Dünyadaki Yoksulluğa Singer Çözümü – Peter Singer

//
2096 Okunma
Okunma süresi: 16 Dakika

1999’dan bu yana Princeton Üniversitesi Biyoetik bölümünde görev yapmakta olan Avustralyalı filozof Peter Singer, dünyanın en etkileyici ve münakaşacı pratik etikçilerinden biri olarak görülür. “Animal Liberation” adlı kitabının birçok okuyucusu vejetaryenliği benimsemeye yönelirken, bazıları ise Singer’in insanları ve hayvanları eşit bir ahlaki düzleme yerleştirme girişimine karşı çıktılar. Benzer şekilde, ağır zihinsel engelli olan bebeklere bazı durumlarda ötanazi yapılması gerektiği iddiası, bazıları tarafından cesurca övülürken, Singer’in Princeton Üniversitesi’ne atanmasını protesto eden kürtaj karşıtı eylemciler de dâhil olmak üzere bazıları tarafından da kınandı.

Singer’in teşvik etme tutkusu, gündelik hayır işleri gibi daha sıradan meselelere kadar uzanıyor. The New York Times’da Singer hakkında 1999 yılında yayınlanan bir makale, Singer’in gelirinin beşte birini aşırı yoksullukla mücadele eden yardım kuruluşlarına bağışladığını söyledi (Ç.N: Ayrıca The Life You Can Save adlı bir yardım kuruluşunun kurucusudur). “Gazetelerde açlıktan ölen insanların resimlerini ilk gördüğüm zamandan, okuldaki toplu yardım için insanların sizden harçlığınızın bir kısmını bağışlamanızı istemesinden bu yana, her zaman ‘Neden bu kadar – neden daha fazla olmasın?’ diye düşündüm.”

Hayırseverlik yükümüzü ölçmek mümkün mü? Bu makalede Singer, herhangi bir Amerikalının dünyadaki yoksullara karşı yükümlülükleri hakkında bazı alışılmadık düşünceler sunar ve kendisinin yaptığı beşte biri modelinin bile yeterli olmayabileceğini iddia eder.

Brezilya yapımı “Central Station” filminde Dora, istasyonda kalıp okuma yazma bilmeyen insanlar için mektup yazarak geçimini sağlayan emekli bir öğretmen. Birdenbire Dora, 1000 dolar kazanma fırsatı buldu. Parayı kazanmak için yapması gereken tek şeyse 9 yaşındaki evsiz bir çocuğu kendisine verilen adrese kadar takip etmesi için ikna etmekti. (Dora’ya çocuğun zengin bir yabancı aile tarafından evlatlık edinileceği söylenmişti.) Çocuğu teslim etti, parayı aldı, paranın bir kısmıyla televizyon aldı ve bunun tadını çıkarmak için televizyonun başına geçti. Ancak komşusu, Dora’ya çocuğun evlatlık alınamayacak kadar büyük olduğunu, çocuğun organlarının alınıp satılacağını ve kendisinin öldürüleceğini söyledi. Belki Dora bunun başından beri farkındaydı, ama komşusu sesli bir şekilde söyledikten sonra Dora kendini kötü hissetti ve berbat bir gece geçirdi. Sabahında ise çocuğu geri almaya karar verdi.

Dora’nın komşusuna dünyanın zor bir yer olduğunu, diğer insanların güzel bir televizyonu varken kendisinin olmadığını ve televizyon almanın tek yolu sadece bir sokak çocuğunu satmak ise bunu yapacağını söylediğini varsayalım. Böyle bir durumda, seyircinin gözünde bir canavar haline gelirdi ve kendisini ancak çocuğu kurtarmak için önemli riskler almaya hazır olarak affettirebilirdi.

Filmin sonunda, eğer Dora çocuğu kurtarmasıydı onu suçlayacak olan dünyanın varlıklı ülkelerindeki sinemadaki insanlar, Dora’nın kaldığı apartmandan çok daha lüks olan kendi dairelerine giderler. Aslına bakılırsa, Amerika Birleşik Devletleri’nde ortalama geliri olan bir aile, bu gelirinin neredeyse üçte birini Dora’nın yeni televizyonundan daha fazla gerekli olmayan şeylere harcıyor. Güzel restoranlara gitmek, eskileri artık modaya uygun olmadığı için yeni kıyafetler almak, sahil beldelerinde tatil yapmak… – Gelirimizin büyük bir kısmı hayatımızın ve sağlığımızın korunması için önemli olmayan şeylere harcanıyor. Bu parayı çeşitli hayır kuruluşlarından birine bağışlamak, muhtaç çocuklar için yaşam ve ölüm arasındaki fark anlamına gelebilir.

Bunların hepsi bir soruyu doğuruyor: Sonuç olarak, evsiz bir çocuğu yeni bir televizyon almak için organ kaçakçılarına satan bir Brezilyalı ile halihazırda bir televizyonu varken ve parayı ihtiyaçları olan çocukların hayatlarını kurtarmak için kullanacak bir kuruluşa bağışlayabileceğini biliyorken, yeni televizyon alan bir Amerikalı arasındaki etik ayrım nedir?

Elbette, iki durum arasında, onlar hakkında farklı ahlaki yargıları destekleyebilecek birkaç farklılık vardır. Bir kere, bir çocuğu tam karşınızda dururken ölüme teslim edebilmek ürpertici bir kalpsizlik gerektirir; asla tanışmayacağınız çocuklara yardım etmek için para talebini görmezden gelmek çok daha kolaydır. Yine de benim gibi faydacı bir filozof için – yani eylemlerin doğru mu yanlış mı olduğunu eylemlerin sonuçlarına göre yargılayan birisi için – eğer Amerikalı’nın parayı bağışlamaması Brezilya şehrinin sokaklarında bir çocuğun daha ölmesi anlamına geliyorsa, bu bir bakıma çocuğu organ satıcılarına satmak kadar kötüdür. Ama en azından birisinin, Dora’nın çocuğu organ satıcılarına götürmesinden dolayı bu kadar çabuk bir şekilde kınanırken, Amerikalı tüketicinin davranışının ciddi bir ahlaki sorun olarak görülmemesinin birbiriyle bağdaşmadığını görmek için, benim faydacı etiğimi kabul etmesine gerek yok.

New York Üniversitesi’nde filozof olan Peter Unger, 1996 yılında yayımladığı “Living High and Letting Die” adlı kitabında aç, yetersiz beslenen veya ishal gibi kolayca tedavi edilebilecek hastalıklardan ölen insanlara yardımcı olmak için önemli miktarlarda para vermeden iyi bir yaşam sürmenin yanlış olup olmadığı konusunda, sezgilerimizi sorgulamak için ustaca tasarlanmış bir dizi hayali örnek sundu. Bu örneklerden birine olan yorumum şu şekilde:

Bob emekli olmaya çok yakın. Birikimlerinin çoğunu çok nadir ve değerli olan, sigortasını yaptıramadığı eski bir Bugatti’ye yatırdı. Bugatti onun gururu ve neşesi. Bob, arabasını sürmekten ve arabasıyla ilgilenmekten aldığı zevke ek olarak, arabanın yükselen piyasa değerinin, kendisi emekli olduktan sonra arabayı satabileceği ve rahat yaşayabileceği anlamına geldiğini biliyordu. Bob bir gün arabasıyla gezintiye çıktığında, Bugatti’yi bir demiryolunun kenarına park etti ve yolun yukarısına doğru yürüyüşe çıktı. Yürüyüş sırasındayken, içerisinde hiç kimsenin olmadığı kontrolden çıkmış bir trenin demiryolu hattından aşağıya doğru hızla ilerlediğini gördü. Tren rayının ilerisine baktığında, kontrolden çıkmış tren tarafından öldürülmesi çok muhtemel küçük bir çocuk figürü gördü. Bob, treni durduramaz ve çocuğu tehlikeye karşı uyarmak için çok uzaktadır, ancak trenin yolunu Bugatti’sini park ettiği yöne doğru değiştirecek bir kolu çekebilirdi. Böylece, kimse ölmezdi ama tren Bugatti’sini parçalardı. Bob, arabaya sahip olmanın verdiği hazzı ve finansal güvenceyi göz önünde bulundurarak, kolu çekmemeye karar verdi. Çocuk öldürüldü. Bob uzun yıllar boyunca, Bugatti’ye ve onun verdiği finansal güvenliğe sahip olmaktan haz aldı.

