Felsefe dersi vermeye başladığımda başta sol kanattan insanlar olmak üzere birçok kişi yargılayıcı olmamanın ve hoşgörülü davranmanın doğruluğuna inanıyordu. İnsanlar “başkalarını yargılamak her zaman için yanlıştır” gibi cümleler kuruyordu. ‘Etikçi’ olmak bir günahtı.
Günümüzdeyse, etikçilikten daha az şikayet ediliyor. Bir kere muhafazakârlar hiçbir zaman etikçilikten rahatsız değildiler; ilericilerse artık yeryüzündeki en yargılayıcı insanlardan bazıları haline geldiler. Dolayısıyla an itibarıyla geriye etikçilikten yakınan çok az insan kalmıştır.
Geriye şu soru kalıyor: Aşırı düzeydeki etikçiliğin bir kusuru var mı? Kanaatimce var ve bu özellikle ahlak felsefesicileri için mesleki bir tehlike içermektedir.
1.Etikçilik Nasıl Kötü Olabilir?
1.1. Çaylak İtirazı
Etikçiliğin bir kusur olduğunu söyleyerek aslında siz de etikçi bir davranış sergilemiş olursunuz! Dolayısıyla kendinizle çelişiyorsunuz. Tutarsız olmak dünyadaki en kötü şey olacağından kendinizle çelişmeyin.
Aynı biçimde yargılayıcı insanlara yöneltilen “insanları yargılamak her zaman için yanlıştır” cümlesinin kendisi tek başına bir yargılama içerir. Bu nedenle tekrar belirtmem gerekir ki çelişkiye düşmüş oluyorsunuz.
Yeterince yerinde bir karşı çıkış. Fakat bu karşı argümanlar yüzeysel ve yalnızca en mantıksız teze yöneltilmiş argümanlardır. Tabi ki insanları yargılamak her zaman yanlış olamaz. Stalin’in kötü bir lider olduğu yargısını öne sürmek ahlaki açıdan yanlış bir eylem değildir. Mantıklı hiçbir insan ahlaki açıdan yanlış olduğunu öne sürmez. Mantıklı hiçbir insan aşırı düzeydeki etikçiliğin kusurunun herhangi bir ahlaki açıdan yargıda bulunmanın kusuru ile eş tutulması gerektiğini düşünmez.
Geriye başka bir soru kalıyor bu sefer: Çok yargılayıcı ya da çok etikçi diye bir şey var mıdır? Eğer bunun var olmasını yargılıyorsak bu kusuru işlememeliyiz. Öyle yapıyorsak bile en azından haklı olma ve belki diğer durumlarda kötü davranmayı engellememizi sağlama ihtimalimiz var.
1.2 Daha Gelişmiş İtiraz
Aşırı düzeyde etikçiliğin bir kusuru olamaz çünkü etikçilik her daim kendisini destekliyor. Aşırı düzeyde etikçilikte kusur olduğunu söylemek ahlak felsefesi ile ilgilenmenin ahlaki açıdan doğru olmadığını iddia etmek ile eş anlamdadır. Bu doğru olamaz, ahlaki doğruluk ile ilgilenmek her zaman için ahlaki açıdan bir doğruluk taşımaktadır.
Bu ifade doğru değildir. Öncelikle “kusur” diye adlandırılan kavram her zaman katı bir dille “ahlaksız” olması gerekmez, bir başka deyişle, ahlaki açıdan kabul edilemez olduğu anlamına gelmek zorunda değildir. Yalnızca ahlaki bakımdan en tercih edilen durum ya da eylem olmayabilir. Ünlü günahlardan tembellik, kıskançlık, açgözlülük, vb. göz önünde bulundurulduğunda bu kusurların hiçbirinin günah olarak görüldüğü her durumda kabul edilemez olması gerekmediği anlaşılacaktır. Örnek olarak tembellik kati bir biçimde ahlaken kabul edilemez bir davranış biçimi olmasa dahi yatağımda yattığım zamanlarda tembellik günahını işlemiş oluyorum.
İkinci olarak etikçi olmak yalnızca ahlak ile ilgilenmek anlamına gelmez, başka bir deyişle, yanlış davranışlardan kaçınmaya gayret etme durumu değildir. Öyleyse etikçi ya da yargılayıcı olmak ne anlama gelmektedir?
- a) Öncelikle diğer insanların ahlaka bakış açıları ile fazlasıyla ilgilenmeye tekabül eder. Etik gayet tabi olarak bizi kendi ahlakımız üzerine düşünmeye itebilir lakin diğer insanların ahlakı ile daha az yakından ilgilenmemizi gerektirir.
- b) Bu durum başka insanlar hakkında olumsuz yargılarda bulunmanın kusurunu da beraberinde getirmektedir.
- c) Ayrıca etikçilik fazlasıyla sert yargılarda bulunulmasına, bir başka deyişle, bir durum yalnızca ahlaki bakımdan en tercih edilen durum değilken ahlaki açıdan yanlış şeklinde bir değerlendirmede bulunulmasına ya da küçük boyutta kusurlar işleme durumlarının büyük bir olay olarak ele alınmasına sebep olur. Bariz bir şekilde, aşırı düzeyde etikçilikteki kusur gerçek anlamda korkunç eylemlerin büyültülmesini içermez.
1.3 Önemsiz veya Küçük Şeyler Hukukun Konusu Değildir
“Önemsiz ve küçük şeyler hukukun konusu değildir” olarak dile getirilen yasal bir ilke bulunmaktadır. Varsayalım ki birisi geçitten geçerken istemsizce ayak parmağınıza basıyor ve size bir süreliğine acı yaşatıyor. Ayağınıza basan kişiye karşı 1,5 dolar için bir dava başlatıyorsunuz. Davanız düşecektir çünkü uğranılan haksızlık mahkemeyi meşgul etmek için oldukça önemsizdir.
Ahlak da benzer bir ilkeye sahip olmalıdır. Sözüm ona zarar ya da başka bir yanlış davranış yeterince önemsiz ise durumla ilgili ahlaki açıdan yargılarda bulunmamalı ya da bu yargılarda bulunmakla ilgilenmemeliyiz. Önceden bahsi geçen ayak parmağınıza basan kişiye dava açmamanız yalnızca gereksiz değil, aynı zamanda ne ayak parmağınıza basan kişiye yaptığının yanlış olduğunu söylemeye çalışmanız ne de başkasının ayak parmağına dikkatsizce basmanın yanlış bir davranış olduğunu düşünerek kendi zamanınızı harcamanız gerekli.
2. Felsefenin Teşvik Edici Yapısı
Ben bunu ahlak kuramcısının kusuru olarak adlandıracağım çünkü ahlak felsefesi üzerine çalışan insanlar aşırı düzeyde bir etikçiliği benimsemeye özellikle daha yatkın oluyorlar. Bu durum kaçınılmaz değildir, neticede ahlak kuramcıları gerçekten ciddi etik sorunları üzerine düşünmekte kendilerini sınırlayabilirler. Fakat aşırı düzeyde bir etikçilikte bulunmaları yönünde ciddi teşvikleri bulunmaktadır.
İyi ama nasıl? Akademide felsefe üzerine akademik çalışma yapan insanların belli bir miktarda makale yayınlamış, belli bir miktarda konferans vermiş, vb. çalışmaları gerçekleştirmiş olmaları beklenir. Dikkate değer bir miktarda beklenenin altında çalışmanız durumunda kovulma ihtimaliniz (kadro dışı bırakılmak manasında) vardır, alanınızda yükselemeyecek ve genelde beklenenin altında bir felsefe akademisyeni olarak görüleceksiniz.
Fakat bir yazı yayınlatmak doğal olarak zordur çünkü yazarların yeni bir konu ile ortaya çıkmaları beklenir. Öte yandan, gerçekten büyük bir önem arz eden neredeyse tüm konular en ufak noktasına dek tartışıldığı için bu konular üzerinde konuşulabilecek yeni şeyler bulmak neredeyse imkansız oluyor. Bu neden dolayısıyla felsefe bölümü akademisyenleri –her akademisyen gibi- fazlasıyla küçük ve çok özelleşmiş sorular üzerinde araştırmalarını gerçekleştiriyorlar. İşbu durumda ortaya çıkan literatür ise herhangi bir ahlaki kusura işaret etmez, tabii sıkıcı olmak bir kusur değilse.
Ancak ahlak felsefesinin –ve bir noktaya kadar da politik felsefenin- özel durumunda, haklarında normatif yargılarda -ve bilhassa büyük kötülüklerin hepsi hali hazırda çalışıldığı için ahlaki önemi gittikçe küçülen şeyler hakkında ahlaki yargılarda- bulunulacak yeni şeyler aramak yönünde bir teşvik vardır. Yeni bir argümanla çıkabilmeniz için herkesin tehlikesiz olduğunu düşündüğü bir durumun aslında ahlaken yanlış olduğunu ya da bir ihtimal bir zamanlar ahlaken yanlış olduğu varsayılan durumun aslında kabul edilebilir olduğunu –bunu göstermek daha zordur- açıklamanın bir yolunu bulmanız gerekmektedir.
Sonuç olarak ahlak felsefesi içerisinde gittikçe artan bir şekilde hassas ahlaki yanlışlık dedektörleri ya da siyaset felsefsi kapsamında adalet dedektörleri geliştirmeye yönelik teşviğimiz bulunmakta.
3. Örnekler
3.1. Hayvan İstismarı
Bir keresinde diğer filozoflarla insanların girişte para ödeyip hayvanları izlediği bir hayvan barınağı hakkında bir münakaşaya girmiştim. Bir kişi hayvan sığınaklarının hayvanların sığınaklarda para için istismar edildiği gerekçesi ile ahlaki bakımdan kabul edilemez olduğunu belirtti. Belirtilen ifadenin sığınaklarda çalışan insanların hayvanlara zarar vermesi olmadığının altı çizilmeli, kimse hayvanların acı çektiği, sığınaklarda uygunsuz koşullarda bakıldığı ya da buna benzer bir ifade kullanmamıştır. Hayvanların herhangi bir biçimde fikrini belirtememiş olduğu ve insanların hayvanların tatlı görünüşleri üzerinden kâr sağladıkları göz önünde bulundurulduğunda durum aslında yalnızca insanların para karşılığında hayvanlara bakmasına izin verilmesinin bir istismar olup olmadığıdır.
Hislerim, bunun herhangi bir türden zarar barındırıyor olması durumunda bile, konunun açık bir biçimde önemsiz olduğuna yönelikti. Eğer bu bir zararsa bile, her yerde, herhangi bir zaman diliminde ve hayvanlar dahil hiçbir canlıda herhangi gözle görülür bir değişiklik yapmaksızın gerçekleşebilecek türden bir zarardır.
3.2. Suçun Dışavurumu
Bazıları insanların böbreklerini satmalarına izin vermememiz gerektiğini çünkü bunun onların bedenlerine karşı adeta bir objeymişcesine yanlış bir tavrı ifade edeceğini düşünüyor. Benim kendi hissiyatım şu yönde: Eğer her yıl binlerce insanı, yanlış bir biçimde de olsa, bedenin bir meta olduğu görüşünü ifade ederek kurtarabiliyorsak –ki aslında kurtarabiliriz- ben bedenin bir meta olduğunu her gün seve seve ifade ederim. Eğer bunu ifade etmekte kötü bir şey varsa bile, insaların hayatını kurtarmanın iyiliğinin karşısında tamamen önemsiz bir kötülük gibi durmaktadır.
Bu örneğin dışında, etikte ve toplum felsefesinde çeşitli suç dışavurumlarının, sözümona saygısızlığın ya da insan otonomisinin ve doğuştan gelen değerinin dikkate alınmamasının –filozoflar bu ifadeyi çok sever- toplum felsefesi içerisinde birçok tartışma bulunmaktadır. Bu tür durumların nasıl birazcık kötü olduğunu –sadece başkasının ayağına basmak kadar kötü değil- görebiliyorum.
On dolar karşılığında, bir milyar yabancının, bana herhangi bir somut zararları dokunmadığı sürece, doğuştan gelen içsel değerimi pek de ciddiye almamalarına memnuniyetle izin veriridm.
3.3. Küçük Çaplı Saldırganlıklar
Küçük çaplı saldırganlıklar hakkında kaygı duymak aşırı düzeyde etikçi yaklaşımın somut göstergesidir. Adı üstünde bunlar mikroskopik boyutta saldırganlıklardır, görmek için entellektüel olarak eşdeğerde bir mikroskopu gerektiren oldukça küçük çaplı saldırganlıklar –baskının güncel duyarcı teorileri tarafından hazırlanmış bir mikroskop- sıradan, duyarcı olmayan insanlar bu saldırganlıkları göremez. Bu kadarı neden bu meseleler hakkında şikayet etmekle vakitimizi harcamamamız gerektiğini veya insanları bunları tespit etmek yönünde eğitmememiz gerektiğini anlamak için yeterlidir
Bu küçük saldırganlıklar nelerdir? Birtakım örneklere baktıktan sonra, bir grubun nasıl baskı altında tutulduğu hakkında farkındalık yaratan ifadelerden ayrı olarak, bir insanın ırkının veya etnik kökeninin bilincinde olmayı ima eden neredeyse her ifadenin bir mikro-saldırganlık olması sunabileceğim en iyi kural olacaktır. Örnek olarak bir Asya Amerikalı bireye Çince bir kelimeyi okuyup okuyamadığını sormak küçük çaplı bir saldırganlıktır. Baskı gören bir gruptan bahsedileceği vakit yanlış ifadenin kullanılması –duyarcı ideologlar tarafından resmi olarak tasdik edilmiş ifadelerin haricinde bir söz- bir başka küçük çaplı saldırganlıktır. Bu duruma bir örnek olarak Amerika yerlilerine Kızılderili sözcüğünü kullanarak hitap etmek verilebilir.
4. Kimin Umrunda?
Evet, aşırı derecede etikçi olmak diye bir şey var. Ahlak, tüm gün boyunca insanların azarlanabileceği durumları araştıran bir işgüzar değildir. Fakat bu önemli mi yoksa ben aşırı düzeyde etikçi davrananlar hakkında şikayetlerde bulunurken çok mu etikçi bir tavır takınıyorum?
Bu durum yalnızca teorik olarak önem arz ediyor: Önem arz etmeyen durumları dikkate değer bir öneme sahipmiş gibi düşündüğümüz takdirde ahlak anlayışımız güçsüzleşir.
Önem arz ettiği bir diğer nokta ise bireylerin topluma nasıl karıştığını etkilemesidir. Eğer her bulduğumuz fırsatta birbirimize parmak sallarsak bireylerin kaynaştığı ve entegre olduğu bir toplum olamayız. İnsanlar kendilerine ahlak dersi verilmesini sevmediği ve sıklıkla küçük çaplı saldırganlıklar nedeniyle azarlanmakta haklı bir gerekçe göremedikleri için bu durum toplumda gerilim ve ayrılık yaratır.
Sonuç olarak ahlak bakımından onaylamamayı daha önemli olaylara saklamalıyız. Bildiğiniz üzere tıpkı fabrika çiftçiliği gibi (muhtemelen insanlık tarihindeki tüm eziyetlerden daha fazla acı ve eziyete her birkaç yılda neden olan bir şey). Daha az önem arz eden durumları ahlaki bakımdan onaylamamak bu onaylamama durumunun genel etkisini azaltacaktır. Sıaradan durumları devamlı olarak onaylamadığımızı belirttiğimiz için gerçekten kötü olan bir durumu kınamak istediğimizde insanlar ciddiye almayacaktır.
Görünüşte sıradan olan durumlar (dükkandan hayvanal ürünler almak gibi) korkutucu düzeyde ahlaksız olabilir. (Bin kere küçük çaplı saldırganlıkta bulunmak bir McDonalds hamburger satın almaktan daha iyidir!) Fakat sıradan durumların küçük çaplı ya da ideolojik olarak taraflılık içeren nedenlerden ötürü kınandığını devamlı olarak duydukları takdirde insanlar buna aldırış etmeyecektir.
Michael Huemer – “The Ethicist’s Vice“, (Erişim Tarihi: 05.07.2024)
Çevirmen: Öykü Gündoğdu
Çeviri Editörü: Emir Arıcı