir metal koltuk değneğiyle destek alarak topallaya topallaya tahtaya doğru yürüdü. Kazağını çıkararak tebeşiri eline aldı ve alt alta üç soru yazdı: Bilginin nesi bu kadar harika? Bilimin nesi bu kadar harika? Gerçeğin nesi bu kadar harika? Sonuçta hayal kırıklığına uğramayacaktık! O dönemin sonraki haftalarında ve misafir öğretim üyesi olarak geçirdiği yılın geri kalanında Feyerabend neredeyse tüm geleneksel akademik sınırları yıktı. Hiçbir fikri ve hiçbir kişiyi kutsal saymadı. Eşi benzeri görülmemiş bir enerji ve coşkuyla Aristoteles’ten Azande’ye kadar her şeyi tartıştı. Bilimin büyücülükten farkı nedir? Deneyimlerimizi bilişsel olarak düzenlemenin tek rasyonel yolunu sağlar mı? Hakikat arayışı aklımızı sakatlıyor ve bireyselliğimizi engelliyorsa ne yapmalıyız? Birdenbire epistemoloji heyecan verici bir araştırma alanı haline gelmişti.

Feyerabend insanların yeniden nefes alabileceği alanlar yarattı. Filozoflardan en farklı ve görünüşte en uzak alanlardan gelen fikirlere açık olmalarını talep etti ve ancak bu şekilde bilginin geliştiği süreçleri anlayabilecekleri konusunda ısrar etti. Dinleyicileri büyülendi ve çok hasta ve devam edemeyecek kadar bitkin bir halde kendini tekrarlamaya başlayana kadar büyük dinleyici kitlesini elinde tuttu. Ancak bu, tahtaya üç ayak yüksekliğinde harflerle “Aristoteles” yazıp altına küçücük, neredeyse okunamaz harflerle “Popper” yazarak salonu yıkmadan önce değildi! (Krige 1980, s. 106-7).

Sağlığı kötü olduğu için Feyerabend kendisine tavsiye edilen bir şifacıya gitmeye başladı. Tedavi başarılı oldu ve bundan sonra Feyerabend hem ortodoks tıbbın başarısızlıklarına hem de “alternatif” ya da geleneksel tedavilerin büyük ölçüde keşfedilmemiş olanaklarına bir örnek olarak kendi vakasına atıfta bulundu.

Feyerabend, Lakatos ile birlikte yazdığı kitap yerine, Yönteme Karşı‘nın (Londra: New Left Books, 1975) kitap versiyonu olan ve bazen Lakatos’a (kitabın ithaf edildiği) bir mektup olarak düşündüğü zoru başarma girişimini bir araya getirdi. Ancak daha doğru bir tanım, otobiyografisinde verilen tanımdır:

Yönteme Karşı bir kitap değil, bir kolaj. On, on beş, hatta yirmi yıl önce neredeyse aynı kelimelerle yayınladığım açıklamaları, analizleri, argümanları içeriyor… Bunları uygun bir sıraya koydum, geçişler ekledim, ılımlı pasajları daha çirkin olanlarla değiştirdim ve sonuca “anarşizm” adını verdim. İnsanları şok etmeyi seviyordum… (s. 139, 142).

Kitap, bu makalede şimdiye kadar bahsedilen temaların çoğunu içeriyordu ve yer merkezli astronomiden güneş merkezli astronomiye geçişin bir vaka çalışmasına serpiştirilmişti. Ancak daha önce metodoloji (yani “çoğulcu” bir metodoloji) lehine tartışırken, artık herhangi bir metodolojiden tatmin olmaz hale gelmişti. Aristoteles’in hareket teorisi gibi eski bilimsel teorilerin güçlü empirik ve argümantatif desteğe sahip olduğunu vurgulamış ve buna bağlı olarak Galileo gibi bilimsel devrimin kahramanlarının bazen temsil edildikleri kadar titiz olmadıklarını vurgulamıştır. Galileo’yu güneş merkezli konumu desteklemek için retorik, propaganda ve çeşitli epistemolojik hilelerden sonuna kadar yararlanan biri olarak tasvir etmiştir. Galileo vakası Feyerabend için çok önemlidir, çünkü “bilimsel devrim” onun bilimsel ilerleme ve radikal kavramsal değişim paradigmasıdır ve Galileo onun bilimsel devrim kahramanıdır. Ayrıca estetik kriterlerin, kişisel kaprislerin ve sosyal faktörlerin bilim tarihinde rasyonalist veya empirist tarih yazımının gösterdiğinden çok daha belirleyici bir role sahip olduğunu öne sürerek empirik argümanların önemini daha da azaltmaya çalışmıştır.

Yönteme Karşı açıkça “epistemolojik anarşist” bir sonuca varmıştır: Bilimin ilerlemesini veya bilginin büyümesini yöneten yararlı ve istisnasız metodolojik kurallar yoktur. Bilim tarihi o kadar karmaşıktır ki, ilerlemeyi engellemeyecek genel bir metodoloji üzerinde ısrar edersek, içereceği tek “kural” işe yaramaz bir öneri olacaktır: “Her şey olabilir”. Özellikle mantıksal empirist metodolojiler ve Popper’in Eleştirel Rasyonalizmi, yeni teorilere kısıtlayıcı koşullar getirerek bilimsel ilerlemeyi engelleyecektir. Lakatos tarafından geliştirilen daha sofistike “bilimsel araştırma programları metodolojisi” ya iyi bilimi neyin oluşturduğuna dair temelsiz değer yargıları içerir ya da sadece kılık değiştirmiş epistemolojik anarşizm olduğu için makuldür. Ölçülemezlik olgusu, bu “rasyonalistlerin” teorileri karşılaştırmak için kullandıkları standartları uygulanamaz hale getirmektedir. Bu nedenle kitap (anlaşılabilir bir şekilde) Feyerabend’i “irrasyonalist” olarak damgalamıştır. Kuhn’un kendi kitabının “irrasyonalist” sonuçlarını küçümsediği bir dönemde, Feyerabend’in başkalarının zaten kendisine biçtiği rolü üstlendiği düşünülüyordu. (Bununla birlikte, kendisini siyasi anarşizme adamadı. Siyasi felsefesi liberalizm ve sosyal demokrasinin bir karışımıydı).

Daha sonra şöyle demiştir:

Yönteme Karşı’yı yazma nedenlerimden biri, insanları, insanların vizyonunu ve dünyada var olma biçimlerini daraltan “hakikat”, “gerçeklik” veya “nesnellik” gibi felsefi şaşırtmacaların ve soyut kavramların tiranlığından kurtarmaktı. Kendi tutum ve kanaatlerimi formüle ederken, ne yazık ki “demokrasi”, “gelenek” ya da “göreli hakikat” gibi benzer katılıkta kavramlar ortaya attım. Şimdi bunun farkında olduğum için, bunun nasıl olduğunu merak ediyorum. Kişinin kendi fikirlerini basitçe, bir hikaye içinde değil, “sistematik bir açıklama” yoluyla açıklama dürtüsü gerçekten de güçlüdür. (s. 179-80).

5.2 Epistemolojik Anarşizmin Siyasi Sonuçları: Özgür Bir Toplumda Bilim (1978)

Yönteme Karşı’ya gelen eleştirel tepkiler Feyerabend’i şaşırtmışa benziyor. Agresif ve çirkin olmakla suçlanınca şoke olmuş ve kendisini suçlayanları da aynı şeyle suçlayarak cevap vermiştir. Kitabın önemli eleştirilerinin çoğuna basılı olarak yanıt verme gereği duyar ve daha sonra bu yanıtları bir sonraki kitabı olan Özgür Bir Toplumda Bilim kitabının “Cahillerle Sohbetler” başlıklı bir bölümünde toplar. Burada talihsiz eleştirmenleri Yönteme Karşı’yı yanlış okudukları için ve ayrıca ironi, şakacılık, reductio ad absurdum (saçma olana indirgeme) ile argüman ve Yönteme Karşı’da kendini gerçekten adadığı (görünüşe göre oldukça az) şeyler arasında ayrım yapmaktan yapısal olarak aciz oldukları için azarlar. Feyerabend’in bu suçlamaları başkalarına yöneltmesinin kendisi de ironiden yoksun değildir. (Dul eşi, ilerleyen yıllarda Özgür Bir Toplumda Bilim’in kendisinden en çok uzaklaşmak istediği kitap olduğunu bildirmektedir). Yönteme Karşı’yı çevreleyen kargaşada Feyerabend depresyona yenik düşmüştür:

şimdi yalnızdım, bilinmeyen bir hastalığa yakalanmıştım; özel hayatım darmadağındı ve savunmasızdım. Sık sık o lanet kitabı hiç yazmamış olmayı diliyordum. (, s. 147).

Feyerabend kendisini bilimin kültür içindeki ayrıcalıklı konumuna ilişkin argümanları zayıflatmış olarak görmüştür ve daha sonraki çalışmalarının çoğu bilimin Batı toplumları içindeki konumuna yönelik bir eleştiridir. Bilimsel bir yöntem olmadığı için, bilimi bilgi edinmenin en iyi yolu olarak haklı çıkaramayız. Bilimin sonuçları onun mükemmelliğini kanıtlamaz, çünkü bu sonuçlar genellikle bilimsel olmayan unsurların varlığına bağlıdır, bilim yalnızca “gösteri kendi lehine hileli” olduğu için galip gelir (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 102) ve diğer geleneklere, başarılarına rağmen, hiçbir zaman bir şans verilmemiştir. Ona göre gerçek şudur:

Bilim, bilimsel bir felsefenin kabul etmeye hazır olduğundan çok daha fazla efsaneye yakındır. İnsanoğlu tarafından geliştirilmiş pek çok düşünce biçiminden biridir ve en iyisi olması gerekmez. Göze çarpan, gürültülü ve küstahtır, ancak yalnızca belirli bir ideoloji lehine karar vermiş olanlar ya da onun avantajlarını ve sınırlarını hiç incelemeden kabul etmiş olanlar için doğası gereği üstündür (Yönteme Karşı, s. 295).

Bu nedenle, sahip olduğumuz insanlığa ulaşabilmemiz için kilise ve devletin ayrılması, bilim ve devletin ayrılmasıyla desteklenmelidir. Özgür toplum idealini “tüm geleneklerin eşit haklara ve güç merkezlerine eşit erişime sahip olduğu bir toplum” (Özgür Bir Toplumda Bilim, s. 9) olarak belirleyen Feyerabend, bilimin demokrasi için bir tehdit olduğunu savunur. Toplumu bilime karşı savunmak için bilimi demokratik kontrol altına almalı ve bilimsel “uzmanlar” konusunda son derece şüpheci olmalı, onlara ancak meslekten olmayan kişilerden oluşan jüriler tarafından demokratik olarak kontrol edildikleri takdirde danışmalıyız.

5.3 On Harika Yıl: Berkeley ve Zürih’te Seksenli Yıllar

Feyerabend’in pek çok akademik pozisyonu arasında belki de en keyif aldığı pozisyon 1980’ler boyunca Zürih’teki Eidgenössische Technische Hochschule‘deki göreviydi. Feyerabend, arkadaşı Eric Jantsch’ın kendisine Politeknik’in bir bilim felsefecisi aradığını söylemesi üzerine bu göreve başvurmuştur. Feyerabend’in anlattığına göre seçim süreci çok uzun ve biraz da karmaşıktı (s. 154ff.). Kısa bir süre önce Kassel’deki başka bir görevinden ayrıldıktan sonra, görünüşe göre İsviçreliler tarafından işe alınma umudunu yitirmiş ve “Berkeley’de kalmaya ve dolaşmayı bırakmaya karar vermiştir” (s. 158). Ancak, karar verme sürecindeki birkaç aşamadan sonra nihayet kendisine iş verildi ve “yarısı Berkeley, yarısı İsviçre’de geçen on harika yıl” (s. 158) tam da aradığı şey oldu. Zürih’te Platon’un Theaetetus ve Timaeus‘u ve ardından Aristoteles’in Fizik‘i üzerine dersler verdi. Birçoğu (Feyerabend’in birlikte antolojiler düzenleyeceği) Christian Thomas tarafından organize edilen iki saatlik seminerler Berkeley ile aynı çizgide yürütüldü: Belirli bir konu yoktu, ancak katılımcılar tarafından sunumlar yapılıyordu (s. 160). Feyerabend daha sonra bu dönemi “entelektüel olarak kendini toparladığı” (s. 162), yani Yönteme Karşı’ya gelen eleştirel tepkilerden kurtulduğu ve sonunda onu tüm eleştirilere karşı savunma zorunluluğundan kurtulduğu dönem olarak değerlendirecekti. Ancak bu durum çalışmaya karşı tutumunu etkilememiş gibi görünüyordu: Zürih’te ofis tekliflerini reddetti, çünkü ofis yoksa mesai saati de yoktu, dolayısıyla zaman kaybı da yoktu (s. 131, 158)!

Feyerabend’in 1980’lerin ortalarında yayınladığı daha önemli makalelerin çoğu Akla Veda (Londra: Verso, 1987) adlı kitapta bir araya getirilmiştir. Bu kitabın ana mesajı, Rölativizmin çatışan inançlar ve çatışan yaşam biçimleri sorunlarına çözüm olduğudur. Feyerabend, Batı kültüründeki çağdaş entelektüel ortamın hiçbir şekilde birçok entelektüelin bizi inandırmak istediği kadar parçalı ve kakofonik olmadığını öne sürerek başlar. Yüzeydeki çeşitlilik daha derin bir tekdüzeliği, Batı’nın muhaliflerine boyun eğdirmek için kullandığı kültürel ve ideolojik emperyalizmin yarattığı ve sürdürdüğü bir monotonluğu gizlemektedir. Ancak böyle bir tekdüzeliğin, onu dayatanların standartlarına göre değerlendirildiğinde bile zararlı olduğu gösterilebilir. Bazı toplumlarda zaten var olan kültürel çeşitlilik, totaliter tahakküme karşı en iyi savunmayı sağladığı için iyi bir şeydir.

Feyerabend, kültürel çeşitlilik fikrini hem olumlu yönde, onun lehine düşünceler üreterek hem de olumsuz yönde “ona karşı çıkan felsefeleri eleştirerek” desteklemeyi önermektedir (Akla Veda, s. 5). İkinci türden çağdaş felsefelerin Nesnellik ve Akıl kavramlarına dayandığı söylenmektedir. Söz konusu kültürlerin üyeleri tarafından nesnel olarak doğru olduğuna inanılan güçlü görüşlere sahip kültürler arasındaki çatışmaların farklı şekillerde sonuçlanabileceğine işaret ederek ilk kavramı zayıflatmaya çalışmaktadır. Bu tür bir yüzleşmenin sonucu eski görüşlerin devamlılığı, verimli ve karşılıklı etkileşim, rölativizm veya tartışmacı değerlendirme olabilir. Burada “rölativizm”, kendi görüşlerimizi “bizim için doğru” olarak ele alırken, diğer insanların yaşam biçimini ve içerdiği inançları “onlar için doğru” olarak ele alma kararı anlamına gelir. Feyerabend, bunun bu tür bir yüzleşmeyi çözmenin uygun bir yolu olduğunu düşünmektedir.

Kuşkusuz, bu sonuçlar gerçekten de mümkündür. Ancak bu, herhangi bir rölativizm biçimi oluşturmaz. Aslında, argümanı tersine çevirebilir ve anlaşmazlığın bir katılımcının diğerinin bakış açısına özgürce yaklaşmasıyla çözülme olasılığının rölativizmin savunulamazlığını gösterdiğini söyleyebiliriz.

Feyerabend akıl ve rasyonalite fikirlerinin “muğlak olduğundan ve asla açıkça açıklanmadığından” yakınır (Akla Veda, s. 10); bunlar otokratik zamanlardan kalma, artık hiçbir içeriği olmayan ama “mükemmellik halesi” (aynı eser) üzerlerine yapışmış ve onlara sahte bir saygınlık kazandıran tanrılaştırılmış kalıntılardır:

Rasyonalizmin tanımlanabilir bir içeriği ve aklı yoktur, adını aldığı cemiyetin ilkelerinin ötesinde ve üstünde tanınabilir bir gündemi yoktur. Şu anda yaptığı tek şey, monotonluğa doğru giden genel dürtüye sınıf kazandırmaktır. Aklı bu dürtüden ayırmanın ve topluluk tarafından tamamen tehlikeye atıldığı için ona veda etmenin zamanı gelmiştir. (Akla Veda, s. 13).  

Rölativizm, Feyerabend’in “Aklın temelinin altını oymayı” umduğu araçtır (aynı eser). Ancak vazgeçilmesi gereken, yalnızca filozofların soyutlaması olan büyük “A” harfli Akıl mıdır, yoksa Aklın bizzat kendisi midir? Feyerabend, “Akıl”ın içeriği olmayan bir filozof kavramı olduğunu iddia ettiğinde zayıf bir zeminde durmaktadır, çünkü rasyonalitenin biçimsel kavramına belirli bir içerik atfetmeye istekli olan tam da filozofun kendisidir (akıl kavramı Feyerabend’in “maddi” kavram dediği şeye daha yakın olan, rasyonel olmanın “belirli görüşlerden kaçınmak ve diğerlerini kabul etmek” anlamına geldiği sıradan insanın aksine (aynı eser, s. 10)).

Rölativizm kültürel çatışmanın bir sonucudur, “kültürel çeşitlilik olgusunu anlamlandırma çabasıdır” (Akla Veda, s. 19). Feyerabend, “Rölativizm” teriminin kendisinin pek çok farklı şekilde anlaşıldığının farkındadır. Ancak önemli ama savunulabilir bir rölativist pozisyonu alma çabası başarısızdır. Bazı noktalarda, hiç kimsenin inkar edemeyeceği, ancak rölativist olarak adlandırılmayı hak etmeyen görüşleri (örneğin, insanların kendi görüşlerini ne kadar güçlü bir şekilde savunurlarsa savunsunlar, diğer bakış açılarını incelemekten fayda sağlayabilecekleri fikri (Akla Veda, s. 20)) onaylamakla yetinir. Bazı durumlarda ise gerçekten rölativist bir görüşü benimsemeyi başarmakta, ancak bunun neden kabul edilmesi gerektiğini göstermekte başarısız olmaktadır.

Feyerabend ancak 1988 yılında, Avusturya’nın Almanya ile birleşmesinin 50. yıldönümünde geçmişiyle ilgilenmeye başladı (s. 1). Feyerabend’ler 1989 sonbaharında İsviçre ve İtalya’da yaşamak üzere Kaliforniya’dan ayrıldılar (s. 2). Bu taşınma sırasında Feyerabend annesinin intihar notunu yeniden keşfetmiştir (s. 9) ve bu not onu otobiyografisini yazmaya teşvik eden faktörlerden biri olabilir. Feyerabend emekliliğini dört gözle bekliyordu, Grazia ile birlikte çocuk sahibi olmayı denemeye karar vermişlerdi. Otuz beş yıllık akademik kariyerini, daha önce askerlik hizmetini unuttuğu kadar çabuk unuttuğunu iddia etmiştir (s. 168).

5.4 Doksanlı yıllarda Feyerabend

1990’ların başında Feyerabend, daha önce Berkeley’de verdiği “Bilgi nedir?”, “Bilim nedir? başlıklı bir dizi dersi, ki bu dersler başlangıçta genel bir dinleyici kitlesine verilmiştir, ancak daha sonra Eric Oberheim tarafından düzenlenerek Bilimin Tiranlığı [Feyerabend 2011] başlığı altında yayınlanmıştır. 

Kitabın ana temaları aşağıdaki gibidir. Bilim insanları ve filozoflar bazen bilimi birleşik bir dünya görüşü, bir monolit (veya kişinin tercihlerine bağlı olarak bir canavar) olarak sunarlar. Oysa öyle değildir. Bilim hem eksiktir hem de oldukça güçlü bir şekilde bölünmüştür. Tek bir sesle konuşmaz, bu nedenle “Bilim” soyutlamasına yapılan itirazlar yersizdir. Objektivizm ya da bilimsel materyalizm olarak bilinen ve bilimi var olanın nihai ölçüsü olarak gören ideoloji bu nedenle temelsizdir. Kendilerini aklın savunucuları olarak tanıtan bu ideolojinin savunucuları, genellikle geçmişteki tutumları ve tavsiyeleri ilk ulus topluluklarının yok olmasına yol açan ya da açabilecek olan entelektüel emperyalistlerdir.

Bilimle ilgili aynı derecede popüler olan diğer felsefi iddialar da kusurludur. Bilimin başarılı olduğu fikri sorgulanmaya muhtaçtır. Bilimin bazı başarıları vardır, ancak bunlar kendilerini destekliyor gibi görünen ideolojiden ayrı tutulabilir. Bilimin gerçeklerden yola çıktığı ve gerçekler bir araya getirilene kadar teorilerden kaçındığı fikri bir efsanedir. Aynı şey bilimin değerden bağımsız olduğu fikri ve bilimsel sonuçların acil toplumsal sorunlarla ilgili olduğu fikri için de söylenebilir. 

Bilimin bölünmüşlüğünün bir yönü de “bilim insanlarının” yalnızca teorisyenler anlamına gelmemesi gerektiğidir: Bilim aynı zamanda (ve esasen) deneycileri de içerir. Onların çalışmalarında uygulamalı deneyimin ve Michael Polanyi’nin “örtük bilgi” olarak adlandırdığı şeyin önemi çok açıktır. Ancak aslında bu tür deneyim ve bilgi, bilimlerin tamamında, hatta en bariz teorik kısımlarında bile önemli bir rol oynar. Gerçekliğin doğası hakkında saf düşünce olarak bilimin Platoncu-rasyonalist resmi bir çarpıtmadır.

Belki de kitabın temel şikayeti belirli bir soyut, teorik, “nesnelci” bilim türünün, bilimle ilgili bir düşünce türüyle birlikte, daha insani düşünce biçimlerini dışlayarak düşüncemize hakim olmasıdır. Bilimin tüm anlamlı soruların cevabına sahip olduğu inancı olan bilimcilik de bir hedeftir. Feyerabend’in tipik stratejisi, kutsal bir fikri (örneğin bilimin başarısının gözlem ve deneyden kaynaklandığı) alıp sormaktır: Bu fikir nasıl ortaya çıktı? Atalarını eski Yunan düşünürlerine (genellikle Platon, Parmenides veya Xenophanes) kadar götürerek, onların bu fikir için öne sürdükleri argümanları değerlendirir ve bu argümanları son derece dirençli bulur. Şikâyeti argümanlarının geçersiz olduğu yönünde değildir. Bu zaten yarı bilimsel bir değerlendirme tarzını benimsemek olurdu. Bunun yerine Feyerabend, argümanlar yerine “hikayeleri” (hatta “masalları”) tercih ettiğini ve rakip hikayelerin ne kadar ilginç, çekici veya açıklayıcı olduklarına göre değerlendirileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Antik Yunan trajedilerinin anlattığı türden hikayeler, daha açık bir şekilde insani olduklarından, bu tür ölçütlerde antik Yunan filozoflarınınkinden daha iyi sonuç verirler, bu nedenle filozofların bu tür konularda en iyi rehberlerimiz olduğunu varsaymamalıyız.

Feyerabend ayrıca 1990’larda şaşırtıcı derecede çok sayıda makale yayınladı (birçoğu birbiriyle örtüşen içeriğe sahip kısa makaleler olmasına rağmen). Bunların birçoğu, açılışında kendisinin de parmağı olan ve entelektüel ortamın tüm kesimlerinden gelen iç görüleri bütünleştirmeyi amaçlayan Common Knowledge adlı yeni bir dergide yer aldı.

Her ne kadar bu makaleler dağınık konular üzerine olsa da aralarında bazı güçlü temalar vardır ve bunların birçoğu “post-modernizm” olarak adlandırılan şeyle karşılaştırılabilir (bkz. Preston 1998). Burada sadece ana temaları özetleyeceğim.

Feyerabend’in uzun süre üzerinde çalıştığı ancak hiçbir zaman tamamlayamadığı projelerden biri “Batı Rasyonalizminin Yükselişi” adını taşıyordu. Bu şemsiye altında, aklın (büyük “A” ile) ve bilimin, bir tartışmayı kazanmanın sonucu olarak değil, güç oyununun sonucu olarak önceki dünya görüşlerinin bağlayıcı ilkelerini yerinden ettiğini göstermeyi umuyordu. İlk filozoflar (Sokrates öncesi düşünürler) ilginç görüşlere sahip olsalar da kendilerini çevreleyen halk bilgeliğini değiştirme, düzene koyma veya rasyonelleştirme girişimleri son derece dirençliydi. Görünüş/gerçeklik ikilemini ortaya atmaları, insanların daha önce bildiği pek çok şeyi saçma hale getirmiştir. Günümüzde bile yerli kültürler ve karşı-kültürel uygulamalar akla ve o iğrenç Batı bilimine alternatifler sunmaktadır.