Çoğumuzun hemen yanıt vereceği gibi Bob’un davranışı son derece yanlıştı. Unger da aynı fikirde. Bununla birlikte bize, çocukların hayatlarını kurtarmak için bizim de fırsatlarımızın olduğunu hatırlatıyor. Unicef veya Oxfam America gibi hayır kuruluşlarına bağışta bulunabiliriz. Kolaylıkla önlenebilir hastalıkların tehdidi altındaki bir çocuğun hayatını kurtarma olasılığını yüksek tutabilmek için bu kuruluşlardan birine ne kadar vermeliyiz? (Çocukların yetişkinlerden daha kurtarılmaya değer olduğuna inanmıyorum ama hiç kimse yoksulluklarının sebebinin çocukların kendileri olduğunu iddia edemeyeceğinden, çocuklara odaklanmak sorunları basitleştiriyor.) Unger, bazı uzmanlarla görüştü ve sağladıkları bilgileri, para toplama maliyeti, idari giderleri ve en çok ihtiyaç olan yere yardım sağlama maliyetini de içeren makul tahminler sunmak için kullandı. Onun hesaplamasına göre, 200 dolarlık bir bağış 2 yaşındaki hasta bir çocuğun 6 yaşındaki sağlıklı bir çocuğa dönüşmesine yardımcı olabilir – çocukluğun en tehlikeli yıllarından güvenli bir geçiş sağlayabilir. Felsefi argümanın nasıl pratiğe dökülebileceğini göstermek için Unger, okuyucularına kredi kartlarını kullanarak ve şu ücretsiz numaralardan birini arayarak kolayca para bağışlayabileceğini bile söyledi: Unicef için (800) 367-5437; Oxfam America için (800) 693-2687.

Artık siz de bir çocuğun hayatını kurtarmak için ihtiyacınız olan bilgilere sahipsiniz. Eğer bunu yapmazsanız kendinizi nasıl yargılamalısınız? Bob ve Bugatti’sini tekrardan düşünün. Dora’nın aksine Bob, maddi rahatlığı için feda ettiği çocuğun gözlerinin içine bakmak zorunda değildi. Çocuk onun için tamamen yabancıydı ve samimi, kişisel bir şekilde ilişki kurmak için çok uzaktaydı. Dora’nın aksine, çocuğu yanlış yönlendirmedi ya da onu tehlikeye atan olaylar zincirini başlatmadı. Tüm bu açılardan bakınca Bob’un durumu Dora’nın durumundan farklı ve yurtdışı ülkelerdeki insanlara yardımda bulunma imkânı olan ancak bunu yapmakta isteksiz olan insanlara benziyor.

Bob’un treni başka yöne çevirip çocuğun hayatını kurtaracak olan kolu çekmemesinin hâlâ çok yanlış olduğunu düşünüyorsanız, yukarıda listelenen kuruluşlardan birine para göndermemenin de çok yanlış olduğunu nasıl inkâr edebileceğinizi anlamak gerçekten zor. Tabii, iki durum arasında gözden kaçırdığım ahlaki açıdan önemli bir fark olmadığı sürece.

Yardımın gerçekten ihtiyacı olan insanlara ulaşıp ulaşmayacağına dair pratik belirsizlikler mi? Yurtdışı yardım dünyasını bilen kimse bu tür belirsizliklerin olduğundan şüphe edemez. Ancak Unger, bir çocuğun hayatını kurtarmak için hesapladığı 200 dolarlık modeline, bağışlanan paranın hedeflenen yere ulaşma oranını da içeren oldukça tutucu varsayımlar yaptıktan sonra ulaştı.

Bob ile yurtdışı yardım kuruluşlarına bağış yapabilecekler arasındaki gerçek bir fark, raylardaki çocuğu kurtarabilecek tek kişinin Bob olmasına rağmen, yurtdışı yardım kuruluşlarına 200 dolar bağışlayabilecek yüz milyonlarca insanın olmasıdır. Ama sorun şu ki, bu yüz milyonlarca insanın çoğu bunu yapmıyor. Bu, senin de yapmamanı doğru bir hâle mi getiriyor?

Eski model paha biçilemez araba sahiplerinin daha fazla olduğunu varsayalım – Carol, Dave, Emma, Fred ve Ziggy’ye kadar diğerleri- ve bunların hepsi bulundukları konum, kolu çekebilme durumları bakımından Bob’la tamamen aynı durumdalar ve hepsi kendi değerli arabalarını çocuğun hayatına tercih ediyorlar. Bu, Bob’un da aynısını yapması için kabul edilebilir bir sebep midir? Bu soruyu olumlu bir cevapla yanıtlamak, “sürüyü takip et” ahlakını onaylamaktır – bu tür bir ahlak, Nazi zulmü işlenirken birçok Alman’ın başka yere bakmasına izin verir. Diğerleri daha iyi davranmadığı için onları mazur görmeyiz.

Bob’un durumu ile bu makaleyi okuyan ve yurtdışındaki yardım kuruluşlarına bağışlamak için 200 dolar ayırmayan herhangi bir okurun durumu arasında net bir ahlaki çizgi çizmek için sağlam bir temele sahip değiliz gibi görünüyor. Bu okuyucular en azından, Bob’un kontrolden çıkmış trenin masum bir çocuğa doğru hızla ilerlemesine izin verdiğinde davrandığı kadar kötü davranıyorlar. Bu sonuçla beraber, birçok okuyucunun eline telefonu alıp o 200 doları bağışlayacağına inanıyorum. Belki de yazıyı okumaya devam etmeden önce bunu yapmalısınız.

Artık kendinizi klasik arabalarını bir çocuğun hayatına tercih eden insanlardan ahlaki olarak ayırdığınıza göre, en sevdiğiniz restoranda kendinize ve eşinize bir akşam yemeği ısmarlamaya ne dersiniz? Durun bakalım. Restoranda harcayacağınız para da yurtdışındaki çocukların hayatlarını kurtarmaya yardımcı olabilir. Doğru, şu anda 200 dolar harcamayı planlamıyordunuz, ama eğer sadece bir aylığına dışarıdan yemekten vazgeçerseniz, bu miktarı kolayca biriktirebilirsiniz. Ve bir çocuğun hayatıyla karşılaştırıldığında dışarıda bir ay yemenin ne önemi vardır ki? Burada bir problem var. Dünyada çaresizce yardıma muhtaç olan çok fazla çocuk olduğu için, hayatını bir başka 200 dolarla daha kurtarabileceğin başka bir çocuk daha her zaman olacaktır. Bu nedenle, elinizde hiçbir şey kalmayana kadar yardım etmeye devam etmek zorunda mısınız? Hangi noktada durabilirsiniz?

Varsayımsal örnekler kolayca absürt hâle gelebilir. Bob’u düşünün. Bugatti’yi kaybetmenin ne kadar ötesine gitmesi gerekiyor? Bob’un ayağını yan taraftaki rayda sıkıştırdığını ve trenin yönünü değiştirdiğinde arabaya çarpmadan önce kendi ayak başparmağını da ezeceğini düşünün. Trenin yönünü hâlâ değiştirmeli midir? Ya bütün ayağını kaybettiği durumda? Peki ya tüm bacağı?

Bugatti senaryosunu aşırı uçlara çektiğimizde ne kadar absürt hâle gelirse gelsin, ciddi bir sorunu göz önüne getiriyor: Çoğu insan, sadece yapılması gereken fedakarlığın gerçekten çok önemli olduğu zaman, Bob kolu çekmemeye karar verdiğinde yanlış bir şey yapmadığını söylemeye hazırdır. Elbette çoğu insan yanılıyor olabilir; görüş anketleri yaparak ahlaki konulara karar veremeyiz. Ama Bob’dan beklemiş olduğunuz fedakârlık seviyesini göz önünde bulundurun ve sonra kendiniz için aşağı yukarı buna eşit bir fedakârlık yapmak için ne kadar para vermeniz gerektiği hakkında bir düşünün. Bu büyük bir ihtimal 200 dolardan çok çok daha fazladır. Çoğu orta sınıf bir Amerikalı için, bu rakam daha çok 200 bin dolar gibi bir rakama denktir.

