Derby şehrinde bulunan Medine (Al-Madinah) medresesindeki orta öğretim bölümünün kapatılması, ücretsiz ve üzeri örtülü bir şekilde “inançlı” olarak adlandırılan okullara karşı çıkanlar tarafından memnuniyetle karşılandı.
Yapılan itirazlar ne olursa olsun, beyin yıkama konusunda yapılan uyarılar blog yazarları tarafından üstlenilmiş ve onlar, birçok insanın söylemekten korktuğu şeyi dile getirmiştir: İslami okullardaki eğitim amacı, açık ve eleştirel düşünürler yaratmak değildir. Bu kurumlar, karşıt düşünceye kapalı, “beyin yıkama merkezleri” gibi faaliyet gösterirler.
Bu görüşü destekleyen bazı tarihsel kanıtlar mevcuttur. Örneğin Peter Watson, “Ideas: A History From Fire to Freud” isimli eserinde şunları ifade eder:
Fikirler tarihindeki en dokunaklı anlardan birisi, kesinlikle on birinci yüzyılın ortalarında meydana gelmiştir. 1065 veya 1067’de Bağdat’ta bir ilahiyat medresesi olarak kurulan Nizamiye Medresesi, iki veya üç yüz yıldır gelişen Arap/İslam bilimindeki açık sözlülüğü sona erdirmiştir.
Ancak bu trajik anı, yüzyıllar boyunca süren bir genelleştirme olarak görmememiz gerekir. Çünkü 1067’den bu yana her şey yokuş aşağı gitmez. Nitekim bu dönemi karakterize eden şeyin, yani İslami açık sözlülüğün ortadan kalkması, bu dönemde hiçbir hakikat arayışının olmadığı demek değildir.
Öte yandan İslami modelde ve diğer birçok eğitimci tarafından çeşitliliği ve çok kültürlülüğü vurgulayan iyi niyetli politikalar ve bunun gibi bir kimlik politikasının benimsenmesi gibi Batı’da benimsenen bazı kültürel eğilimler, İslami ve eleştirel düşüncenin önünün kapanmasını güçlendirebilir.
İslam için büyük bir kültürel çağ ve bunun sonuçlarını karakterize eden açık sözlülüğün sonu, bugün İslami eğitim modelini tartışmamız gereken geniş tarihsel ve felsefi bağlama dayanır. Birleşik Krallık genelinde bulunan camilere bağlı, küçük ölçekli yarı zamanlı medreselerin artmasıyla birlikte Müslüman, ücretsiz ve bağımsız okulların sayısında bir artış meydana gelmiştir. O halde sorulması gereken soru şu olmalıdır: Bu gelenek ve bu geleneğe bağlı okullar, eleştirel olmayan genç insanlar yetiştirebilir veya üretebilir mi?
Burada biri dini, diğeri hayatla ilgili belirli genel gerçekler üzerinden, İslami bir eğitim modelinin eleştirel düşünce üretebileceği anlamına gelen iki argüman sunmaya çalışacağım.
Her Şeyi Eleştirmek
Susan Neiman, “Moral Clarity” isimli kitabında, ister Yahudi, ister Hıristiyan, ister İslami olsun, İbrahimi dinler açısından ortak olan iki ahlaki paradigmayı tanımlamaya çalışır:
…ilk paradigma, teslimiyetin alçakgönüllülüğü içinde dinlenmeyi reddeden ve dünyasının bir anlam ifade etmesini talep eden Sodom’daki İbrahim’in paradigmasıdır. Bu paradigmayı benimseyenler, olan her şeyin bir nedeninin olması gerektiğini söylerler ve bu nedenleri bulmanın bize bağlı olduğu ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalırlar. Bu, Tanrı dahil herkesin cevap vermesi gereken temel bir yasadır ve bizi sadece adalete değil, şeffaf adaleti aramaya yönlendirir. İkinci paradigma, Moriah Dağı’nda hiçbir soru sormayan İbrahim’in paradigmasıdır. Onlar bunu yapmanın bir batıl inanç eylemi, hatta şiddet olacağını düşünürler. Güven, soru sormamak anlamına mı gelir? Sevgi, asla üzgün olduğunu söylememek anlamına mı gelir? İmancı insan kesindir: Akıl üstüne akıl arama isteği, yaratılışı minnetle kabullenmekle çelişir ve bu kibirli bir şeydir.
Neiman, kör bir inanç meselesi olarak alışılmış, ahlak veya dini inanç fikrini -İshak’ın bağlanmasında örneklenen- İbrahim’in Sodom’da akıl ve hakikatten yana duruşuyla karşılaştırmaya çalışır. Bunlardan biri, “her türden ortodoksiyi sürdürürken”, diğer ise en yüksek otoritenin bile, akli olarak eleştirilebileceğine işaret eder. Bu nedenle İbrahim’in Sodom’daki örneği çok önemlidir. Çünkü en yüksek otoritenin bile eleştirilmesine izin veriliyorsa, bu emir “her şeyi eleştirin” emridir.
Ancak Kur’an’ın Sodom’dan bahseden surelerinde, İbrahim’e şehrin yaklaşan yıkımını haber vermek için gelen melekler tarafından kısa bir haber verilir.
İtirazın kısalığı, okuyucunun İslami versiyonda akla daha az güvenildiğini düşünmesine yol açabilir. Ancak bu yanlıştır. Çünkü itiraz ne kadar kısa olursa olsun mevcuttur.
Pek çok siyasi ve hatta kültürel nedenlerle akla olan inanç, İslam hakkındaki çağdaş tartışmalarda sıklıkla sadece retorik olarak bahsedilse de, kaçınılmaz olarak mevcuttur. İslami açık sözlülüğün “altın çağı” geride kalmış olabilir, ancak akıl ve eleştirel düşünce, bir tarihi eser değildir.
Ağır Darbeler
Bizler aynı zamanda ağır darbelere de maruz kalırız. Nitekim İslami eğitimin en kısıtlayıcı biçimi dahi, tesadüfi olayların olduğu bir dünyada gerçekleşir. Örneğin insanlar trajik bir şekilde ölür. Kişiler, inançlarının yasakladığı kişilere aşık olur. Ayrıca doğal, siyasi ve ekonomik olaylar, toplumsal ve kişisel çalkantılara neden olur.
Bu ağır darbeler, ne kadar katı ve eleştirel olmayan bir şekilde yetiştirilmiş olurlarsa olsunlar, bireylerin düşünmesine neden olur ve gençleri tesadüfi deneyimlerden korumanın hiçbir olası yolu yoktur. Aslında tutucu ailelerin gençleri ciddi bir şekilde kısıtlaması da tesadüfi bir deneyimdir ve onları eleştirel düşünmeye yöneltebilecek ağır bir darbedir.
İslami bir eğitim, rasyonel bir geleneğe, aktarılacak zengin bir tarih ve kültür zenginliğine sahiptir. Aynı şekilde, bir Yahudi ya da Katolik de böyle bir eğitim alabilir. Bu nedenle seküler devlet okullarının eğitim içeriğinin boşaltıldığı günümüzde, ebeveynler tarafından genellikle daha fazla değer verilirler.
Gelecek nesillere aktarılanların bir kısmı zorunlu olarak eleştireldir ve bazı okullar bunu önemsemese bile gençler, büyüklerinden ve “daha iyi olanlardan” daha fazla onları düşünmeye ve eleştirel olmaya zorlayacak ağır darbelerle karşı karşıyadır.
Dennis Hayes– “Can an Islamic education produce critical thinking?“, (Erişim: 19.10.2021)
Çevirmen: Musa Yanık
Islam-Akıl ekseninde aradığım söylemler. Tebrik ederim.
“Bu nedenle seküler devlet okullarının eğitim içeriğinin boşaltıldığı günümüzde” bu eylemin öznesi kim acaba?