Bununla birlikte, Feyerabend bazen bunun bilimi çok fazla yekpare olarak sunmak olduğunu da kabul etmiştir. Yönteme Karşı’dan sonraki çalışmalarının çoğunda, “bilimin bölünmüşlüğü” olarak bilinen şeyi vurgular. Bilimin bir sistem ya da birleşik bir proje değil, bir kolaj olduğunda ısrar eder. Sadece belirgin bir şekilde “bilimsel olmayan” disiplinlerden türetilmiş çok sayıda bileşen içermekle kalmaz, aynı zamanda bu bileşenler genellikle bilimin kaydettiği “ilerlemenin” (hangi ilerleme ölçütünü tercih ederseniz edin) hayati parçalarıdır. Bilim, uygulama alanı tam olarak belirlenmemiş ve değerleri büyük ölçüde farklılık gösteren teoriler, uygulamalar, araştırma gelenekleri ve dünya görüşlerinin bir toplamıdır. Tüm bunlar onun şu sloganında özetlenebilir: “Bilim tek bir şey değil, birçok şeydir.”

Aynı şekilde, bilimin varsayılan ontolojik karşılığı olan “dünya” da yalnızca bir tür şeyden değil, birbirine “indirgenemeyen” sayısız türde şeyden oluşur. Aslında, dünyanın tek ve belirlenmiş bir doğası olduğunu varsaymak için iyi bir neden yoktur. Aksine, biz sorgulayıcılar dünyayı sorgulamalarımız sırasında inşa ederiz ve sorgulamalarımızın çoğulluğu dünyanın kendisinin derin bir çoğul niteliğe sahip olmasını sağlar: Homeros tanrıları ve mikrofizikçinin atom altı parçacıkları basitçe “Varlığın” (farklı türden) sorgulamalara yanıt verdiği farklı yollardır. Dünyanın nasıl “kendinde” olduğu sonsuza dek bilinemez. Bu açıdan, Feyerabend’in son çalışması “sosyal inşacılık” ile uyumlu olarak düşünülebilir.

6. Sonuç: Son Şeyler

Feyerabend’in otobiyografisi, 11 Şubat 1994’te Cenevre Gölü manzaralı Genolier Kliniği’ndeki ölümüne kadar onu meşgul etmiştir. Kitabın sonunda, kendisinden geriye kalacak olanın “makaleler değil, nihai beyanlar değil, aşk” olmasını dilediğini ifade etmiştir (s. 181).

Otobiyografisi 1995’te, Felsefi Makalelerinin üçüncü cildi 1999’da ve editörlüğünü Bert Terpstra’nın yaptığı son kitabı The Conquest of Abundance (Bolluğun Fethi) aynı yıl yayımlanmıştır. Kuantum mekaniği felsefesi üzerine makalelerinden oluşan bir cilt Stefano Gattei ve Joseph Agassi editörlüğünde hazırlanmaktadır.

Bilim felsefesinin odağı son yıllarda bilimsel metodolojiye olan ilgiden uzaklaşmış olsa da bu büyük ölçüde Feyerabend’in anti-metodolojik argümanının kabul edilmesinden kaynaklanmamaktadır. Feyerabend’in bilim eleştirisi (“bilim karşıtı filozof”, “bilimin en büyük düşmanı” gibi sıfatlarla anılmasına neden olan) düzensizdir. Bazı kusurları doğrudan bilimsel gerçekçiliğinden kaynaklanmaktadır. Bilim ile diğer inanç sistemleri arasında, sanki hepsi aynı şeyi yapmayı hedefliyormuş (“dünya hakkında bilgi” vermeyi) ve bunu ne kadar iyi yaptıklarına göre karşılaştırılmaları gerekiyormuş gibi doğrudan bir çatışma kurar. Daha iyi bir yaklaşım, Gilbert Ryle’ın sözleriyle, bilimin işleri ile diğer inanç sistemlerinin işleri arasında “tavizsiz zıtlıklar çizmek” olacaktır. Böyle bir yaklaşım Feyerabend’in hayatının ilerleyen dönemlerinde ele aldığı bilimin bölünmüşlüğü temasına çok daha iyi uymaktadır.

Feyerabend, sadece bazı teorilerin birbiriyle bağdaştırılamaz olduğunu vurguladığı için değil, aynı zamanda epistemolojide olduğu kadar siyasette de rölativizmi savunduğu için önde gelen bir kültürel rölativist olarak görülmeye başlandı. Saldırgan Batı emperyalizmine yönelik suçlamaları, bilimin kendisine yönelik eleştirisi, “nesnel olarak” bilimin iddiaları ile astroloji, Vudu ve alternatif tıbbın iddiaları arasında seçilecek bir şey olmayabileceği sonucuna varması ve çevre sorunlarıyla ilgilenmesi, onun teknoloji karşıtı karşı kültürün bir kahramanı olmasını sağlamıştır.

Feyerabend’in çalışmalarının farklı bileşenleri ve aşamaları çok farklı düşünür gruplarını etkilemiştir. Erken dönem bilimsel gerçekçiliği, bağlamsal anlam teorisi ve materyalizmi savunmak için önerdiği yol Paul ve Patricia Churchland tarafından benimsenmiştir. Richard Rorty de bir süre için eleyici materyalizmi desteklemiştir. Feyerabend’in indirgemecilik eleştirisi Cliff Hooker, Bas van Fraassen ve John Dupré gibi bilim felsefecilerini etkilemiş ve genel bir bakış açısı olarak Alan Chalmers’ın bilim felsefesine giriş niteliğindeki meşhur kitabı Bu Bilim Denen Şey de Nedir?(1978) de bu etkilenmeden nasibini almıştır.

Feyerabend’in sosyal çalışmalar alanında da önemli bir etkisi olmuştur. D.L. Phillips’in Metodu Terk Etmek (1973) gibi metodolojiyi aşma girişiminde bulunulan kitaplara doğrudan ilham vermiştir. Daha az doğrudan olmak üzere, rölativizmi, sosyal inşacılığı ve belirgin irrasyonalizmi aracılığıyla bir nesil bilim sosyoloğu üzerinde muazzam bir etki yaratmıştır. Felsefesinin hatırlanıp hatırlanmayacağını ve ne şekilde hatırlanacağını söylemek için ise henüz çok erken.


Bibliyografya

Feyerabend’in Başlıca Yazıları

  • “Problems of Empiricism”, Beyond the Edge of Certainty: Essays in Contemporary Science and Philosophy, R.G. Colodny (ed.), New Jersey: Prentice-Hall, 1965, pp. 145–260.
  • Against Method, London: Verso, 1975.
  • Science in a Free Society, London: New Left Books, 1978.
  • Der wissenschaftstheoretische Realismus und die Autorität der Wissenschaften, Braunschweig: Vieweg, 1978.
  • Erkenntnis für freie Menschen, Frankfurt am Main: Suhrkamp Verlag, 1980.
  • Realism, Rationalism, and Scientific Method (Philosophical Papers, Volume 1), Cambridge: Cambridge University Press, 1981.
  • Problems of Empiricism (Philosophical Papers, Volume 2), Cambridge: Cambridge University Press, 1981.
  • Wissenschaft als Kunst, Frankfurt am Main: Suhrkamp Verlag, 1984.
  • Farewell to Reason, London: Verso/New Left Books, 1987.
  • Against Method, London: 1975; Revised edition, London: Verso, 1988.
  • Three Dialogues on Knowledge, Oxford: Basil Blackwell, 1991.
  • Killing Time: The Autobiography of Paul Feyerabend, Chicago: University of Chicago Press, 1995.
  • Conquest of Abundance: A Tale of Abstraction Versus the Richness of Being, B. Terpstra (ed.), Chicago: University of Chicago Press, 1999.
  • Knowledge, Science and Relativism (Philosophical Papers, Volume 3), J. Preston (ed.), Cambridge: Cambridge University Press, 1999.
  • Naturphilosophie, eds. H. Heit & E. Oberheim, Frankfurt am Main: Suhrkamp Verlag, 2009.
  • The Tyranny of Science, E. Oberheim (ed.), Cambridge: Polity Press, 2011.
  • Physics and Philosophy (Philosophical Papers, Volume 4), S. Gattei & J. Agassi (eds.), Cambridge: Cambridge University Press, 2016.
  • Philosophy of Nature, New Jersey: Wiley-Blackwell, 2016.

Bant Kayıtları

  • Paul Feyerabend: Wissenschaftstheoretische Plaudiereien (Originaltonaufnahmen 1971-1992), Klaus Sander (ed.), Köln: Supposé, 2000.
  • Paul Feyerabend: Stories from Paulino’s Tapes (Private Recordings 1984-1993), Grazia Borrini-Feyerabend & Klaus Sander (eds.), Köln: Supposé, 2001.

İkincil Kaynaklar

  • Achinstein, P., 1964, “On the Meaning of Scientific Terms”, Journal of Philosophy, 61: 497–509.
  • –––, 1968, Concepts of Science, Baltimore: Johns Hopkins University Press.
  • Agassi, J., 1976, Review of Against MethodPhilosophia, 6: 165–177.
  • –––, 2002, “A Touch of Malice” (Review of Feyerabend & Lakatos 1999),Philosophy of the Social Sciences, 32: 107–119.
  • Alford, C.F., 1985, “Yates on Feyerabend’s Democratic Relativism”, Inquiry, 28: 113–118.
  • Andersson, G., 1994, Criticism and the History of Science: Kuhn’s, Lakatos’s and Feyerabend’s Criticisms of Critical Rationalism, Leiden: Brill.
  • Athanasopoulos, C., 1994, “Pyrrhonism and Paul Feyerabend: A Study of Ancient and Modern Scepticism”, in Hellenistic Philosophy (Volume 2), K. Boudouris (ed.), Athens: International Center for Greek Philosophy and Culture, pp. 11–29.
  • Baertschi, B., 1986, “Le Réalisme Scientifique de Feyerabend”, Dialogue, 25: 267–289.
  • Bearn, G.C.F., 1986, “Nietzsche, Feyerabend, and the Voices of Relativism”, Metaphilosophy, 17: 135–152.
  • Ben-Israel, I., 1986, “Philosophy and Methodology of Military Intelligence: Correspondence with Paul Feyerabend”, Philosophia, 28: 71–101.
  • Bernstein, R.J., 1983, Beyond Objectivism and Relativism, Oxford: Basil Blackwell.
  • Bhaskar, R., 1975, “Feyerabend and Bachelard: Two Philosophies of Science”, New Left Review, 94: 31–55.
  • Brown, H.I., 1976, “Reduction and Scientific Revolutions”, Erkenntnis, 10: 81–385.
  • –––, 1983, “Incommensurability”, Inquiry, 26: 3–29.
  • Brown, M.J., 2009, “Models and Perspectives on Stage: Remarks on Giere’s Scientific Perspectivism”, Studies in History and Philosophy of Science, Part A, 40: 213–220.
  • –––, 2016, “The Abundant World: Paul Feyerabend’s Metaphysics of Science”, Studies in History and Philosophy of Science (Part A), 57: 142–154.
  • Brown, M.J. & Kidd, I.J., 2016, “Introduction: Reappraising Paul Feyerabend”, Studies in History and Philosophy of Science (Part A), 57: 1–8.
  • Bschir, K., 2015, “Feyerabend and Popper on Proliferation and Anomaly Import: On the Compatibility of Theoretical Pluralism and Critical Rationalism”, HOPOS – The Journal of the International Society for the History of Philosophy of Science, 5: 24–55.
  • Burian, R.M., 1984, “Scientific Realism and Incommensurability: Some Criticisms of Kuhn and Feyerabend”, in Methodology, Metaphysics and the History of Science, R.S.Cohen and M.W.Wartofsky (eds.), Dordrecht: D.Reidel, pp. 1–31.
  • Butts, R.E., 1966, “Feyerabend and the Pragmatic Theory of Observation”, Philosophy of Science, 33: 383–93.
  • Casamonti, M., 2002, “Mach e Feyerabend”, Rivista di Estetica, 42: 86–117.
  • Chalmers, A., 1986, “The Galileo that Feyerabend Missed: An Improved Case Against Method”, in J.A.Schuster & R.R.Yeo (eds.), The Politics and Rhetoric of Scientific Method, Dordrecht: D. Reidel, pp. 1–31.
  • –––, 1978, What is This Thing Called Science, Milton Keynes: Open University Press.
  • Churchland, P.M., 1979, Scientific Realism and the Plasticity of Mind, Cambridge: Cambridge University Press.
  • –––, 1981, “Eliminative Materialism and the Propositional Attitudes”, Journal of Philosophy, 78: 67–90.
  • Churchland, P.S., 1986, Neurophilosophy: Toward a Unified Science of the Mind/Brain, Cambridgem, Mass.: MIT Press.
  • Coffa, J.A., 1967, “Feyerabend on Explanation and Reduction”, Journal of Philosophy, 64: 500–508.
  • Collier, J., 1984, “Pragmatic Incommensurability”, in P.D.Asquith & P.Kitcher (eds.), PSA 1984, Volume 1, East Lansing, MI: Philosophy of Science Association, pp. 146–153.
  • Collodel, M., 2016, “Was Feyerabend a Popperian?”, Studies in History and Philosophy of Science, 57: 27–56.
  • Corvi, R., 1992, I Fraintendimenti della Ragione: Saggio su P.K.Feyerabend, Milan: Vita e Pensiero.
  • Couvalis, S.G., 1986, “Should Philosophers Become Playwrights?”, Inquiry, 29: 451–457.
  • –––, 1987, “Feyerabend’s Epistemology and Brecht’s Theory of the Drama”, Philosophy and Literature, 11: 117–123.
  • –––, 1988a, “Feyerabend, Ionesco, and the Philosophy of the Drama”, Critical Philosophy, 4: 51–68.
  • –––, 1988b, “Feyerabend and Laymon on Brownian Motion”, Philosophy of Science, 55: 415–421.
  • –––, 1989, Feyerabend’s Critique of Foundationalism, Aldershot: Avebury Press.
  • –––, 2001, “Recent Feyerabendiana”, Metascience, 10: 39–49.
  • Davidson, D., 1973, “On the Very Idea of a Conceptual Scheme”, Proceedings of the American Philosophical Association, 47: 5–20. (Reprinted in Krausz and Meiland 1982).
  • Devitt, M., 1979, “Against Incommensurability”, Australasian Journal of Philosophy, 57: 29–50.
  • Dürr, H-P., ed., 1980, Versuchungen: Aufsätze zur Philosophie Paul Feyerabend’s, Erster Band, Frankfurt: Suhrkamp.
  • ––– (ed.), 1981, Versuchungen: Aufsätze zur Philosophie Paul Feyerabend’s, Zweiter Band, Frankfurt: Suhrkamp.
  • Dusek, V., 1998, “Brecht and Lukács as Teachers of Feyerabend and Lakatos: The Feyerabend-Lakatos Debate as Scientific Recapitulation of the Brecht-Lukács Debate”, History of the Human Sciences, 11: 25–44.
  • Everitt, N., 1981, “A Problem for the Eliminative Materialist”, Mind, 90: 428–434.
  • Farrell, R.P., 2000, “Rival Theories and Empirical Content Revisited”, Studies in History and Philosophy of Science, 31: 137–149.
  • –––, 2000, “Will the Popperian Feyerabend please step forward: pluralistic, Popperian themes in the Philosophy of Paul Feyerabend”, International Studies in the Philosophy of Science, 14: 257–266.
  • –––, 2001, “Feyerabend’s Metaphysics: Process-Realism or Voluntarist-Idealism?”, Journal for General Philosophy of Science, 32: 351–369.
  • –––, 2003, Feyerabend and Scientific Values: Tightrope-Walking Rationality, Dordrecht: Kluwer.
  • –––, 2005, “Feyerabend and Scientific Values: Tightrope-Walking Rationality”, Philosophy of Science, 72(3): 514–517.
  • Finocchiaro, M.A., 1978, “Rhetoric and Scientific Rationality”, in P.D.Asquith & I.Hacking (eds.), PSA 1978, Volume 1, East Lansing, MI: Philosophy of Science Association, pp. 235–246.
  • Floyd, J., 2005, “Homage to Vienna: Feyerabend on Wittgenstein (and Austin and Quine)”, in K.R.Fischer & F.Stadler (eds.), Paul Feyerabend (1924–1994)—Ein Philosoph aus Wien, Berlin: Springer Verlag, pp.465–470.
  • Foss, J., 2018, “Feyerabendian Pragmatism”, Spontaneous Generations, 9: 26–30.
  • Fuller, S., 1995, “Paul Feyerabend: An Appreciation”, Vest, 8: 7–15.
  • Gattei, S., 2016, “Feyerabend, Truth, And Relativisms: Footnotes To The Italian Debate”, Studies in History and Philosophy of Science, 57: 87–95.
  • Gellner, E., 1975, “Beyond Truth and Falsehood (Review of Against Method)”, British Journal for the Philosophy of Science, 26: 331–342.
  • Giedymin, J., 1970, “The Paradox of Meaning Variance”, British Journal for the Philosophy of Science, 21: 257–268.
  • –––, 1971, “Consolations for the Irrationalist?”, British Journal for the Philosophy of Science, 22: 39–53.