İnsanlardan bu kadar fazlasını istemek ters etki yaratmaz mı? Birçok kimsenin omuz silkmesine ve böyle bir ahlakın azizler için iyi olduğunu ama kendilerinin bu kadar yapamayacağını söylemesi riskine girmiyor muyuz? Yakın ve hatta çok da uzak olmayan gelecekte, varlıklı Amerikalıların servetlerinin büyük kısmını yabancılara vermelerinin normal olduğu bir dünya görmemizin pek olası olmadığını kabul ediyorum. İnsanları yaptıkları şeyler için övmek veya suçlamak söz konusu olduğu zaman, bazı “normal davranış” anlayışlarına göre bir standart kullanma eğilimindeyiz. Gelirinin yüzde 10’unu yurtdışındaki yardım kuruluşlarına veren Amerikalılar, eşit derecede varlıklı yurttaşlarından o kadar öndedir ki, daha fazlasını yapmadıkları için onları eleştiremem. Yine de bundan çok daha fazlasını yapmalılar ve Bob’u Bugatti’sinden çok daha büyük fedakârlık yapmadığı için eleştirebilecek bir pozisyonda değiller.

Bu noktada çeşitli itirazlar ortaya çıkabilir. Birisi şöyle diyebilir: “Zengin ülkelerde yaşayan her vatandaş kendi payına düşen katkıda bulunsaydı, bu kadar büyük bir fedakârlık yapmak zorunda kalmazdım çünkü bu seviyelere kadar ulaşılmadan çok önce, gıda veya tıbbi bakım eksikliğinden dolayı ölen çocukların hayatlarını kurtarmak için kaynaklar orada olurdu. Öyleyse, neden payıma düşenden fazlasını vereyim?” Bir diğer bu durumla alakalı olan itiraz ise, hükümetin yurtdışı yardım ödeneklerini arttırması gerektiğidir. Böylece, yardım yükü tüm vergi mükelleflerine daha adil bir şekilde yayılacaktır.

İtirazlara rağmen ne kadar vermemiz gerektiği sorusu gerçek dünyada kararlaştırılması gereken bir konudur – ve bu, ne yazık ki, çoğu insanın yurtdışı yardım kuruluşlarına önemli meblağlarda para vermediğini ve yakın gelecekte de vermiyor olacaklarını bildiğimiz bir dünya. En azından önümüzdeki yıl için, Birleşik Devletler Hükümeti’nin United Nations tarafından önerilen, “milli hasılatın yüzde 0,7’si bağışlanmalı” şeklindeki mütevazi hedefini bile karşılayamayacağını biliyoruz; şu anda yüzde 0,09 ile – Japonya’nın yüzde 0,22’sinin yarısı, Danimarka’nın yüzde 0,97’sinin onda biri bile değil – bunun çok uzağında kalıyor. (Ç.N: Yukarıdaki değerler 1999 yılına ait verilerdir. Günümüzde bu yüzde 0,7’lik hedefinin üstünde yardımda bulunan ülkeler; Norveç, İsveç, Lüksemburg, Danimarka, Birleşik Krallık ve Türkiye’dir. Tüm varlıklı kabul edilen ülkelerin ortalaması yüzde 0,3’ken, Amerika yüzde 0,2 ile bunun bile altındadır.) (Ç.N: Türkiye, 2018 yılında 8,07 milyar ABD doları yardımı ile – gelirinin yüzde 0,85’ine denk geliyor – “en cömert ülke” oldu.) Böylece teorik olan ‘’hakkımıza düşen payın’’ ötesinde verebileceğimiz paranın, aksi takdirde kaybedilecek hayatları kurtardığını biliyoruz. Hiç kimsenin kendi payına düşenden daha fazlasını yapmadığı bir dünya fikri güçlü bir fikir olsa da, başkalarının kendi payına düşeni yapmadığını ve bize düşen paydan fazlasını yapmazsak çocukların önlenebilir sebeplerden dolayı öleceğini bildiğimiz durumda da geçerli midir? Bu, adaletten çok uzak olurdu.

Dolayısıyla, ne kadar vermemiz gerektiğini sınırlandırmanın bu gerekçesi de geçersizdir. Bizimki gibi bir dünyada, temel ihtiyaçlardan fazla servete olan her birimizin, hayatını tehdit edecek kadar yoksulluktan muzdarip insanlara yardım etmek için bu fazlalığı vermesi gerektiği sonucundan bir kaçış yokmuş gibi görünüyor. Evet, doğru: Diyorum ki, o yeni arabayı satın almamalısın, o tatile gitmemelisin, evini yeniden dekore etmemelisin ya da pahalı yeni bir takım almamalısın. Ne de olsa, bin dolarlık bir takım elbise beş çocuğun hayatını kurtarabilir.

Öyleyse felsefem, dolar ve sentle nasıl analiz edilebilir? Kâr amacı gütmeyen bir ekonomik araştırma kuruluşu olan Conference Board’a göre, yıllık 50 bin dolar geliri olan bir Amerikan ev halkı ihtiyaçları için yılda yaklaşık 30 bin dolar harcıyor. Bu yüzden, yılda 50 bin dolar geliri olan bir ev halkı için, dünyadaki yoksullara yardım etmek için yapmaları gereken bağış 20 bine olabildiğince yakın olmalıdır. Temel ihtiyaçlar için gerekli olan 30 bin masraf daha yüksek gelirli olanlar için de geçerlidir. Yani, yılda 100 bin kazanan bir hane, yıllık 70 bin dolarlık bir çek verebilir. Formül oldukça basit: ihtiyaçlara değil, lükse harcadığınız para ne olursa olsun, başkalarına verilmelidir.

Evrimsel psikologlar insan doğasının, çoğu insanın yabancılar için bu kadar çok fedakârlık yapmasını makul kılacak kadar yeterince özgecil (altruistic) olmadığını söylüyor. İnsan doğasının gerçekleri hakkında haklı olabilirler, ancak bu gerçeklerden ahlaki bir sonuç çıkarmak yanlış olur. Eğer, tahmin edilebileceği üzere, çoğumuzun yapmayacağı şeyler yapmamız gerekiyorsa, o zaman bu gerçekle doğrudan yüzleşelim. Sonrasında, bir çocuğun hayatının değerinin lüks restoranlara gitmemizden daha önemli olduğuna karar verirsek, bir dahaki sefere dışarı çıktığımızda paramızla daha fazlasını da yapabileceğimizi bileceğiz. Eğer bu, ahlaki bir yaşam sürmeyi senin için zahmetli bir hâle getiriyorsa, evet bu işler böyle olur. Eğer bunu yapmazsak, en azından ahlaki açıdan düzgün bir yaşam sürmekte başarısız olduğumuzu bilmeliyiz – suçluluk duygusu içinde yuvarlanmak iyi bir şey olduğu için değil, nereye doğru ilerlememiz gerektiğini bilmek o yöne doğru atılan ilk adım olduğu için bilmeliyiz.

Bob, rayları değiştirebilecek kolun yanında dururken karşılaştığı ikilemi ilk kavradığında, masum bir çocuğun yaşamı ile birikimlerinin çoğunu feda etmek arasında seçim yapması gereken bir duruma sokulmasının ne kadar şanssız olduğunu düşünmüş olmalı. Ancak, hiç de şanssız değildi. Hepimiz bu durumdayız.


Peter Singer– “The Singer Solution To World Poverty”, (01.01.2021)

Çevirmen: Alparslan Bayrak

Çeviri Editörü: Göktuğ Koca

1 Yorum

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Vatanseverlik – Igor Primoratz (Stanford Encyclopedia Of Philosophy)

Sonraki Gönderi

Dil ve İletişim: İnsan ve Arılar – Ömer Aygün & Erim Bakkal & Taner Beyter

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü