Marge İle Homer’ın Dondurma Tartışması veya Metaetik Niçin Mühimdir? – Rachel Handley

/
1483 Okunma
Okunma süresi: 10 Dakika

Şayet size ahlakın önemli olduğunu söyleseydim, niçin böyle apaçık olan bir şeyden bahis açtığımı merak edip sessizce başınızı sallayarak beni onaylardınız. “Elbette önemli”, derdiniz. Cinayet işlemenin, ötanazi ve kürtaj uygulamasının ahlaken doğru veya yanlış olmasının önemi ortadadır. Peki ama niçin? Bu sorunun birkaç yanıtı var; bu yanıtlardan yalnızca biri şöyle: Yaptığımız etik seçimler hayatımızın akışını değiştirebilir.

Bununla birlikte, benim metaetik meselelerin önemine yönelik öne sürdüklerim balık gibi bir bakışla veya çatık bir kaşla karşılanabilir; ve bazen böyle de olur. Bu bakışların ardından gelen ilk şey bir soru olur: Metaetik nedir? Metaetiğin (yani ahlaki yargının ne anlama geldiğinin araştırılması) ne olduğunu açıkladığımda; ki bu açıklama bize bir eylemin ahlaki olarak yanlış veya doğru olduğunu söylediğimizde tam olarak ne söylemek istediğimizi gösterir, genellikle peşi sıra şu üç sorudan biri sorulur:

  • 1) Bu Kimin umurunda?
  • 2) Bununla ne demek istenildiğini zaten hepimiz bilmiyor muyuz?
  • 3) Bunun benimle ilgisi ne ki?

İlk soruyu hemencecik cevaplayabiliriz: Elbette umurunda! Öyle olduğundan eminim. Kelimelerin ne anlama geldiğini umursarsın. Bir menüye bakıp yemek sipariş verdiğinizde, bu siparişle aslında ne söylemek istediğiniz üzerine düşünmeniz sizin için önemlidir. Yoksa sipariş verdiğiniz pizzanız içinde ananas ile gelebilir. Buraya kadar tamamız sanırım; bu umurunda, peki şimdi ne yapmalıyız? Lütfen 1940’ların o meşhur gizemli hikayecilik şapkasını kafanıza takın, çünkü küçük bir metaetik dedektiflik soruşturmasına girişmemiz gerekecek.

Metaetik ile etiğin farklı amaçları vardır. İkisi de farklı türden sorular sorarlar ve görünüşte alakasız olan cevaplar ararlar. Etik teoriler bize ne yapmamız/nasıl davranmamız gerektiğini söylerken, metaetik teoriler ise etik terimlerin ne anlama geldiğini söyler. Metaetiğin niçin mühim olduğunu anlamak için öncelikle etiğin ne olduğu ve ne anlama konusuna biraz daha eğilmemiz gerek.

Etik, en iyi şekilde, birbiriyle rekabet halindeki farklı türden ahlaki teorilere bakılarak açıklanır. Jeremy Bentham ve John Stuart Mill tarafından savunulan ahlaki bir teori olan Faydacılık, bizi, eylemlerimizin sonuçlarına ahlaki değer vermeye davet ediyor. Bu yaklaşıma göre, bir eylem sonuçları itibariyle daha fazla mutluluk elde etmemizi sağlıyorsa, o eylem ahlaki olarak değerli ve kabul edilebilirdir. Bu görüşün anlamlarından biri, doğrusunu söylemek gerekirse, yasaklanmış hiçbir eylemin olmadığı şeklindedir. Kantçı etik ise eylemlerin sonuçlarına bakmaz. Bundan ziyade, bir Kantçı şunları öne sürecektir:

  • 1) yasaklanmış eylemler vardır; ve
  • 2) kişinin bir eylemi gerçekleştirmesi gerekip gerekmediği ile o eylemin sonuçları alakasızdır.

Şimdi bu teorilerin pratikte nasıl olduğuna bakalım.

Hükümetin UFO’ları araştırdığı çok gizli bir departmanda, John ve Beth adına iki kişinin görevli olduğunu düşünelim. Her ikisi de bir uzaylıyla yüz yüze gelmek istemezken, düşen bir UFO’yu araştırmak için görevlendirilirler. Bu kazada bir uzaylı hayatta kalıyor ve istihbarat teşkilatı, uzaylıların kötü niyetli olduğunu ve zorunlu inişe geçmeden evvel gezegenimizdeki her ülkeye bomba yerleştirdiğini bildiriyor. Bahsettiğimiz bu bombaların nerede olduğunu ise yalnızca hayatta kalan uzaylı biliyor. Şayet bombaların nerede olduğunu vaktinde bulamazsak patlayacaklar ve aynı anda milyonlarca kişinin ölümüne, milyarlarca kişinin ise acı çekmesine neden olacaklar. İnsanlarla kusursuz bir biçimde iletişim kurabilme yetisi olan bu uzaylı, John ve Beth onu sorguya çektiğinde onlara hiçbir şey söylememektedir. Bu sorguda hiçbir işe yaramayan farklı türden ikna yöntemlerine başvururlar. Öyle görülüyor ki uzaylıdan herhangi bir bilgi almanın tek yolu ona işkence yapmak. Burada söz konusu olan ahlaki soru gayet açıktır: John ve Beth uzaylıya işkence etmeli midir?

Şimdi John’un bir Faydacı olduğunu düşünelim; ona göre eylemlerin sonuçları ile toplam mutluluğa katkıda bulunup bulunmadıklarını dikkate almak, hangi eylemi gerçekleştireceğimizi belirlemenin en iyi yoludur. Beth’e döner ve “korkunç acıları önleyebileceği için uzaylıya işkence etmenin ahlaken doğru” olduğunu söyler; bir Kantçı olan Beth ise onunla hemfikir değildir. Beth’e göre uzaylıya işkence etmek insanların acı çekmesini önleyebilir, fakat uzaylı bir bireydir/kişidir ve bundan dolayı kendinde-amaç olan bir kişiye, bir amaç için araç olarak yaklaşmamak gerekir. (Ç.N.: Kant’a göre birey kendinde amaçtır; ve bireye bir araç olarak yaklaşmaktansa amaç olarak yaklaşmalıyızdır.) Bu örnekte olduğu gibi, etik yaklaşımların ahlaki açıdan değerli olarak kabul ettikleri şeylerin birbirinden keskin bir şekilde farklı olabildiğini görmemiz mümkün. Bu farklı teorilerin amaçladıkları şey benzer olsa bile, bize ne yapmamız gerektiği konusunda birbirinden farklı ve bazen birbiriyle çelişkili şeyler söylerler. Onlar, etik kavramlarını eylemler aracılığıyla oluştururlar, hepsi de bize – belirli bir teori açısından – ne yapmamız gerektiği konusunda buyrukta bulunur.

Buna karşılık metaetik teoriler, ahlaki olarak doğru olan ve yapılması gereken şeyin ne olduğu ile ilgilenmezler. Tam aksine, ahlaki ifadelerimizle neyi kast ettiğimiz ve ne demek istediğimizi açıklamayı amaçlarlar. John, çok büyük miktardaki acıyı önleyeceği için uzaylıya işkence etmenin yapılması gereken doğru şey olduğunu iddia etse de; metaetikçi, onun faydacı akıl yürütmesinin hatalı olup olmadığıyla ilgilenmez. Bunun ziyade, metaetikçi, John’un bir eylemin ahlaki açıdan doğru (veya ahlaken iyi) olduğunu iddia ettiğinde tam olarak ne söylemek istediğini bilmek ister.

Metaetik teoriler iki büyük ana kampa ayrılabilir: Ahlaki realizm ve ahlaki antirealizm. Her iki kampın da “ahlakın” (veya ahlaki iyi veya özün) ne olabileceğine dair söyleyeceği oldukça farklı şeyler mevcut. Ahlaki realizme göre, bir eylemin ahlaken iyi veya ahlaken yanlış olup olmadığı, düşüncelerimizden ve arzularımızdan tümüyle bağımsızdır. Temelde, John’un eylemlerinin (ahlaki) iyiliği, John’un eylemleriyle ilişkili olan inanç veya arzuları tarafından belirlenmez. Örneğin John soğukkanlı cinayetten hoşlanmayabilir, fakat soğukkanlı cinayetin ahlaki yanlışlığı ile John’un bundan hoşlanıp hoşlanmamasının hiçbir alakası yoktur. John soğukkanlı cinayetten hoşlansaydı dahi bu, birini soğukkanlılıkla öldürmenin ahlaki açıdan iyi olduğu anlamına gelmezdi.

Ahlaki realistlere göre, bir şeyi ahlaki olarak yanlış yapan şey bizden bağımsızdır. Hangi tür ahlaki realist teorinin üyesi olursanız olun, yine de bir konuda hemfikir olacaksınız: John yanlış bir şey yaptığını söylediğinde, konunun ahlaki gerçeklerinin John’un inançlarına veya arzularına bağlı olduğunu düşünmeyiz. Yani John’un, eylemini onaylayıp onaylamadığı konuyla alakasızdır. Fakat diğer yandan ahlaki antirealistler, bir eylemin ahlaken iyi olduğunu söylediğimizde inançlarımız, arzularımız, duygularımız veya hissettiklerimizle ilgili şeyler söylediğimizi savunur. Bu yaklaşıma göre ahlak, keşfedilmemiş olup insanlar tarafından icat edilmiştir. Ahlaki realistler gibi ahlaki antirealistlerin de birçok farklı türü vardır. Ama yine de bir iddia tüm antirealistleri birleştirme eğilimindedir: Onlar, bir şeyi ahlaki olarak yanlış yapan şeyin bizden bağımsız olduğunu reddetme eğilimindedirler.

Bir şeyi yapmayı seçip seçmememizin, söz konusu bizzat kendimiz olmasak bile, çevremizdeki insanlar üzerinde bazen küçük bazen çok büyük bir etkisi olur. Tam olarak ne yaptığımız önemli olduğu için metaetik de önemlidir. Eğer bir konu hakkında tartışırken birbirimizi yanlış anladığımız fark edersek, bu durum konuya bakışımızı ve nasıl hissettiğimizi değiştirebilir. Mesela, Marge ile Homer’ın çikolatalı mı yoksa vanilyalı mı dondurma yemeleri gerektiğine dair tartıştıklarını düşünelim. Marge çikolatalıyı, Homer ise vanilyalıyı tercih eder. Fakat Homer, Marge’ın vanilyanın ne anlama geldiği konusundaki görüşünde ona katılmıyor, “vanilyalı dondurma” denilen bir yiyeceğin ona çikolata tadı gibi geldiğini düşünüyor. Bu tam olarak ne anlama gelir? Bunun anlamı, her ikisinin de aslında çikolatalı dondurma yemek istediğidir, fakat ikisi de ‘vanilyalı dondurma’ ile ne kastettikleri konusunda birbirinden farklı iki anlayışa sahiptir. İşin daha da kötüsü, hem Homer hem de Marge çikolatalı dondurma yemek istedikleri konusunda hemfikirdirler, fakat Homer vanilyalı dondurmanın tam olarak ne olduğu konusunda yanlış bir anlayışa sahip. Bu durumda anlaşmazlık gibi görünen şey bir anlaşma haline dönüşür.

Şimdi, Homer ile Marge’ın işkencenin ahlaki açıdan kabul edilebilir olup olmadığını tartıştığını düşünelim. Marge, uzaylı örneğindeki durumda işkencenin ahlaki olarak kabul edilebilir olduğunu düşünüyor; Homer ise onunla hemfikir değil. ‘Ahlaki olarak kabul edilebilir’in tam olarak ne anlama geldiği konusunda ikisinin de farklı fikirleri var. Homer antirealist bir tutuma sahipken, Marge ise ahlaki realist bir duruş sergilesin. Homer işkence etmenin ahlaki açıdan yanlış olduğuna inanıyor ve bunu ifade etmenin işkenceyi onaylamamakla aynı anlama geldiğini düşünüyor. Marge ise işkence etme eyleminin ahlaki olarak kabul edilebilir olduğunu iddia eder, ama böyle olduğuna inandığı için değil (böyle yapsa dahi), işkencenin ahlaki olarak kabul edilebilir olduğu ona göre ahlaki bir gerçek olduğu için. Belki de Marge işkence fikrinden gerçekten de hoşlanmıyordur, bu konuda bazı olumsuz inançlara sahip olabilir, hatta bu eylemi onaylamayadabilir; ama yine de bu eylemin onun tarafından onaylamaması otomatik olarak bu eylemin (işkencenin) ahlaki olarak yanlış olduğu anlamına gelmez. Eğer bu iki karakter “Ahlaki açıdan iyi”nin ne anlama geldiği konusunda bile anlaşamıyorlarsa, işkence vakalarında tam olarak ne yapılması gerektiği konusunda anlaşmalarını beklemek yanlış olabilir. Bu durumda, “Eğer hedefi göremiyorsak, oklarımızı nasıl olup da aynı noktaya nişan alabiliriz ki?” diye sorabiliriz.

Marge ile Homer’ın anlaşmazlığının sebebinin aslında benimsedikleri etik teorilerle ilgili olduğunu düşünebilirsiniz. Homer ve Marge, birinin gerçekleştirmesi gereken eylem yani ne yapması gerektiği konusunda tartışıyorlar. Ama sahip oldukları metaetik görüşleri, onların tartışmaya yaklaşımlarını etkiler. Homer, teorik ve soyut “iyi”lik kavramlarından kaçınan bir etik teoriye meyilli olabilir. Marge ise ahlakın normatif ve buyurgan karakterini ıskaladıklarından dolayı bu türden etik teorileri onaylamayabilir.

Tüm bunların yanı sıra, sahip olduğunuz etik teoriden bağımsız olarak, hala doğru cevabı bulmayı; hatta doğru cevap olup olmadığını öğrenmeyi, her şeye rağmen yine de doğru olanı yapmaya çalışırız. Hem faydacılar hem de Kantçılar ahlaki olarak doğru olan şeyi yapmak isterler. Fakat gördüğümüz gibi, ahlaki bir tartışmadaki iki kişi, “ahlaki açıdan iyi” ile birbirinden korkunç bir şekilde farklı olan şeyler dile getirebilirler; bu ise anlaşmayı engelleyebilir veya daha fazla tartışmaya sebebiyet verebilir. Bu duruma dair en en çarpıcı örnek, ahlaki iyilik/doğruluk diye bir şeyin varlığını reddeden biri ile kabul eden biri arasında olabilir. Eski nihilist yaklaşım, tartışmayı daha başlamadan bitirmeye neden olabilir. Uzaylı düşünce deneyimize tekrar geri dönelim.

Uzaylıya işkence edip etmemeye karar verme örneğimizde John’un nihilist ve Beth’in ise ahlaki realist olduğunu düşünelim. Tam olarak ne söylemek istediklerine yönelik görüşleri, eyleme geçme (yani işkenceye başlama) motivasyonlarını azaltabilir veya artırabilir. Bir ahlaki nihilistin, ahlakın objektifliğine inanan ve ahlakın bizden bazı şeyler yapmamız gerektiğini kabul eden bir realistinkine benzer şeyler yapması gerektiğine, etik muhakeme yoluyla o kadar da kolay ikna edilmeyeceği düşünülür. Dolayısıyla, ahlaki kavramlarımızın anlamları, yalnızca birbirimizi anlayabilmek açısından önemli olmakla kalmaz, aynı zamanda davranışlarımız üzerinde de bir miktar etkili olabilir.

En nihayetinde, ahlaki kavramlarımızın anlamlarının pratik eylemimizi etkileyip etkilemediğini bilmeliyiz. Hemfikir olduğumuz ve olmadığımız ahlaki yargı anlayışlarının, ne yapmamız gerektiği konusundaki mevcut anlaşmazlığı anlamamıza yardımcı olup olmayacağını bulmalıyız. İfade ettiğimiz ve ağzımızdan çıkan şeyleri anlamak, kendimizi ve dünyayı nasıl gördüğümüzü anlamamıza yardımcı olur. Dolayısıyla, metaetiğin ahlaki seçimlerimizi etkilemediği sonucuna ulaşsak dahi, kendimizi ve başkalarını anlamanın yeni bir yolunu gün yüzüne çıkardığı için yine de mühim olduğunu anlayabiliriz.


Rachel Handley– “Marge and Homer’s ice cream argument, or why metaethics matters“, (Erişim Tarihi: 09.01.2022)

Çevirmen: Taner Beyter

Ankara Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nü bitirdi, Felsefe master eğitimine ise ara verdi. Etik, epistemoloji, din felsefesi ve metafelsefe ile ilgilenir. Evli olup öğretmenlik mesleğine devam etmektedir.   

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

Önceki Gönderi

Neden Okullarda Siyaset Felsefesi Öğretmeliyiz? – Jonathan Floyd

Sonraki Gönderi

Kitap Analizi: “Araştırmanın Alfabesi” (Yasin Ramazan) – Melinda Gülsüm Esen

En Güncel Haberler Analitik Felsefe:Tümü