Grotius’un acayip bir görüşü vardı: yalan söylemek hiçbir zaman caiz değildir ancak, “doğal hukukun amaçları için,” sadece gerçeğe hakkı olan insanlara yönelik savlar yalandı. Mesela Grotius derdi ki, kapıya gelen Nazilerin gerçeğe hakkı yok, yani birisi onlara bilinen yanlış şeyleri savunursa yalan söylüyor olmazdı. Bu görüş her zaman açıkça yanlış gibi göründü.
Fakat yeni fark ettim ki aslında bu görüşe benzer ilginç bir argüman var. Şu üç prensip ile başlayalım:
- 1. Her yalan bir savdır.
- 2. Bir savın tanımlayıcı özelliği, dürüstlük normunun (örneğin “yanlış olduğunu düşündüğün şeyi söyleme”) geçerli olduğu bir tür konuşma eylemi olmasıdır.
- 3. Kesin ahlaki normları ihlal eden hiçbir norm geçerli değildir.
Öncül 1 açıkça doğrudur. Öncül 2, savların normatif açıklamasının bir parçasıdır (dürüstlük normunun tam olarak ne olduğu ile ilgili çeşitliliğe yer vardır ancak bu çeşitlilik ana argümanımızı etkilemeyecektir).
Öncül 3 ise oldukça tartışmalıdır. Aquinas’ın ahlaki olmayan “kanunların” gerçekten kanun olmadığı prensibinin bir genellemesidir. Genel fikir sadece ahlakın, ahlakla çelişen kanunları geçersiz kılması değil, aynı zamanda ahlakın bu tür kanunların bütün gücünü onlardan almasıdır. Birisi X eyleminin ahlaken yasak olduğunu biliyorsa, “Ama ülkenin kanunları X’i emrediyor” ya da “Eğer X’i yaparsam oyunun kurallarını bozarım” gibi cevaplar mantıklı değildir. Çünkü ahlaka karşı normatif bir güç yoktur. İşte öncül 3’ü kabul etmek için iki sebep. Birincisi, tüm eylem normlarının bir tür ahlaki normlar olduğu şeklindeki tartışmalı iddiadır. (İşte bunun için teistik bir argüman: Normlar, uygun şekilde eyleme rehberlik ederler; eylemimize uygun şekilde rehberlik edebilecek tek şey, Tanrı sevgisinin gerektirdiği şeydir [Tanrı’yı tüm kalbimizle sevmeliyiz]; ancak Tanrı sevgisiyle ve ahlakla yönlendirilmek aynı şeydir.) İkincisi, ahlaki normlar dışında normlar varsa, bunlar normatif güçlerimiz tarafından yaratılır, ancak ahlakın normlarına aykırı normlar yaratmak için normatif güce sahip olmamız makul değildir (yani, örneğin, ahlaksız vaatler hükümsüzdür).
O halde:
- 4. Bir konuşma eylemi olan X için dürüstlük normu kesin ahlaki normlara aykırı ise, konuşma eylemi bir sav değildir. (2 ve 3’e göre)
- 5. Bir konuşma eylemi olan X için dürüstlük normu kesin ahlaki normlara aykırı ise, konuşma eylemi bir yalan değildir. (1 ve 4’e göre)
Argümanın kalanını da şöyle dolduralım:
- 6. Kapıdaki Nazi olayında, inanmadığımız şeyi söylememiz ahlaken doğru olandır (yani dürüstlük normunun dediğine karşı çıkmalıyız).
- 7. Yani, kapıdaki Nazi olayında, inanmadığımız şeyi söylemek yalan değildir. (5 ve 6’ya göre)
Ve bu bize Grotius görüşünün bir çeşidini verir.
Benim kendi görüşüm ise 6 ve 7’nin yerlerini değiştirerek argümanın son iki adımını çevirmektir:
- 8. Kapıdaki Nazi olayında inanmadığımız şeyi söylemek yalandır.
- 9. Yani, kapıdaki Nazi olayında ahlaken inanmadığımız şeyi söylemek hala yanlıştır. (5 ve 8’e göre)
- 10. Kapıdaki Nazi olayında, eğer inanmadığımız şeyi söylemek ahlaken caiz ise ahlaken gereklidir de.
- 11. Yani kapıdaki Nazi olayında, inanmadığımız şeyi söylemek ahlaken caiz değildir. (9 ve 10’a göre)
Ancak birçok insan 9’da duraksarlar. Ve sonra da Grotius benzeri 7. tezi kabul etmek için sebepleri vardır.
Yani sonuçta, eğer birisi savın normatif görüşünü ve ihlal prensibi olan 3. prensibi kabul ederse, bu kişi yalan söylemek konusunda Kantçı mutlakçılık ile Gorius benzeri görüş arasında bir seçim yapabilir.
Alexander Pruss- “The Grotius view of lying”, (Erişim Tarihi: 01.08.2021)
Çevirmen: Çağan Fırtına