  • –––, 1976, “Instrumentalism and its Critique: A Reappraisal”, in R.S.Cohen, P.K.Feyerabend & M.Wartofsky (eds.), Essays in Memory of Imre Lakatos, Dordrecht: D. Reidel, pp. 179–207.
  • Giere, R.N., 2016, “Feyerabend’s Perspectivism”, Studies in History and Philosophy of Science, 57: 137–141.
  • Goldman, M., 1980, “The Material Basis for Progress in Science”, in P.T.Durbin (ed.), Research in Philosophy & Technology, Greenwich, CT: JAI Press, pp. 23–29.
  • –––, 1982, “Science and Play”, in P.D.Asquith & T.Nickles (eds.), PSA 1982, Volume 1, East Lansing, MI: Philosophy of Science Association, pp. 406–414.
  • Grebowicz, G., 2005, “Feyerabend’s Postmodernism”, Studies in Practical Philosophy, 5: 112–133.
  • Gunaratne, R.D., 1980, Science, Understanding and Truth, Sri Lanka: Ministry of Higher Education Publications.
  • Hacking, I., 1975, Why Does Language Matter to Philosophy?, Cambridge: Cambridge University Press.
  • –––, 1983, Representing and Intervening: Introductory Topics in the Philosophy of Natural Science, Cambridge: Cambridge University Press.
  • –––, 1991, “Review of P.K.Feyerabend, Against Method, and Farewell to Reason,” Journal of Philosophy, 88: 219–223.
  • Hannay, A., 1989, “Politics and Feyerabend’s Anarchist”, in M.Dascal & O.Gruengard (eds.), Knowledge and Politics, Colorado: Westview Press, pp. 241–263.
  • Hanson, N.R., 1959, “Five Cautions for the Copenhagen Interpretation’s Critics”, Philosophy of Science, 26: 325–337.
  • Harding, S., 2003, Science and Other Cultures: Issues in Philosophies of Science and Technology, London: Routledge.
  • –––, 2006, Science and Social Inequality: Feminist and Postcolonial Issues, Champaign: University of Illinois Press.
  • Harré, R., 1977, Review of P.K.Feyerabend’s Against MethodMind, 86: 294–298.
  • –––, 1985, “For Method: A Response to Feyerabend”, New Ideas in Psychology, 3: 13–17.
  • Heit, H., 2016, “Reasons for Relativism: Feyerabend on the ”Rise of Rationalism“ in Ancient Greece”, Studies in History and Philosophy of Science, 57: 70–78.
  • Heller, L., 2016, “Between Relativism and Pluralism: Philosophical and Political Relativism in Feyerabend’s Late Work”, Studies in History and Philosophy of Science, 57: 96–105.
  • Hentschel, K., 1985, “On Feyerabend’s Version of Mach’s Theory of Research and its Relation to Einstein”, Studies in History and Philosophy of Science, 16: 387–394.
  • Hesse, M.B., 1974, The Structure of Scientific Inference, London: MacMillan.
  • –––, 1980, Revolutions and Reconstructions in the Philosophy of Science, Sussex: Harvester Press.
  • Hollis, M. & Lukes, S. (eds.), 1982, Rationality and Relativism, Oxford: Basil Blackwell.
  • Hooker, C., 1972a, Critical Notice of M.Radner & S.Winokur, Analyses of Theories and Methods of Physics and Psychology (Minnesota Studies in the Philosophy of Science, Volume 4), Canadian Journal of Philosophy, 1: 489–507.
  • Horgan, J., 1993, “Profile: Paul Karl Feyerabend: The Worst Enemy of Science”, Scientific American, May: pp. 16–17.
  • Hoyningen-Huene, P., 1994, “Obituary of Paul K.Feyerabend (1924–1994)”, Erkenntnis, 40: 289–292.
  • –––, 1997, “Paul K. Feyerabend”, Journal for General Philosophy of Science 28 (1): 1–18.
  • –––, 1999, “Paul K. Feyerabend”, in: J. Nida-Rümelin (ed.), Philosophie der Gegenwart in Einzeldarstellungen, Stuttgart: Kröner, pp. 155–160.
  • –––, 1999, “Feyerabends Kritik an Kuhns normaler Wissenschaft”, in J.Nida-Rümelin (ed.), Rationality, Realism, Revision: Proceedings of the 3rd international congress of the Society for Analytical Philosophy, Berlin: de Gruyter.
  • –––, 2002, “Paul Feyerabend — ein Postmoderner Philosoph? Ein Portrait”, Information Philosophie, März: 30–37.
  • –––, 2006, “More Letters by Paul Feyerabend to Thomas S. Kuhn on Proto-Structure”, Studies in History and Philosophy of Science, 37(4): 610–632.
  • Hull, R.T., 1972, “Feyerabend’s Attack on Observation Sentences”, Synthese, 23: 374–399.
  • Hung, H-C.E., 1987, “Incommensurability and Inconsistency of Languages”, Erkenntnis, 27: 323–352.
  • Jacobs, S., 2003, “Misunderstanding John Stuart Mill on Science: Paul Feyerabend’s Bad Influence”, The Social Science Journal, 40: 201–212.
  • Jones, W.B., 1978, “Theory-Ladenness and Theory Comparison”, in P.D.Asquith & I.Hacking (eds.), PSA 1978 (Volume 1, East Lansing, MI: Philosophy of Science Association, pp. 83–92.
  • Kadvany, J., 1996, “Reason in History: Paul Feyerabend’s Autobiography”, Inquiry, 39: 141–146.
  • Kidd, I.J., 2008, “Method in the Madness: Feyerabend’s Philosophical Pluralism (Review of Oberheim 2006)”, Metascience, 17: 469–473.
  • –––, 2011, “Objectivity, Abstraction and the Individual: The Influence of Soren Kierkegaard on Paul Feyerabend”, Studies in History and Philosophy of Science, 42: 125–134.
  • –––, 2012, “Feyerabend, Pseudo-Dionysius, and the Ineffability of Reality”, Philosophia, 40: 365–377.
  • –––, 2013a, “Feyerabend on the Ineffability of Reality”, in Models of God and Other Ultimate Realities (Volume 2), A.Kasher & J.Diller (eds.), Dordrecht: Kluwer, pp. 849–860.
  • –––, 2013b, “A Pluralist Challenge to ”Integrative Medicine“: Feyerabend and Popper on the Cognitive Value of Alternative Medicine”, Studies in History and Philosophy of Biological and Biomedical Sciences, 44: 392–400.
  • –––, 2013c, “Feyerabend on Science and Education”, Journal of Philosophy of Education, 47: 407–422.
  • –––, 2015, “ What’s So Great About Feyerabend? ”Against Method“, Forty Years On”, Metascience, 24: 343–349.
  • –––, 2016a, “ What’s So Great About Science?: Feyerabend on Science, Ideology, and the Cold War”, E. Aronova & S. Turchetti (eds.) Science Studies during the Cold War and Beyond , Basingstoke: Palgrave Macmillan.
  • –––, 2016b, “Feyerabend on Politics, Education, and Scientific Culture”, Studies in History and Philosophy of Science, 57: 121–128.
  • –––, 2016c, “Why did Feyerabend Defend Astrology? Integrity, Virtue, and the Authority of Science”, Social Epistemology, 30: 464–482.
  • –––, 2016d, “Was Feyerabend a Postmodernist?”, International Studies in the Philosophy of Science, 30: 55–68.
  • –––, 2017, “Reawakening to Wonder: Wittgenstein, Feyerabend, and Scientism”, in J.Beale & I.J.Kidd (eds.), Wittgenstein and Scientism, London: Routledge, pp. 101–115.
  • Kidd, I. & Brown, M. (eds.), 2016, Reappraising Feyerabend: Special Issue of Studies in History and Philosophy of Science (Part A), volume 57.
  • Kleiner, S.A., 1979, “Feyerabend, Galileo and Darwin: How to Make the Best out of what you have—or think you can get”, Studies in History and Philosophy of Science, 10: 285–309.
  • Koertge, N., 1972, “For and Against Method” (Review of Radner & Winokur), British Journal for the Philosophy of Science, 23: 274–285.
  • –––, 1980, Review of P.K. Feyerabend’s Science in a Free SocietyBritish Journal for the Philosophy of Science, 31: 385–390.
  • –––, 2013, “Feyerabend, Feminism, and Philosophy”, HOPOS – The Journal of the International Society for the History of Philosophy of Science, 3: 139–141.
  • Kresge, S., 1996, “Feyerabend Unbound”, (Review of Killing Time), Philosophy of the Social Sciences, 26: 293–303.
  • Krige, J., 1980, Science, Revolution and Discontinuity, Sussex: Harvester Press.
  • Kuby, D., 2016, “Feyerabend’s ”The Concept of Intelligibility in Modern Physics“ (1948)”, Studies in History and Philosophy of Science, 57: 57–63.
  • –––, 2018, “Carnap, Feyerabend, and the Pragmatic Theory of Observation”, HOPOS: The Journal of the International Society for the History of Philosophy of Science, 8: 432–470.
  • Kulka, T., 1977, “How Far does Anything Go? Comments on Feyerabend’s Epistemological Anarchism”, Philosophy of the Social Sciences, 7: 277–287.
  • Kusch, M., 2016, “Relativism in Feyerabend’s Later Writings”, Studies in History and Philosophy of Science, 57: 106–113.
  • Lakatos, I., 1978, The Methodology of Scientific Research Programmes (Philosophical Papers, Volume 1), Cambridge: Cambridge University Press.
  • Lamb, D, Munévar, G. & Preston, J.M. (eds.), 2000, The Worst Enemy of Science (Essays on the Philosophy of Paul Feyerabend), Oxford: Oxford University Press.
  • Laudan, L., 1989, “For Method: or, Against Feyerabend”, in J.R.Brown & J.Mittelstrass (eds.), An Intimate Relation, Dordrecht: Kluwer, pp. 299–317.
  • Laymon, R., 1977, “Feyerabend, Brownian Motion, and the Hiddenness of Refuting Facts”, Philosophy of Science, 44: 225–247.
  • Leplin, J., 1969, “Meaning Variance and the Comparability of Theories”, British Journal for the Philosophy of Science, 20: 69–75.
  • Lloyd, E.A., 1987, “Feyerabend, Mill, and Pluralism”, Philosophy of Science, Supplement, 64: 396–407.
  • –––, 1996, “The Anachronist Anarchist”, Philosophical Studies, 81: 247–261.
  • Machamer, P.K., 1973, “Feyerabend and Galileo: the Interaction of Theories, and the Reinterpretation of Experience”, Studies in History and Philosophy of Science, 4: 1–46.
  • Maia Neto, J.R., 1991, “Feyerabend’s Scepticism”, Studies in History and Philosophy of Science, 22: 543–55.
  • Malolo Dissakè, E., 2001, Feyerabend: Épistémologie, anarchisme, et société libre, Paris: Presses Universitaires de France.
  • Margolis, J., 1970a, “Notes on Feyerabend and Hanson”, in M.Radner & S.Winokur (eds.), Analyses of Theories and Methods in Physics and Psychology (Minnesota Studies in the Philosophy of Science, Volume 4), Minneapolis: University of Minnesota Press, pp. 193–195.
  • Martin, E.C., 2016, “Late Feyerabend on materialism, mysticism, and religion”, Studies in History and Philosophy of Science, 57: 129–136.
  • –––, 2019, ““The Battle is on”: Lakatos, Feyerabend, and the Student Protests”, European Journal for Philosophy of Science, 9: 1–33.
  • Martin, M., 1984, “How to be a Good Philosopher of Science: A Plea for Empiricism in Matters Methodological”, in R.S.Cohen & M.Wartofsky (eds.), Methodology, Metaphysics and the History of Science: in Memory of Benjamin Nelson, Dordrecht: Reidel, pp. 33–42.
  • McEvoy, J.G., 1975, “A ”Revolutionary“ Philosophy of Science: Feyerabend and the Degeneration of Critical Rationalism into Sceptical Fallibilism”, Philosophy of Science, 42: 49–66.
  • Mellor, D.H., 1969, “Physics and Furniture”, in N.Rescher (ed.), Studies in the Philosophy of Science (American Philosophical Quarterly Monograph Series, No. 3), Oxford: Basil Blackwell, pp. 171–187.
  • Moberg, D.W., 1979, “Are there Rival, Incommensurable Theories?”, Philosophy of Science, 46: 244–262.
  • Motterlini, M. (ed.), 1999, For and Against Method, including Lakatos’s Lectures on Scientific Method, and the Lakatos-Feyerabend Correspondence, Chicago: University of Chicago Press.
  • Munévar, G. (ed.), 1991, Beyond Reason: Essays on the Philosophy of Paul Feyerabend, Dordrecht: Kluwer.
  • –––, 1998, Evolution and the Naked Truth: A Darwinian Approach to Philosophy, Aldershot: Avebury.
  • –––, 2002, “Conquering Feyerabend’s Conquest of Abundance?”, Philosophy of Science, 69: 519–535.
  • –––, 2016, “Historical Antecedents to the Philosophy of Paul Feyerabend”, Studies in History and Philosophy of Science, 57: 9–16.
  • Musgrave, A., 1976, “Method or Madness? Can the Methodology of Research Programmes be Rescued from Epistemological Anarchism?”, in R.S. Cohen, P.K. Feyerabend & M. Wartofsky (eds.), Essays in Memory of Imre Lakatos, Dordrecht: D. Reidel, pp. 457–491.
  • –––, 1978, “How to Avoid Incommensurability”, in I. Niiniluoto & R. Tuomela [1979], pp. 337–346.
  • Nagel, E., 1979, Teleology Revisited, and Other Essays in the Philosophy and History of Science, New York: Columbia University Press.
  • Newton-Smith, W.H., 1981, The Rationality of Science, London: Routledge and Kegan Paul.
  • Niaz, M., 2020, Feyerabend’s Epistemological Anarchism: How Science Works and its Importance for Science Education, Cham: Springer.
  • Nordmann, A., 1990, “Goodbye and Farewell: Siegel vs. Feyerabend”, Inquiry, 33: 317–331.
  • Oberdan, T., 1990, “Positivism and the Pragmatic Theory of Observation”, in A. Fine, M. Forbes & L. Wessels (eds.), PSA 1990, Volume 1, East Lansing, MI: Philosophy of Science Association, pp. 25–37.
  • Oberheim, E., 2005, “On the Historical Origins of the Contemporary Notion of Incommensurability: Paul Feyerabend’s Assault on Conceptual Conservatism”, Studies in History and Philosophy of Science, 36(2): 363–390.
  • –––, 2006, Feyerabend’s Philosophy, New York: De Gruyter.
  • –––, 2016, “Rediscovering Einstein’s Legacy: How Einstein anticipates Kuhn and Feyerabend on the nature of science”, Studies in History and Philosophy of Science, 57: 17–26.
  • Oberheim, E., & Hoyningen-Huene, P., 2000, “Feyerabend’s Early Philosophy” (Review of J.Preston, Feyerabend: Philosophy, Science and Society), Studies in History and Philosophy of Science, 31: 363–375.
  • O’Gorman, F., 1989, Rationality and Relativity: The Quest for Objective Knowledge, Aldershot: Avebury Press, Ch. 3.
  • Papineau, D., 1979, Theory and Meaning, Oxford: Clarendon Press.
  • Pera, M., 1994, The Discourses of Science, Chicago: University of Chicago Press.
  • Phillips, D.L., 1973, Abandoning Method, San Francisco: Jossey-Bass.
  • Post, H., 1971, “Correspondence, Invariance and Heuristics”, Studies in History and Philosophy of Science, 2: 213–255.
  • Preston, J.M., 1995a, “Frictionless Philosophy: Paul Feyerabend and Relativism” History of European Ideas, 20: 963–968.
  • –––, 1997a, Feyerabend: Philosophy, Science and Society, Cambridge: Polity Press.
  • –––, 1997b, “Feyerabend’s Retreat from Realism”, Philosophy of Science, 64: 421–431.
  • –––, 1997c, “Feyerabend’s Final Relativism” The European Legacy, 2: 615–620.
  • –––, 1998, “Science as Supermarket: ”Post-Modern“ Themes in Paul Feyerabend’s Later Philosophy of Science”, Studies in History and Philosophy of Science, 29: 425–447.
  • –––, 2016, “The Rise of Western Rationalism: Paul Feyerabend’s Story”, Studies in History and Philosophy of Science, 57: 79–86.
  • Preston, J., Munévar, G. & Lamb, D. (eds.), 2000, The Worst Enemy of Science? Essays in Memory of Paul Feyerabend, New York: Oxford University Press.
  • Putnam, H., 1965, “How Not to Talk about Meaning”, in R.Cohen & M.W.Wartofsky (eds.) Boston Studies in the Philosophy of Science, Volume 2 (In Honor of Philipp Frank), New York: Humanities Press, pp. 117–131.
  • –––, 1978, Meaning and the Moral Sciences, London: Routledge and Kegan Paul.
  • –––, 1981, Reason, Truth, and History, Cambridge: Cambridge University Press.
  • Roe, S.M., 2009, “The Attenuated Ramblings of a Madman: Feyerabend’s Anarchy Examined”, Polish Journal of Philosophy, 3: 67–85.
  • Sankey, H., 1994, The Incommensurability Thesis, Aldershot: Avebury Press.
  • Scheffler, I., 1966, Science and Subjectivity, Indianapolis: Hackett Publishing Co.
  • Scheibe, E., 1988, “Paul Feyerabend un die rationalen Rekonstruktionen”, in P.Hoyningen-Huene & G.Hirsch (eds.), Wozu Wissenschaftsphilosophie? Positionen und Fragen zur heutigen Wissenschaftsphilosophie, Berlin: De Gruyter.
  • Shapere, D., 1966, “Meaning and Scientific Change”, in R.G.Colodny (ed.), Mind and Cosmos: Essays in Contemporary Science and Philosophy, Pittsburgh: University of Pittsburgh Press, pp. 41–85.
  • Shaw, J., 2017, “Was Feyerabend an Anarchist? The Structure(s) of ‘Anything Goes’”, Studies in History and Philosophy of Science, 64: 11–21.
  • ––– , 2018, “A Pluralism worth Having: Feyerabend’s Well–Ordered Science”, Ph.D. Dissertation, Philosophy Department, Western University, Electronic Thesis and Dissertation Repository: 5599.
  • ––– , 2017, “Feyerabend and the Cranks: On Demarcation, Epistemic Virtues, and Astrology”, Social Epistemology Review and Reply Collective, 6: 74–88.
  • Siegel, H., 1989, “Farewell to Feyerabend”, Inquiry, 32: 343–369.
  • Solomon, M., 2008, “Norms of Dissent”, in D.Fennell (ed.), Contingency and Dissent in Science Project Discussion Paper Series, London School of Economics CPNSS Discussion Paper, Technical Report 0908.
  • Sorgner, H., 2016, “Challenging Expertise: Paul Feyerabend vs. Harry Collins & Robert Evans on democracy, public participation and scientific authority”, Studies in History and Philosophy of Science, 57: 114–120.
  • Stadler, F., 2008, “Paul Feyerabend and the Forgotten Third Vienna Circle”, in R. Scazzieri and R. Simili (eds.), The Migration of Ideas, Cambridge, Mass.: Watson, pp. 203–244.
  • Stadler, F., and Fischer, K. R. (eds.), 2006, Paul Feyerabend: Ein Philosoph aus Wien, Vienna: Springer.
  • Staley, K., 1999, “Logic, Liberty, and Anarchy: Mill and Feyerabend on Scientific Method”, The Social Science Journal, 36: 603–614.
  • Suppe, F. (ed.), 1977, The Structure of Scientific Theories, Urbana: University of Illinois Press.
  • –––, 1989, The Semantic Conception of Theories and Scientific Realism, Urbana: University of Illinois Press.
  • Szumilewicz, I., 1977, “Incommensurability and the Rationality of the Development of Science”, British Journal for the Philosophy of Science, 28: 345–350.
  • Tambolo, L., 2014, “Pliability and Resistance: Feyerabendian Insights into Sophisticated Realism”, European Journal for Philosophy of Science, 4: 197–213.
  • –––, 2015, “A Tale of Three Theories: Feyerabend and Popper on Progress and the Aim of Science”, Studies in History and Philosophy of Science, 51: 33–41.
  • Theocharis, T. & Psimopoulos, M., 1987, “Where Science Has Gone Wrong”, Nature, 329: 595–598.
  • Thomason, N., 1994, “The Power of ARCHED Hypotheses: Feyerabend’s Galileo as a Closet Rationalist”, British Journal for the Philosophy of Science, 45: 255–264.
  • Tibbetts, P., 1976, “Feyerabend on Ideology, Human Happiness, and the Good Life”, Man and World, 9: 362–371.
  • Townsend, B., 1971, “Feyerabend’s Pragmatic Theory of Observation and the Comparability of Alternative Theories”, in R.C.Buck & R.S.Cohen (eds.), PSA 1970 (Boston Studies in the Philosophy of Science, Volume 8), Dordrecht: D. Reidel, pp. 202–211.
  • Trigg, R., 1973, Reason and Commitment, Cambridge: Cambridge University Press.
  • Tsou, J.Y., 2003, “Reconsidering Feyerabend’s Anarchism”, Perspectives on Science: Historical, Philosophical, Social, 11(2): 208–235.
  • Van Fraassen, B.C., 1980, The Scientific Image, Oxford: Clarendon Press.
  • Van Strien, M., 2020, “Pluralism and Anarchism in Quantum Physics: Paul Feyerabend’s Writings on Quantum Physics in relation to his General Philosophy of Science”, Studies in History and Philosophy of Science, 80: 72–81.
  • Watkins, J.W.N., 1984, Science and Scepticism, New Jersey: Princeton University Press.
  • Weckert, J., 1986, “The Theory-Ladenness of Observations”, Studies in History and Philosophy of Science, 17: 115–127.
  • Weimer, W.B., 1980, “For and Against Method: Reflections on Feyerabend and the Foibles of Philosophy”, Pre/Text, 1–2: 161–203.
  • Werth, R., 1980, “On the Theory-Dependence of Observations”, Studies in History and Philosophy of Science, 11: 137–143.
  • Wisdom, J.O., 1974, “The Incommensurability Thesis”, Philosophical Studies, 25: 299–301.
  • Worrall, J., 1978a, “Against Too Much Method”, Erkenntnis, 13: 279–295.
  • –––, 1978b, “Is the Empirical Content of a Theory Dependent On Its Rivals?” in I.Niiniluoto and R.Tuomela (eds.), The Logic and Epistemology of Scientific Change (Acta Philosophica Fennica, Volume 30), 298–310.
  • –––, 1991, “Feyerabend and the Facts”, in Munévar (ed.), [1991], pp. 329–353.
  • Yates, S., 1984, “Feyerabend’s Democratic Relativism”, Inquiry, 27: 137–142.
  • –––, 1985, “More on Democratic Relativism: A Response to Alford”, Inquiry, 28: 450–453.
  • Yuann, J. J., 2007, “A Naturalistic Approach to Scientific Methodology: A Comparative Study of O. Neurath and P. Feyerabend”, in Chienkuo Michael Mi &R.L.Chen (eds.), Naturalized Epistemology and Philosophy of Science, Amsterdam & New York: Rodopi, pp. 171–196.
  • Zahar, E., 1977, “Mach, Einstein, and the Rise of Modern Science”, British Journal for the Philosophy of Science, 28: 195–213.
  • –––, 1978, “Theorienkonflikt und die Steurerung der Erkenntnis”, in O.Molden, (ed.), Konflikt und Ordnung: Europäisches Forum Alpbach, Vienna: Molden Verlag, 1977, pp. 234–239.
  • –––, 1981, “Second Thoughts About Machian Positivism: A Reply to Feyerabend”, British Journal for the Philosophy of Science, 32: 267–276.
  • –––, 1982, “Feyerabend on Observation and Empirical Content”, British Journal for the Philosophy of Science, 33: 397–409.

John Preston – “Paul Feyerabend”, (Erişim Tarihi: 07.06.2023)

Çevirmen: Ali Tacar
Çeviri Editörü: İzzet Can Kalender

Necmettin Erbakan Üniversitesi Almanca Öğretmenliği Bölümü 4. sınıf öğrencisi. Almanca ve İngilizceden felsefi ve edebi çeviriler yapıyor. Şiir ve öykü yazıyor. İlgi alanları; din felsefesi, epistemoloji, zihin felsefesi ve başta ontoloji olmak üzere felsefenin tüm alanlarıdır.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Zamanın Ötesinde Düşünmek: Uzun Dönemcilik ve Toplumsal Dönüşüm – Alparslan Bayrak

Sonraki Gönderi

Çalışmadığın Yer’e Konuk Olduk: Ahlak ve Erdem Üzerine – Taner Beyter

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü