Hayatın Anlamı: Bir Psikoloğun Görüşü – Steve Taylor

//
1695 Okunma
Okunma süresi: 4 Dakika

Hayatın anlamına yönelik bir arayış çoğumuz için tanıdık bir uğraştır. Kimi materyalist bilim insanları ve filozoflar bunu nafile bir arayış olarak değerlendirmektedir. Örneğin, tanınmış bir ateist olan Richard Dawkins insanların tek amacı hayatta kalmak ve genlerini yeniden üretmek olan ”tek kullanımlık hayatta kalma makineleri” olduğunu iddia etmektedir.

Teorinin devamına göre, bunun dışında hayatlarımızda neredeyse hiçbir anlam yoktur. Dinler ya da başkalarını öncelediğimiz fedakarlıklar aracılığıyla başka türden anlamlar yaratmaya çalışabiliriz ancak esasında tüm yaptığımız genetik ve nörolojik programlarımızı takip etmektir. Kafalarımızın içindeki deneyim sahibi olma hissi olan bilinçliliğimiz dahi gerçekte var olmayabilir ya da yalnızca beyin aktivitemizin bir tür gölgesi olarak var olabilir.

Ancak ben hayatın bir anlamı olduğuna dair oldukça demode bir görüşü benimsiyorum. “Ruhani Bilim” kitabımda da öne sürdüğüm üzere insan yaşamını ve davranışını tamamen genetik faktörlere indirgemek absürttür.

Bizler yalnızca kayıtsız bir dünyada makine benzeri bedenlerimizde yaşayan hayaletimsi varlıklardan ibaret değiliz. İnsan yaşamı, doğum ve ölüm arasında kendimizi eğlendirmeye ve zorluklarımızı unutmaya çalışarak geçirdiğimiz anlamsız bir boşluk değildir.

İnsan yaşamının ve dünyanın bundan çok daha fazla anlamı olduğuna inanıyorum. Ve bunun nedeni dindar olmam değil – ki dindar değilim.

Bunun yerine, sahip olduğum perspektif son on yılda ”acı yüklü dönüştürücü deneyimler” olarak adlandırdığım durumlardan geçmiş insanlarla yaptığım bilimsel araştırmalarımla oluşturuldu.

Bu deneyimler ölümcül kanser teşhisi koyulması, sevilen bir yakının kaybedilmesi, ciddi derecede engelli hale gelmek, bağımlılık nedeniyle her şeyini kaybetmek ya da çatışma esnasında ölümle burun buruna gelmek gibi durumları içermektedir.

Tüm bu insanlarda ortak olan şey yoğun acı çektikleri sürecin ardından bir çeşit ”uyanma” hissetmiş olmalarıdır. Yaşamı, dünyayı ve diğer insanları kesin olarak görmeyi bıraktılar ve her şeye yönelik büyük bir takdir duygusu kazandılar.

Hayatın, bedenlerinin, hayatlarındaki diğer insanların ve doğadaki güzellikle mucizelerin sahip olduğu kıymetliliğe yönelik bir anlayışla konuşmaya başladılar. Diğer insanlarla, doğal yaşamla ve evrenle yeni bir bağlantı hissettiler.

Daha az materyalist ve daha diğerkam hale geldiler. Aşk, yaratıcılık ve diğerkamlık çok daha önemli hale gelirken sahip oldukları mallar ve kariyerlerindeki ilerlemeler önemsiz oldu. Oldukça yoğun bir canlılık hissettiler.

Kanseri iyileşmekte olan bir kadın bir defasında şöyle söyledi: ”Bu gezegende hayatta olduğum için çok ama çok şanslıyım. Dünyada olduğum ve bu farkındalığa sahip olduğum için çok ayrıcalıklı hissediyorum.”

Düzelmekte olan bir alkolik bana rahatladığından ve güçlendiğinden bahsederken ”çok daha mucizevi, çok daha gizemli bir şeyin parçası olduğunu bilmek” diyordu.

Neredeyse boğulan bir kişi ”sadece çiçekli bir ağacın muazzam güzelliğini değil ancak neredeyse en önemsiz nesnelerin bile güzelliğini içerecek şekilde küçük şeylere yönelik büyük bir takdir duygusu” kazandığını anlattı.

Yakınını kaybetmesi nedeniyle dönüşüm deneyimleyen bir adam anlam konusuna özel olarak nasıl ”amaçlarının kazanabileceği kadar para kazanmaktan olabileceği en iyi insan olmayı dilemeye değiştiğini” anlattı. Şöyle ekledi: ”Bundan önce hayatın anlamına dair hiçbir gerçek anlayışım olmadığını söyleyebilirim. Ancak, [artık] hayatın anlamının öğrenmek, büyümek ve deneyimlemek olduğunu hissediyorum.”

Uyanış

Bu insanların hiçbirinin dindar olmadığını (ya da dindara dönüşmediklerini) belirtmek önemli. Bazı Hristiyanların bahsettiği ”yeniden doğmak” türünde bir deneyim yaşamadılar ancak çoğu insan yeni bir kimlik kazanmış gibi hissetti ve hatta birinin ifade ettiğine göre farklı bir insan aynı bedende yaşıyor gibi hissediyordu.

Ayrıca, bu değişimler sadece geçici değillerdi ve çoğu durumda uzun yıllar boyu sabit kaldılar. Genel olarak, dönüşüm hayatta yeni bir anlam bulmak şeklinde tanımlanabilir.

Neyse ki, bu etkileri deneyimleyebilmek için yoğun bir acıdan geçmemiz gerekmez. Ayrıca geçici olarak anlamı hissedebileceğimiz belirli durumlar vardır. Ben bunları ”uyanış deneyimleri” olarak adlandırıyorum.

Bu deneyimler genellikle zihinlerimiz oldukça sakin olduğunda ve kendimizle rahat hissettiğimizde ortaya çıkar. Kırsal bir alanda yürürken, okyanusta yüzerken, meditasyon yaparken ya da seviştikten sonra olabilir.

Bu gibi zamanlarda bazı şeyler hakkında ”doğruluk” hissi ortaya çıkar. Üstümüzdeki gökyüzüne bakabilir ve onda iyicil bir şeyler, ahenk içinde bir atmosfer sezebiliriz. Ağaçlardan ve tarlalardan yayılan, etrafımızdaki manzarayı dolduran bir tür parlaklık hissedebiliriz.

Onun bizimle diğer insanlar arasında aktığını hissedebiliriz – parlak bir bağlantı, samimiyet ve sevgi duygusu olarak.

Hayatta olmaktan memnuniyet duyar ve geniş çaplı bir takdir ve minnettarlık hissederiz.

Başka bir deyişle, ”uyanıp” yaşamı ve dünyayı tam anlamıyla deneyimlemeye başladığımızda hayattaki anlamı buluruz. Bu anlamıyla, hayatın anlamsız olduğu düşüncesi bizler kısmen ”uykudayken” ortaya çıkan bozuk ve sınırlı bir görüştür.

En yüksek ve açık halimizdeyken hissettiğimiz anlamın her zaman orada olduğunu ve bir şekilde daha öncesinde onu kaçırdığımızı algılarız. Farkındalığımız yoğunlaştığında ve hislerimiz açıklaştığında bir çeşit eve dönüş – anlama dönüş – hissi ortaya çıkar. Öyleyse hayatın anlamı nedir? Basitçe, hayatın anlamı hayatın kendisidir.


Steve Taylor– “The meaning of life – a psychologist’s view“, (Erişim Tarihi: 22.09.2021)

Çevirmen: Yiğit Aras Tarım

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Epiktetos (Felsefe Sözlüğü)

Sonraki Gönderi

Bilimcilik (Felsefe Sözlüğü)

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü