Zamanın Ötesinde Düşünmek: Uzun Dönemcilik ve Toplumsal Dönüşüm – Alparslan Bayrak

Uzun dönemci bir bakış açısıyla hareket etmek, sadece bugünü değil, geleceği de şekillendiren bir güçtür. Bugünün sorumluluklarını yerine getirirken geleceğin umutlarını da gözetmeyi gerektirir.

//
446 Okunma
Okunma süresi: 15 Dakika

Uzun dönemcilik (longtermism), uzak geleceği olumlu yönde etkilememizin günümüzün temel ahlaki önceliği olduğu ve gelecek kuşaklara günümüz insanlarıyla ahlaki anlamda eşit muamele edilmesi gerektiği fikridir. [1] Bu görüşe göre, dünyaya (her) nasıl en iyi yararı sağlayabileceğinizi düşünüyorsanız düşünün, uzak gelecek ana odağınız olmalı çünkü uzak gelecek hem insanlar hem de hissedebilen diğer tüm canlılar için (ya da ileride hissedebilir varlık statüsünü atanabilenecek yapay zeka gibi varlıklar için) muazzam miktarda değer barındırabilir. Dolayısıyla ahlaki bir karar alırken veya eyleme geçerken, kararlarımızın ve eylemlerimizin bundan sonraki nesilleri nasıl etkileyebileceğine çok daha fazla dikkat etmeliyiz. Burada uzak gelecek derken ise 100 veya 1000 yıl sonrasını kast ettiğimizi unutmamatkta fayda var.

Uzun dönemciliğin en yaygın savunusu doğası gereği sonuçsalcıdır (consequentialist) ve belirli seçimlerin dünya üzerinde yaratabileceği etkilerin önemini ve büyüklüğünü bu seçimlerin gerekçeleri olduğunu iddia eder. Bu görüşe göre, eylemlerimizi belirlerken görmezden gelemeyeceğimiz ve bize yol gösterecek üç temel unsur vardır [2].

  • İlk unsur, eylemlerimizin sonuçlarını iyi ve kötü gibi değer yargılarıyla analiz ederken zamanın ve sürenin bağımsızlığını da dikkate almamız gerektiği fikrinden yola çıkar.
  • İkinci unsur, ampirik bir iddiadan ortaya çıkar; geleceğin hem zamansal olarak hem yaşayabilecek varlık(lar) açısından çok büyük olabileceği ve geleceğin refah, iyi oluş, mutluluk gibi pozitif değerler açısından son derece değerli olabileceği fikridir.
  • Üçüncü unsur da ampirik bir iddiadan doğar ve eylemlerimizin gelecek üzerindeki olası etkisine odaklanır: ne yapabileceğimiz ve yapmamız gerektiğiyle ilgilidir.

Uzun dönemciliğe göre, her bireyin varlıklı ülkelerdeki en mutlu insanlarla aynı konfor düzeyine sahip olduğu, hiç kimsenin yoksulluk çekmediği veya temel tıbbi bakım hizmetlerinden mahrum kalmadığı bir gelecek yaratmak elimizin altında. Ayrıca bunu yaparken, bireylere mümkün olduğu ölçüde kendi tercihlerine göre yaşama özgürlüğünü de sunabiliriz.

Şimdi, ahlaki bir teori olarak uzun dönemcilik görüşünün doğruluğunu gerekçelendirmek için öne sürülen bu üç temel unsuru daha yakından inceleyelim.

1. Gelecekteki İnsanlar Önemlidir

Piknik yapmak için ormana gittiğinizi, elinizdeki cam şişeyi yanlışlıkla kırdığınızı ve etrafta çöp kutusu göremediğiniz için bu cam kırıklarını toprağa gömdüğünüzü hayal edelim [2]. Fakat sonrasında yağmur bastırmasından ötürü ıslanmak istemediğiniz için apar topar oradan gittiğinizi ve bazı cam kırıklarını gözden kaçırdığınızı düşünelim. Olası bir gelecekte, bir çocuk sizin unuttuğunuz cam kırıklarının olduğu bölgede çıplak ayak oyun oynarken bunlara basarak yaralanmış olsun. Başka bir olası gelecekteyse, yine çıplak ayak oyun oynayan bir çocuk bu cam kırıklarına sizin onları orada unuttuğunuz günden 200 yıl uzaklıktaki bir gelecekte basmış olsun ve kendisine zarar vermiş olsun. Uzun dönemci düşünmenin ilk adımı bu iki senaryodaki iki sonucun da eşit derecede kötü olduğunu kabul etmektir: sırf gelecekte gerçekleşecek diye eylemlerimizin sonuçları hakkında endişelenmeyi neden bırakalım? Asıl mesele, gelecekte ne zaman gerçekleştiğinden bağımsız olarak insan hayatlarının, çektikleri acıların, mutlulukların değerli olduğudur. Yani uzun gelecekteki hazların veya acıların içsel değeri, şimdi veya yarınki değerleri kadar önemli olabilir. İçsel ve ahlaki değeri olan şeylerin sahip oldukları nitelikler bulundukları zamansal konumlara göre değişmek zorunda değildir.

Eylemlerimizin gelecekteki olası etkilerine yönelik öne sürülen bu iddia, örneğin 1000 yıl sonrasını dönüştürmeye çalışmakla karşılaştırınca; şimdi ve burada olan bazı olumlu değişimler yaratma çabasının sayısız pratik faydası bulunduğu ve bunun ilkine nispeten çok daha kolay olduğu gerçeğiyle çelişmez. Örneğin, yakın geleceği tahmin etmenin genellikle daha kolay olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Sonuçta, şu anda dünyanın karşı karşıya olduğu temel problemlerin farkındayız ancak dünyanın birkaç yüzyıl içinde karşılaşabileceği temel problemlere dair bir farkındalık geliştirmek zordur. Fakat şimdi ve gelecek arasında böyle bir karşılaştırma yapmaktansa uzun dönemciliğin bu noktada yaslandığı ana fikiri şöyle ifade edebiliriz: Bir şeyin günümüzden uzun bir süre sonra gerçekleşme potansiyeline sahip olması, o şeyin sebep olabileceği etkilerin önemli olmayacağı anlamına gelmez.

Eylemlerimizin getirdiği sonuçların ve bunla ilişkili olarak eylemlerimizin sonuçlarına yönelik olan sorumluluklarımızın geçen zamanla birlikte azalmayacağı fikrini daha iyi anlamak için zamandaki mesafeyi uzaydaki mesafeye benzetebiliriz. Dünyanın hangi bölgesinde yaşadığı farketmeksizin (binlerce mil uzakta olup olmamaları ve bizim onlardan haberdar olup olmamamız söz konusu olsa dahi) insanlar sahip oldukları yaşamlarla birlikte yine de değerlidir. Eğer bizim yaşadığımız bölgede yaptığımız bir eylem ya da desteklediğimiz ve zincirin parçası olduğumuz bir karar binlerce mil ötede yaşayan bir insanı doğrudan ya da dolaylı bir şekilde etkiliyorsa, bu durum ahlaki bir değerlendirmeyi hak ediyordur: Şayet bu kişilere doğrudan bir zarar veriyorsak, yaptığımız şey yanlıştır. Eylemimizin sonuçlarından etkilenen öznelerin bizden çok uzakta yaşıyor olması, bir eylemi, özünde olduğundan daha kötü yapmaz. Benzer şekilde, başka ülkelerde yaşayanlar da sırf mesafe var diye doğaları gereği daha az değerli değildir. Meselelerin uzay düzleminde uzaklaştıkça özünde ve ahlaken daha az önemli hale geldiğine dair ikna edici bir kanıt yoksa, neden zaman içinde daha geç gerçekleşen olayların daha az önemli olduğunu varsayalım? Örneğin doktorunuz size 10 yıl sonra kanser olacağınızı ve sigara içmeyi bırakmanız gerektiğini söylediğini düşünelim, sırf 10 yıl sonra gerçekleşecek diye bu bilgiyi görmezden gelir miydiniz? Veya Sigara içmeye devam ederseniz doğayacak çocuğunuzun ciddi genetik hastalığa sahip olacağı bilgisi size kaygılandırmaz mıydı? Bunlar zamansal konuma dair örnekler olabilir. Mekansal olarak ise, komşu ülkede acı içerisinde kıvranan bir bebeğin sizin yapacağınız 10 liralık yardımla acısının çok ciddi oranda azalacağını bilseydiniz hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam eder miydiniz?

2. İnsanlığın Geleceği Muazzam Büyüklükte Olabilir

Gelecek nesillerin ahlaki öneme sahip olduğu düşüncesi, bir eylemden etkilenen insan sayısının ne kadar olduğu ile yakından ilişkilidir. Örneğin, yanan bir binadan bir kişiyi mi yoksa on kişiyi mi kurtarmak gerektiği konusunda bir seçenek sunulduğunda on kişiyi kurtarmak genellikle daha iyi bir seçenek olarak kabul edilir. Benzer şekilde, bir hastalık için yüz veya bin kişiye yardımcı olabilecek bir tedavi mevcutsa, ikinci seçeneği tercih etmek sağduyumuza daha uygundur. Bu akıl yürütmeyi zamansal olarak genişlettiğimizde, eylemlerimizden etkilenebilecek gelecekteki insan sayısının potansiyel olarak çok fazla olduğunu fark ederiz. İnsanlığa dair tarihsel bir perspektif bu gerçeğin altını çizmektedir. İnsan evriminin tarihi, Homo sapiens’in ortaya çıkışından bu yana yaklaşık 300.000 yılı kapsamaktadır. İnsanlığın gelişimindeki önemli dönüm noktaları arasında yaklaşık 12.000 yıl önce başlayan tarımın ortaya çıkışı, yaklaşık 6.000 yıl önce ilk şehirlerin kurulması ve yaklaşık 250 yıl önce sanayi çağının başlaması yer almaktadır. Tüm bunların yanı sıra, son zamanlarda teknolojinin önderliğinde yaşanan ilerlemenin yalnızca son 250 yılda, yani sadece üç nesilde gerçekleşmiş olması dikkate değerdir.

Türümüzün dünya üzerindeki varlığını ne kadar daha sürdüreceğini tahmin etmek zordur ancak geleceğin belirsizliğini ve kendi sonumuzu getirebileceğimiz gerçeğini dikkate alan bazı rasyonel tahminler yapabiliriz. Örneğin, tipik bir memeli türü kadar (yaklaşık bir milyon yıl) uzun yaşarsak ve dünyadaki nüfus şu anki nüfusta sabitlenmiş olursa, bu süre boyunca dünyaya seksen trilyon insan gelip geçecektir ve günümüzde yaşayan insan sayısı bu sayının yalnızca on binde biri kadardır. Bu tahminleri yaparken elbette insanlığın dünya üzerinden tamamen silinme olasılığı da dahil olmak üzere pek çok olası senaryoyu göz önünde bulundurmalıyız. Dikkat etmemiz ve denkleme koymamız gereken bir diğer önemli kriterse, yok olma tehditlerinden kaçınmamıza yardımcı olabilecek sofistike araçlar, soyut düşünme ve ortak kültür gibi benzersiz yeteneklere sahip olduğumuz gerçeğidir. Şimdi bu olası senaryoları somut bir şekilde canlandırabilmek için biraz hayal gücümüzün sınırlarını zorlayalım. [3]

Uygarlığımızın ömrü kısa olabilir, sadece birkaç yüzyıl sürebilir. Ya da dünyanın, doğası gereği yüz milyonlarca yıl daha yaşanabilir bir gezegen olarak kalacağı düşünüldüğünde (belki de onu artık insan için yaşanılamaz bir yer yapana kadar), uygarlığımızın ömrü olağanüstü büyüklükte olabilir. Mevcut nüfusun sabit kaldığını varsayarsak ve bu kadar uzun süre hayatta kalmayı başarırsak, şu anda hayatta olan her birey gelecekteki bir milyon bireye denk gelecektir. İnsanlık sonunda diğer yıldız sistemlerini keşfetmeye ve kolonileştirmeye başlarsa, insanlığın potansiyel zaman çizelgesi daha da büyüyecektir. Böylesine büyük bir geleceği düşündüğümüzde insanlığın anlatısını bir öykü kitabına sığdırmaya çalışsaydık, günümüze kadarki yazılan tüm o hikayeler bir kitabın yalnızca açılış sayfasına sığdırılabilirdi.

Uygarlığın potansiyel uzun ömürlülüğü, insanlığa önemli boyuttaki bir yaşam süresi beklentisi ve çok sayıda potansiyel yaşam sunar. Gelecekteki nüfusun büyüklüğü belirsizdir ve mevcut nüfustan daha küçük ya da daha büyük olabilir. Nüfustaki azalma sadece mevcut nüfusun büyüklüğü olan sekiz milyara kadar olabilir (yani kitlesel bir yok oluşun yaşandığı senaryoda yalnızca günümüzde yaşayan insan sayısı kadar insan dünyadan silinebilir). Ancak gelecekteki nüfus artarsa, bu sayı şu anda olduğundan önemli ölçüde daha büyük olabilir. Örneğin gelecekteki insan sayısını hesaplayabilmek için küresel nüfus yoğunluğunu Hollanda’nın günümüzdeki değerine sabitlersek, gelecekte yetmiş milyar kadar insan var olabilir. Bu sayının hayal gücümüzü aştığının ve pek de olası görünmediğinin farkındayım fakat avcı-toplayıcı dönemdeki ya da tarıma yeni geçtiğimiz dönemdeki insanlara yakın gelecekte sekiz milyarlık bir nüfusun var olacağı söylenseydi bu da aynı etkiyi oluştururdu. Fakat bu bir karşı argüman değildir ve bunun gerçekleşmesine engel olmamıştır.

Geleceği ve gelecekteki nüfusun potansiyel büyüklüğünü düşünmek ürkütücü olsa da, gelecek nesillerin refahına gerçekten değer veriyor ve onların da bizim gibi mutluluk ve acı çekme kapasitesine sahip gerçek bireyler olduğunu kabul ediyorsak, eylemlerimizin bu öznelerin miras alacakları dünyayı nasıl etkileyebileceğini düşünmek bizim sorumluluğumuzdur. Gelecekte önemli ve güvenilir bir şekilde olumlu bir fark yaratma kabiliyetimiz varsa, bunu yapmak için çaba göstermeliyiz. Sanayi Devrimi’nin çok daha erken başladığını ve 400 yıl önceki atalarımızın yarattığı küresel iklimden ötürü, her doğan 5 çocuktan 3’ünün kronik hastalıklı olduğunu varsayalım: Bu durumda geçmişteki atalarımızı pek iyi anmazdık, değil mi?

3. Eylemlerimizin Gelecek Üzerindeki Olası Etkileri

İçinde bulunduğumuz zamanın ötesine geçmek için adımlar atmak, sadece kendimize değil, gelecek nesillere karşı da bir sorumluluktur.

Geleceğin önemini ve gelecekteki bireylerin yaşamlarının ahlaki önemini kabul etmemize rağmen, herhangi birinin gelecek nesillerin beklentileri üzerinde olumlu bir etki yaratmasının mümkün olup olmadığı sorgulanabilir. Çocuk sahibi olmak veya ekonomik büyümeye katkıda bulunmak gibi gerçekleştirdiğimiz çok sayıda eylemin gelecek üzerinde etkisi vardır. Ancak bu etkilerin boyutunu değerlendirmek zordur. Asıl soru, uzun bir süre boyunca sürecek ve tutarlı bir şekilde olumlu bir etki yaratıp yaratamayacağımızdır. Bu soruya cevap verebilmek için tarih okunu izleyebileceğimizi ve kendimize ipuçları yakalayabileceğimizi düşünüyorum. Elbette tarihsel bir analiz çok uzun sürebileceğinden ve bunun için bu kadar geniş bir yerimiz olmadığından, bunu yaparken bize yardımcı olması amacıyla incelememizi üç kategoriye ayırarak yapabilir ve ardından bunlara sırasıyla daha detaylı bir şekilde bakabiliriz: dünyanın barındırdığı gereksiz acı miktarı, adaletsizlikler, eşitsizlikler gibi temel haklar bakımından kötü bir yer olması; dünyanın söz konusu değerler bakımından geçmişten daha iyi bir yer olması; ve son olarak dünyanın bu söz konusu değerler bakımından çok daha iyi bir yer olabilmesinin mümkün olması.

a. Dünya kötü bir yer

Dünyanın ne kadar kötülük barındırdığını gözler önüne sermek için çocuk ölümlerine bakabiliriz. Çocuk ölümlerine ilişkin mevcut istatistikler oldukça yıkıcıdır. Her yıl doğan 141 milyon çocuğun %3,9’u beş yaşına gelmeden hayatını kaybetmektedir. [4] Bu da yılda 5,5 milyon çocuk ölümüne denk gelmektedir ki bu da her gün yaklaşık 15.000 çocuğun öldüğü anlamına gelmektedir. Bu kadar çok sayıda çocuğun öldüğü bir dünya çok büyük miktarda acı içerir ve yaşamak için korkunç bir yerdir. Alternatif olarak, geçmişin olumsuz eğilimlerine de bakabilir ve (bu olumsuz eğilimlerde iyileştirmelere gidilmiş olsa da) bunların dünyayı şekillendirmeye devam ettiği günümüzü de ele alabiliriz. Örneğin, on ikinci yüzyılın sonunda Fransa ve İngiltere’de kölelik neredeyse tamamen ortadan kalkmışken, aynı ülkeler sömürgecilik döneminde köle ticaretine yoğun bir şekilde dahil oldular. Ayrıca yirminci yüzyılın ortalarında totaliter rejimlerin demokrasilerden çıktığını gördük. Dahası, bilimsel gelişmeleri yıkıcı silahlar üretmek ve hayvanlara büyük acılar çektiren fabrika çiftçiliği uygulamaları geliştirmek için kullandık. [6]

b. Dünya daha iyi bir yer

Dünyada var olan tek şey acı değildir. Tarih boyunca değişimin değişmez bir olgu olduğu aşikârdır. Bu değişimlerin boyutu çoğu zaman kavrayışımızın ötesindedir. Bugün dünyanın en yoksul uluslarının yaşam standartları, geçmişin en zengin uluslarına kıyasla bile önemli ölçüde iyileşmiştir. Örneğin, birkaç nesil öncesine kadar tüm bölgelerde üç kat daha yüksek olan çocuk ölüm oranları [%30-50] ile karşılaştırıldığında, en yoksul bölgelerdeki çocuk ölüm oranları bugün %10-13 arasındadır ve bu önemli bir azalmadır. [5] 19. yüzyılda dünya genelinde çocukların tahmini %43’ü beş yaşından önce ölmekteydi. Atalarımızla aynı sağlık koşullarını yaşamaya devam etseydik, yılda 60 milyondan fazla çocuk ölecekti ki bu da her gün 166.000 ölüme denk gelmektedir. [5] Sadece sağlık alanında değil, yaşamın diğer alanlarında da önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Eğitim, politik özgürlük, şiddet, yoksulluk, beslenme ve hatta bazı çevre konularında kayda değer gelişmeler gördük. Örneğin, iki yüzyıl önce ortalama yaşam süresi otuz yıldan azken, şimdi bu süre yetmiş üçe çıktı. O dönemde dünya nüfusunun yüzde 80’inden fazlası aşırı yoksulluk içinde yaşarken, bugün bu sayı yüzde 10’un altına düşmüştür. Dahası, o dönemde yetişkinlerin yalnızca yaklaşık yüzde 10’u okuyabilirken, şimdi okuryazarlık oranı yüzde 85’in üzerine çıkmıştır. [2]

c. Dünya çok daha iyi bir yer olabilir

İnsanların yaşamları sadece teknolojideki ilerlemeler ve yukarıdaki diğer değişikliklerle değil, aynı zamanda ahlaki ilerlemelerle de iyileştirilmiştir. Örneğin 1700 yılında kadınların üniversiteye gitmesine izin verilmiyordu ve feminist hareket henüz ortaya çıkmamıştı. Homoseksüel bireyler aşklarını açıkça ifade edemiyordu ve homoseksüelliğin cezası ölümdü. Buna ek olarak, 1700’lerin sonlarında dünya genelinde her dört kişiden üçü bir şekilde zorla çalıştırılırken, bugün bu oran yüzde 1’den daha azdır. Dahası, 1700’de dünyada hiç demokrasi yoktu, oysa bugün dünya nüfusunun yarısından fazlası demokratik bir sistemde yaşamaktadır. 1700’den bu yana elde ettiğimiz ilerlemelerin birçoğunu o dönemde yaşayan insanların hayal etmesi zor olurdu. Bu, yalnızca üç yüzyıllık bir zaman dilimine baktığımız gerçeğine rağmen böyledir. İnsanlığın milyonlarca yüzyıl boyunca var olma olasılığını göz önünde bulundurursak, mevcut dünyamızın sadece biraz daha gelişmiş bir versiyonunu hayal edersek, neyin mümkün olduğuna dair algımızı sınırlama riskiyle karşı karşıya kalırız. Böyle yaparak, gelecekte çok daha iyi bir yaşam kalitesi potansiyelini tam olarak değerlendiremeyebiliriz. Birlikte, bu cesaret verici gelişmeleri teşvik etme ve karbon emisyonlarındaki endişe verici artış ve endüstriyel çiftçilikte hayvanlara yapılan insanlık dışı muamele gibi olumsuz eğilimlerden uzaklaşma yeteneğine sahibiz. Her bireyin varlıklı ülkelerdeki en mutlu insanlarla aynı konfor düzeyine sahip olduğu, hiç kimsenin yoksulluk çekmediği veya temel tıbbi bakım hizmetlerine kolaylıkla erişebildiği ve bireylere mümkün olduğu ölçüde kendi tercihlerine göre yaşama özgürlüğünün tanındığı bir dünya elimizin altında. Ya da gelecek, tek bir otoriter hükümetin herkes üzerinde hakimiyet kurduğu, yaşam kalitesinin bugünkünden daha kötü olduğu veya yıkıcı bir üçüncü dünya savaşının medeniyeti harabeye çevirdiği bir dünya olabilir. Geleceğin portresi, kolektif eylemlerimiz ve seçimlerimizden etkilenecektir. Bir önceki neslin hayali, bir sonraki neslin gerçeği olabilir.

Dünya sahnesinden ayrıldığımızda, bıraktığımız izler gelecek nesillerin hayatını şekillendirebilir. Bu yüzden, düşüncelerimiz ve eylemlerimizle geleceğe değer katmalıyız.


Referanslar

  • [1] Greaves, Hilary and MacAskill, William. (2019). The case for strong longtermism. In Greaves, H. & MacAskill, W. (eds.), “Oxford Handbook of Effective Altruism”. Oxford University                                    Press. pp. 437-457.
  • [2] MacAskill, William. (2022). What We Owe The Future. New York, NY: Hachette Book Group, Inc.
  • [3] Ord, Toby. (2020). The Precipice. Bloomsbury Publishing.
  • [4] Ritch, E. (2018). Mortality in Children. Pediatrics in Review, 39(8), 393-405. doi: 10.1542/pir.2017-0093.
  • [5] Ritch, Hannah. (2018). From commonplace to rarer tragedy – declining child mortality across the world. Our World in Data. Retrieved from https://ourworldindata.org/child-mortality-global-overview.
  • [6] Roser, M. (2018). The short history of global living conditions and why it matters that we know it. Our World in Data. Retrieved from https://ourworldindata.org/a-history-of-global-living-             conditions-in-5-charts.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

İnsan Doğasına Dair Kötü Haber Niteliğindeki 10 Psikolojik Bulgu – Christian Jarrett

Sonraki Gönderi

Paul Feyerabend – John Preston (Stanford Encyclopedia of Philosophy)

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü