Kutsal Kitapların Anlamlarında Görelilik – Mehmet Mirioğlu

Kutsal kitapların tarih-üstülük özelliği reddedilebilir mi? Aslına bakılırsa her ne kadar azınlık olsa da kutsal kitabın evrensel değil dönemsel olduğunu, Tanrının tüm insanlığa aynı hükümleri değil her dönem için farklı hükümleri verdiğini hatta her insana aynı mesajları değil okuyan kişinin biliş düzeyine göre farklı mesajlar sunduğunu savunan görüşler de mevcut.

/
1709 Okunma
Okunma süresi: 10 Dakika

Bu görüşe göre dini metinlerin mutlak olduğunu iddia edenler, dini metinlerin mutlak olduğu sayıltısıyla yola başlamaktadır. Ama dini metinler mutlak değilse dini metinlerin, kendilerinin mutlak olduğuna dair söylemleri de mutlak olmayabilir. Kısacası dini metinler göreli olabilir ve onların aslında savunduğu ifade “okuyan kişinin çıkardığı anlama göre yaşayış tarzını şekillendirmek” olabilir. Peki, bu tür bir göreli-dini-metin-okuma ekolü tutarlı bir şekilde savunulabilir mi?

Öncelikle Tanrı’nın sıfatları ile göreli-okuma ekolü arasındaki gerilimden bahsedilmelidir. Zira bahsedilen okuma yöntemleri kutsal kitabın yargılarından ve kitabı gönderdiği iddia edilen Tanrı’nın sıfatlarından bağımsız değerlendirilemez. O halde göreli-okuma ekolünü Tanrı’nın amaçları, zaman-üstülüğü ve mutlak bilgisi çerçevesinde de incelememiz gerekir. Geleneksel inanış çerçevesinde Tanrı zamandan bağımsız olan ve her şeyi bilip her şeye gücü yeten varlıktır. Aynı Tanrı, kutsal kitap yollayarak tüm insanlara yol gösteren bir kaynak hazırlama gayesindedir. Tüm bunlara ek olarak insanları, onların özelliklerini ve bilişsel düzeylerini yaratan varlık olarak kabul edilir. Tanrı’nın bu mutlaklığı, zamandan bağımsızlığı ve yanılmazlığı çerçevesinde tüm insanlara yolladığı metinde herkesin farklı bir anlam çıkarmasını istemesi makul bir görüş gibi gözükmüyor çünkü böyle bir durumda Tanrı’nın amaçları muğlak ve anlaşılmaz hale geliyor. Eğer kişi, doğduğu zaman, mekân ve yetiştirilme tarzıyla Dünya’yı algılayış biçimine göre kutsal kitaptan ne anlıyorsa onları gerçekleştirmesi bekleniyorsa kutsal kitabın, kişinin yaşayış biçimine bir yaptırımda bulunması imkânsız hale gelecektir. Zira eğer kutsal kitaptan herkes anladığını uygulamalıysa, insanların hâlihazırda kabul ettiği görüş ve düşünceleri anlama eğiliminde olacakları düşünülebilir. Böyle bir metin okuması ise, kişinin düşüncelerinin Tanrı’nın kabul edeceği yaşam biçimine yakınsamasını sağlamak bir kenara ortada Tanrı’nın kabul edeceği bir yaşam biçimi bırakmamaktadır. Tanrı’nın amacı insanlara yol gösteren bir araç ortaya sunmaksa, zaman-üstü ve mutlak bilgili olduğu için tüm insanlık tarihini bilecek konumdaysa yollayacağı kitabın evrensel olması hem imkân dâhilinde hem de en makul olan seçenektir. Göreli-metin okuması yaptırımda bulunan ve değişim sağlayan değil; kişinin dönem ve yaşadığı kültür çerçevesinde sahip olduğu düşüncelere destekleyici bir kutsal metin örneği sunmakta ve bu durum Tanrı’nın sıfatlarıyla bahsedilen yöntem arasında gerilim oluşturmaktadır. Kısacası, yalnızca hitap edilen ve algılayan kişinin bulunduğu durumu inceleyerek ortaya atılan bu yöntem hitap eden varlığın özellikleriyle metin arasındaki durumu analiz etmediği için problemlidir.

Tanrı’nın sıfat ve maksatlarıyla var olan gerilime ek olarak bu anlama tarzının kişilerin dini yaşamasını olanaksızlaştırdığından bahsedilmelidir. Üzerinden yüzyıllar geçmiş bir metnin o dönem için geçerli kurallarından ve o dönem için sunduğu ideal olduğu iddia edilen yaşayış biçiminden bahsediyorsak göreli-dini-metin-okuma tarzı anlam karışıklığı ikilemlerinde çeşitli problemler yaşar. Örneğin kullanılan mecazlardan hem X hem de Y anlamı çıkıyorsa ve kişi algılayış tarzıyla bu ikisinin arasında tercih yapamıyorsa asıl sıkıntı kutsal kitabın göreli okunmasından kaynaklanır. Yani yaşayış tarzı konusunda kişi iki alternatif görüş arasında kaldığında bir tercih yapamaz zira kutsal kitabın göreli olduğunu düşünecektir. Örneğin “Sana hilal halindeki ayları sorarlar. De ki: ‘Onlar, insanların ve hac vakitlerinin ölçüsüdür.” Evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir; iyi kimse kötülükten sakınan kimsedir. Evlere kapılarından girin; Allah’tan sakının ki muradınıza erersiniz.”(1) ayetini incelediğimizi ve bu ayette “evlere arkadan girmek” deyimiyle ne kastedildiğinin tam olarak anlaşılmadığını hayal edelim (2). Buna dair “Evlere arkadan girmek, bir görüşü savunurken doğru yöntemden sapmak, evlere kapılardan girmek ise düşünceleri tutarlı ifadelerle savunmak anlamına gelmektedir.” gibi bir yorum yapılabilir. Yahut evlere arkalarından girmek hırsızlık yapmayı sembolize etmiş ve bunu yasaklamak için söylenmiş olabilir. Bunlardan farklı olarak savaş ortamında hilal taktiği gibi taktikleri öngörmüş ve evlere arkadan girmeyi bu tür savaş stratejilerine benzetip bahsi geçen stratejilerin yasaklanması olarak sunmuş olduğu bile iddia edilebilir. Eğer göreli okuma mümkünse bu ayeti okuyan bir komutanın hilal stratejisi uygulayıp uygulamamaya nasıl karar verecektir? Tarihsel metinlere başvurmak bu konuda bir fayda sağlamaz zira işin özünde kutsal kitabın farklı dönemlerde farklı anlamlara işaret edebileceği yatmaktadır. Yani tarihsel olarak nasıl bir düşünce daha makul olursa olsun göreli okuma tarzı bu kabul edilebilirliği ortadan kaldırmaktadır.

Elbette buradaki örnek absürd ve insanların genel olarak aklına gelmeyecek bir örnektir fakat işin özünü kavramak açısından yararlıdır. Zira daha ciddi konularda bile göreli fikirler ortaya atılabilir. Örneğin III. Teoloji Sempozyumu’nda yaptığım konuşmadan sonra (3) karşılaştığım dindar bir vatandaş tarafından “zina” kelimesinin Allah’a şirk koşmak gibi bir anlam da ifade ettiğini ve dolayısıyla aslında evlilik dışı cinsel ilişkiyi kutsal kitabın yasaklamadığını savunmuştu. Böyle bir durumda göreli okuma biçimine göre o kişinin evlilik dışı cinsel ilişkinin yasaklanıp yasaklanmadığına dair iki alternatif görüşü bulunmaktaydı. Bu durumda bu kutsal kitabın yaşayış biçimine göre hangisinin daha makul olduğuna nasıl karar verilecekti? Göreli-Okuma-Metodu iki altenatif anlam arasında çıkmazda olan sayısız problemde neyin tercih edilmesi gerektiği hakkında suskun kalır ve bu suskunluk işin özünde inançlı kişiyi eylemsiz kılacaktır. Kısacası bu tür ikilemlemlerde kutsal kitaba göre yaşamak imkânsızlaştığından bu okuma biçimi tercih edilebilir değildir.

Bununla birlikte Tanrı’nın varlığı, cennet ve cehennemin varlığı gibi konularda da göreli-okuma biçimi çeşitli sıkıntılara girmektedir. Zira “Kutsal kitaba göre Tanrı’nın olmadığını çıkardım. Dolayısıyla Tanrı yokmuş gibi yaşayacağım.” gibi ekstrem bir iddia karşısında bu okuma biçiminin yapacak pek bir şeyi yoktur. İşin garip tarafı Tanrı için olmasa bile cennet-cehennem için kişilerin kutsal kitaplardaki cennet ve cehennem tasvirinin metaforik bir tasvir olduğunu iddia eden yeni dönem modernist söylemler yaygınlaşmaktadır. (4) Bu tür, dinin temel taşlarını imha eden yorumlara yol açabildiğinden bu okuma tarzı tercih edilebilir gözükmemektedir.

Ayrıca kutsal kitap yalnızca yaşama biçimi konusunda değil Tanrı’nın doğası, evrenin yaratılışı ve benzeri konularda da çeşitli iddialarda bulunmaktadır ve bu iddialardan da birden fazla yorum çıkarılabilmektedir. Evrenin varoluşunun altı günde gerçekleştiğini iddia eden ayetlerden gerçekten altı günlük bir yaratımın olduğunu çıkaran da kutsal kitaptaki gün kavramının “dönem” kavramına işaret ettiğini ve dolayısıyla evrenin altı günde değil altı dönemde oluştuğunu savunan kişiler de aynı ayetlere atıf yapmaktadır. (5) Yaşayış tarzı bakımından herkesin kendi anladığı şeyi uygulaması bir yere kadar kabul edilirken göreli-okuma tarzı bu alternatif nesnel görüşler arasında tercih yapmayı imkansızlaştırır. Şüphesiz evren hem altı günde hem de milyonlarca yıl süren altı dönemde yaratılmış olamaz. Bu sebeple göreli-okuma biçimi bir yerde terk edilmek zorundadır.

Bunlar dışında değinilmesi gereken bir diğer nokta kutsal kitabın kendisinde yer alan kimi ifadelerin de göreli-okuma ekolüne karşı kullanılabilmesidir. Zira bir metni okuma yöntemi o metnin içerisindeki kimi yargılardan da bağımsız olamaz. Eğer bahsi geçen metot herkesin algıladığı şekilde o metni incelemesi ve uygulaması gerektiği yolundaysa ve bu metin evrensellik ve tarih-üstülük algısını yaratmaya müsait bir metinse ortadaki gerilim barizdir. Bu gerilim, kişinin evrensellik algısına kapıldığı anda ne yapacağının bu metotla belirlenemeyecek oluşudur. Böyle bir durumda eğer evrensellik seçilebilirse bu sefer göreli-okuma yöntemiyle çelişki yaşanır; eğer evrensellik seçilemezse bu durumda göreli-okumanın bahsettiği “Kişi bulunduğu dönem ve şartlar itibariyle algıladığını uygulasın.” fikrinden feragat edilmiş olunur çünkü kişinin anladığı yöntem evrenselliktir, göreli-okuma anlaşılanın uygulanması gerektiğini söyler ve buna rağmen evrensellik seçilemez. Kaldı ki özellikle İslam’ın kutsal kitabı olan Kur’an’da hitap ettiği kitlenin tüm insanlık oluşu veya ana amaçlarının tarih-üstü olması gibi çok sayıda örnek bize evrensellik algısına açık kapı bırakmaktadır. Durmuş Ali Karamanlı’nın “Tarihsellik ve Evrensellik Bağlamında Kur’an Hitabının Tabiatı” adlı tezinde bu duruma şu şekilde açıklık getirmiştir:

(…) Ayetler incelendiğinde bu hitabların indiği dönemdeki insanlara özel olduğuna ve diğer dönemdekilerin hitabın dışında bırakıldığına dair hiçbir niyet ve kast bulunmamaktadır. Kur’ân’da insanlığa işaret edilen kapsamlı kelimelerin özellikle kullanılması, ilâhi hitabın bütün insanlığa yönelik olduğunu gösterir: İnsanlar anlamına gelen “nâs” kelimesi Kur’ân’da 340 defa söylenmiştir. “Ey insanlar!” anlamına gelen ifade Kur’ân’da on dokuz defa kullanılmıştır. “Ey insanlar” şeklinde yapılan hitapların tamamında bütün insanlığı ilgilendiren evrensel konular ele alınmıştır. (6)

Yani “Herkes kendi anladığı şekilde yaşasın.” görüşüne en büyük darbe iç tutarsızlıktan gelmektedir. Bazı kişiler kutsal kitaptan “herkes kendi anladığını değil mutlak olan ve kurtuluş yolu olan tek yaşayış tarzını yaşasın” anlamını çıkarmaktadır. Bu durum kutsal kitabın göreli yaşam tarzını savunduğunu iptal etmektedir. Yani kutsal kitap muğlak anlamlar içeriyorsa ve bu anlamlardan biri kutsal kitabın muğlak olmadığıysa bu görüş kendi içerisinde çelişki yaşamaktadır.

Sonuç olarak “Kutsal kitaptan kim ne anlıyorsa ona göre bir yaşam tarzı belirlesin.” görüşüyle özetlenebilecek göreli-okuma tarzına verilen yanıtları şu şekilde sıralamak mümkündür:

  • Kutsal kitabın gönderilme amacı bir toplumsal yaşayış rehberi sunmakken, okuyan kişinin anladığı anlama göre yargılanacağı fikri kutsal kitapları yol gösterici rehber olmaktan çıkartıp “herkesin kendi fikrini destekleyeceği kaynak” konumuna sokmaktadır.
  • Okurken iki ahlaki anlam arasında kalınması durumunda bu okuma tarzı seçim yapmayı imkânsızlaştırır zira bu yöntem seçim yapmak için akla yatkın bir ölçüt sunmaz.
  • Dinin temel taşlarını imha edecek yorumların da kutsal kitap tarafından savunabileceğini gösterdiğinden tehlikeli bir yorumdur. Kimi kişiler kutsal kitabın Tanrı tasavvurunu metaforik olarak yorumlayabilir.
  • Kutsal kitap sadece bir yaşayış rehberi veya ahlaki kurallar bütünü değildir. Anlam karşıklıkları nesnel ve ikisi aynı anda olamayacak alternatif evren ve yaratılış süreçlerinde iki yorum birden kabul edilemez.
  • Göreli olarak o dönemin o dilinde ne anlaşılıyorsa onun yapılması gerektiğini savunan görüş kutsal kitabın mutlak olduğu görüşüne açık kapı bırakır. Bu da göreli-okuma görüşünün kendi içerisinde iç çelişki oluşturabileceğini gösterir.

Kısacası kutsal kitabın yargılarının algılanmasında evrenselliğe bırakılan açık kapı; kutsal kitabın muhatapları ve bahsi geçen mevzuların tarih-üstülüğü; Tanrı’nın amaçları ve sıfatlarıyla göreli-okuma yönteminin uyuşmazlığı bahsedilen evrensellik ekolüne karşı oluşan ekolün en önemli problemlerine eklenebilir. Tüm bu noktalar ışığında ulaşacağımız sonuç tarihsel okuma yöntemlerinin de modernist yaklaşımların da evrensel mesajlar çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğidir.


Kaynakça ve Notlar:

  1. Bakara, 189.
  2. Buna benzer çok sayıda anlam ikileminin tasnifi ve felsefi antropolojik analizi için bkz. Hasan Aydın, Felsefi Antropoloji Işığında Hz. Muhammed ve Kuran, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, İstanbul, 2014.
  3. “Ahlak ve Ateizm Sorunsalı”, III. Teoloji Sempozyumu, Düşünbil Dergisi, İzmir, 24-25 Ekim 2015.
  4. Buna benzer savunulardan bir tanesi için bkz. Behlül Tokur, Kuran’da Soru Kalıpları ve Metaforlar, Atatük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 36, Erzurumi 2011, s. 112.
  5. Araf, 54. Hud, 7. Furkan, 59. Secde, 4. Kaf, 38. Hadid, 4.
  6. Durmuş Ali Karamanlı, Tarihsellik ve Evrensellik Bağlamında Kur’an Hitabının Tabiatı, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara, 2008.

1 Yorum

  1. Hiçbir yöntem evrensel okunmayı mecbur kılmaz. Genelde kutsal kitaplar özelde Kuran için konuşursak “evlere arkalarından girin” tarzı ayetleri anlayabilmemiz için öncelikle yüzde yüz doğru çeviriye ulaşmamız gerekir ki bu çeviriye gramer kuralları çerçevesini asla aşmamak şartıyla ulaştığımız vakit belki de ilgili ayet “evlere arkalarından girin” anlamına gelmeyecektir ve bu durumda söz konusu bahsi geçen o ayet üzerine yapılan, yazılan, geliştirilen tüm içtihadlar, görevler ve ibadetler -belki kabullenmesi zor ama-temelsiz yanlış çıkarımlara ve yanlış fiillere dönüşecektir. Gramer kurallarının önemi her çeviri için ortadadır. Şuan kendim araştırarak şahit olduğum çoğu Kuran çevirisi, daha çeviri öncesi akılda yerleşmiş bulunulan hikayeden dolayı Kurana o hikayeyi gramer kurallarını görmezden gelmek pahasına Kurana söyletmek amaçlı olduğunu belirtmem gerek. Herhangi bir orijinal Yunanca felsefe metnini Türkçeye çevirirken, orijinalinde bulunan herhangi bir kelime isim veya fiil olarak gelirse, çevirmenin kendi kafasına göre grameri hiçe sayarak isim olanı fiil olarak, fiil olanı da isim olarak çevirmesinin hiçbir meşru tarafı yoktur, hiçbir ilim,kural ve ilke ile açıklanamaz. Yapılan çeviri, “yanlış çeviri” kategorisinde olmayıp bilerek yapılan tahriften başka bir şey değildir. Tamamen keyfi olan bu yolun aynısı ister gelenekselci ister modernist olsun Kuran’a çeviri yapan tüm çevirmenler izlemiştir. Özetle ister kutsal olsun ister olmasın, orijinal metinden farklı dillere yapılacak tüm çeviriler orijinal metnin dilinin gramer kurallarına uyma zorunluluğunu beraberinde getirir. Bu kurala yanlışlık yaparak değil de gramer kuralını hikayeye uyması nedeniyle uymamak ve yapılan çeviriye de “çeviri” demek, bununla da kalmayıp üzerine yaşam tarzı, fikir, bakış açısı bina etmek kesinlikle komik olacaktır. Örnek vermek gerekirse bugün Yusuf’un kuyuya atıldığı tüm dünyanın şeksiz şüphesiz kabul ettiği hikayedir. Ama ben çıkıp Kuran’ın gramer kurallarına hiç dokunmadan yapılan çevirisine göre Yusuf’un kardeşleri tarafından kuyuya atılmadığı ve hadım edildiğini söylersem, bu görüş gramer kurallarına göre yapılan ilkeli çeviriyi esas alarak kuyu hikayelerinin tamamını çöpe atacaktır. Umarım meramımı anlatabilmişimdir. Saygıyla…

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Toplumsal-İnşacılık: Temel Bilgiler – Joseph Heath

Sonraki Gönderi

Bilişsel Bilimler ve Ahlak – Zafer Kılıç

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü