Sosyal medyanın yükselişinden on yıllar önce, kutuplaşma dil ile ilgili tartışmalara musallat olmuştu. Genel olarak durum hala öyle. Konuyu önemseyen herkes iki duruştan birini taraf almak zorunda. Ya iğrenç bulduğunuz hataları kendini beğenmiş bir şekilde düzeltirsiniz – bu sizi sözde preskriptivist[1] kılar – ya da dil değişimi bilginizi sergiler ve preskriptivistlerin olgularında delikler açarsınız. – bu da sizi bir deskriptivist[2] yapar. Grup üyeliği zorunludur ve iki taraf da birbirini dışlar.
Fakat bu şekilde olmak zorunda değil. İş yerimde iki görevim var. Editörüm ve dil hakkında içerikler yazan bir köşe yazarıyım. Bu iki iş az ya da çok hem preskriptivist hem de deskriptivist olmamı gerektiriyor. İnsanlar bana gramer ya da imla hatalarıyla dolu bir evrak gönderdiğinde onları düzeltirim (The Economist’in tercih edilen yazım biçimini[3] de uygularım). Fakat iş kendi köşe yazımı yazmaya geldiğinde gerçek dilin tuhaf karmaşasını incelerim; bu ya da şu hata hakkında düşünüp kalan geçimsiz biri olmak yerine, kendime (ve böylece okuyucuya) yeni bir şey öğretmeye çalışırım. Bu bölünmüş bir kişilik mi, yoksa ikisi de tutarlı bir felsefede uzlaştırılabilirler mi? Uzlaştırılabileceklerine inanıyorum.
Dil her zaman değişir. Bazı değişiklikler gerçekten kaotik ve yıkıcıdır. Anlamını yitirmiş bir preskriptivist deyimi, decimate’i ele alalım. Eski Romalıların isyancı bir lejyonu her onuncu askeri öldürerek (dolayısıyla kökü deci’dir) cezalandırma uygulamasından gelmektedir. Günümüzde bir şeyin tam olarak onuncusunu yok etmek için genellikle bir kelimeye ihtiyacımız yok – bu ‘etimolojik safsatadır’: bir kelimenin, bileşen köklerinin tam olarak ifade ettiği şeye karşılık gelmesinin zorunda olduğu fikri. Ancak, bir şeyin büyük bir kısmını yok etmek anlamına gelen bir kelimeye sahip olmak yararlıdır. Yine de pek çok insan, decimate’in şimdiye kadarki anlamını “tamamen yok etmek” anlamına gelecek şekilde genişletti.
Deskriptivistler – yani neredeyse tüm akademik dilbilimciler – dillerin işleyişinin semantik değişim olduğunu ifade edecektir. Bu sadece kelimelerin yaptığı bir şey: kelimelerin anlamlarını tarihsel sıraya göre listeleyen büyük tarihi Oxford İngilizce Sözlüğü’nde (OED) teknik olmayan neredeyse tüm kelimelere bakın. Decimate’in kapsamının gibi şeylerin tekrar ve tekrar yaşandığını göreceksiniz. Kelimeler sabit durmaz. Bir dilbilimcinin aktardığı gibi, preskriptivist duruş okyanus yüzeyinin anlık fotoğrafını çekip bunun okyanus yüzeylerinin nasıl görünmesi gerektiği hakkında ısrar etmek gibidir.
Preskriptivistler, her ne olursa olsun bu onu daha az can sıkıcı yapmaz diyerek cevap verirler. Decimate’in geleneksel anlamının (bir kısmını yok etmek) iyi bir eş anlamlısı yoktur ve yeni anlamında pek çok ortağı var: “destroy” (yok etmek), “annihilate” (ortadan kaldırmak), “devastate” (yıkmak) vb. Eğer decimate nihayetinde son anlamında karar kılarsa, özgün bir kelime kaybeder ve hiçbir şey kazanmayız. Ayrıca eski şekilde kullanan insanlar ve yeni formunda kullanan insanlar birbirlerinin karıştırabilirler.
Ya da kendisinde gelenekçi olduğum “literally” (kelimenin tam anlamıyla) sözcüğünü ele alalım. İyi bir şekilde literally kullanabilmek bir zevktir: Oğlum geçtiğimiz tatilde attan düştüğünde, “Kelimenin tam anlamıyla eyere geri döndü.” diyerek annemi rahatlatabildim ve bu beni sonsuz mutlu etti. İnsanlar literally kelimesini örneğin “Kelimenin tam anlamıyla bir milyon mil yürüdük.” şeklinde kullandığında küçük bir iç çekiyorum. James Joyce, Vladimir Nabokov ve diğer çoğu yazarın mecazi bir şekilde literally kullandığının farkındayım ancak sadece pekiştirici olarak kullanıldığında, özellikle yararlı veya güzel değildir ve iyi bir ikamesinin olmadığı geleneksel anlamda özellikle yararlı ve güzeldir.
Dolayısıyla bir dilde değişim olduğunda bunun zarar verebileceğine inanıyorum. Dünyanın sonu değil, ancak zarar veriyor.
Akılda tutulması gereken başka bir gerçek daha var: İlgisizlikten hiçbir dil henüz yok olmadı. Bu gerçekleşen bir şey değil – kelimenin tam anlamıyla. Preskriptivistler, insanların geleneksel kelime haznesini ve dil bilgisini muhafaza etmemelerinden dolayı kullanılamaz hale gelen ya da ifade edilemeyen tek bir dil gösteremezler. Günümüzde var olan her dil fevkalade derecede anlamlı. Tamamen alışılmış olması dışında, onları kullanan tüm insanlar tarafından paylaşılan ama kullanılan dillerde bulunmayan bir gerçeğin olması mucize olurdu.
Bu nasıl olabilir? Decimate sözcüğünün çeşitliliğinin değişmesi neden kaosa yol açmıyor? Böyle bir ‘hata’ kötüyse ve bu tür şeyler sürekli gerçekleşiyorsa, kelimeler bir arada kalmayı nasıl başarıyor?
Cevap, dilin bir sistem olduğudur. Sesler, kelimeler ve dilbilgisi bir başlarına mevcut değildirler: bu üç dil düzeyinin her biri kendi içinde bir sistem oluşturur ve olağanüstü bir biçimde, bu sistemler, sistemler olarak değişir. Bir değişiklik bozulmaya işaret ederse başka bir değişiklik telafi eder, böylece yeni sistem eskisinden farklı olsa da hala anlamlı, verimli ve kullanışlı bir bütündür.
Seslerle başlayalım. Her dilin sesbirim (phoneme) adı verilen zıt seslerden oluşan karakteristik bir envanteri vardır. Beet (/biːt/)[4]ve bit (/bɪt/)[5]farklı sesli harflere sahiptir; İngilizce’de bunlar iki sesbirimdir. İtalyanca’da sadece bir tane bulunuyor. Bu yüzden İtalyanlar sheet (/ʃiːt/)ve shit (/ʃɪt/) sözcüklerini sesteş sözcükler yapma eğilimindedir.
İngilizcenin sesli harfleri hakkında garip bir şey var. Her Avrupa dilinin A harfini aynı şekilde kullandığını hiç fark ettiniz mi? Latte’den lager’e ve tapas’a, İtalyanca, Almanca ve İspanyolca; hepsi a sesi için ‘A’ harfini kullanıyor gibi görünüyor. Bir düzeyde, bu doğal görünüyor; eğer “frango“nun Portekizce’de “tavuk” olduğunu öğrenirseniz, onu e ile değil, a sesi ile telaffuz edeceğinizi bilirsiniz. Peki İngilizce, plate (/pleɪt/)[6], name (/neɪm/), face (/feɪs/)ve benzer sözcüklerde olduğu gibi A harfini nasıl seslendirdi?
İngilizce’nin diğer ‘uzun’ sesli harflerine bakın ve onlar da benzer şekillerde uyum sağlayamamışlar gibi görünüyorlar. İ harfi, Nice’den Nizhni Novgorod’a kadar uzun i sesine sahiptir; neden İngilizcedeki write (/raɪt/) [7]ve ride (/raɪd/) sözcüklerindekiyle aynı sese sahiptir? Ve yan yana iki O harfi neden boot (/buːt/)[8]ve food’daki (/fuːd/) sese sahiptir?
Bir 15. yüzyıl tavernasında (erkeklerin bıçak taşıdığı zamanlar) hiç kimse meet (/miːt/), meat (/miːt/) ve mate (/meɪt/) sözcüklerini birbiriyle karıştırmak istemezdi.
Cevap, Büyük Ünlü Kayması’dır (Great Vowel Shift). Orta Çağ İngiliz döneminden itibaren modern çağın başlangıcına kadar, tüm İngiliz uzun sesli harfleri radikal bir bozulmaya uğradı. Meet (/miːt/) eskiden günümüzdeki mate (/meɪt/) sözcüğüne benzer şekilde telaffuz edilirdi. Boot (/buːt/), boat (/boʊt/)[9] gibi söylenirdi. (Ancak tüm sesliler tek ünlüydü, çift ünlü değil; günümüzdeki uzun A sesi gayet ay-ee’nin hızlı söylenişi gibi telaffuz edilir ancak Orta Çağ’da meet’in (/miːt/) ünlüsü saf bir tek sesli harfti.)
Büyük Ünlü Kayması sırasında, uzun i ve uzun u sesleri günümüzdeki haline doğru değişmeye başladı. Sebebini kimse bilmiyor. Muhtemelen zamanında bazı kimseler bunu fark ettiler ve hakkında yakınmaya başladılar. Her halükarda gerçekten bir sorun vardı: Günümüzdeki ee, o dönemde “tiimah” şeklinde telaffuz edilen “time”ın (/taɪm/) ünlüsüne çok benzerdi. Ve “oo“, o zamanlar “hoose” (/hüz/)[10] şeklinde telaffuz edilen house’un (/haʊs/)[11] ünlüsüne pek benzerdi.
Dili konuşanlar pasif bir şekilde karışıklığı kabul etmedi. Daha sonra olanlar, ekonomistlerin kendiliğinden düzen (spontaneous order) dediği dehayı gösterdi. Sesli harf bölgelerindeki yeni saldırgan komşularına yanıt olarak, time (/taɪm/) ve house’nin (/haʊs/) ünlüleri de tâym ve haa-uus’a dönüşerek değişmeye başladı. Diğer değişiklikler de daha fazla değişiklik yarattı: mate’in (/meɪt/) ünlüsü – o zamanlar mee-tâh olarak telaffuz ediliyordu – cat (/kæt/)[12] sözcüğünün günümüzdeki modern ünlüsüne evrildi. Bu, onu günümüzdeki met (/met/) sözcüğünün uzatılarak söylenmiş hali gibi telaffuz edilen meat (/miːt/) sözcüğüne biraz daha benzer hale getirdi. Yani meat (/miːt/) sözcüğünün ünlüsü de değişti.
Sistem boyunca ünlüler değişim halindeydi. Bir 15. yüzyıl tavernasında (erkeklerin bıçak taşıdığı zamanlar) hiç kimse “meet” (/miːt/), “meat” (/miːt/) ve “mate” (/meɪt/) sözcüklerini birbiriyle karıştırmak istemezdi. Bu yüzden potansiyel olarak zarar verici bir değişikliğe başka bir şey değiştirerek yanıt verdiler. Birkaç sesli harf birleşti. Böylece meet ve meat eş sesli oldu. Ancak çoğunlukla sistem her sesli harfle yeni bir yere yerleşti. Bu Büyük Ünlü Yığını değil, Büyük Ünlü Kaymasıydı.
Bu tür değişimler, kendilerine bir isim elde edecek kadar yaygınlardı: “zincir değişimler”. Bir değişiklik bir diğerine sebep olduğunda, bu da dolayısıyla başka bir değişikliğe sebep olacaktır ve bu, dil yeni bir dengeye gelene kadar gerçekleşmeyi sürdürür. Şu anda devam eden bir zincir değişimi bulunuyor: Kuzey Amerika’nın Büyük Gölleri (Great Lakes of North America) çevresindeki şehirlerinde sosyodilbilimin öncüsü William Labov tarafından keşfedilmiş ve tanımlanmış olan Kuzey Şehirleri Kayması (Northern Cities Shift). Ayrıca Kaliforniya Kayması (California Shift) da var. Başka bir deyişle, bu tarz şeyler gerçekleşmekte. Yerel ve bireysel değişim kaotik ve rastgeledir ancak sistem seslerin zarar görmesini engellemek için karşılık verir.
Peki kelimelere ne olacak? Bir dilde çok sayıda sesli harf olmasına rağmen, binlerce kelime vardır. Dolayısıyla, kelimelerin anlamlarındaki değişiklikler Büyük Ünlü Kayması ve diğerlerinde görülen zincir kaymaları kadar düzenli olmayabilir. Yine de bir kelimenin anlamındaki değişimin yarattığı potansiyel zarara rağmen, kültürler konuşmak istedikleri her şey için ihtiyaç duydukları tüm kelimelere sahip olma eğilimindedir.
Yeni kitabım, “Talk on the Wild Side” (2018) için Samuel Johnson’ın sözlüğünü araştırırken şaşırtıcı bir keşif yaptım. Johnson, sözlük planını 1747’de Chesterfield Kont’una anlatırken şöyle yazar:
Yalnızca itaatkar anlamına gelen ‘buxom’; şimdilerde bilindik ifadelerde, wanton (ahlaksız) anlamına gelir çünkü Reformdan önce eski bir evlilik biçiminde, gelin şu sözlerle hoşgörü ve itaat sözü verirdi: “Yatakta ve evde zarif ve itaatkar (buxom) olacağım.”
Günümüzde çoğu insan “buxom” sözcüğünü düşündüğünde, akıllarına ne ‘itaatkar’ ne de ‘ahlaksız’ manası gelir. (Eşime ithafen: arama geçmişimdeki Google Görseller buxom aramasının sebebi bu, gerçekten.)
Büyük Oxford Sözlüğüne başvurduğumda, buxom sözcüğünün modern Almancadaki “biegsam” (bükülebilir) sözcüğüyle aynı soydan gelen Orta Çağ dönemine ait buhsam sözcüğünden geldiğine rastladım. Fiziksel anlamından mecazi anlamına (doğal uzantı), bir kişinin ‘yumuşak başlılığı’ veya- Johnson’un söylediği gibi- itaatkâr olduğu anlamına geliyordu. Sonrasında buxom değişmeye devam etti: itaatkar anlamından ‘sıcakkanlı’ya kısa bir sıçrama ve sonra “neşeli, gey”e ufak bir sıçrama daha. (William Shakespeare Henry V. eserinde bir askeri ‘buxom valour’ (güçlü kahraman) olarak tasvir eder. Bu değişimden “sağlıklı, dinç”e bir diğer kısa sıçrama (jump), ki bu Johnson’un zamanındaki güncel anlam gibi görünüyor. “İyi sağlık”tan tombulluğa, sonrasında özellikle bir kadının tombulluğuna, büyük göğüslülüğe mantıksal bir genişlemeydi.
‘İtaatkar’dan ‘büyük göğüslülüğe’ sıçrayış (leap) adım adım inceleyene kadar olağanüstü görünüyor. “Nice“, (güzel) ‘aptalca’ anlamına gelirdi. “Silly” (saçma) ‘kutsal’ anlamına gelirdi. “Assassin“ (suikastçi) Arapça ‘haşhaş yiyen kimse’ [hashish(-eater)] sözcüğünün çoğulu olarak, “magazine“ (magazin) ise Arapça depo sözcüğünden türemiştir. Sözcükler böyle işler. “Prestigious” (prestijli), eskiden göz alıcı ancak dayanaksız anlamına gelen “pejorative”di (küçük düşürücü). Bu tür değişimler yaygındır.
İngilizcede hangry (aç ve sinirli) sözcüğü olmadan bu kadar uzun süre nasıl durduğumuzu bilmiyorum çünkü her günümün üçte birini aç ve sinirli olarak geçiriyorum.
İki paragraf önce ‘leap’ ve ‘jump’ (sıçrama, zıplama) sözcüklerini kullandım. Ancak ‘leaps’ sözcüğünü sadece sözlükbilimcilerin geriye dönüp baktıklarında sözlükleri için bir kelimenin tarihçesini anlamlarına ince ince kıydığında görüyoruz. Az sayıda konuşmacı bunları yeni bir şekilde kullandığından dolayı kelimeler yavaş yavaş anlam değiştirir ve sırayla başkalarının bunu yapmasına neden olur. Kelimelerin anlamı bu şekilde tamamen ve bütünüyle değişebilir; çoğunlukla kelimeler bunu fark edilemeyecek kadar küçük adımlarla yaparlar.
Tekrardan, hiçbir kaos ile sonuçlanmaz. “Buxom” her anlam değiştirdiğinde, teorik olarak sözlükte geride bıraktığı anlam için bir delik bırakmış olabilirdi. Ama her bir durumda, yerini farklı bir kelime doldurdu: Gerçekten de yukarıda kullandıklarım gibi: pliable, obedient, amiable, lively, gay, healthy, plump (yumuşak, itaatkar, sevimli, canlı, neşeli, sağlıklı, tombul) ve dahası. Sözcük kullanışlı kavramların yerini bir şekilde dolduruyor gibi görünüyor.İngilizcede “hangry” sözcüğü olmadan bu kadar uzun süre nasıl durduğumuzu bilmiyorum. Çünkü her günümün üçte birini aç ve sinirli olarak geçiriyorum. Fakat nihayetinde biri türetti.)
Kelimelerin anlam değiştirmesinin çeşitli öngörülebilir yolları vardır. Bazı insanlar “nauseous“ (mide bulandırıcı) sözcüğünün sadece ‘mide bulantısına neden olan’ anlamına geldiği konusunda ısrarcı. Ancak nedenden (cause) deneyimleyene (experiencer) geçmek, pek çok kelimenin hem etken hem de edilgen yapılarda kullanılabildiği gibi yaygın bir anlamsal değişimdir. “Ben bulaşık makinesini bozdum.” (I broke the dishwasher) ve “Bulaşık makinesi bozuldu.” (The dishwasher broke)cümlelerini düşünün). Yine de gerçek karışıklık nadirdir. “Nauseous“un (mide bulandırıcı) eski anlamı için “nauseating” (mide bulandırıcı)var.
Kelimeler ayrıca sık kullanımla zayıflar. Lego Filmi (2014) ‘Everything is Awesome’ (Her şey Harika) şarkısı ile bir şeylerin peşindeydi çünkü Amerikalılar bu kelimeyi gerçekten çok kullanıyorlar. Bir zamanlar güçlü olsa da “This burrito is awesome.” (Bu burrito harika.) cümlesinde olduğu gibi,şimdilerde biraz iyi olan herhangi bir şey için kullanılabilir. Steven Pinker’in güzel örneğinde olduğu gibi, neredeyse anlamsız bile olabilir: ‘Guakamole’yi uzatabilirseniz “çok harika” (awesome) olur.
Lakin gerçekten bir şeyden etkilendiğimizi ifade etmenin yollarından yoksun muyuz? Hiçbir dil yoksun değildir ve İngilizce konuşanlar incredible, fantastic, stupendous ve brilliant (inanılmaz, şahane, müthiş, mükemmel) sözcüklerinin benzerlerinin seçenekleriyle şımartılmışlardır. Bunlar aşırı kullanıldığında (ve hepsi tehlike altında olduğunda) insanlar hala yenilerini dile kazandırırlar: sick, amazeballs, kick-ass. (tatsız, müthiş, havalı)
Dildeki binlerce kelime sürekli hareket halinde olan fırıl fırıl dönen bir kitledir. Yine, bir parça bir boşluğa işaret ederek veya çakışmaya yol açarak hareket ettiğinde, başka bir şey de hareket eder. Bireysel, kısa vadeli değişim rastgeledir; genel, uzun vadeli değişim sistemiktir.
Dil bilgisi düzeyinde, değişim basit bir yanlış telaffuz veya eski bir kelime için yeni bir kullanımdan daha derin bir zarara işaret ederek en rahatsız edici şey gibi görülebilir. Bir sorudaki bir şeyi ya da bir ilgi cümleciğindeki nesneyi That’s the man whom I saw (İşte gördüğüm adam) cümlesinde olduğu gibi(dolaylı tümleç nesne olarak) belirten Whom (kim/kimin) sözcüğünün uzun vadeli düşüşünü ele alalım. Günümüzde çoğu kişi ya That’s the man who I saw ya da kısaca That’s the man I saw şeklinde söyler.
Bir cümledeki öznenin hangi kelime olduğu ve nesnenin ne olduğu çok önemli bir durumdur. Yine de, tam da bu şekilde olduğu için, radikal bir gramer değişikliği bile bu ayrımı olduğu gibi bırakır. Beowulf okurlarının bu destansı şiirdeki hemen hemen her kelimenin modern muadillerinden çok farklı olduğuna şüphesi yoktur. Eski İngilizceyi okuyamayanların farkına varamayacakları şey dil bilgisinin ne kadar farklı olduğudur. İngilizce, Rusça ya da Latince gibi bir dildi: isimler, sıfatlar ve belirteçlerde (İngilizce’de the ve a sözcükleri gibi) olduğu gibi her yerde hal ekleri vardı. Başka bir deyişle, hepsi who/whom/whose (kim, kime, kimin) gibi davrandılar (dördüncü bir hal eki bile vardı).
Günümüzde, sadece altı sözcük (I, he, she, we, they ve who)[13] nesne ya da dolaylı tümleç olduğunda biçim değiştirir. (me, him, her, us, them ve whom)[14] Geniş bir perspektiften baktığımızda, modern Anglofonlar iğrenç, bozulmuş, bu eklerin sağladığı tüm iletişim gücünden yoksun Anglosakson dilini konuşuyor. İngilizce konuşanlar, Büyük Alfred’in sorduğunu düşünün, bir cümlenin öznesinin ne olduğunu ve bu önemli hal ekleri olmadan nesnelerin ne olduğunu nasıl bilebilir?
Cevap sıkıcıdır: sözcük dizilişi. İngilizce bir özne-yüklem-nesne dilidir. “I love her” (Onu seviyorum) cümlesinde, hal eki belirgindir. I (yalın halde bir özne) ve her (belirtme halinde bir nesne) Fakat “Steve loves Sally” (Steve Sally’i seviyor) cümlesinin anlamı hal eki eksikliğine rağmen aynı şekilde ortadadır. Özne-yüklem-nesne dizilişi özel durumlarda (Her I love the most) ihlal edilebilir ancak bu beklenir; ve İngilizceyi ana dili olarak konuşan (native speaker) herkes tarafından paylaşılan bu beklenti hal eklerinin zamanında yaptığını yapar.
6 yaşındaki çocuğuma göre her şey “epic” (epik, destansı), ki bu sözcük benim kulağıma “awesome”ın (müthiş, harika) ebeveynlerimin kulağına gelmiş olduğu gibi geliyor
Hal ekleri neden yok oldu? Bilmiyoruz, ancak muhtemelen iki fetih dalgasının sonucunda hızlandı: yetişkin Vikingler ve Normanlar İngiltere’ye gelişi ve Anglosaksonu kusurlu olarak öğrenmeleri. O zamanlarda şimdi olduğu gibi, yetişkinlerin yabancı bir dil öğrenirken dikkat gerektiren, çekim ekleri gibi şeyler öğrenmesi zordur. Birçok yetişkin tüm bu ekleri ihmal eder ve sözcük dizilimine güvenirdi. Kendi ebeveynlerinin nispeten sadeleştirilmiş versiyonunu duyan çocuklar yetiştirirlerdi. Böylece çocuklar, tamamen yok olana kadar önceki nesillerden daha az ekler kullanırlardı.
Bir kez daha dilbilgisi bir sistem olarak karşılık verdi. Hiçbir medeniyet, özneler ve nesneler arasındaki ayrımı varsayıma bırakmayı göze alamaz. Sözcük dizilişi Anglo-Sakson döneminde nispeten esnekti. Daha sonra hal eklerinin kaybı onu daha katı bir biçime sabitledi. Hal eklerinin kademeli olarak yok olması, potansiyel bir bilgi kaybına neden oldu fakat kelime düzeninin güçlendirilmesi bunu telafi etti.
Şimdi hem preskriptivistlerin hem de deskriptivistlerin söz sahibi olabileceği bir yapımız var. Ses değişiklikleri, anlaşılır bir şekilde, daha eski bir telaffuz öğrenen insanlar tarafından yanlış olarak görülebilir: kulağıma, “nucular” (nuclear kelimesinin yanlış yazılmış hali) cahilce geliyor ve “expresso” (espresso kelimesinin yanlış yazılmış hali) ise yanlış. Ancak uzun vadede ses sistemleri, dilin zaruri ayrımlarının aynı şekilde kalmasını sağlayan değişimlerin hassas bir dansıyla herhangi bir karışıklığı telafi eder. Kelime anlamları hem türe (anlam değişikliği) hem de güce göre (kelimenin ne kadar güçlü olduğundaki değişiklik) değişir. 6 yaşındaki çocuğuma göre her şey epic (destansı, harika), ki bu sözcük benim kulağıma awesome’ın (müthiş, harika) ebeveynlerimin kulağına gelmiş olduğu gibi geliyor. Öğle yemeği epic olamaz. Ama epic sözcüğü tükendiğinde, çocukları başka bir şeyi kullanıma sokacak – ya da yeni bir şey türetecek.
En temel görünen değişiklik – dil bilgisine yapılan – bile dil sistemini asla yok etmez. Bazı ayrımlar ortadan kalkabilir: klasik Arapça tek, çift ve çoğul sayılara sahiptir; modern lehçeler çoğunlukla sadece tekil ve çoğul kullanırlar, İngilizce’de olduğu gibi. Latince eklerle doluydu; yavru dilleri – Fransızca, İspanyolca ve diğer diller – onlardan yoksundur ancak bu dilleri ana dili olarak konuşanlar da aynı şekilde hayata devam eder. Bazen diller daha karmaşık hale gelir: Romen dilleri de kendi halinde bulunan bağımsız Latince kelimeleri, eskiyip fiillerde yalın ek olana dek hizmete soktu. Bu da iyi sonuçlandı.
Kendiliğinden düzen insanların kafasına yatmıyor. Hepimiz karmaşık sistemlerin iyi huylu ama sıkı bir elin yönetimine ihtiyaç duyduğunu düşünmeye eğilimliyiz. Ancak piyasa ekonomilerinin komuta ekonomilerinden daha iyi olduğu ortaya çıktığı gibi, diller de çok karmaşıktır ve çok fazla kişi tarafından komuta yönetimine başvurmak için kullanılır. Bireysel kararlar kötü olabilir ve düzeltmeye değebilir fakat uzun vadede değişimin kaçınılmaz olduğu ve her şeyin yoluna gireceği konusunda iyimser olabiliriz. İşleri yolunda götürmek için diğer insanların dağıtılmış zekasına geniş çapta güvenmek zor olabilir ancak tek yol budur. Dil kendi kendini düzenleyen -dehası olmayan- dahice bir sistemdir.
Lane Greene– “Who decides what words mean?”, (Erişim Tarihi: 24.04.2020) Kaynak: https://aeon.co/essays/why-language-might-be-the-optimal-self-regulating-system
Çeviren: Ahmet Altar
Çeviri Editörü: Can Kalender
Dipnotlar:
[1] Kural koyucu; nasıl kullanılması gerektiğini kurallar ve geleneklere göre belirten. (ç.n)
[2] Betimleyici; kurallar koymaktansa dili analiz eden. (ç.n)
[3]İngilizce kullanımında sıkça yapılan hataları konu alan yaygın bir kitap. (The Economist’s house style)
[4] Parantez içlerinde uluslararası fonetik alfabesine göre okunuşlar yazmaktadır. Beet (/biːt/) sözcüğündeki i sesi Türkçe’deki uzun i sesine işaret eder. Örneğin imar sözcüğündeki i sesi.
[5] Bit (/bɪt/) sözcüğündeki ɪ sesi Türkçedeki kısa i sesine işaret eder. Örneğin: bina sözcüğündeki i sesi.
[6]/eɪ/ sesinin okunuşu ‘ey’ şeklindedir.
[7]/aɪ/ sesinin okunuşu ‘ay’ şeklindedir.
[8]/u/ sesinin okunuşu uzun u sesidir.
9 /oʊ/ sesi Türkçedeki o ve kısa u sesinin birlikte kullanılmasından oluşur.
10 /ü/ sesi Türkçedeki uzun u ve ü sesinin birlikte kullanılmasından oluşur.
11 /aʊ/ sesi Türkçedeki a ve kısa u sesinin birlikte kullanılmasından oluşur.
12 /æ/ sesini Türkçedeki karşlığını kağıt (/kæːt/) sözcüğünde görebiliriz.
[13] Ben, o (maskülen), o (feminen), biz, onlar ve kim
[14] Beni, onu (maskülen) onu (feminen), bizi, onlara, kimi